#ŞAHİTLİ/#İSPATLIDIR.. – Kandıralı FETHİ
#ŞAHİTLİ/#İSPATLIDIR.. - Kandıralı FETHİ
Dün deplasman da oynadığımız PENDİKSPOR maçının girişinde, #bu #kadarı da #olmaz , diyeceğim bir olay yaşadım...
#DAYI kelimesini oldum/olalı SEVMEM..
Stada giriş, POLİS aramasında, bir emniyet görevlisi , bendenize ;
-gelll böyle DAYI diyerek, seslendi..
Kafam kıyak...
-Bana,
baba dee,,,, abi dee,,,, amca dee,,,, beyim deee, amaa DAYIIII #demee diye, çıkıştım polis kardeşime...
Şaşkınlıkla güldü Polis kardeş..
ve İnanın çekti beni, öptü...
-İşte sen, o kişisin, BANA bundan 4 yıl evvel, yine İstanbul da- TUZLASPOR maçında aynı bu fırçayı atmıştın dedi..
ŞAŞTIM...
DENK GELMEMİN BU KADARI olur mu..?
Dünya küçük, rastlantılar BÜYÜK.
Muhabbet ettik, resim çekildik hatıralık..
- Kolay gelsin, Allaha emanet ol dilekleri ile esenleştik...
DOLAŞICEM yine bu gece.. / Kandıralı FETHİ
DOLAŞICEM yine bu gece.. / Kandıralı FETHİ
DOLAŞICEM yine bu gece..
GANDIRA'da..
Garanlık sokaklarında,aklımdaki PIRIL PIRIL hatıratlar ile..
Gecenin biii vaktin de...
Bakkk,
Hüseyin ULUTAŞ , goyvermiş en son müşterini..
Çalgılar gitmiş, Cemal SARI’nın meyhanesinden
Nihat SARIÇAY’ın müdavimleri. Evlerine gavuşmuştur İnşallah...
Tutunacak dalım yok – Zafer PORTAKAL
Tutunacak dalım yok - Zafer PORTAKAL
Ne hayalim var
Ne bir beklenti
Ekinimi öğütür >
Bir zaman değirmeni.
Soluklanacak yer arar
Bu köhne yaşlı vücut
Sızım sızım sızlar belim
Bankın tam ortasındasın
Müsaadenle delikanlı
Köşeye ilişeyim
Kocabayramlar da Komşu ve akrabalarımız ile – Ahsen OKYAR
Çağrı Baykara, Sabahattin Baykara, İbrahim Bayram, Deniz Alp İlhan, Ersin Baykara, Sezgin Akdeniz, Ece Sena Bulgurcu, Asel İkra Bulgurcu, Ahsen Okyar, Zehra Ülkü Bayram
Keşkek te pek güzel olmuş!..– Ahsen OKYAR
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babanıza iyilikte bulunun. Akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışlara, elinizin altında bulunan köle, câriye, hizmetçi ve işçilere iyilik yapın. Çünkü Allah, kendini beğenen ve çokça övünüp duran kimseleri kesinlikle sevmez. Nisâ / 36. Ayet
Sevgili eşim Nursel hanımefendi ile birlikte Corana virisün patlak verdiğinde Kandıra Çakırcaali Divanı, Kocabayramlar Köyünde yaşamaya başladık. 2024 yılı başından beri de fırsat buldukça gitmekteyiz.
Fırının önünde: Ece Sena Bulgurcu, Zeynep Bayram, Zehra Ülkü Bayram, Asel İkra Bulgurcu, Nursel Okyar, Öznur Bulgurcu, Faize Bayram
Akçaova da Öğretmen Olmak – Abdullah KÖKTÜRK
Akçaova da Öğretmen Olmak - Abdullah KÖKTÜRK
- Öğretmen olarak ilk görev yaptığım okul, İzmit Namık Kemal Lisesi idi. Okul müdürümüz Abdullah ÖZKIRKLAR, bir gün beni makamına çağırarak İl Milli Eğitim Müdürü Yunus AVCI seninle görüşmek istiyor, yarın sabah sen ilk önce İl Milli Eğitime uğrar, daha sonra okula gelir ve derslerine girersin dedi.
