Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

6Ara/140

Ahşab ve San’at – Nahhat Sâlih BALAKBABALAR Mülâkat: Sait BAŞER

1531854_854622694553055_1422391712_nAhşab ve San’at - Nahhat Sâlih BALAKBABALAR Mülâkat: Sait BAŞER

- Sayın Balakbabalar, değerli bir ahşab san’atkârı olarak insan-tabiat münasebetleri hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu mevzûa bağlı olarak da insan-ağaç ikilisi hakkındaki fikirlerinizi öğrenmek isteriz.

– Efendim, ahşap konusuna geçmeden önce gerçekten insan-tabiat münasebetini ortaya koymak gerekiyor.

Bildiğimiz gibi sıcak iklimlerde yetişen bitkiler kutuplarda yetiştirilemez. Bülbül âfâka kanat açmak için altın kafesi reddeder. Bunun en basit izahı, her varlığın kendi yaratılış şartlarına uygun bir çevrede yetişebileceği, gelişebileceği, kısacası hayat bulacağıdır. İnsan da tabii varlıkların en mükemmeli olduğuna göre, rahat ve huzurlu bir yaşayışı, o tabii çevrede bulacaktır, ki bu tabiatın kendisidir. Bugün modern hayat anlayışıyla uzaklaştığımız tabiata yeniden dönme temayülleri düşüncemizi teyid etmiyor mu?

Milletler arasında tabii çevre içinde yaşama arzusu ve bunu tatbik etmede bir sıralama yapılacak olsa, Türklük mutlaka en ön sırayı alırdı. Çünki asırlar boyu at üstünde tabiatle daima iç içe yaşayarak ülkeler fetheden bizim insanımızdır. «BOZKIR KÜLTÜRÜ» böyle meydana getirilmiştir.~
Ayrıca saf-dil, yapmacıktan hoşlanmayan (ve bir türlü beceremeyen) bir millet oluşumuz da bizim tabii mizacımızın başka bir tarafıdır.

İnsanoğlu hayatına yön verirken içinde yaşadığı tabiatı kullanmış, taşıyla, toprağıyla, ağacıyla bir bütün olmuştur. Bu hem-hal oluşu Bursa’da Zaman şiirinde A.H.Tanpınar ne guzel dile getirir:

«Bursa’da bir eski câmî avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
Orhan zamânından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar.»

***

Merhum Ârif Nihad Asya’nın «AĞAÇ» şiiri ne güzeldir:

Bir ağaç ki eğile eğile
İbâdet olmuş,
Bir ağaç ki «Ağaç, .. » deyip geçmek,
Âdet olmuş.

Dalları sallana sallana
Salıncak,
Budakları, inile çıkıla
Basamak.

Kendisi renkten, ışıktan, kokudan
Bir demet olmuş…
Cenneti anlatan
Bir âyet olmuş.

Karışmış dallar dallara…
Kuşlarını çağırır yollardan,
Uçurur kuşlarını yollara…
Rengiyle, kokusuyla, tadıyla,
Ziyâfet olmuş,

Bir ağaç ki «Ağaç… » deyip geçmek
Âdet olmuş.

Evet, «âdet olmuş» ama târihimizi de anlatır olmuş. Oğuz Kağan Destanı’nda, Dede Korkut’taki ağaç motifleri aramızdaki ünsiyyetin ne kadar eski ve köklü olduğunun delîlidir.

Çiçeği, meyvesi, kokusu, dalı, budağı, dikeni, rengi nice şâirin malzemesi olurken, onu işleyenler nice güzelliklerle karşılaşmışlar. Her cinsin kendine has dokusuna, kokusuna, rengine hayran olmamak elde değildir. Bir kayısı ağacının tahtalarından sehpa yapmaya çalışıyordum . Meyvesindeki bütün renkleri, o tahtada da hayret ve zevkle seyrederken Bektaşi Baba’nın, «Hey Allahım, sen ne güzel boyacısın» deyişine daha çok hak verdim.

