
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK – Ruhittin SÖNMEZ
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Büyük peygamberlerden olan Hz. İbrahim, devrinin siyasi otoritesi olan Nemrûd’un baskı ve zulümlerine rağmen inandığı kutsal değerlerden asla taviz vermemiştir. Bu durum, onun ateşe atılmasına sebep olmuştur. Neticede Allah, Hz. İbrahim’i atılmış olduğu bu ateşten kurtarmış ve
kendine en yakın olanlardan kılmıştır.” (Doç. Dr. Enver BAYRAM Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı)
Nemrut, Hz. İbrahim’i kendisi için tehdit olarak gördü. Çünkü Hz. İbrahim Nemrut’un kurduğu sistemi sorguluyordu. Nemrut gücünü göstermek, başkalarını da korkutup, susturmak ve caydırmak için büyük bir ateş hazırlattı ve Hz. İbrahim’i o ateşe attırdı.
Bu kıssadan ilhamla “zalimin zulmüne yardımcı olanlar Nemrut’un ateşine odun taşıyanlara” benzetilir.
Bu kıssada bir de Nemrut’un ateşini söndürmeye çalışan karınca vardır. “Bu devasa ateşi taşıyabildiğin bir damlacık suyla mı söndüreceksin?” diyenlere karıncanın cevabı binlerce yıl ötelerden günümüze kadar gelmiştir:
“Bir damla su ile o ateşin sönmeyeceğini ben de biliyorum. Ama en azından safımız belli olsun istiyorum.”
Tarih boyunca görülmüştür ki, böyle durumlarda toplum üç kesime ayrılır:
Bir tarafta “Nemrut’un ateşine odun taşıyanlar” yani güçlü ama zalim ve kötü olanların kötülüklerine destek olanlar…
Diğer tarafta karınca gibi çabası sonuç almaya yetse de yetmese de zulme ve kötülüklere karşı duruş gösterenler…
Bu iki kesimden daha büyük olan kitle, yani yapılan kötülükleri görmezden gelen, sessiz kalan korkak ve bencil insanlar…
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR – Ruhittin SÖNMEZ
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR - Ruhittin SÖNMEZ
“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” diye bir söz vardır. Gerçekten yanlış, hatalı ve kötü eylemlerin çoğu iyi niyetlerle yapılır. Yöneticiler bazen meselelere iyi niyetle kolaycı veya sihirli çözümler bulmaya ve uygulamaya çalışırlar.
Oysaki, insanları ilgilendiren sorunlar genellikle çok faktörlü ve karmaşıktır. Böylesi karmaşık konularda bir parametreyi değiştirerek sorunu kökten çözeceğini sananlar aldanırlar.
Bu yüzden Karl Popper “Her karmaşık problemin basit bir çözümü vardır ve o çözüm yanlıştır” demiştir.
Tarih iyi niyetli fakat bilim ve akıl dışı “sihirli formüllerle” çözüm üretmeye çalışan devlet adamlarının fiyasko ile sonuçlanan ve büyük zararlara yol açan hatta toplumlarına felaketler yaşatan uygulamalarıyla doludur.
Birkaç örnek verelim:
Çin’in kurucusu Mao çok iyi niyetle ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ programının bir parçası olarak ‘Dört Haşere’ projesini uygulamaya başlar. Projeye göre, tarımsal üretime zarar verdiği düşünülen sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçelerle mücadele başlatılır. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun peşinden
sümüklüböcek salgını baş gösteriyor. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyeceklerdi ama ortada kuş kalmamıştır. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve yaklaşık 30 milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlık tarihe geçti. Fakat Çin Komünist Partisi bu rezaleti
bile başarı olarak pazarlamayı bildi.
R.T. Erdoğan “Nas politikasını” uygulamaya geçtiğinde çok iyi niyetli idi. O’na destek veren vatandaşlarımız da “Faiz sebep enflasyon sonuç” tezine inanıyorlardı. Faizler inecek, kurlar artmayacak, maliyetler ve enflasyon düşecek ve her şey ucuzlayacaktı. İthalat azalacak, ihracat artacaktı. Halkımızın alım gücü ve refahı iyileşecekti.
Her şey tam tersi oldu. Sonunda faizler, enflasyon, kurlar birlikte patladı. Yoksulluk yaygınlaştı, derin yoksulluk arttı. Dünyanın en yüksek enflasyonu olan, ekonomik istikrarsızlık içinde bir ülke haline geldik. İyi niyetin yeterli olmadığını, “rasyonel olmadığını” yaşanan felaketle gördük.
Ama iktidar bunu bile başarı gibi anlatmayı sürdürüyor.
AKP iktidarı boyunca alkollü içkilere olağanüstü vergiler uygulanmakta. Bunu yapan yöneticilerimizin çok “iyi niyetli” olduğundan, toplumumuzda alkollü içki tüketimini azaltmak ve insanlarımızı zararlarından korunmak olduğundan eminim. Ancak yapılan bütün zam ve konulan vergilere rağmen alkol tüketimi azalmıyor. Bunun yerine merdiven altında insan sağlığına çok zararlı metil alkolle yapılmış sahte içki oranı artıyor. Otellere dahi bunlar satılıyor. Sadece
Ankara’da son 3 ayda sahte içki nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 109’u geçti.
Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçerken, “Türkiye parlamenter sistem içinde yaşadığı bütün sınırlamalardan kurtulacağı için hızlı ve etkin kararlar alabilecek” denildi. Böylece “daha etkin ve güçlü bir yönetimle, ekonomiden dış politikaya kadar her alanda müthiş bir başarı kazanacaktık.”
