
BAYRAMI İDRAK EDERKEN – Seyfettin KARAMIZRAK
BAYRAMI İDRAK EDERKEN - Seyfettin KARAMIZRAK
Can bula cananını, bayram o bayram ola,
Kul bula sultanını bayram o bayram ola.
“Bаyrаmlаr, milli ve dini duyguların, örf ve adetlerin derinden hissedildiği, bir toplumda millet olabilme şuurunun yeşerdiği, kuvvetlendiği günlerdir.”
Teknolojinin akla durgunluk veren yenilikleri, insanlığı şaşırtmaya devam ederken, aynı zamanda büyük kolaylıklar da sunmaktadır.
Yapay zekâ, cep telefonu, internet, televizyon, yazılı basın araçları, uzaydaki gelişmeler, yiyecek ve içeceklerde, üretimdeki bulgular vb. hayatımıza anlamlı ve pozitif değişiklikler getirmiştir.
Ancak, sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim götürüleri olmuştur: Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü, radyasyon, gıdalardaki hormonsal ve ilaç tehlikeleri, atıklar, katkılar, vb. gibi.
Özellikle TV, cep telefonu ve internet bağımlılığı, insanları yalnızlığa itmiş, aile içi başta olmak üzere, çevreyle olan iletişimi de büyük ölçüde azaltmıştır. Bunlar, insani değerleri, dostlukları, aile içi iletişimi bir yandan da, zamanımızı gizli veya açık şekilde
çalmaya başlamıştır.
Neticede dünya hızla kalabalıklaştıkça kendisini ve insanlığı büyük tehlikelere, yalnızlığa ve bencilliğe de itmektedir.
Aydınlar Ocağı Bir Rüzgârdı, Esti Geçti – Gürkan UYSAL
Aydınlar Ocağı Bir Rüzgârdı, Esti Geçti - Gürkan UYSAL
Kocaeli Aydınlar Ocağı, İyi Parti’de siyasete başladığım dönemde varlığından haberdar olduğum bir organizasyondu. 2018 seçimlerinde milletvekili aday adaylığı sürecimizde, Tugay Uluçevik’in konuşmacı olarak katıldığı yemekli bir organizasyona Av. Ruhittin Sönmez tarafından davet edilmiştik. Programın kalitesi üst düzeydeydi. O gün birisi bana Aydınlar Ocağı’nın başkanı olacağımı söyleseydi “Hadi canım sen de” der ve güler geçerdim. Ancak kader yolumuza öyle bir su serpti ki aklımıza bile gelmeyen güzellikler başımıza geldi.
Milletvekili aday adaylığı sürecinde o zamanlar Modern Kocaeli adlı internet gazetesinin sahibi olan sevgili Ferhat’la tanıştık. Daha doğrusu o beni buldu. Bir gün telefon etti ve görüşmek istediğini söyledi, yemeğe davet ettim ve bu vesileyle tanışmış olduk. Sonraki süreçte irtibatımız devam etti. Bir gün yine arayıp “Abi benim gazetemde köşe yazısı yazar mısın?” diye sordu. Ben de “yazarım” dedim. Bizim yazarlık macerası böylelikle başlamış oldu.
HAYATA DAİR GERÇEKLER – Seyfettin KARAMIZRAK
HAYATA DAİR GERÇEKLER - Seyfettin KARAMIZRAK
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır...” Tolstoy,
Tolstoy, “Anna Karenina” adlı eserine bu sözle giriş yapmıştır. Anna Karenina’nın konusu kısaca şudur: Evliliğinde mesut olmamış genç bir kadın olan Anna Karenina, genç bir bekârla tanışır ve ona âşık olur. Aşkın en saf hali olduğuna inandığı hayatı tatmak için her şeyi riske atar ve neticede hayatı altüst olur.
Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy), 9 Eylül 1828’de Moskova’nın güneyindeki Tula vilayetinin Yasnaya Polyana kasabasında doğdu. 20 Kasım 1910’da Astapovo’da yaşama gözlerini yumdu.
Dickens, Pascal, Platon gibi klasikleri okudu. 1851’de Rus ordusunda Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yaptı. 1855 Kasımında Turgenyev‘le tanıştı. Tolstoy,
Rousseau gibi düşünüyor: “Doğa iyidir, toplum kötüdür” diyordu.
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK – Ruhittin SÖNMEZ
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Büyük peygamberlerden olan Hz. İbrahim, devrinin siyasi otoritesi olan Nemrûd’un baskı ve zulümlerine rağmen inandığı kutsal değerlerden asla taviz vermemiştir. Bu durum, onun ateşe atılmasına sebep olmuştur. Neticede Allah, Hz. İbrahim’i atılmış olduğu bu ateşten kurtarmış ve
kendine en yakın olanlardan kılmıştır.” (Doç. Dr. Enver BAYRAM Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı)
Nemrut, Hz. İbrahim’i kendisi için tehdit olarak gördü. Çünkü Hz. İbrahim Nemrut’un kurduğu sistemi sorguluyordu. Nemrut gücünü göstermek, başkalarını da korkutup, susturmak ve caydırmak için büyük bir ateş hazırlattı ve Hz. İbrahim’i o ateşe attırdı.
