
İSRAİL’İN SALDIRDIĞI İRAN… – Ruhittin SÖNMEZ
İSRAİL’İN SALDIRDIĞI İRAN… - Ruhittin SÖNMEZ
İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan savaş bölgede önemli değişmelere yol açacak. Ben, başından beri
ABD / İsrail’in asıl hedefinin, İran’ın nükleer silah edinmesini önlemek bahanesiyle, İran’ı bölmek
olduğunu düşünüyorum.
Bu savaş öncelikle, Suriye’den sonra İran içinde bir Kürt devleti yapılandırmak için başlatıldı. Bu hemen
olacak bir şey değil. Çünkü İran’daki Kürt nüfusu (yaklaşık %8-10) dağınık, Şii-Sünni ayrımıyla
bölünmüş ve bir kısmı rejime entegredir. Ayrıca Irak ve Suriye’ye kıyasla İran Kürtleri arasında
ayrılıkçılık daha zayıf destek buluyor.
Bu yüzden ABD/ İsrail’in ilk aşamada İran askeri gücünü imha etmek ve rejimin değişmesini sağlamak isteyeceklerini düşünüyorum. İran içindeki rejim savaş sürecinde zayıflayacak mı, değişecek mi yoksa gücünü pekiştirecek mi şimdiden öngörmek kolay değil.
Savaşın ne kadar süreceği ve başarıya ulaşıp ulaşmayacağını da tahmin etmek kolay değil. Çünkü süre ve sonucu belirleyecek çok faktör var. Mesela savaşın başka devletlerin katılımıyla genişleyip genişlemeyeceğini henüz bilmiyoruz.
İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-2 – Ruhittin SÖNMEZ
İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-2 - Ruhittin SÖNMEZ
İSPANYA DEMOKRASİYE 1982’DE GEÇTİ.
İspanya 1936-1939 İç Savaşı’nın ardından Franco yönetimi otoriter ve baskıcı bir rejim kurdu. Franco Dönemi (1939–1975) içinde siyasi partiler yasaklandı, basın özgürlüğü kısıtlandı, bölgesel kimlikler (örneğin Katalan ve Bask) bastırıldı. Ekonomik olarak otarşik, dışa kapalı ve devletçi bir model benimsendi.
Franco’nun 1975’te ölümünden sonra yaşanan geçiş döneminde 1978 Anayasası kabul edildi: Demokratik parlamenter sistem, siyasi partilerin serbestliği, yerinden yönetim (özerk bölgeler) gibi ilkeler getirildi.1981’de başarısız bir darbe girişimi yaşandı, ama 1982’de demokrasiye geçiş gerçekleşti.
Bu kadar taze bir demokrasisi olan ülke, demokrasi ile geçen 43 yıl içinde çok önemli değişimler yaşadı:
Piyasa ekonomisine geçildi. Özelleştirmeler yapıldı. 1986’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET, şimdiki AB) tam üye olunması, yatırımları ve dış ticareti artırdı. AB fonları altyapı, tarım ve bölgesel kalkınmada büyük rol oynadı. 1990’lar ve 2000’lerde hızlı büyüme ve finansal liberalleşme görüldü.
Franco döneminde otoriter tek parti ile yönetilen İspanya’da şimdi parlamenter demokrasi var. Ancak krallık sınırlı yetkilerle devam ediyor. Yani “anayasal monarşi” veya “meşrutiyet” denilen rejim geçerli.
Devletçi içe kapalı ekonomiden piyasa temelli dışa açık ekonomiye geçildi. 1986’dan beri AB üyesi olan İspanya’da artık eğitime erişim sınırlı değil, yaygın ve evrensel. Baskıcı rejimden sonra gelen demokrasi döneminde vatandaşlara geniş kapsamlı haklar verildi.
Demokrasi döneminde İspanya’da siyasal ve ekonomik istikrar sağlandı, enflasyon 1990’lardan itibaren düşük seviyelerde.
İSRAİL-İRAN SAVAŞINDAN DERSLER – Alper AKSOY
İSRAİL-İRAN SAVAŞINDAN DERSLER - Alper AKSOY
Ekranlarda gördük; İsrail, İran komuta kademesini toptan öldürecek dronları İran'ın içinde yapmış. İran dron atölyesini bulup yok etmiş ama iş işten geçtikten sonra.