– Efendim, maalesef böyle aşkla, cezbeyle san’atma bağlanmış, san’atını zikir haline getirmiş insanlar pek azaldı. Dolayısıyle sizden Türk zevkinde ahşabın yerini de rica etsek…

– Batı zevklerinin istilasından önce insanımız, yaşayışını ahşap etrafında meydana getirmişti. Öyle ki Yaradan’ın «Baki» olduğunu ifade eden eserlerin dışında kendisinin faniliğini anlatmak için hep ahşabı kullanmıştır. Kerpiç duvarlar içinde, ağaçlı, çiçekli ahşap evlerde oturmuş, ağaç kaşık kullanmış, nalınlarla dolaşmış, ahşap rahlelerde ders okumuş, ahşap sazlar çalmış, onlarla şarkılar, türküler terennüm etmişlerdir.

«Öt benim sarı tamburam
Senin aslın ağaçtandır
Ağaç dersem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçtandır.»

diye medhiyeler düzmüşlerdir.

Ahşabın bolca kullanılmasında başka sebepler de vardır. Mesela sıhhidir, rutubet barındırmaz. Sonra taş ve diğer malzemelerin soğukluğu karşısında o, sıcaklığı ile sizi kucaklar. Ayrıca yumuşak oluşu insana daha bir yakınlık hissi verir.

Ahşabın San’at Haline Gelişi

San’at denilen hadiseyi, insanın güzeli arayışı manasında kabul edersek zevk sahibIeri ahşabın rengini, dokusundaki güzellikleri farketmişlerdir. Böylece ahşap insandaki san’at zevkine hitab etmiş ve etmektedir.

Mesela Türk sazlarının hepsi ahşaptan yapılır. Davulu, zurnası, sazı, kemençesi, kanunu, udu, tamburu, ve dünyanın en tabii, insana en yakın sazı NAY!… Saz yapımcısı da bir san’atkardır. Tek tek yaptıkları her sazda gönüllerinde yankılanan sesi ararlar. Kimbilir belki de «Elest Meclisi»ndeki sestir bu.

Günlük hayatımızda kullandığımız ahşap malzemelerin dışında, bir san’at hadisesi olarak ahşap bütün çevremize yayılmıştır. Ahşap mescidler dahi yapllmıştır. Selçuklu ve Osmanlı’dan günümüze ulaşan eserlerde kündekari teknikle yapılmış kapılar, mihrab ve minberler, pencere kanatları, Kur’an mahfazaları, sandukalar v.s. görüyoruz. Bu eserler neccarın, hakkakin, nahhatın keskin uçlu çelik kalemleri ile işlenmiştir. Rumiler, geometrik desenler, çiçek ve bitki motifleri ahşabi süslemiştir.

ahsap-resim1BaIakbabalar’ın ceviz köküne sedef kakma tekniğiyle meydana getirdiği bir eseri

Bir büyüğüm sergi defterime, «San’atkar, Allah’ın yaratıcı sıfatını ruhunda duyan ve ona ayna olabilen insandır» diye yazmıştı. Ahşaptaki yaratılış estetiğini gören san’atkar gönlündeki arayışı onda devam ettirmiştir.

Günümüze kadar ahşap tel, başına kullanıldığı gibi, sedefle, gümüşle, bağa, fildişi ve kemikle beraber de kullanılmıştır. Oyma, kündekari, geçme, telkari gibi teknikler uygulanmıştır.
Ahşap, Selçuklu ve Osmanlı’nın elinde zirvesine ulaşmış. Ancak Batı tesiri ile gelen «Taş devri» nden sonra bu san’atla beraber, san’atkar da unutulmuş. 18. asırdan sonra Rum ve Ermeniler’in bu san’atlarımıza hakim oldukları görülür. Son olarak İkinci Abdulhamid Yıldız Sarayı’nda bir atölye kurdurarak, bilhassa sedef işçiliğine hizmet etmiş; hem çalışmış, hem çalıştırmıştır. Cumhuriyet devrinde bir zamanlar «Sedefkarlık» olarak Güzel Sanatlar’a ders konulmuş ise de -ki son hocası Sedefkar Vasıf’tır- üvey evlat olmaktan öteye gidememiştir. Bugün yeniden ders olarak konmuştur. Fakat henüz icra-yı faaliyeti yoktur.

- Efendim, ifadelerinizden bugün için bu san’atın yine ferdi gayretlerle yürütülmesi gerektiği anlaşılıyor, Pekala! Bugün bu san’atı icra ederken sizin gayeniz nedir diye sorsak?