Bu “iyi niyetle” sistemi değiştirdik. Artık “Bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz, geride kalan her şeyi Cumhurbaşkanı seçiyor.” Fakat “Dünya lideri” sıfatı yakıştırılan CB yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildikten sonra bütün parametreler kötüleşti. Türkiye ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık gibi her alanda küme düştü. Yoksulluk, mutsuzluk, devletin kurumlarına ve birbirimize güvensizlik arttı.
YENİ SİHİRLİ FORMÜL: “TERÖRSÜZ TÜRKİYE”
Kolay çözüm ve sihirli formül peşindekiler şimdi de 40 yıllık “PKK terörü sorununu” bir kez daha sihirli formülle çözme peşinde.
Örgütün terör yoluyla varmak istediği hedef şuydu: “Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kurulacak Kürt federe devletini yönetmek, Türkiye’nin geride kalan kısmını da ‘diğer halklarla’ birlikte yönetmek.”
Şimdi ülkeyi yönetenler PKK taleplerinin önemli bir kısmını kabul ederek “Terörsüz Türkiye” yaratma sihirli formülüne sığındılar.
FESİH KARARI DEĞİL SAVAŞ İLANI – Ruhittin SÖNMEZ
FESİH KARARI DEĞİL SAVAŞ İLANI - Ruhittin SÖNMEZ
PKK terör örgütünün kendini feshettiğine dair kararı -kraldan fazla kralcılar tarafından- “sevinçle” karşılandı. Ancak açıklama metnindeki ifadeleri okuyanlardan bir kesim “ihtiyatlı bir iyimserlik” içindeyken, diğer bir kesim ise aslında bu metnin “PKK’lı teröristlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne bugüne kadar yaptığı en büyük saldırı” olduğunu ifade ediyor.
AKP, MHP ve DEM partinin bir kısım yöneticileri ve trolleri diğer kesimleri “barışa karşı olmakla” suçlamakta ve hatta “kandan beslenen vampirler” gibi sıfatlarla aşağılamaktalar.
Kiralık kalemler hariç, her görüşten vatandaşlarımızın iyi niyetli ve vatan sevgisiyle kendi açılarından yorum yaptığını kabul etmek durumundayız. Ancak “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” özdeyişini de unutmamalıyız.
****
Şimdi iyiniyetli olan kimseyi aşağılamadan yapacağımız yorumlara yardımcı olmak üzere bazı temel bilgileri tazeleyelim:
DIŞ KAYNAKLI TERÖR ÖRGÜTLERİ: Türkiye Cumhuriyeti uzun yıllardır dış kaynaklı terör örgütleri tarafından meşgul edilmiştir. Kıbrıs’ta 1974’te Rum EOKA’yı bitirdik, hemen sonra 1975’te Ermeni ASALA örgütü kuruldu. ASALA’yı 1983’te çökerttik, ertesi yıl yani 1984’te PKK kuruldu. PKK tamamen dış kaynaklardan ve uyuşturucu kaçakçılığından beslenen dünyanın en uzun süreli yaşayan, en büyük narko-terör örgütü olarak tarihe geçti.
Bu terör örgütleri Rum, Ermeni ve Kürt kimliği kullansalar da hepsi aynı güçlerin maşası oldular. Bu arada ülkemiz içinde FETÖ de dünya tarihinde emsali az görülen bir operasyon aparatı olarak ABD güdümü ve kontrolünde kurdurulmuş ve faaliyetlerini yürütmüştü.
PKK bitse dahi (aslında bitmesi değil dönüşmesi söz konusu) yeni örgütlerin kurdurulacağı ve Türkiye’nin enerjisinin ve kaynaklarının tüketilmesi çabalarının devam edeceğinden eminim.
HANGİ DEVLETİN AKLI? – Ruhittin SÖNMEZ
HANGİ DEVLETİN AKLI? - Ruhittin SÖNMEZ
PKK ile yürütülen yeni açılımda süreç bütün hızıyla devam ediyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve “PKK’nın siyasi uzantısı” DEM Partisi ile Ana Muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere süreci destekleyenler çok mutlu bir bekleyiş içindeler.
PKK Terör Örgütü kongrelerini yaptıklarını duyurdu. Bugün yarın kongrede aldıkları kararları açıklayacaklar. CB Erdoğan bu gelişmeyi “her an bir MÜJDE alabiliriz” diyerek duyurdu.
Yani iktidar kanadı (AKP+MHP) ile işbirliği içindeki DEM ve projeye dışarıdan destek veren Atatürk’ün partisi CHP bu “müjdeli haberi” beklerken acaba Türk Milleti veya vatandaşlarımız bu konuda ne düşünüyor?
Metropoll Türkiye’nin Nabzı Mart 2025 anketinde “Abdullah Öcalan’la yürütülen yeni süreci destekliyor musunuz? sorusuna yüzde 23,8 EVET derken, yüzde 67.7 HAYIR demiş. Fikrim yok/ Cevap yok diyenlerin oranı ise yüzde 8,5 olmuş.
Demek ki yürütülen bu süreç halkın talebine göre değil, süreci yürütenlerin kendi tercihleri olarak devam ediyor.
Yani projenin sahibi olan DEVLET AKLI projenin yürütücülerini ikna etmiş ama halkı ikna edememiş görünüyor.