Yıllar önce Rusya Genel Kurmay başkanı şöyle konuşmuştu:
"Afganlı ve Suriyeli sığınmacılar Türkiye için bir güvenlik sorunudur."
Duymazdan geldik.
Afganistan'dan çekilirken ABD kendisine bağlılıkta yanlış yapmayan 300.000 Afgan askerini Türkiye'ye getirttiğini, onların aylıklarını ödemeye devam edeceğini Ümit Özdağ bas bas bağırdı.
Duymazdan geldik.
Suriyeli milyonlarca sığınmacıyı aldık bağrımıza bastık. "Ensar muhacirimiz" dedik ama bunların içinde Ermeni var mı, İsrail ajanı var mı, PKK'lı var mı hiç soruşturmadık. Rusya Genel Kurmayının "güvenlik sorunu" açıklamasını da
Duymazdan geldik.
İran radarları kara saldırısı ile patlatılmış, onun için ilk gün 200 İsrail uçağını görememişler, vurulacak hedefler karadan laser ile işaretlenmiş onun için İsrail füzeleri hedefe tam isabetle saplanıyor.
ABD'ye sadık Afgan subayları geldiği günden beri tatil mi yapıyorlar, yoksa patronları onlara yeni görevler mi verdi?.. Bilemiyoruz... Suriyeli sığınmacılar içindeki uyuyan hücreler bilinmez bir yerlerde dron atölyesi mi kurdular?.. Bilemiyoruz...
İsrail-İran Savaşı'ndan dersimizi aldık mı?..
Hiç sanmıyorum.
Kahrolsun İsrail!..
Al sana kınama, al sana kınama, al sana kınama!..
Yaptığımız sadece bu!..
BABA OLABİLMEK – Seyfettin KARAMIZRAK
BABA OLABİLMEK - Seyfettin KARAMIZRAK
“Artık yürümeyi öğrendim. Fakat hala düşmekten korkuyorum. Ellerimi bırakma baba!”
“Kalbi sevgi dolu, sevecen, cömert, kibar, kucağı sıcak, anlayışlı, şefkatli. Bu vasıfların tümünü taşıyan tek erkek… Ben ona baba diye sesleniyorum...”
Baba olmak, öncelikle bir erkeğin kalbinde ve zihninde bir çocuğa yer açmakla başlar.
Düşünce ve davranışlarında tutarlı bir babanın olumlu ve nitelikli ilgisi, çocukta disiplin
anlayışının yerleşmesinde, özgüven oluşumunda, liderlik yapısının gelişmesinde, sosyal bir
varlık haline gelmesinde, arkadaş ilişkilerinde olumlu kişilik kazanmasında önemli rol oynar.
Mahler’e göre baba-çocuk etkileşimi, çocukta farklılaşmayı başlatır, bağımsızlaştırır ve
üreticilik kazandırır.
Baba, eşi ve çocukları için sevgi ve güven kaynağıdır. Fransız Psikanalist ve Psikiyatr
Lacan ın dediği gibi, “insanın her talebi sevgiyedir”.
Çocuklar babayı daha güçlü, daha çok bilen, daha çok saygı uyandıran kişi olarak bilirler. Çocuklara ayrılacak bir yarım saat, kısa bir gezinti, yemekte söyleşmek, çocuklar için çok önemlidir.
Babalar çocukların dış dünya ile kurdukları ilişkide köprü rolü üstlenirler. Babanın onayı, kabulü çocuğa dış dünya tarafından da kabul edildiği, beğenildiği mesajını verir.
İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-1 – Ruhittin SÖNMEZ
İSPANYA PENCERESİNDEN TÜRKİYE-1 - Ruhittin SÖNMEZ
Kurban Bayramı öncesinde eşimle birlikte 8 günlük İspanya turuna katıldık. İspanya’da gördüklerim ve
orada edindiğim bilgilere ilaveten biraz da araştırma yaptım. Ve İspanya Penceresinden Türkiye’ye
bakmanın gerekli ve faydalı olacağı kanaatine vardım.
İspanya’nın yüzölçümü Türkiye’nin yaklaşık üçte ikisi kadar. Nüfusu ise yaklaşık 47 milyon olup, Türkiye
nüfusunun yaklaşık yarısı kadar.