- Bende ertesi günü, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne giderek Yunus AVCI beyle görüştüm. Görüşmemizde Yunus Bey bana ‘’Abdullah bey evli değilsin, müsait durumdasın seni Akçaova ortaokuluna göndermek istiyorum. İlkokul bünyesinde ortaokul açıldı ama öğretmen çok eksik. Hatta bir tek öğretmen var. Branş öğretmeni olmayınca da, derslere ilkokul hocaları giriyor. Senin memleket sever iyi bir insan olduğunu bana söylediler. Orasını boş bırakmamalıyız. Bende söz veriyorum seni bir daha ki sene tekrar İzmit’e alacağım’’ dedi.
- Bende kabul ettim. Hiç vakit kaybetmeden de ertesi günü Akçaova’ya gittim. Okulu görmek için gittiğim de, ilkokul müdürü okulunun kapılarını bile kapalı tuttu. Fehmi bey diye biri. Neden okula girmemi istemediğini de daha sonra öğrendim. Akçaova da öğretmenlerin, hemen hemen hepsinin de sol görüşlü olduğunu, özellikle köy – kop ve aydınlık gruplarının Akçaova da zemin bulduğunu, nerde ise kendilerine göre burasını kurtarılmış bölge ilan ettiklerini de daha sonra görmüş olduk.
ÖRNEK BİR DİN ADAMI – İrfan ÖZTÜRK
ÖRNEK BİR DİN ADAMI - İrfan ÖZTÜRK
17 Eylül 1958 günü Perşembe sabahı, bir bülbülün yanık yanık ötüşü ile uyandım. Bülbülün yanık sesi bütün Kandıra’yı etkisi altına almıştı. Ötüşünün güzelliği ve âhengi tâ gönlümün derinliklerine kadar işliyordu. Böyle bir ses, böyle bir ötüşe kulaklarım ilk defa şahit oluyordu. Bu sesle mest oldum, âdeta büyülendim. Derhâl fırladım ve bir daha bu sese yönelerek iyice dinledim.
Bu güzel ses âhenkli ses; Kandıra Orhan Camii’nin minaresinden yükselen ve sabah ezanını okuyan zâta aitti. Kim olduğunu bilmiyordum. Çünkü henüz, hâfızlığıma devam etmek için geldiğim ilk günün sabahı idi. Ben, Orhan Mahallesi’nde dayım Osman Zeki CİCİ’nin evinde kalıyordum.
Hemen abdestimi alıp Orhan Camii’ne gittim. Cami de evime yalnızca elli metre mesafedeydi. Böyle bir güzelliğe kavuşmanın sevinci ve şükrü içerisinde camiye giderken Rabbime hamd ediyordum:
«Yâ Rabbi! Ömür boyu cami ve cemaatten mahrum eyleme!» duâsı ile camiye girdim. Baktım ki camide henüz kimse yok. Ama birisi arka taraftaki müezzinlikte yüksek ve yanık sesle Kur’ân’a yaraşır bir edâ ve âdâb ile Kur’ân okuyordu. Kendisini öylesine Kur’ân’a vermişti ki, âdeta camiye gelenlerden bile haberi yoktu.
Sonradan tanışıp ismini öğrendiğim bu bülbül sesli zat, Orhan Camii müezzini Vâsıf Hoca idi. Yarım saat kadar kıraata devam etti. Gelen cemaat, yüzünü okunan Kur’ân’a ve okuyan hocaya çevirmiş vaziyette huşû ile dinliyordu. Okuma bitti, sabah namazının sünnetini kılmak için salevat getirdi. Sünnetleri kıldık, farza hazır vaziyette bekliyorduk.
Caminin yaşlı imamı, rahatsızlığı sebebiyle camiye gelememişti. Cemaatten birinin İhlâs Sûrelerini okuyup, kamet getirmesinden sonra Vâsıf Hoca mihraba geçti. Kendisinde bir mehâbet, vakar ve ihlâs hâli seziliyordu. Bu, bir din görevlisinde bulunması arzu edilen güzel bir hâl idi. Doğrusu kendisine gıpta etmiştim ve -hâli beni çok etkilemiş olacak ki- farkında olmadığım hâlde ağlıyor ve gönlümden; «Yâ Rabbi! Böyle bir güzelliği bana da lutfeder misin?» diye temennide bulunuyordum.