Bu kıssadan ilhamla “zalimin zulmüne yardımcı olanlar Nemrut’un ateşine odun taşıyanlara” benzetilir.
Bu kıssada bir de Nemrut’un ateşini söndürmeye çalışan karınca vardır. “Bu devasa ateşi taşıyabildiğin bir damlacık suyla mı söndüreceksin?” diyenlere karıncanın cevabı binlerce yıl ötelerden günümüze kadar gelmiştir:
“Bir damla su ile o ateşin sönmeyeceğini ben de biliyorum. Ama en azından safımız belli olsun istiyorum.”
Tarih boyunca görülmüştür ki, böyle durumlarda toplum üç kesime ayrılır:
Bir tarafta “Nemrut’un ateşine odun taşıyanlar” yani güçlü ama zalim ve kötü olanların kötülüklerine destek olanlar…
Diğer tarafta karınca gibi çabası sonuç almaya yetse de yetmese de zulme ve kötülüklere karşı duruş gösterenler…
Bu iki kesimden daha büyük olan kitle, yani yapılan kötülükleri görmezden gelen, sessiz kalan korkak ve bencil insanlar…
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR – Ruhittin SÖNMEZ
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR - Ruhittin SÖNMEZ
“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” diye bir söz vardır. Gerçekten yanlış, hatalı ve kötü eylemlerin çoğu iyi niyetlerle yapılır. Yöneticiler bazen meselelere iyi niyetle kolaycı veya sihirli çözümler bulmaya ve uygulamaya çalışırlar.
Oysaki, insanları ilgilendiren sorunlar genellikle çok faktörlü ve karmaşıktır. Böylesi karmaşık konularda bir parametreyi değiştirerek sorunu kökten çözeceğini sananlar aldanırlar.
Bu yüzden Karl Popper “Her karmaşık problemin basit bir çözümü vardır ve o çözüm yanlıştır” demiştir.
Tarih iyi niyetli fakat bilim ve akıl dışı “sihirli formüllerle” çözüm üretmeye çalışan devlet adamlarının fiyasko ile sonuçlanan ve büyük zararlara yol açan hatta toplumlarına felaketler yaşatan uygulamalarıyla doludur.
Birkaç örnek verelim:
Çin’in kurucusu Mao çok iyi niyetle ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ programının bir parçası olarak ‘Dört Haşere’ projesini uygulamaya başlar. Projeye göre, tarımsal üretime zarar verdiği düşünülen sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçelerle mücadele başlatılır. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun peşinden
sümüklüböcek salgını baş gösteriyor. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyeceklerdi ama ortada kuş kalmamıştır. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve yaklaşık 30 milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlık tarihe geçti. Fakat Çin Komünist Partisi bu rezaleti
bile başarı olarak pazarlamayı bildi.
R.T. Erdoğan “Nas politikasını” uygulamaya geçtiğinde çok iyi niyetli idi. O’na destek veren vatandaşlarımız da “Faiz sebep enflasyon sonuç” tezine inanıyorlardı. Faizler inecek, kurlar artmayacak, maliyetler ve enflasyon düşecek ve her şey ucuzlayacaktı. İthalat azalacak, ihracat artacaktı. Halkımızın alım gücü ve refahı iyileşecekti.
Her şey tam tersi oldu. Sonunda faizler, enflasyon, kurlar birlikte patladı. Yoksulluk yaygınlaştı, derin yoksulluk arttı. Dünyanın en yüksek enflasyonu olan, ekonomik istikrarsızlık içinde bir ülke haline geldik. İyi niyetin yeterli olmadığını, “rasyonel olmadığını” yaşanan felaketle gördük.
Ama iktidar bunu bile başarı gibi anlatmayı sürdürüyor.
AKP iktidarı boyunca alkollü içkilere olağanüstü vergiler uygulanmakta. Bunu yapan yöneticilerimizin çok “iyi niyetli” olduğundan, toplumumuzda alkollü içki tüketimini azaltmak ve insanlarımızı zararlarından korunmak olduğundan eminim. Ancak yapılan bütün zam ve konulan vergilere rağmen alkol tüketimi azalmıyor. Bunun yerine merdiven altında insan sağlığına çok zararlı metil alkolle yapılmış sahte içki oranı artıyor. Otellere dahi bunlar satılıyor. Sadece
Ankara’da son 3 ayda sahte içki nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 109’u geçti.
Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçerken, “Türkiye parlamenter sistem içinde yaşadığı bütün sınırlamalardan kurtulacağı için hızlı ve etkin kararlar alabilecek” denildi. Böylece “daha etkin ve güçlü bir yönetimle, ekonomiden dış politikaya kadar her alanda müthiş bir başarı kazanacaktık.”
Bu “iyi niyetle” sistemi değiştirdik. Artık “Bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz, geride kalan her şeyi Cumhurbaşkanı seçiyor.” Fakat “Dünya lideri” sıfatı yakıştırılan CB yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildikten sonra bütün parametreler kötüleşti. Türkiye ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık gibi her alanda küme düştü. Yoksulluk, mutsuzluk, devletin kurumlarına ve birbirimize güvensizlik arttı.
YENİ SİHİRLİ FORMÜL: “TERÖRSÜZ TÜRKİYE”
Kolay çözüm ve sihirli formül peşindekiler şimdi de 40 yıllık “PKK terörü sorununu” bir kez daha sihirli formülle çözme peşinde.
Örgütün terör yoluyla varmak istediği hedef şuydu: “Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kurulacak Kürt federe devletini yönetmek, Türkiye’nin geride kalan kısmını da ‘diğer halklarla’ birlikte yönetmek.”
Şimdi ülkeyi yönetenler PKK taleplerinin önemli bir kısmını kabul ederek “Terörsüz Türkiye” yaratma sihirli formülüne sığındılar.
ANNE OLMAK BİR SANATTIR – Seyfettin KARAMIZRAK
ANNE OLMAK BİR SANATTIR - Seyfettin KARAMIZRAK
“Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Zira onlar size benzeyeceklerdir! Kendinizi terbiye edin.”
Annenin varlığı, eşi ve çocukları üzerindeki etkisi dikkate alındığında, ailede en önemli sorumluluğun annede olduğunu söyleyebiliriz.
Anne, çocuğun ilk ve en önemli öğretmenidir. Hiçbir öğretmenin anne kadar bir çocukla ilgilenmesi mümkün değildir. Annelik duygusu, yaşanan tüm zorlukların yanı sıra,
kadına en mutlu anları yaşatan, eşsiz bir duygudur.
Annelik, dünyanın en yaşanılası, en muhteşem lütuflarından biridir. Aldığı tüm övgüleri, fazlasıyla hak eder. Annelik öylesine benzersiz, öylesine kıymetlidir ki insanın yüreğini hamur gibi yoğurup, kâinatın ritmiyle buluşturan eşsiz bir tecrübedir.
Araştırmacı yazar Hasan Yılman: ‘Bu vatan sahipsiz değildir’ diyor…
Donanma Komutanlığı’nda emekli olan ve pek çok kitap yazan, çeşitli konularla ilgili köşe yazıları bulunan, strateji uzmanı ve araştırmacı yazar Hasan Yılman; "Atatürkçülük ve Türkçülük yüzünden Osmanlı Devleti yıkılmış" diyen bir sosyal medya kullanıcısının paylaşımı üzerine sosyal medya hesabından 'Bu vatan sahipsiz değildir' diyerek Osmanlı'nın neden battığını yazdı.
Yılman yazısında şu ifadelere yer verdi:
"Bunları her kimler söylüyorsa; genlerini araştırsınlar kanlarında mutlaka küresel ve emperyal v.b. bazı yabancı ülke insan ırkları çıkacaktır.
Yüce TÜRK Milletinin Asil evlatları asla ve asla böyle ihanet içerikli söz ve söylemlerde bulunmaz, bulunamaz.
Çünkü İnanç ve imanları ile TÜRK Milliyetçilikleri buna müsaade etmeeeeeeez.
DOSTLUK ÜZERİNE – Fethi GEMUHLUOĞLU
DOSTLUK ÜZERİNE FETHİ GEMUHLUOGLU'nun, 22 Kasım 1975 tarihinde 'Dostluk' üzerine irticâlen yaptığı konuşma.
Kalbimi oymuşlar, oymuşlar da şimallim
Hayâlini, resmini değil
Seni koymuşlar içine;
Onun içindir adınla atışı…
Efendim,
Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El Bâtınü Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîki’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım. “Levlâke Sırrının Mazharı”nı selâmlarım. Vâlidesini, Hadîce Vâlidemi, Fâtıma Vâlidemi selâmlarım. Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selâmlarım. Erkân-ı Erbaa’yı: Selmân’ı, Mikdâd’ı, Ammâr’ı, Ebu-Zerr’i selâmlarım. İmâmeyn’i Muhteremeyn’i selâmlarım. Tâife-i ecinnîyi selâmlarım, mü’minlerini ve müslimlerini. Ve sizi selâmlarım.
Peygamber-i Ekber bir hadîs-i nebevîlerinde buyuruyorlar ki, “Önce selâm, sonra kelâm”. Önce sizi selâmlıyorum. Yine Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki bir hadîs-i nebevilerinde, “Önce refîk, sonra tarîk”. Önce yolda yoldaş, sonra yol.