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA – Ruhittin SÖNMEZ
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA - Ruhittin SÖNMEZ
Yeni Açılım Süreci’nin mimarı “yeni Bahçeli” ve “yeni MHP” yeni rollerini çok sevmiş olmalılar. Hastalığı devam eden, TBMM Grup toplantısına bile katılamayan ve 100 gündür bir cümle lafını ağzından duyamadığımız Devlet Bahçeli “Sırrı Süreyya Önder’i anma toplantısına” katıldı. “PKK’nın Meclisteki uzantısı” DEM’in milletvekili, teröristbaşına “babam” diyen, Meclis Başkanvekili S.S. Önder’in fotoğrafını büyük bir muhabbetle üç defa sevdi okşadı.
Bu anı görüntüleyen kısa videonun ve resmin çok büyük psikolojik etki yaptığını görüyorum. Ülkücülerin sosyal medya hesabıma düşen paylaşımlarında hayal kırıklığı ve öfke arasında hislerle şiddetli tepkilerini görmekteyim.
Görsellerin etkisinin sözlerden daha fazla olduğunu gösteren bir örnek bu.
Aslında Bahçeli başlattığı “yeni açılım süreci” kapsamında aylardır bir Türk Milliyetçisinin asla kabul edemeyeceği sözler ediyor. MHP yöneticileri Teröristbaşı ile iktidar arasında ulaklık yapan DEM milletvekillerinin “sayın Öcalan” ile başlayan cümlelerini alkışlıyorlar.
Bu ulaklardan S.S. Önder’in cenaze töreninde AKP gibi CHP ve MHP de üst düzeyde temsil edildi. DEM’li Sırrı için AKM’de yapılan törende “Pekeke lideri Sayın Öcalan’ın mesajı” denilerek teröristbaşının mesajı okutuldu. Bir devlet başkanı mesajı gibi alkışladılar. Bu sırada devlet ricali, AKP yöneticileri ve MHP yetkilileri o salonda bulunmakta beis görmediler.
Bahçeli “Sırrı Bey kardeşime Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, cennetiyle, cemaliyle ve merhametiyle mükafatlandırmasını diliyorum. Kederli ailesinin, DEM Parti camiasının, sevenlerinin ve seçmenlerinin, elbette hepimizin başı sağ olsun diyorum" derken Bahçeli’nin DEM muhabbeti açıkça belli oluyordu.
Buna karşılık Bahçeli saldırıya uğrayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e geçmiş olsun mesajında Özel’in ve CHP’nin adını bile anmadı. “Fiziki saldırıya uğrayan bir siyasi kurumun yöneticisi” dedi. Bu mesajlardan Bahçeli’nin DEM’e duyduğu sevgi ve saygıyı CHP’den esirgediği anlaşılıyordu.
Ama ülkücü ve Türk Milliyetçilerini en çok Bahçeli’nin Önder’in resmini severken çekilen kısa videosu ve resmi kızdırdı.
Kimileri, şehitlerin cenazelerine katılmayan, Ozan Arif, Fırat Çakıroğlu, Sinan Ateş gibi kitlelerin sevdiği “Ülkücü” cenazelerine katılmayan, hatta bir başsağlığı bile dilemeyen Bahçeli’nin DEM’li Sırrı’ya muhabbetini eleştiriyor.
Kimi “şehitlerin ruhu incindi” derken bazıları “yarın ÖCALAN ölse biliyorum ki onun da yüzünü sıvazlar, okşarsın…” diyor.
Vatandaş haklı Bahçeli Sırrı ile yapmak istediği “barış halayını” öcalanla çekmek isteyebilir.
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI – Ruhittin SÖNMEZ
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI - Ruhittin SÖNMEZ
R.T. Erdoğan’ın “her ailenin en az üç çocuk yapması” gerektiği tespitini hep doğru buldum.
Ancak, her ailenin en az üç çocuk yapması tavsiye edilmesine rağmen, nüfus artış hızımızın en çok düştüğü bir dönemi yaşıyoruz.
Aslında AKP iktidarının 2002-2014 arası döneminde doğurganlıkta ciddi bir azalma olmadı, belli bir aralıkta dalgalanma yaşandı. 2001 yılında doğum hızı 2,38 iken 2014 yılında ise 2,19 oldu.
(1990’lı yıllarda bu oran yüzde 3’ün üzerinde idi.)
Ne yazık ki, 2014’ten günümüze durum dramatik bir şekilde değişti. Konuyu Karar Gazetesindeki köşe yazısında değerlendiren İbrahim Kahveci’den okuyalım:
“Türkiye’de doğum sayısı ve doğum hızında gerçek büyük kayıp 2014 yılından sonra başlıyor.
Doğum hızı 2014 yılında 2,19’dan 2023 yılında 1,51’e şelale gibi düşüyor.
Doğan bebek sayısı da 2014 yılındaki 1 milyon 351 binden son olarak 2023 yılında 958 bine iniyor.
2014-2023 döneminde doğan bebek sayısında ve doğum hızında hiç artış olmadan kesintisiz bir düşüş yaşanıyor.
2024 yılı doğum verileri açıklandığında doğum sayısı ve doğum hızının düşmeye devam ettiğini göreceğiz.
Peki, ne oldu da 2014 sonrası doğum sayımız ve oranımız çok hızlı düştü?
Cevap çok ama çok basit: Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu ve ülkenin temel ne kadar değerleri varsa çöktü. Gelir dağılımının bozulmasından büyümenin erozyona uğramasına kadar; umutların tükenmesinden mutluğun yok olmasına kadar. Beslenme ve barınma imkanlarının eriyip yeni hanelerin yarısının kiracı durumuna düşmesine kadar.”