– ilk sözlerimiz arasında insanlığın yeniden tabiata ve tabiiliğe dönüş arzusundan bahsetmiştik. Gayr-ı ihtiyari bu temayül olabilir. Ancak daha şuurla düşündüğümüz zaman gayemiz, bize ait olan ve unutulan bu san’at kolunu ve zevkini canlandırmak, yaşamak, yaşatmaktır diyebiliriz. Önce geçmişteki teknikleri, uygulamaları iyi bilmek, çalışmak gerekiyor. Zamanımızdaki imkanlar fazlasıyla mevcuttur. Yeter ki işleyen el, anlayan gonul olsun. Burada topluma ait bir eğitim ve kültür anlayışı ile karşılaşıyoruz. Bu yüzden çok çalışmak, guzel eserler yapmak gerekiyor.

Kullanılan Alet ve Malzemeler

– Mevzuun bir de teknik taraflarını ele alsak diye düşünüyoruz. Önce kullandığınız alet ve malzemeler hakkında bilgi rica etsek, sonra da tatbikat hakkında söyliyeceklerinizi dinlesek, tekniklerinizin neler olduğunu öğrensek…

– Marangoz aletlerinin yanısıra en büyük yardımcıınız kıl testeredir. Bir sapa bağlı, U biçiminde, gerilmeye müsait metalden yapılmış testere koluna kıl testere diklemesine yerleştirildikten sonra, sapa bağlı ucu sabitleştirilir. Desen veya işleyeceğimiz yazı ahşaba geçirilir veya bir kağıtta çizili ise yapıştırılır. Oyulması gereken kısımlar delinir. Kıl testerenin boşta kalan ucu bu delikten geçirilir ve testere gergin vaziyete getirilip, sabitleştirilir, Uç tarafı V biçiminde oyulmuş bir tahta içinde kesilmeye başlanır.

Kullandığımız malzemeler ise çeşitli ağaç türleri, onlardan elde edilmiş kaplama, kontralar, sedef, bağa, metallerdir.

İnce işçilik için kıl testere çok büyük imkanlar sağlıyor. Ve diyebiliriz ki bu teknikle yepyeni bir çığır açılıyor. Bu sebeple, bu yeni çalışmalara «oygu» adını verebiliriz.
Nelerin uygulaması yapılıyor?
Şimdiye kadar Türk Hat ve Tezyinatının seçkin örneklerini çalıştık. Yine devam edeceğiz. Ancak her hat ve desen ahşabla veya kullandığımız diğer malzemelerle imtizac etmiyor. Buna bilhassa dikkat etmek gerekiyor.

Teknikler :

Üç türlü uygulama yapıyoruz. İlki «Kabartma Oygu». Bunda kesilen parçalar bir zemin üzerine yapıştırılıyor. İkincisi «Gömme Oygu». Erkek ve dişili olarak ayrı ayrı kesilen parçalar birbiri içine oturtulur ve daha sonra bir zemine yapıştırılır. Sonuncusu ise «Mücerret Heykel». Bu tavır bütün İslam aleminde canlanan bir san’at. Bilhassa hat uygulanıyor. Oyulmak ve bir kaideye oturtulmak suretiyle hazırlanıyor.

Yalnız bu san’ata merak salanların bilmesi mutlaka gerekli olan zanaatlar var. Önce ahşabı ve diğer malzemeleri iyi tanımak gerekiyo, yani biraz marangozluk. Yanı sıra boyacılıgı bilmeli, cilacılık keza. Kıl testereye ve diğer aletlere hakimiyet en mühimidir. Bunlardan başka hat ve tezyinat san ‘atları hakkında yeterli bilgi ve kültüre sahip olmak şarttır. Yani basit gibi görünen bu iş, pek de kolay değildir.

Gelişmesi :

On yılı geçen bir zamandır uğraştığım oyguculukta, önceleri elime geçen, güzel sandığım yazı ve desenleri kestim. Kumaş üzerine, ahşaba yapıştırdım.

– Bugün onların alelade olduklannı görüyorum.- Zamanla öylesine bir yakınlık doğdu ki, boş vakitlerimin hepsini bu işe verdim.