Dostluk üzerine konuşmak gibi, hiç mu’tâdım değil konuşmak. Elli üç yaşındayım. Kırk senedir söz orucu tutuyorum. En az yirmi senedir, yirmi beş senedir yazı orucu tutuyorum. Ne yazarım, ne çizerim. Zaten okur-yazar takımından da değilim. Ama bu sözleri size sanki bir vedâ gibi, sanki son sözlerim gibi… “Hâl sârîdir” buyurulmuştur. Maraz da sârîdir. Dilerim ve umarım ki, benim marazım sârî olmasın ve burada şevk sârî olsun, cezbe sârî olsun ve aşk sârî olsun.
Tabiî, ezelde aşk vardı. “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk”de kâinâtın aşk için halk edildiği meydanda. Onu… Eşrefoğlu diyor ki:
Yoğ idi levh ü kalem, aşk var idi
Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr idi
Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr iken
Cebrâil ol arada ağyâr idi
Cebrâil, Cibrîl-i Emîn, Nâmûs-ı Ekber ol arada ağyâr idi, der. Demek ki, kâinât, eflâk aşk üzere, dostluk üzere halkedilmiştir.
HANGİ DEVLETİN AKLI? – Ruhittin SÖNMEZ
HANGİ DEVLETİN AKLI? - Ruhittin SÖNMEZ
PKK ile yürütülen yeni açılımda süreç bütün hızıyla devam ediyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve “PKK’nın siyasi uzantısı” DEM Partisi ile Ana Muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere süreci destekleyenler çok mutlu bir bekleyiş içindeler.
PKK Terör Örgütü kongrelerini yaptıklarını duyurdu. Bugün yarın kongrede aldıkları kararları açıklayacaklar. CB Erdoğan bu gelişmeyi “her an bir MÜJDE alabiliriz” diyerek duyurdu.
Yani iktidar kanadı (AKP+MHP) ile işbirliği içindeki DEM ve projeye dışarıdan destek veren Atatürk’ün partisi CHP bu “müjdeli haberi” beklerken acaba Türk Milleti veya vatandaşlarımız bu konuda ne düşünüyor?
Metropoll Türkiye’nin Nabzı Mart 2025 anketinde “Abdullah Öcalan’la yürütülen yeni süreci destekliyor musunuz? sorusuna yüzde 23,8 EVET derken, yüzde 67.7 HAYIR demiş. Fikrim yok/ Cevap yok diyenlerin oranı ise yüzde 8,5 olmuş.
Demek ki yürütülen bu süreç halkın talebine göre değil, süreci yürütenlerin kendi tercihleri olarak devam ediyor.
Yani projenin sahibi olan DEVLET AKLI projenin yürütücülerini ikna etmiş ama halkı ikna edememiş görünüyor.
ANNELER – Seyfettin KARAMIZRAK
ANNELER - Seyfettin KARAMIZRAK
“Anneleri bir gün değil, her gün anmak dileklerimle….” “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir.”
“Anne; aile, yuva, birlik olma, paylaşma, mutluluk devşirme”anlamlarına gelmektedir. Annenin var olduğu evde zenginlik ve şatafat özlemi çekilmez. Çünkü anne; zenginlik, huzur, dayanışma, hayata tutunma, yaşama sevinci ve mutluluğun ta kendisidir.
Annenin var olmasının huzuru, tadı, konforu ve ayrıcalığı her an hissedilmektedir. Senede bir gün değil, her gün, hatırlayıp bu kıymetin hakkını vermeliyiz. Çünkü annesiz mekânlar ve yürekler haraptır, kuraktır, hüzünlüdür, adeta bir enkazdır.
Annelere karşı hissettiğimiz ilgi, sevgi, ihtimam, saygı ve değer verme gibi güzel duygularımızı, Mayıs ayında “sadece bir gün” hatırlamak,mutluluğumuzu ertelemek, huzurumuzu yeterince tadamamak anlamına gelmez mi?
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA – Ruhittin SÖNMEZ
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA - Ruhittin SÖNMEZ
Yeni Açılım Süreci’nin mimarı “yeni Bahçeli” ve “yeni MHP” yeni rollerini çok sevmiş olmalılar. Hastalığı devam eden, TBMM Grup toplantısına bile katılamayan ve 100 gündür bir cümle lafını ağzından duyamadığımız Devlet Bahçeli “Sırrı Süreyya Önder’i anma toplantısına” katıldı. “PKK’nın Meclisteki uzantısı” DEM’in milletvekili, teröristbaşına “babam” diyen, Meclis Başkanvekili S.S. Önder’in fotoğrafını büyük bir muhabbetle üç defa sevdi okşadı.
Bu anı görüntüleyen kısa videonun ve resmin çok büyük psikolojik etki yaptığını görüyorum. Ülkücülerin sosyal medya hesabıma düşen paylaşımlarında hayal kırıklığı ve öfke arasında hislerle şiddetli tepkilerini görmekteyim.