Duygulu bir tekbirle namaza başladık, içim ağlıyordu. Huşû ve huzur içerisinde kıldırdığı namazın bütün feyzi vücudumu sarmıştı ve bu kıldığım namazın huzurunu hâlâ unutamadım. Namazdan sonra Vâsıf Hocamızın elinden öptüm, o da beni kucaklayıp; «Hoş geldin!» dedi ve izin isteyerek evimize döndük.
Öğle namazına gittiğimizde henüz ezan okunmamıştı. Camiye vardığımda Vasıf Hoca’yı kollarını ve paçalarını sıvamış, elinde süpürge, caminin temizliğini yaparken buldum. Temizliği bir ibâdet aşkı ve zevki ile yapıyordu. Halıları kaldırmış temizlemiş, cami kapısının önünü yıkamış ve âdeta dükkânını temizleyip müşterisini bekleyen bir tüccar gibi cemaatini kapıda bekliyordu. İlçede camisi onun gibi temiz, düzenli, tertipli bir başka cami bulamazdınız.
Bir haftalık izne ayrılan bir arkadaşının yerine bir başka camiye geçici olarak görevlendirildiği zaman bile; «Bu benim camim değil, bana ne!» demez, bir haftalığına gitmiş olduğu o caminin içini-dışını temizler, halılarını kaldırıp çırpar ve gereken temizliği yapardı.
Şöyle derdi:
“Camiler Allâh’a secde etmek için bina edilmiş, Allâh’ın evleridir. Böyle olunca Rabbimiz’in evini kendi evimizden daha temiz tutmak, aslî görevimizdir. Görevini yapmayan insan mes’ul olur.
Bize bunun için bir de ücret veriyorlar. Vazifemizi yapmadan aldığımız ücret, bize nasıl helâl olur!”
Kur’ân kursundan çıkmış eve doğru giderken muhterem Vâsıf Hocamızla karşılaştık -Allah rahmet eylesin-. Kendisi önce selâm verdi. Ben;
“–Hocam, selâmı benim size vermem lâzım, çünkü ben sizden küçüğüm.” dediğimde güldü ve;
“–Tam tersi, insanlar karşılaşınca büyüklerin küçüklere selâm vermesi lâzımdır, bunu böylece bil!” dedi.
Tam ayrılıp birkaç adım yürüdükten sonra;
“–İrfan Efendi!” diye çağırdı. Dönüp;
“–Buyur hocam.” dedim. Yanıma geldi ve;
“–Yarın öğle namazına gelemeyeceğim, mevlid için bir köye davetliyim, ezanı okuyup, vazifeyi yapar mısın?” diye sordu.
“–Olur hocam, inşâallah!” dedim. Ayrılırken elini cebime sokup çıkardı ve ayrıldık. Ben hemen cebimi yokladım. Cebime iki buçuk lira para koymuş.
Ertesi günü öğle namazında ezanı okuyup vazifeyi yaptım, belki ikindiye gelemez düşüncesiyle vazifeyi yapmak üzere camiye gittim. Baktım ki Vasıf Hocam yine kollar sıvalı, elinde süpürge caminin önünü temizliyor. Selâm verip, yanına yaklaştım.
“–Yardım edebilir miyim?” diye elinden süpürgeyi almaya kalktım. Sert bir şekilde;
“–Bırak süpürgeyi, bu benim vazifem. Bunu Allah benden soracak, senden değil!” dedi. Biraz daha ısrar edince;
“–Döverim haa!” diyerek kanepeye oturmamı söyledi. Oturdum, o da işini bitirdi. Ezan vakti gelmişti. Ezan okumaya giderken vazifeyi îfâ etmem sebebiyle bana teşekkür etti. O ara ben de;
“–Vâsıf ağabey, dün cebime iki buçuk lira para koymuşsun, o ne parası?” diye sordum ve kabul edemeyeceğimi söyledim. Yine bana;
“–Döverim haa!” diyerek ihtarda bulundu.
O zaman parayı niçin verdiğini açıklamasını istedim. Dedi ki:
“–Bak yavrum, ben burada ücretle çalışan bir müezzinim. Yaptığım bu vazife için devletten maaş alıyorum. Aldığım maaşı önce günlere, sonra vazife yaptığım beş vakte böldüm. Bir vakit namaza iki buçuk lira düşüyor. İki buçuk lirayı sana verdim. Çünkü görevi ben değil, sen yaptın. Öyle ise öğle vakti için aldığım para senindir, benim değil. Onu ben sana vermeseydim, yapmadığım işin parasını alan birisi durumunda olurdum ki o para bana helâl olmazdı!”