Tabii olarak bu zemini hazırlayan bir takım sebepler vardı. Edebiyat Fakültesi’nden aldığımız bir Türk edebiyatı zevki, musıki ile olan temasımız, Konservatuar, bu arada bir mobilya atölyesindeki meşguliyet ve bilhassa, Niyazi Sayın Hoca’nın, musıki ile uğraşan bir insanın mutlaka başka bir san’at dalıyla uğraşması gerektiği hususundaki küçük ama tesirli işareti beni çalışmalarıma zorladı. Daha sonra Kubbealtı Nakışhanesi hocaları İnci Birol ve Çiçek Derman Hanımefendilerle, akabinde Uğur Derman Ağabeyimle tanıştıktan sonra çalışmalarım yavaş yavaş bir seviye bulmaya başladı. Onlardan Türk hat ve tezyinatının “Haddeden geçmiş» zevkıni öğrendim.

ahsap-resim2San’atkarımızın bir diğer eseri

-Salih Bey, bizim klasik san’atlarımız için “sabır san’atları » tabirinin kullanıldığı malüm. Bir san’at dalının kendisiyle meşgul olan san’atkarı terbiye etmesi keyfiyetinden bahsediImesi ise hayli dikkat çekici. Bu mevzuda siz ne düşünüyorsunuz? San’atlarımızın terbiye edici bir fonksiyonu da var mıdır?

- Bu gelişme grafiğine dikkatle bakılırsa san’atla beraber insan ruhunun da nasıl değiştiğini, başka bir hüviyete büründüğünü hayretle görürüz. Mükemmel duyuş ve düşünceler san’at şaheserlerini, onlar da insanı tekamüle götürüyorlar. Zevkleriniz, hissiyatınız, varlıklara bakışınız değişiyor. Üstelik bizim san’atlarımız doğrudan gönüle hitap eder, mücerrettirler.

Yunus Emre’nin dediği gibi:
«Beni bende demen, bende değilem
Bir ben vardır bende, benden içeru,»

hep gönlümüzü, içimizi süslemeye çalışmışız. Bu fikrin ağırlık kazandığı hiç bir eserde dış süsleme yoktur. Dışta sadelik, içte ihtişam, işte Türk zevki.

Bunlar da doğrudan doğruya san’atın insanı nasıl yetiştirdiğinin en bariz delilleri değil midir?

– Son bir sual : Yaptığınız işin Hat san’atı ile çok yakın bir münasebeti var. Bu mücerred ve maveri çizgiler, şekiller sizce ifade ettikleri ibareler dışında da birer mesaj taşımakta mıdırlar?

– Türk hat ve tezyinatının temelinde şekil yatıyor dersek, herhalde hata yapmış olmayız. Bir sonsuzluk ifadesi taşıyan bu san’atlarla şekillerdeki ruh ve o ruhun mesajı neşredilmektedir.
Şevket Rado’nun «Türk Hattatları» adlı eserinde «Hat san’atı bir resim san’atıdır» ifadesini görüyoruz. Modern resmin kurucusu Pikasso, «Benim yirminci yüzyılda yapmak istediğimi, Müslümanlar bin yıldır yapıyorlarmış» diyor. Bu manada düşünürsek hat san’atkarı, şekildeki ruhu kavrayan, cozen ve bunu yeni bir terkib halinde sunan insandır. Diğer bir deyişle mana-şekil bütünleşmesini hat ve tezyini san’atlarımızda en mükemmel örnekleriyle hattat ve müzehhibin çizgilerinde bulmak mümkündür.

Yaradan, ahşaba öyle şekiller vermiş ki, onda aynı mesajı daha geniş , daha mücerred görmek kabiL. Bir kök cevizde, gül ağacının kökünde binbir hare ile, renk ile karşılaşırız. Kuş gözü, maun, pelesenk, ıhlamur. hepsinde ayrı bir şekil ve mana ahengi sergilenir.

Ahşaptaki, hat ve desenlerimizdeki bu güzellikleri bütünleştirince karşımıza yepyeni, müşahhas bir varlık ortaya çıkar.

– Çok teşekkürler ederiz efendim.

– Estağfurullah! Ben teşekkür ederim…

Mülâkat: Sait Başer, “Ahşab ve San’at”, Nahhat Sâlih BALAKBABALAR ile Bir Sohbet, Kubbealtı Akademi, S:1, İstanbul, Ocak 1988, s.21-28

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.