Görsellerin etkisinin sözlerden daha fazla olduğunu gösteren bir örnek bu.
Aslında Bahçeli başlattığı “yeni açılım süreci” kapsamında aylardır bir Türk Milliyetçisinin asla kabul edemeyeceği sözler ediyor. MHP yöneticileri Teröristbaşı ile iktidar arasında ulaklık yapan DEM milletvekillerinin “sayın Öcalan” ile başlayan cümlelerini alkışlıyorlar.
Bu ulaklardan S.S. Önder’in cenaze töreninde AKP gibi CHP ve MHP de üst düzeyde temsil edildi. DEM’li Sırrı için AKM’de yapılan törende “Pekeke lideri Sayın Öcalan’ın mesajı” denilerek teröristbaşının mesajı okutuldu. Bir devlet başkanı mesajı gibi alkışladılar. Bu sırada devlet ricali, AKP yöneticileri ve MHP yetkilileri o salonda bulunmakta beis görmediler.
Bahçeli “Sırrı Bey kardeşime Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, cennetiyle, cemaliyle ve merhametiyle mükafatlandırmasını diliyorum. Kederli ailesinin, DEM Parti camiasının, sevenlerinin ve seçmenlerinin, elbette hepimizin başı sağ olsun diyorum" derken Bahçeli’nin DEM muhabbeti açıkça belli oluyordu.
Buna karşılık Bahçeli saldırıya uğrayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e geçmiş olsun mesajında Özel’in ve CHP’nin adını bile anmadı. “Fiziki saldırıya uğrayan bir siyasi kurumun yöneticisi” dedi. Bu mesajlardan Bahçeli’nin DEM’e duyduğu sevgi ve saygıyı CHP’den esirgediği anlaşılıyordu.
Ama ülkücü ve Türk Milliyetçilerini en çok Bahçeli’nin Önder’in resmini severken çekilen kısa videosu ve resmi kızdırdı.
Kimileri, şehitlerin cenazelerine katılmayan, Ozan Arif, Fırat Çakıroğlu, Sinan Ateş gibi kitlelerin sevdiği “Ülkücü” cenazelerine katılmayan, hatta bir başsağlığı bile dilemeyen Bahçeli’nin DEM’li Sırrı’ya muhabbetini eleştiriyor.
Kimi “şehitlerin ruhu incindi” derken bazıları “yarın ÖCALAN ölse biliyorum ki onun da yüzünü sıvazlar, okşarsın…” diyor.
Vatandaş haklı Bahçeli Sırrı ile yapmak istediği “barış halayını” öcalanla çekmek isteyebilir.
KOCAELİ’NİN "WORLDCLASS" DEĞERİ, PROF. DR. TAHİR SERKAN IRMAK – Gürkan UYSAL
KOCAELİ'NİN "WORLDCLASS" DEĞERİ, PROF. DR. TAHİR SERKAN IRMAK - Gürkan UYSAL
Prof.Dr. Tahir Serkan IRMAK aslında tüm Türkiye’nin tanıdığı bir isim. Özellikle deprem dönemlerinde hemen hemen her akşam ulusal kanallarda deprem hakkında yorum yapan uzmanlardan biri. Kendisi gerçekten alanında son derece önemli bir otorite.
Serkan Hoca’yla tanışmamız birkaç yıl öncesine dayanıyor. Dr. Süleyman Pekin’in Aydınlar Ocağı Başkanı olduğu dönemde Süleyman Ağabey’in yönetiminde birlikte görev almamızla başlayan tanışıklığımız, aradan geçen zaman içerisinde dostluğa dönüştü. Süleyman Pekin Ağabey’den Aydınlar Ocağı Başkanlığı görevini devraldığımız zaman, Serkan Hocam da ricamızı kırmayarak yönetimimizde görev almayı kabul etti. Hala Kocaeli Aydınlar Ocağı yönetiminde birlikte görev yapıyoruz.
ZULME, VAHŞETE İTİRAZ EDİYORUM – Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
ZULME, VAHŞETE İTİRAZ EDİYORUM – Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir parçasıyım. Bir kişinin, bir partinin, bir kurumun devlet sayılmasına itiraz ediyorum. Onlar da benim gibi devletin parçasıdırlar.
İktidarın veya bir partinin, iktidara bağlı şu veya bu kurumun oluşturduğu politikanın devlet politikası olarak adlandırılmasına ve dayatılmasına itiraz ediyorum. O politika, onu oluşturan parti veya kurumun politikasıdır, devlet politikası değildir.
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI – Ruhittin SÖNMEZ
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI - Ruhittin SÖNMEZ
R.T. Erdoğan’ın “her ailenin en az üç çocuk yapması” gerektiği tespitini hep doğru buldum.