Ey kardeş! Çalıştığın işyerinde izinli-izinsiz işinin başında bulunmayıp iş yapmadan aldığın ücretler için böyle bir hassâsiyet gösteriyor musun?
Çalışmadan bir imza karşılığı ücret alıp, devletin ve milletin hakkını yiyenlere Allah hidâyet versin.
Cenâb-ı Hak, Vâsıf Hocamıza rahmet eylesin. Bir ibret levhası olan bu davranışını idrâk etmemizi, o ince hassâsiyeti kazanmamızı hepimize nasip eylesin.
Helâl az da olsa çok hükmündedir!..
Haram çok da olsa yok hükmündedir!..
(Gülzâr-ı İrfan)
Not: Vâsıf Hocamızın rûhu için bir Fâtiha, üç İhlâs okursanız memnun oluruz.
Aydın Yilmazer ALBÜMÜNDEN… / Kandıralı FETHİ
Aydın Yilmazer ALBÜMÜNDEN... / Kandıralı FETHİ
KİMİN öleceği............
KİMİN sağ kalacağı..
KİMİN ne olacağı...
bilinmeyen YILLAR???
Yıl 1981
Ne oldu
Ne bitti
KOLU'dan -GOMŞU'dan arandığı yıllar..
Nadir evler, dükkanlar çevirmeli telefona yeni geçmiş..
BANDIRMA'dayım
Gönlüm, BU #GÜNKİ gibi hâlâ GANDIRA'da .
Aynı yıl 1981’de
2,5 yaşında Göker Duru
3 AYLIK Aşık Seher Duru var bende.
vaz geçemiyorum GANDIRA’dan,
vesile arıyorum – gelmeye / gitmeye..
AYDIN Kardeşimin
var
dediler...
Ahhh beee AĞVA yolu… / Kandıralı FETHİ
Ahhh beee AĞVA yolu... / Kandıralı FETHİ
Çatal'dan,
YILDIR abimlerden ayrılır yol..
aşşaa doğru..
yan façası, amannn haaa,
hocam ALİ SAĞLAM... Korkarım....
Sol taraf ORHAN CAMİ...
TATAR LÜTFİ
ve biiii CAN ARKADAŞIM Hicran Örk
sonrası AKALIN'lar..
#CEMRE… – Dr. Haluk ÇOKUĞRAŞ
#CEMRE… - Dr. Haluk ÇOKUĞRAŞ
Hava soğuktu, ama tam tepede parlak bir güneş, soğuğa rağmen Kandıra’nın sokaklarını
ışığa boğuyor, gelecek sıcak günleri müjdeliyordu.
Kurban bayramının ardından gelen bir Cumartesi günüydü.
Okuldaki sıra arkadaşlarım Bekir ve Ahmet pencerenin altından seslenip
duruyorlardı…
Annem yalvaran bakışlarıma daha fazla dayanamadı ve sonunda, “E hadi git
madem, ama çok da uzaklaşmayın ha… “ diye beklediğim izni verdi…
Ben fırtına gibi giyinip sokağın yolunu tutarken, üç yaş küçük kardeşim Selim küskün bakışlarla kaderine razı bir şekilde somurtup dilini çıkardı.
KAFAM BOZUK… / Kandıralı FETHİ
KAFAM BOZUK... / Kandıralı FETHİ
Harbiden...
Şimdi, Bandırma'da değil de Kandıra'da olsam..
Ne yaparım..
DUR BAKALIM..
Gecenin /hatta sabahın 2/50 si olmuş
Yani, üçe -on kaldığı saatlerde.
Şuan
BANDIRMA’da,
BAR’lar, DİSKO’lar, PAVYONLAR -GECE KULÜPLERİ, 3-4 -5 YILDIZLI OTELLERİN barları açık..
kimilerinde CANLI MÜZİK var gümbür gümbür...
Seç -beğen -gir
Parana geçer --sözün...
SARMAdımı seni... YÜRÜ git..
ÜÇ SAZ ve ORTAM.. / Kandıralı FETHİ
ÜÇ SAZ ve ORTAM.. / Kandıralı FETHİ
GANDIRA' da
Biiii yere oturup, biii cıgara içesim geldi
(gerçi 12 yıl oldu bıraktığım)
Biraz da demlenmek.