“Türkiye’de aileyi, çocuk sahibi olmayı ekonomik buhran yok etmektedir. Erdoğan’ın 10 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi bu yıkıma yetmiştir.
Ülke nüfusunu bile tehdit eden bir yok oluş ile karşı karşıyayız.”
Levent Gültekin’in ifadesini kullanırsak, “İslamcıların İktidarla İmtihanı”nda bir “Şatafatlı Mağlubiyet” konusu da nüfus oldu.
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ
Siyasetçiler ve atanmış bürokratların belli bir seviyenin üstünde nezaket, zarafet, ciddiyet ve ağırlıkta konuşmaları beklenir.
Çünkü “devlet adamı” olmak demek, kendilerine bir süreliğine emanet verilmiş olan kamu gücünü kullanabilme yetkisine sahip olmak demektir. Kamu gücünü kullananlara bu güç, şahsi emellerine hizmet etsin ve kaprislerini tatmin etsinler diye değil, millete hizmet etsinler diye verilir.
“Kaht-ı rical” yani devlet adamı yoksunluğu çektiğimiz dönemler çok oldu. Ancak devlet makamlarında görev yapan yetkililerin üsluplarında günümüzdeki kadar aşağı seviyelere düşüldüğü çok nadirdir.
Son dönemlere kadar, devlet gücünü kullanmasalar da iktidar olma çabası içinde olan siyasi partilerin genel başkanları ve üst düzey yöneticileri de devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluğunda olmaya özen gösterirlerdi.
AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in rakibi CHP lideri İsmet İnönü’ye saygılı üslubunu; İsmet İnönü’nün DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in metresi ile yaşadığı ilişkileri siyasi rekabet vasıtası yapmamasındaki inceliği özlüyoruz. O çok eleştirilen koalisyonlu yıllarda, sokaklarda çatışmaların olduğu ortamlarda bil birbirlerine “Sayın” sıfatı ile hitap eden liderleri arıyoruz.
S. Demirel’in, T. Özal’ın, Bülent Ecevit’in, A. Türkeş’in, N. Erbakan’ın kendilerini en sert şekilde eleştiren karikatüristler, tiyatro ve sinema sanatçıları, yazarlar ve gazetecilere hoşgörülerini özlemle anıyoruz.
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI – Ruhittin SÖNMEZ
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI - Ruhittin SÖNMEZ
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM’nin) kuruluş yıldönümü töreninde, AYM Başkanı Kadir Özkaya CB Erdoğan’ın huzurunda bir konuşma yaptı. Özkaya konuşmasında Kur’an’dan ve diğer kadim kaynaklardan da alıntılar yaparak, “Mahşer ortamındaki yargılanma”yı hatırlattı.
“Hiçbirimiz ebedî değiliz. Gün gelecek hepimiz için ortaya bir terazi konulacaktır… Bir gün mutlaka mizan kurulacak, hesabı bizlerden sorulacak. Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır” dedi.
Yargıya güven iyice azaldı. Hemen her güne, yargı eliyle yapılan siyasi sonuçlu operasyonlarla uyanıyoruz.
Bu ortamda Anayasa Mahkemesi Başkanının “Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk hâkimlere düşmektedir. Hâkimler daima hak ve haklının yanında olmalıdır. Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler” demesi önemlidir.
Ancak AYM Başkanının mahşer ortamına gelmeden de “hukuk devletinde” hiçbir hukuksuzluğun ve kötülüğün cezasız kalmayacağını, kanunlar karşısında herkesin eşit olduğu ve yargılamaya müdahale eden “dışsal etki” yaratanların da yargılanmaktan muaf olmayacağını vurgulaması yeterli olmalı idi.
Bunun yerine, benim de gönülden inandığım, “mahşer ortamındaki yargılamaya” atıf yapması mevcut sistem içinde yargının görevini yapamadığını görmekten kaynaklanmış olabilir.
Belki de AYM Başkanının dini referanslara başvurmasında muhataplarının başında “nas var, sana bana ne oluyor” diyen Cumhurbaşkanının orada olması etkili olmuştur.
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? – Ruhittin SÖNMEZ
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? - Ruhittin SÖNMEZ
105. kuruluş yıldönümünü kutladığımız TBMM’nin Genel Kurul Salonunda “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılıdır.
Kurucu iradenin “Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu” ifade eden anlayışı halen devam ediyor mu? Özellikle Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiğimizden bu yana bu konuda yoğun tartışmalara şahit oluyoruz.
Bu sorunun cevabı için, 105. Yılda “milli hâkimiyeti” veya “ulusal egemenliği” sağlayan unsurları sorgulamamız gerekiyor.
· Milli egemenliğin merkezi olması gereken TBMM’nin günümüzde etkinliği kalmamıştır.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra, ülkenin kaderini etkileyen bütün karar ve uygulamaların merkezi Meclis’ten Saray’a geçmiştir.
TBMM’de “seçilmiş kralların” yönettiği siyasi partilerin aday göstermesiyle ve milletin oy vererek seçtiği 600 milletvekilimiz var. Ancak YASAMA yetkisi fiilen partili Cumhurbaşkanının elinde.
Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla yasama yetkisi kullanmaktadır. TBMM’de karara bağlanması gereken konularda da, CB’nın başkanı olduğu parti çoğunluğu elinde bulundurduğundan, Meclis bağımsız bir irade ortaya koyamamakta, Saray’da hazırlanan metinler aynen kabul edilmektedir.