Ancak, her ailenin en az üç çocuk yapması tavsiye edilmesine rağmen, nüfus artış hızımızın en çok düştüğü bir dönemi yaşıyoruz.
Aslında AKP iktidarının 2002-2014 arası döneminde doğurganlıkta ciddi bir azalma olmadı, belli bir aralıkta dalgalanma yaşandı. 2001 yılında doğum hızı 2,38 iken 2014 yılında ise 2,19 oldu.
(1990’lı yıllarda bu oran yüzde 3’ün üzerinde idi.)
Ne yazık ki, 2014’ten günümüze durum dramatik bir şekilde değişti. Konuyu Karar Gazetesindeki köşe yazısında değerlendiren İbrahim Kahveci’den okuyalım:
“Türkiye’de doğum sayısı ve doğum hızında gerçek büyük kayıp 2014 yılından sonra başlıyor.
Doğum hızı 2014 yılında 2,19’dan 2023 yılında 1,51’e şelale gibi düşüyor.
Doğan bebek sayısı da 2014 yılındaki 1 milyon 351 binden son olarak 2023 yılında 958 bine iniyor.
2014-2023 döneminde doğan bebek sayısında ve doğum hızında hiç artış olmadan kesintisiz bir düşüş yaşanıyor.
2024 yılı doğum verileri açıklandığında doğum sayısı ve doğum hızının düşmeye devam ettiğini göreceğiz.
Peki, ne oldu da 2014 sonrası doğum sayımız ve oranımız çok hızlı düştü?
Cevap çok ama çok basit: Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu ve ülkenin temel ne kadar değerleri varsa çöktü. Gelir dağılımının bozulmasından büyümenin erozyona uğramasına kadar; umutların tükenmesinden mutluğun yok olmasına kadar. Beslenme ve barınma imkanlarının eriyip yeni hanelerin yarısının kiracı durumuna düşmesine kadar.”
“Türkiye’de aileyi, çocuk sahibi olmayı ekonomik buhran yok etmektedir. Erdoğan’ın 10 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi bu yıkıma yetmiştir.
Ülke nüfusunu bile tehdit eden bir yok oluş ile karşı karşıyayız.”
Levent Gültekin’in ifadesini kullanırsak, “İslamcıların İktidarla İmtihanı”nda bir “Şatafatlı Mağlubiyet” konusu da nüfus oldu.
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ
KAMU GÜCÜNÜ KULLANANLARIN ÜSLUP SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ
Siyasetçiler ve atanmış bürokratların belli bir seviyenin üstünde nezaket, zarafet, ciddiyet ve ağırlıkta konuşmaları beklenir.
Çünkü “devlet adamı” olmak demek, kendilerine bir süreliğine emanet verilmiş olan kamu gücünü kullanabilme yetkisine sahip olmak demektir. Kamu gücünü kullananlara bu güç, şahsi emellerine hizmet etsin ve kaprislerini tatmin etsinler diye değil, millete hizmet etsinler diye verilir.
“Kaht-ı rical” yani devlet adamı yoksunluğu çektiğimiz dönemler çok oldu. Ancak devlet makamlarında görev yapan yetkililerin üsluplarında günümüzdeki kadar aşağı seviyelere düşüldüğü çok nadirdir.
Son dönemlere kadar, devlet gücünü kullanmasalar da iktidar olma çabası içinde olan siyasi partilerin genel başkanları ve üst düzey yöneticileri de devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluğunda olmaya özen gösterirlerdi.
AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in rakibi CHP lideri İsmet İnönü’ye saygılı üslubunu; İsmet İnönü’nün DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in metresi ile yaşadığı ilişkileri siyasi rekabet vasıtası yapmamasındaki inceliği özlüyoruz. O çok eleştirilen koalisyonlu yıllarda, sokaklarda çatışmaların olduğu ortamlarda bil birbirlerine “Sayın” sıfatı ile hitap eden liderleri arıyoruz.
S. Demirel’in, T. Özal’ın, Bülent Ecevit’in, A. Türkeş’in, N. Erbakan’ın kendilerini en sert şekilde eleştiren karikatüristler, tiyatro ve sinema sanatçıları, yazarlar ve gazetecilere hoşgörülerini özlemle anıyoruz.
DÜNYANIN ORTAK DİLİ SANAT – Seyfettin KARAMIZRAK
DÜNYANIN ORTAK DİLİ SANAT - Seyfettin KARAMIZRAK
Sanat, insanlığın en eski ve en güçlü ifade biçimlerinden biridir. İnsanlar içindeki duyguları, düşünceleri ve sosyal yapıları iletmek için sanat aracını kullanır. Bu durum, sanatı
yalnızca estetik bir değer olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm aracı olarak da ön plana çıkarır.
Picasso, sanatın günlük hayatın ruhumuzda bıraktığı tozu yıkadığını söyler.