Buna karşılık İspanya bizden ekonomik olarak (GSYİH) yaklaşık %50 daha büyük ve halkı bizden 2 - 2,5 kat daha zengin. (Kişi başına milli gelir İspanya’da 35.100 USD , Türkiye’de ise yaklaşık 15.000 USD)
İspanya dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında 14-15. Sıralarda iken Türkiye 16-19. Sıralarda geziniyor. Fakat aramızdaki fark büyük, İspanya 2024 itibarıyla GSYH büyüklüğü itibarıyla Türkiye’yi yaklaşık %50 farkla geride bırakıyor.
Gezdiğimiz şehirlerde bu zenginliğin yansımasını gözlemledik. Gördüğümüz bütün şehirlerde düzen,
geniş caddeler, büyük parklar, temizlik dikkat çekiciydi. Nadiren trafiğin sıkıştığı, her tarafında sanat eserleriyle karşılaşılan İspanya şehirlerinde gecekondu benzeri yapılaşma hiç yok. Tabii ki insanların bizden daha mutlu olduğu hemen belli oluyor.
Ekonomide hemen göze çarpan iki alan turizm ve tarım. İspanya yıllık 100 milyona yaklaşan turist
sayısıyla ve 120 Milyar Euro turizm geliriyle bu alanda dünyada ilk 5 içinde. (Türkiye’de ise 2024’te
~52,6 milyon ziyaretçi, ~61,1 milyar USD gelir gerçekleşti.) İspanya’da vatandaş başına yılda 2 turist
gelirken, Türkiye’de her vatandaşa 0,6 turist düşmekte.
Fakat turistlerin bol olduğu yerlerde rehberimiz sürekli hırsızlık ve kapkaç vakaları için uyarılar yaptı.
İspanya’da fiyatlar Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinden daha ucuz. Yeme içme konusunda Türkiye
fiyatlarına yakın bedeller ödeyerek, daha bol porsiyon ve hilesiz yemekler yemek mümkün.
Tarım alanında İspanya’nın çok başarılı ve planlı uygulamaları olduğunu söyleyebilirim. Ekili, dikili ve
bakımlı olmayan tarım arazisi bırakmamışlar. Özellikle ülkenin güneyine doğru indikçe dağ taş binlerce km2’lik arazilere son derece düzenli bir şekilde zeytin ağaçları dikilmiş. Yüksekliği 2-2,5 metreyi geçmeyen zeytin ağaçlarının dikili olduğu arazi parçaları arasında bir metrelik boşluk dahi bırakmamışlar. Toprağın kıymetini biliyorlar. Her 30-40 km de bir zeytinyağı fabrikaları kurmuşlar ve zeytinlerin uzak mesafelere taşınmadan işlenmesini sağlamışlar.
Türkiye’de boşalan köyleri, işlenmeyen tarım arazilerinin büyüklüğünü görünce “neden biz başaramıyoruz?” diye üzüldük.
YAPAY ZEKAYA GÖRE RUHİTTİN SÖNMEZ VE MUSTAFA KÜPÇÜ – Ruhittin SÖNMEZ
YAPAY ZEKAYA GÖRE RUHİTTİN SÖNMEZ VE MUSTAFA KÜPÇÜ – Ruhittin SÖNMEZ
Köşe yazısı yazmaya başladığımdan beri (18 seneyi geçti) ilk defa iki hafta yazılarıma ara verdim. Önce yurtdışı gezisi ve akabinde bayram tatili bu arayı zorunlu kıldı. Bu aradan önce, noktaTV’de her hafta yaptığım Geniş Açı programının da sezon sonu bölümünü, benim gibi Kocaeli Gazetemizde köşe yazarı olan Mustafa Küpçü ile yaptım.
Sayın Mustafa Küpçü sol gelenekten gelen, Atatürkçü Düşünce Derneği, SHP Kocaeli İl başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu mezunu, saygı duyduğum değerli bir gazeteci yazardır.
Ben ise Milliyetçi gelenekten gelen, muhafazakâr bir çevrede yetişmiş, Kocaeli Aydınlar Ocağı’nda başkanlık yapmış, İYİ Parti kurucusu olmuş, mühendislik ve hukuk eğitimi ve tecrübesi olan bir köşe yazarıyım.
Sayın Küpçü ile aynı gazetenin köşe yazarı olmanın onurunu yaşıyorum. Bilirim ki Mustafa Küpçü de benim kadar vatanını, milletini seven, Atatürk’ün yorumladığı anlamda milliyetçi (ulusalcı) bir aydındır.