· Yeni sistemde “YÜRÜTME yetkisi cumhurbaşkanına aittir.”
Cumhurbaşkanı aynı zamanda iktidar partisinin genel başkanıdır.
Siyasi bir organ olan bir “Bakanlar Kurulu” yoktur. Birer sekreter durumunda olan atanmış bakanların halktan kopukluğundan, milletvekillerinin dahi bakanlara ulaşamamasından, iktidar milletvekilleri dahi şikayetçidir. Bakanlar muhalefet partileri genel başkanlarıyla söz düellosuna girebilir. Ancak Bakanların Cumhurbaşkanına, bırakın belli bir konuda itiraz edebilmesi, kendi iradeleriyle istifa edebilmesi dahi mümkün olmuyor.
· YARGI da tamamen Cumhurbaşkanının kontrolündedir. Cumhurbaşkanının istemediği bir kişinin HSK, AYM, Yargıtay, Danıştay üyeliklerine seçilmesi mümkün değil. HSK üzerindeki siyasi gücün etkisi kritik davalarda “doğal hakim ilkesine” aykırı olarak yapılan atamalar, hakimlerin “coğrafi teminatının olmaması” gibi uygulamalarla açıkça ortaya çıkıyor.
“Türkiye’deki Yargı sistemine/ mahkemelere güveniyor musunuz?” sorusuna “Hayır” diyenlerin oranı yüzde 70,1 iken, “Evet” diyenlerin oranı yüzde 22,5 olması tesadüf değil. (Area Türkiye Siyasi Durum Araştırması- Nisan 2025)
Millet iradesinin hâkim olduğu rejimlerde, devleti oluşturan yasama- yürütme- yargı kuvvetleri arasında görev ve yetki ayrılığı ile birbirinden bağımsızlığı ifade eden KUVVETLER AYRILIĞI gerçekleştirilmeye çalışılır. Türkiye’de fiilen yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek kişide toplandığı bir “kuvvetler birliği” sistemi uygulanmaktadır.
Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, kanun ve kuralların herkese eşit olarak uygulanmadığı bir ülkede, hakimiyetin millete ait olduğundan bahsedilemez.
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK – Ruhittin SÖNMEZ
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Area Araştırma Şirketinin, Türkiye geneli için yaptığı 2025 Nisan ayı anketinde, “Kendinizi hangi sosyo- politik kimlikle tanımlarsınız” sorusuna tek bir cevap verilmesi istenmiş. Verilen cevapların oranları (%) şöyle çıkmış:
Atatürkçü: 32,7 Türk Milliyetçisi: 30,3 Muhafazakar: 12,4 Sosyal Demokrat: 9,8 Ülkücü : 4,7 İslamcı: 4,0 Sosyalist: 3,5 Kürt Milliyetçisi : 2,4
Area Şirketinin sahibi ve sözcüsü Murat Karan’a “Kürt Milliyetçisi” olarak gözüken yüzde 2,4 nüfus “ayrılıkçı Kürtler”olarak değerlendirilebilir mi? diye sordum. O da Türkiye’de DEM oyları daha da yüksek olsa da ayrılıkçı yani Türkiye’den ayrılarak bağımsız Kürdistan isteyenlerin oranının yüzde 2 civarında olduğunu söyledi.
Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olduğunu söyleyenlerin hepsinin aslında Türk Milliyetçisi olduğu açıktır. Çünkü en büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’tür ve bütün milliyetçiler aslında Atatürkçüdür. Ülkücü kimliğini öne koyanların da Türk Milliyetçisi misiniz? diye sorulsa kesinlikle “evet” diyeceğinden eminim.
Hatta ikinci bir cevap seçeneği sunulsa idi, kendisini Muhafazakar ve Sosyal Demokrat olarak tanımlayanların içinde de Türk Milliyetçisi veya Atatürkçü özelliklerini taşıyanlar görülecektir. İslamcı, Sosyalist ve Kürt Milliyetçisi olanlar içinde Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olmayı kabul eden pek çıkmayabilir.
Biz sadece doğrudan kendini Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlayanların toplamına bakalım. Bu üç grubun toplamı: yüzde 67,7 ediyor.
“SEÇİMİ KAYBETSE DE GİTMEZ” KAYGISI – Ruhittin SÖNMEZ
“SEÇİMİ KAYBETSE DE GİTMEZ” KAYGISI - Ruhittin SÖNMEZ
Adını köşemde anmak bile istemediğim, iktidar dalkavukluğu yapayım derken, zırva ve uç fikirlerle
toplumsal fay hatlarını derinleştirmeye çalışan bir sözde gazeteciyi örnek vereceğim.
ROK kısaltmasıyla tanınan Rasim Ozan Kütahyalı her konuda uzman (!) bir televizyoncu, gazeteci, köşe yazarı, siyaset ve futbol yorumcusu, Nagehan Alçı’nın eski eşi. Eski çift, iktidara yakınlıkları sebebiyle tartışma konusu olmayı sürdürüyorlar. Eski eş Nagehan Alçı daha dengeli sözlerle
“görevini” yapar. Fakat ROK lafının ölçüsü endazesi olmayan biridir.
Belki de “akıllı sözünü deliye söyletir” özdeyişindeki aranan delidir. “Aykırı ve uç ifadelerinin” kendisine hayli kazançlar sağladığı ortada. Bu kişi iktidarın milletin sinir uçlarına dokunan politikalarına zihinleri alıştırma görevini üstlenmiş gibi. Oldukça kazançlı olan görevinden de mutluluk duyduğu açık.