Sanat, bireylere kendilerini özgürce ifade etme fırsatı sunarken, ekip içinde iletişimi güçlendiren eşsiz bir araçtır. Medeniyetler arasında barışı ve diyaloğu sağlar.
28 Nisan 2025 tarihinde 31. resim sergimi açtım. Meslektaşlarımın, dostlarımın, sanatseverlerin ve basın mensuplarının katılımıyla bir güzel etkinliğe daha imza atmış olduk.
36 adet karakalem ve stabilo tekniğiyle yapılmış tablom sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Katılımcılara yürekten teşekkür ediyorum.
Mutluluklar paylaşınca daha da artarmış. Katılımcıların tebessümü tabloların güzelliğine yansımıştı san ki. Benim de yüzümde çiçekler açtı doğrusu.
“Duygu ve düşüncelerin en güzel ve en estetik haliyle tablolarda vücut bulmuş” halini paylaşmaktan yürekler mutluydu.
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI – Ruhittin SÖNMEZ
AYM BAŞKANINDAN MAHŞERDEKİ YARGILAMA UYARISI - Ruhittin SÖNMEZ
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM’nin) kuruluş yıldönümü töreninde, AYM Başkanı Kadir Özkaya CB Erdoğan’ın huzurunda bir konuşma yaptı. Özkaya konuşmasında Kur’an’dan ve diğer kadim kaynaklardan da alıntılar yaparak, “Mahşer ortamındaki yargılanma”yı hatırlattı.
“Hiçbirimiz ebedî değiliz. Gün gelecek hepimiz için ortaya bir terazi konulacaktır… Bir gün mutlaka mizan kurulacak, hesabı bizlerden sorulacak. Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır” dedi.
Yargıya güven iyice azaldı. Hemen her güne, yargı eliyle yapılan siyasi sonuçlu operasyonlarla uyanıyoruz.
Bu ortamda Anayasa Mahkemesi Başkanının “Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk hâkimlere düşmektedir. Hâkimler daima hak ve haklının yanında olmalıdır. Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler” demesi önemlidir.
Ancak AYM Başkanının mahşer ortamına gelmeden de “hukuk devletinde” hiçbir hukuksuzluğun ve kötülüğün cezasız kalmayacağını, kanunlar karşısında herkesin eşit olduğu ve yargılamaya müdahale eden “dışsal etki” yaratanların da yargılanmaktan muaf olmayacağını vurgulaması yeterli olmalı idi.
Bunun yerine, benim de gönülden inandığım, “mahşer ortamındaki yargılamaya” atıf yapması mevcut sistem içinde yargının görevini yapamadığını görmekten kaynaklanmış olabilir.
Belki de AYM Başkanının dini referanslara başvurmasında muhataplarının başında “nas var, sana bana ne oluyor” diyen Cumhurbaşkanının orada olması etkili olmuştur.
KUTLAYANLAR ve HAVLAYANLAR – Adem ARI
KUTLAYANLAR ve HAVLAYANLAR – Adem ARI
“Ya Adem hoca sen nasıl tarihçisin hep gündemi kaçırıyorsun” diyebilirsiniz. Evet gündemi kaçırıyorum çünkü ben gazeteci değilim, tarihçiyim.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı ülke olarak, Türk Dünyası olarak idrak ettik. İdrak sözcüğü; erişmek, ulaşmak, kavuşmak, anlamak, kavramak gibi sözcüklerle anlamlandırılmaktadır.
Bir sözcüğü en iyi anlam yükleme karşıtını göstermektir. Her şey zıddıyle kaimdir.(ayakta durur) İyiliğin değerini anlamak için kötülüğün ne olduğunu göstermek, vatanseverliği bilmek için ihaneti görmek gerekir gibi. Sosyal medyadan 23 Nisan kutlamalarını izliyorum.
Bir tarafta;
23 Nisan’ı bir bayram olarak bekleyip, ulaşanlar ve kutlayanlar,
Öbür tarafta;
Ataürk’e, Cumhuriyetimizin Kuruluş Değerlerine kinlerini kusanlar.
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? – Ruhittin SÖNMEZ
HÂKİMİYET MİLLETİN DİYEBİLİR MİYİZ? - Ruhittin SÖNMEZ
105. kuruluş yıldönümünü kutladığımız TBMM’nin Genel Kurul Salonunda “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılıdır.
Kurucu iradenin “Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu” ifade eden anlayışı halen devam ediyor mu? Özellikle Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiğimizden bu yana bu konuda yoğun tartışmalara şahit oluyoruz.
Bu sorunun cevabı için, 105. Yılda “milli hâkimiyeti” veya “ulusal egemenliği” sağlayan unsurları sorgulamamız gerekiyor.
· Milli egemenliğin merkezi olması gereken TBMM’nin günümüzde etkinliği kalmamıştır.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtikten sonra, ülkenin kaderini etkileyen bütün karar ve uygulamaların merkezi Meclis’ten Saray’a geçmiştir.