Misss gibi burnuma geldi, teneke bacalardan sızan KÖFTE kokuları..
İnsanı adeta davet ediyor..
CEMAL SARI amcanın lokantasına uğrayıp, biii keyf-i neşe yapayıp bâri..
KARİDORU uppp uzun lokanta,
Cemal amcam /boyundan takmalı önlükle ızgara başında..
RIZA SARI abim, koşturuyor, masalara,
hısım FERİT ERDOĞAN yardımlarda..
Arka taraf, Tıklım-tıklım..
Protokol var..
Tekel Müdürü/Esnaf Kefalet başkanı, amirler, memurlar..
Hadiii buyur,#ŞAŞKIN'da geldiii.. (1) #klarnet ve Ekibi ile.. TAKSİM ile ağır dan...
Bana uymaz ...
Ayıptır BÜYÜKLERİMİZ var.
PILI’yı yı kim bilir… ve de PIRTI’yı.. – Kandıralı FETHİ
PILI'yı yı kim bilir... ve de PIRTI'yı.. - Kandıralı FETHİ
PILI'yı yı kim bilir...
ve de
PIRTI'yı..
hele bi dee PALA var dı..
Karidorlara, sofa boyu serilen.
El dokuma tezgahlar da
ŞAKADA ŞUK
Merdivenlere -DAŞLIK boyuna ..uzatılan..
RULO yapıldı, iftihar ile TOP/top/gelirdi
GIZ evinden-GOCA evine..
Ahhh o kilimler.
Ben çok taşıdım...
Evdeki kilimleri, NAMAZGAH deresine..
ARAP SABUNU ile fırçalananları.
Getir-götür
TAHTA FIRÇALAR satılırdı dükkanlar da..
ARİEL,/BİNGO neee, nerede.
Halı mı...!!!???
Güldürmeyin ..!! kimde var...
... Bembeyaz TAHİRAT bezleri/mendilleri, asılır dı HELA larımıza. .
Suları AKMAYAN tuvaletlerimize...
#ÇİVİT ile çırpılır dı sular, ÇİNKO leğenlerde...
#AKİF çamaşır suyunun katkısı ile
Çarşaflar, yastık - yorgan gılıfları APAK
Yemmm yeşil akardı NAMAZGAH
Gapı önlerinde gaynatılır dı
GARA GAZANLAR.....
büyük çamaşırlar
ve
için......
ÇARŞI CAMİİNİN apteshanesinden,
ŞEFİK ve ORHAN Caminin alt gatından SU TAŞINIR de evlere. .
GÜZEL di GANDIRA......
Biz mi güzeldik..??
yoksa
O zamanlar mı..???
#ANAMIZ vardı Bİİİİİ TANEMİZ
Ona güvendik #BABAMIZ vardı bizim..
Ne güzel şey Kandıralı olmak. – Abdurrahman KAYMAK
Ne güzel şey Kandıralı olmak. - Abdurrahman KAYMAK
İnci pastanesinde kol böreği limonata,
Cambaz Osman abi de köfte möfte,
Şanlı abilerden kömür, yeşillik,
Yakup abinin kahvede soğuk ayran,
Burak Marketten lipton soğuk çay, (teneke kutuda-cuma günleri namaz sonrası-buz gibi)
Adnan Güneş amcadan bisiklete fren lastiği ( Galatasaylıdır, Liseyi de Galatasaray da okumuştur)
Aytekin abide saç traşı ( fena fenerlidir benim gibi)
Ender abiden kışın kitap defter yazın şort terlik ( kim inanır o küçük dükkanın dünyalara açıldığına)
HAMAL BAYRAM – Zafer PORTAKAL
HAMAL BAYRAM – Zafer PORTAKAL
Tekke meydanı arkası
Bereketli sofrası
Güleç yüzlü agamın
Evi kireç boyalı
---
Ağzından kem söz çıkmaz
İnan kimseyi kırmadı
Adı Hamal Bayramdı
Benim yurdum insanı
---
YAZIYORRRRR…- Kandıralı FETHİ
YAZIYORRRRR...- Kandıralı FETHİ
Nevzat abimin simitçi fırını ile Manav Muzaffer amcanın deposu arasında idi...