TÜRKİYE’NİN EN ZAYIF TARAFI – Ruhittin SÖNMEZ
TÜRKİYE’NİN EN ZAYIF TARAFI - Ruhittin SÖNMEZ
Bir yandan ABD/ İsrail ikilisinin Suriye ve İran üzerindeki kısa ve uzun vadeli planları tıkır tıkır işliyor. Diğer yandan bununla bağlantılı olduğundan şüphe duymadığımız “Öcalan’la müzakere süreci” kapsamında yapılan görüşmeler devam ediyor.
Öcalan da Kandil ve Suriye’deki PKK güçlerinin başındaki teröristler de ABD/ İsrail’in çizdiği rotadan bir milim bile sapamazlar. DEM bunların içinde en etkisiz eleman konumundaki aracıdır.
PKK/Öcalan tarafı güya silah bırakacakları vaadiyle Türkiye'nin Milli Devlet yapısını bozup, federasyon tarzı bir yapılanmaya geçmesini istiyor. Bu başarılırsa, iki aşama sonrası Türkiye'den de bir parçanın koparılarak, kurulması planlanan “Büyük Kürdistan” projesinin ilk adımı olacak.
Bunun yapılması ancak “yeni anayasa” ile mümkün olabilir. DEM desteğiyle yapılacak “yeni anayasa” ile bu yeni yapılanmanın temeli atılır. Buna karşılık Erdoğan’ın ömür boyu Cumhurbaşkanı olabilmesinin yolu açılır.
BOYKOT VE SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMLERİ – Ruhittin SÖNMEZ
BOYKOT VE SİVİL İTAATSİZLİK EYLEMLERİ - Ruhittin SÖNMEZ
CHP’nin öncülüğünde yapılan “Ekrem İmamoğlu’na destek mitinglerini” yandaş medya ve TRT görmezden geldi. Buna karşılık, CHP Genel Başkanı Özgür Özel hem bu medya
kuruluşlarına ve hem de yandaş medya patronlarının sahibi olduğu diğer şirketlerine karşı boykot çağrısı yaptı.
İktidar kanadında yarattığı paniğe bakarak söyleyebiliriz ki, boykot eylemi maksadına ulaştı.
Arkasından bazı gençlerin başlattığı ve CHP’nin moral destek verdiği “2 Nisan’da alışveriş yapmama” eylemi de umulandan fazla ses getirdi. İktidar bütün gücünü kullanarak ve tüm yandaşlarına 2 Nisan’da alışveriş yapmaları için çağrılar yaparak bu eylemi başarısız göstermeye çalıştı. Buna rağmen Şubat ayı ortalaması 47 Milyar TL, Mart ayının ilk üç hafta ortalamasına göre
günlük 50 Milyar TL olan kartlı alışveriş 28 Milyar TL olarak gerçekleşti.
Bu sayede çarşıda pazarda görmeye alışık olmadığımız bakanlarımızı -Alman Şansölyesi Merkel gibi- kendi alışverişlerini yaparken görebildik. Sadece bu görüntüler bile eylemin maksadına ulaştığını göstermeye yeterli oldu.
Bu eylemler için “bazı küçük esnafa olumsuz etkisi oldu” gibi haklı eleştiriler de yapıldı. Çok hazırlıklı olmadığı, yeterince duyulmadan başlatıldığı, bazı firmaların hatalı olarak listelere dahil edildiğini söyleyenler de haksız sayılmazdı.
SİVİL İTAATSİZLİK – Ruhittin SÖNMEZ
SİVİL İTAATSİZLİK - Ruhittin SÖNMEZ
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin CHP’li Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan mitingler, CHP’nin öncülüğünde ve fakat CHP dışında diğer partilere oy veren vatandaşların da katıldığı güçlü eylemler oldu.
İstanbul ve vatandaşların sokağa çıktığı diğer şehirlerde, valiliklerin toplantı ve gösterileri yasaklama kararlarına rağmen, büyük kitlelerin sokaklar, caddeler ve meydanlara sığmaz halde toplantılar yapması yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yaptığı “Adalet Yürüyüşü” bir “pasif direniş” olarak dikkat çekiciydi. Fakat toplumda sürdürülebilir bir etkisi olmadı.
Kılıçdaroğlu’nun eylemi bireyseldi. CHP öncülüğünde İmamoğlu’na destek eylemleri ise milyonların katıldığı kitlesel hareketlerdi.
Saraçhane’de 7 gün sürdükten sonra Maltepe’de büyük bir mitingle devam etti. Bayram sonrası bu eylemler sürecek mi bilemiyoruz. Ancak bu eylemlerin “sivil itaatsizlik” tanımına uyup uymadığını sorgulamak istiyorum.
İMAN ETMEYEN MÜSLÜMANLAR – Ruhittin SÖNMEZ
İMAN ETMEYEN MÜSLÜMANLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Bu günlerde adalet, hak, hukuk duygusundan; ahlak, edep ve estetikten çok uzak bir siyaset ikliminde yaşıyoruz. Hem de Ramazan ayının son günlerini ve mübarek Kadir Gecesini idrak ettiğimiz bir zaman diliminde.
Zihnimde Nisa Suresi 136. ayetin meali çınlıyor: EY İMAN EDENLER İMAN EDİN!
Ayetin tam meali şöyle: “Ey iman edenler, Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a, ve daha önce indirdiği kitaba, iman edin!”