TBMM’de “seçilmiş kralların” yönettiği siyasi partilerin aday göstermesiyle ve milletin oy vererek seçtiği 600 milletvekilimiz var. Ancak YASAMA yetkisi fiilen partili Cumhurbaşkanının elinde.
Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla yasama yetkisi kullanmaktadır. TBMM’de karara bağlanması gereken konularda da, CB’nın başkanı olduğu parti çoğunluğu elinde bulundurduğundan, Meclis bağımsız bir irade ortaya koyamamakta, Saray’da hazırlanan metinler aynen kabul edilmektedir.
· Yeni sistemde “YÜRÜTME yetkisi cumhurbaşkanına aittir.”
Cumhurbaşkanı aynı zamanda iktidar partisinin genel başkanıdır.
Siyasi bir organ olan bir “Bakanlar Kurulu” yoktur. Birer sekreter durumunda olan atanmış bakanların halktan kopukluğundan, milletvekillerinin dahi bakanlara ulaşamamasından, iktidar milletvekilleri dahi şikayetçidir. Bakanlar muhalefet partileri genel başkanlarıyla söz düellosuna girebilir. Ancak Bakanların Cumhurbaşkanına, bırakın belli bir konuda itiraz edebilmesi, kendi iradeleriyle istifa edebilmesi dahi mümkün olmuyor.
· YARGI da tamamen Cumhurbaşkanının kontrolündedir. Cumhurbaşkanının istemediği bir kişinin HSK, AYM, Yargıtay, Danıştay üyeliklerine seçilmesi mümkün değil. HSK üzerindeki siyasi gücün etkisi kritik davalarda “doğal hakim ilkesine” aykırı olarak yapılan atamalar, hakimlerin “coğrafi teminatının olmaması” gibi uygulamalarla açıkça ortaya çıkıyor.
“Türkiye’deki Yargı sistemine/ mahkemelere güveniyor musunuz?” sorusuna “Hayır” diyenlerin oranı yüzde 70,1 iken, “Evet” diyenlerin oranı yüzde 22,5 olması tesadüf değil. (Area Türkiye Siyasi Durum Araştırması- Nisan 2025)
Millet iradesinin hâkim olduğu rejimlerde, devleti oluşturan yasama- yürütme- yargı kuvvetleri arasında görev ve yetki ayrılığı ile birbirinden bağımsızlığı ifade eden KUVVETLER AYRILIĞI gerçekleştirilmeye çalışılır. Türkiye’de fiilen yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek kişide toplandığı bir “kuvvetler birliği” sistemi uygulanmaktadır.
Yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, kanun ve kuralların herkese eşit olarak uygulanmadığı bir ülkede, hakimiyetin millete ait olduğundan bahsedilemez.
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK – Ruhittin SÖNMEZ
YÜZDE 2 İÇİN YÜZDE 70’İ KARŞISINA ALMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Area Araştırma Şirketinin, Türkiye geneli için yaptığı 2025 Nisan ayı anketinde, “Kendinizi hangi sosyo- politik kimlikle tanımlarsınız” sorusuna tek bir cevap verilmesi istenmiş. Verilen cevapların oranları (%) şöyle çıkmış:
Atatürkçü: 32,7 Türk Milliyetçisi: 30,3 Muhafazakar: 12,4 Sosyal Demokrat: 9,8 Ülkücü : 4,7 İslamcı: 4,0 Sosyalist: 3,5 Kürt Milliyetçisi : 2,4
Area Şirketinin sahibi ve sözcüsü Murat Karan’a “Kürt Milliyetçisi” olarak gözüken yüzde 2,4 nüfus “ayrılıkçı Kürtler”olarak değerlendirilebilir mi? diye sordum. O da Türkiye’de DEM oyları daha da yüksek olsa da ayrılıkçı yani Türkiye’den ayrılarak bağımsız Kürdistan isteyenlerin oranının yüzde 2 civarında olduğunu söyledi.
Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olduğunu söyleyenlerin hepsinin aslında Türk Milliyetçisi olduğu açıktır. Çünkü en büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’tür ve bütün milliyetçiler aslında Atatürkçüdür. Ülkücü kimliğini öne koyanların da Türk Milliyetçisi misiniz? diye sorulsa kesinlikle “evet” diyeceğinden eminim.
Hatta ikinci bir cevap seçeneği sunulsa idi, kendisini Muhafazakar ve Sosyal Demokrat olarak tanımlayanların içinde de Türk Milliyetçisi veya Atatürkçü özelliklerini taşıyanlar görülecektir. İslamcı, Sosyalist ve Kürt Milliyetçisi olanlar içinde Atatürkçü ve Türk Milliyetçisi olmayı kabul eden pek çıkmayabilir.
Biz sadece doğrudan kendini Atatürkçü, Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlayanların toplamına bakalım. Bu üç grubun toplamı: yüzde 67,7 ediyor.