3 metrekarelik, kapısı dahi olmayan,içine CAMDAN girilen dükkan...
Yoldan, EKSİ BİR kat seviyesinde.
Hani zemin diyelim..
KÜÇÜK MEHMET amcanın, lokantalar tarafındaki kapısının karşı, komşusu .
Kısa boylu, göğsü dışarda, CİDDİ ve SERT görünümlü,
Her zaman ŞIK giyimli, yanaklarından kan fışkıran, işini BÜYÜK BİR CIDDİYETLE önemsiyen GÜZEL İNSAN.
Gazteci #FAHRETTİN abi...
Gazteler, Normalde, 12-13.oo saatleri
arasında gelirdi İstanbul'dan...
Önce İZMİT,
oradan GANDIRA BİRLİK OTOBÜSLERİ...
Yarın.. #GANDİL.. – Kandıralı FETHİ
Yarın.. #GANDİL.. - Kandıralı FETHİ
Daha farklı oluyordu herşey..
Yozlaşan-dini kullanan, siyasal akımların, olmadığı yıllar.
CIZGILI pijamalar ile,
SOBA
MANGAL
başında oturduğunuz yıllar..
Leğen içinde yıkandığımız,
Sonrasındaaa,
tüm Aile üyelerimizin, BÜYÜKLERİMİZİN ellerini öptüğümüz yıllar..
Bugün GANDİL..
GIRMIZI-BEYAZ
halka simit..
Azzzzs SUSAMlısı
#GANDİL simiti..
BEŞ'er/ON'ar
bağlamlı halkalar..
İster bizzat fırından
veya çarşıya hizmet NEVZAT abimizin, başının üstündeki tepsiden..
KOLU'ya
KOMŞU'ya...
simitler..
Yoldan geçene,
Almayana, İLLA ve illa sevabına,
HUŞU içinde verildiği yıllar..
Yarın GANDİL
mübarek olsun.
Bugün
Simit... 15 TL.
ÖZLEMle anıyorum o günleri...
Yaşıyorum...
Türkan Kandıralı ile klarnet üzerine… – Gül ANASAL
Türkan Kandıralı ile klarnet üzerine… - Gül ANASAL
Çocukluğumdan beri evde Mustafa Kandıralı adı geçti mi ilk aklıma klarneti, oyun havaları ve bayram sabahlarının neşeli müzikleri gelirdi. 2020 yılında kaybettiğimiz Mustafa Kandıralı sadece Türkiye’de değil dünya genelinde bir sanatçıydı.
Geçtiğimiz hafta Kocaeli Dokümantasyon Merkezi’nin yaşayan tarih konuğu ise Mustafa Kandıralı’nın yetiştirdiği klarnet ustalarından birisi olan yeğeni Türkan Kandıralı’ydı.
Müzeyyen Ünal, “Değerli misafirler hoş geldiniz. Kocaeli Dokümantasyon Merkezi’nin yaşayan tarih sohbetlerinde bugün Sayın Türkan Kandıralı’yı ağırlıyoruz. Türkan Kandıralı hepinizin de bildiği gibi Türkiye’nin hatta ben çok rahat söyleyebilirim dünyanın sayılı virtüözlerinden bir tanesi ve Kandıra’dan yetiştiği için de gurur duyduğumuz değerli bir isim, hoş geldiniz diyorum.” diyerek açılış konuşmasını yapıyor.
“Türkan adı benim en çok ilgimi çeken, erkek ismi olarak başka yerlerde değil de Kandıra’da biraz fazlaca veriliyor, acaba neden? Türkan adının ne özelliği var?” diye soruyor Müzeyyen Ünal
“Benden önceki büyüklerim erkek olarak doğmuşlar. Üç erkek çocuğundan sonra kız beklentisi olan annem Türkan ismini koyacakmış ve ben de erkek doğunca annem ‘sözümden dönmüyorum’ diyerek adımı Türkan koymuş. Ama Kandıra’da Türkan ismi çok yaygın... Elli atmış sene evvel nüfus müdürlüğünde çalışanları az buçuk biliyoruz. Acaba Türkkan ismini Türkan olarak anlayıp kayıtlara öyle geçmiş olabilir mi? diye de düşünüyorum.”