Demek ki ben “müminim”, “Müslümanım” demekle iman etmiş/ inanmış olunmuyor. Allah’a, peygamberine gerçekten inanmak ve Kur’an’da bildirilenlere uygun bir hayat yaşıyor olmak gerekiyor.
“Kur’an’daki İslam’a uymak nasıl olur?” diye düşündüğümde İslam’ın en önemli emirlerinden
birinin “ADALET” olduğu aklıma geliyor. Bakınız şu ayeti her Cuma hutbesinde hocalar tekrar ediyor:
“Muhakkak ki Allah, ADALETİ, İYİLİĞİ, akrabaya YARDIM ETMEYİ EMREDER, ÇİRKİN İŞLERİ, FENALIK VE AZGINLIĞI YASAKLAR.” (Nahl Suresi 90. Ayet)
Ancak toplumumuzdaki ADALET anlayışından en uzak kesimin Müslüman kimliğini öne çıkaranlar olduğunu gözlemliyorum. Belki de gücü (iktidar, para vd güçleri) ele geçiren ve gücünü asla kaybetmek istemeyen herkesin davranışı böyledir. Bu yüzden dinî olmayan yönetim sistemlerinde kuvvetler ayrılığı uygulanır. Yanlış yapanlar “bağımsız ve tarafsız yargı” tarafından cezalandırılır.
Ancak “inanan insanlar” için ek olarak bir de iç denetleme mekanizması getirilmiştir. Bütün hukuk sistemlerinde ve semavi dinlerde hatta çoğu felsefi düşünce ekollerinde ADALET, İYİLİK, KİŞİ VE KAMU HAKKI gibi kavramlarla insanlar aynı hedefe yönlendirilir. Cinayet, haksızlık,
hırsızlık, yolsuzluk, iftira gibi “fenalıklar” azaltılmak istenir.
Böylece herkesin hakkına kavuştuğu, canından, malından ve özgürlüğünden emin olduğu huzurlu, mutlu ve refah içinde yaşayan toplumlar inşa edilmeye çalışılır.
Yukarıdaki ayete göre, “Müslümanım” diyen kişiler eğer adalet ve iyilikten uzaklaşır; yalan, iftira, hakaret, tehdit, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi çirkin işler yaparsa, azgınlık ve zulüm gibi fenalıklara / kötülüklere bulaşmışsa yeniden İMAN ETMELİDİR.
Öncelikle toplumda kanaat önderi, siyasi veya dini lider olanlardan başlamak üzere, hepimiz
için geçerli bir buyruk bu.
SİYASİ DAVALAR – Ruhittin SÖNMEZ
SİYASİ DAVALAR - Ruhittin SÖNMEZ
“Siyasi davalarda” hukuki değerlendirme ve savunma yapmanın pek bir anlamı yoktur.
Yassıada Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Salim Başol’un dediği gibi “Sizi buraya tıkan irade böyle istiyor” durumu varsa, hukuki gerekçeler birer kılıftan ibarettir.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İBB’nin üst düzey yöneticileri, Beylikdüzü ve Şişli Belediye Başkanları için açılan dava süreçleri “siyasi dava” olarak, bu türlü operasyonlar da “yargının siyasallaşması” olarak nitelendiriliyor.
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, CHP’nin Esenyurt ve Beşiktaş Belediye Başkanlarının tutuklandığı davalarla başlayan siyasi sonuçlu yargı operasyonlar da aynı kapsamda değerlendirmelidir.
Geçmişte, R.T. Erdoğan İBB Başkanı iken, O’na karşı yapılan yargılamalarda aynı nitelendirmeyi bugünün iktidarı olan Ak Partililer ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan yapıyordu.
Ayrıca “Ergenekon, Balyoz” gibi kumpas davalarının da “siyasi dava” olduğu, FETÖ’cü savcı ve hakimlerin etkili olduğu siyasallaşmış yargının, siyasi sonuçlar elde etmek ve devleti ele geçirmek için yaptığı operasyonlar olduğu anlaşıldı. Bu davalarda da siyasi iktidarın dahli ve
katkısı olduğu kuşkusuzdu.
Bu yüzden öncelikle gündemdeki “davaların siyasi olup olmadığını” tespit etmemiz ve “yargının bağımsızlığı” konusunu sorgulamamız lazım.
ORTADOĞULULAŞMANIN ÇOK YAKININDAYIZ – Ruhittin SÖNMEZ
ORTADOĞULULAŞMANIN ÇOK YAKININDAYIZ - Ruhittin SÖNMEZ
Üç ay önce ORTADOĞULULAŞMANIN NERESİNDEYİZ? başlıklı bir köşe yazısı yazdım. Rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” isimli kitabından ilhamla bu soruyu sormamın sebebi, AKP iktidarı döneminde, zihniyetimizin ve yönetim tarzımızın Ortadoğululaşmakta olduğu yönünde oluşan algı idi.
Bu algının oluşması tesadüf olamazdı. Ateş olmayan yerde duman tütmezdi. Bu yüzden bu algıyı oluşturan etkenlerin neler olabileceğini öğrenmek için şu soruları kendimize sormamız gerekiyordu:
“Türkiye'nin siyaset ve yönetim anlayışı ne ölçüde Ortadoğu ülkelerine benzemektedir? Kuvvetler ayrılığı olan bir demokrasi var mıdır? Seçimler önceden belirlenmiş kurallara göre ve yarışan herkese eşit şartlarda yapılmakta, milli iradenin tam tecellisi için gereken demokratik şartlar sağlanmakta mıdır?
Özellikle CB Sistemine girdikten sonra yargı ne kadar bağımsız ve tarafsız? Demokratik kurumların işleyişi nasıl etkilenmiştir? TBMM’nin etkinliği yok denecek mertebeye düştü mü? Batı’da bağımsız olan kurumlar Türkiye’de tek adamın iradesine bağımlı mı?”
Sadece son bir haftada olanlara baktıkça bu soruların cevabı çok daha açık ortaya çıktı. Bu cevaplar demokratik hukuk devleti olma iddiasındaki bir ülke için hiç de olumlu değil.
DİZİ FİLMİN SEZON FİNALİNDE NELER OLACAK? – Ruhittin SÖNMEZ
DİZİ FİLMİN SEZON FİNALİNDE NELER OLACAK? -Ruhittin SÖNMEZ
Eski Yeşilçam filmlerinin sonuçlarını önceden tahmin etmek çok kolaydı. İyiler kazanır, kötüler yenilir veya cezalarını bulurlardı.
Oysaki Holywood filmleri çok karmaşık ilişkiler ağı içerdiği gibi sonları da beklenmedik şekilde gerçekleşir. Halen ABD filmleri ve bundan etkilenen diğer ülkelerde yapılan filmlerde de buna benzer karmaşık ilişkiler, şaşırtıcı gelişmeler ve sonuçları görüyoruz. Hele bazen yıllarca
sürebilen dizilerde her sezon, sonu herkes için sürpriz sayılabilecek bir sahne ile bitiriliyor.
Son zamanlarda Türk sinema sektörü de oldukça iyi bir performans gösteriyor. Özellikle dizi filmlerimiz ister romantik ister politik isterse sosyal içerikli olsun, film karakterlerinin karmaşık ilişkiler ağı ve beklenmedik bölüm ve sezon sonu sahneleriyle izlenilirliğini artırmayı başarıyor.
Dizi filmlerin senaryolarını yazan ekipler reytingler ve izlenme istatistiklerine göre revizyonlar yapıyor. Halkın sürpriz beklentilerini karşılayacak değişikliklerle, insanların merak içgüdüsünü tetikleyerek, oyunun izleyicisi olarak kalmasını sağlamaya çalışıyorlar.
DAHA NE OLSUN?- Ruhittin SÖNMEZ
DAHA NE OLSUN? - Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM'de düzenlenen grup toplantısı ardından bir gazetecinin "Emekli bayram ikramiyesi artacak mı?” sorusuna şu cevabı verdi: "3 bin liradan 4 bin liraya çıktı DAHA NE OLSUN!”
Ben de bir emekli olarak uyarıyorum: İhsan-ı şahaneye “şükretmek” yerine “halkı hükümete karşı kışkırtmak için nifak sokan şer güçlerine” aldırış etmeyin. Devletimiz bütçe imkanlarını kullanarak bizlere bu artışı lütfetti. Bu müjdenin (!) keyfini çıkarın.
Muhalifler“bütçe kaynaklarının yüzde 15’inin faiz ödemelerine gittiğini” söylüyor. Bu kadar faiz gideri olmasa çalışan ve emeklilerin geçim seviyesinin iyileştirilebileceğini iddia ediyorlar. Bir de düşünseler anlayacaklar, faize en çok karşı olan “Nas var size bize ne oluyor” anlayışını her fırsatta dile getiren büyüklerimiz olmasa bütçede yılda iki defa verilen bayram ikramiyelerine 1.000’er TL zam için kaynak bulunabilir miydi?
Yine muhalifler Cumhurbaşkanımızın yurtdışı seyahatlerinde birkaç uçak kullanmasını ve hatta zırhlı araçlarını taşımasını eleştiriyorlar. Ekonomi zorda iken çalışan ve emeklilerden tasarruf ve sabır istendiği halde Sarayda israfın azaltılmadığını söylüyorlar.
Bizim asil ve yüce gönüllü halkımızın,“itibardan tasarruf olmaz” ilkesinden habersiz muhalefete karşı,“Türkiye’nin itibarını arş-ı âlâya” taşıyanlara destek vereceğini bilmiyorlar. Halkımızın önemli bir kesimi “Biz aç kalırız yeter ki yüce devletimizin ve onu yönetenlerin itibarı eksilmesin” dediği halde, biz emeklilere 1.000 TL zam lütfedilmiş, DAHA NE OLSUN?
RAMAZAN DUASI – Ruhittin SÖNMEZ
RAMAZAN DUASI - Ruhittin SÖNMEZ
Allah’ım, en son dinin olan İslam’la ve dünya tarihinin iki büyük medeniyetinden birini insanlık âlemine hediye eden Türk Milleti’nden olmakla şereflendirdin bizi. Dünya’da İslam’ı dün de bugün de en iyi şekilde yaşayan ve Ramazan Ayı’nı en güzel biçimde idrak eden Türkiye’de yaşamayı nasip ettin. Bunların kıymetini bilenlerden eyle bizi.
Türk olmaktan utananlara ve “geçmişiyle hesaplaşma” bahanesiyle Türkleri kendi tarihinden utanan insanlar yapma gayretinde olanlara fırsat verme. Hele hele bu gayreti İslami gerekçelere dayandırmaya çalışan münafıkların çalışmalarının boşa çıkmasını nasip eyle.
Dünyanın birçok yerinde Müslüman denince akla Türk, Türk deyince Müslüman olmak gelir.
İkisini birbirine rakip kavramlar gibi gösterenlere aman verme Allah’ım. Ya Rab İslam’ı Türksüz, Türk’ü İslamsız bırakma.