ORDAAAN BURDANNN… – Kandıralı FETHİ
ORDAAAN BURDANNN... - Kandıralı FETHİ
Ziraat bankasının arkasındaydı
POSTA TELGRAF TELEFON
PTT binası.
Helezon biii merdivenle çıkılırdı..
Tahta, yanık yağlı zeminler .
"Bak postacı geliyor, selam veriyor"
okul şarkılarının olduğu dönemler..
Müjdeli haberler getirir di..
Maalemizde 2 kardeşdi PTT’li,.
BEYGİRLE,
Safalı/Antaplı/Beylerbeyi ne kadar dağıtırdı.
ER MEKTUPLARI nı
Kadir ŞEN....
Biraderi, İhsan ŞE, ÇARŞI içi posta..
Kıdemli POSTACI HULUSİ abimize,
DÖRT BİR YANI GANDIRA.
NEDENSE LAKAPLAR HEP ÖNDE OLUYOR – Abdullah KÖKTÜRK
NEDENSE LAKAPLAR HEP ÖNDE OLUYOR - Abdullah KÖKTÜRK
DADAŞ, MANAV, TAHTACI, KIVIRCIK, AZERİ, YÖRÜK ve GACAL gibi…
Bunların hepside aslında Türk. Başkaları tarafından oluşturulan bu tanımlar, zamanla öne çıkıyor ve adlandırılmış oluyor.
Oysa Türkler, baştan iki ana kol olarak adlandırılırlar. KUZEY TÜRKLERİ, GÜNEY TÜRKLERİ diye.
Kuzey Türklerinin genel adı ise, KIPÇAK’tır. Kırgız, Kazak, Tatar, Macar, Gök Oğuz (gagauuzlar) ve Pomaklar gibi…
Güney Türkleri de OĞUZ’lardır. Türkiye, Türkmenistan, Azerbaycan, İran Türkleri, Horasan yöresi, Kaskailer, Kerkük, Musul ve Halep civarı ve tüm bu bölgelerde yaşayan Türklerin genel adıdır. OĞUZ’lar…
-İsim, Canlı veya Cansız varlık veya kavramları karşılayan ve onlar hakkında konuşmamızı sağlayan kelimelerdir.
- İsimler, varlıkları ve kavramları tanımamızı, anlatmamız ve de onları birbirinden ayırt etmemizi kolaylaştırır.
- İsimlerde özelliklerine göre, somut isim, soyut isim, özel isim ve cins isim diye de dört ayrı kategoriye de ayrılırlar.
- Somut isim, gözle görülen veya elle tutulan varlıklara verilen isimlerdir. Masa, Sandalye, Gözlük ve Kalem gibi.
-Soyut isimler ise, gözle görülmeyen ve elle tutulmayan varlık ve de kavramlara verilen isimlerdir. Sevgi, Nefret, Güzellik ve Adalet gibi.
-Özel isimlerde, evrende eşi, benzeri olmayan varlıklardır. Ankara, Türkiye ve Asya gibi.
- Birde cins isimler vardır ki, Onlar da aynı türden olan canlı cansız tüm varlıklara ve de kavramlara verilen isimlerdir. Çiçek, Renk, Kitap ve Sayı gibi.
BİSİKLET… – Kandıralı FETHİ
BİSİKLET... - Kandıralı FETHİ
ÖNCE.....2
SONRA...5
#‘Önce 2..
Aynı yaşlarda idi, Rüştü Uygur ile FAİK ..
Biri yeğen - biri DAYI..
İstanbul'daki Ablasının oğlu..
Rüştü Uygur, FAİK'in öz DAYISI ..
Onlar 12-13...
Benim 8-9 yaşlarda olduğum dönem..
Ve bildiğim - gördüğün kadar, 2 tane BİSİKLET vardı, KANDIRA'da..
Biri KIRMIZI
Biri GÜMÜŞ RENGİ...
FAİK abi, Kandıra'ya İstanbul'dan gelirdi, sömestr/yaz tatillerinde...
SOBA BOYASI renkli bisikleti, onun ANNEANNESİ, benim Küçük halam MALİKE UYGUR'un, evinde kalırdı bisikleti..
İmrenerek bakardık...
ÇİKULATA RENKLİ Bisikletine.
Takıl - tukul Gandıra sokaklarında, baş parmakla çalınan zillerinin sesi hâlâ kulaklarımda.