İnsanların birbirlerini objektif değerlendirmelerini etkileyen çok faktör söz konusu olabiliyor. Fakat günümüzde sübjektif etkilerden bağımsız kalabilen YAPAY ZEKÂ gibi güçlü bir aracımız var.
Bu yüzden çok bilinen yapay zeka programı ChatGPT’yi kullanarak Kocaeli Gazetesi’nin iki köşe yazarını kıyaslamasını istedim.
Bu konu bir üniversitede tez olarak ele alınsa her iki yazarın bütün köşe yazılarını okuyup, ortak ve farklı oldukları yönlerini çıkarmaya çalışılsa aylar süren bir çalışma gerekirdi. Oysaki yapay zekâ sadece saniyeler içinde değerlendirmeleri yaptı, sonuçları çıkardı ve hatta tablo olarak gösterdi.
Yapay zekanın hızı ve değerlendirme yeteneği bana göre göz kamaştırıcı. Ancak her iki yazarı tanıyan veya en azından benim yazılarımı okuyan okuyucularımın bu değerlendirmelerin isabet yüzdesini nasıl bulacağını merak ediyorum.
BAYRAMI İDRAK EDERKEN – Seyfettin KARAMIZRAK
BAYRAMI İDRAK EDERKEN - Seyfettin KARAMIZRAK
Can bula cananını, bayram o bayram ola,
Kul bula sultanını bayram o bayram ola.
“Bаyrаmlаr, milli ve dini duyguların, örf ve adetlerin derinden hissedildiği, bir toplumda millet olabilme şuurunun yeşerdiği, kuvvetlendiği günlerdir.”
Teknolojinin akla durgunluk veren yenilikleri, insanlığı şaşırtmaya devam ederken, aynı zamanda büyük kolaylıklar da sunmaktadır.
Yapay zekâ, cep telefonu, internet, televizyon, yazılı basın araçları, uzaydaki gelişmeler, yiyecek ve içeceklerde, üretimdeki bulgular vb. hayatımıza anlamlı ve pozitif değişiklikler getirmiştir.
Ancak, sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim götürüleri olmuştur: Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü, radyasyon, gıdalardaki hormonsal ve ilaç tehlikeleri, atıklar, katkılar, vb. gibi.
Özellikle TV, cep telefonu ve internet bağımlılığı, insanları yalnızlığa itmiş, aile içi başta olmak üzere, çevreyle olan iletişimi de büyük ölçüde azaltmıştır. Bunlar, insani değerleri, dostlukları, aile içi iletişimi bir yandan da, zamanımızı gizli veya açık şekilde
çalmaya başlamıştır.
Neticede dünya hızla kalabalıklaştıkça kendisini ve insanlığı büyük tehlikelere, yalnızlığa ve bencilliğe de itmektedir.
Aydınlar Ocağı Bir Rüzgârdı, Esti Geçti – Gürkan UYSAL
Aydınlar Ocağı Bir Rüzgârdı, Esti Geçti - Gürkan UYSAL
Kocaeli Aydınlar Ocağı, İyi Parti’de siyasete başladığım dönemde varlığından haberdar olduğum bir organizasyondu. 2018 seçimlerinde milletvekili aday adaylığı sürecimizde, Tugay Uluçevik’in konuşmacı olarak katıldığı yemekli bir organizasyona Av. Ruhittin Sönmez tarafından davet edilmiştik. Programın kalitesi üst düzeydeydi. O gün birisi bana Aydınlar Ocağı’nın başkanı olacağımı söyleseydi “Hadi canım sen de” der ve güler geçerdim. Ancak kader yolumuza öyle bir su serpti ki aklımıza bile gelmeyen güzellikler başımıza geldi.
Milletvekili aday adaylığı sürecinde o zamanlar Modern Kocaeli adlı internet gazetesinin sahibi olan sevgili Ferhat’la tanıştık. Daha doğrusu o beni buldu. Bir gün telefon etti ve görüşmek istediğini söyledi, yemeğe davet ettim ve bu vesileyle tanışmış olduk. Sonraki süreçte irtibatımız devam etti. Bir gün yine arayıp “Abi benim gazetemde köşe yazısı yazar mısın?” diye sordu. Ben de “yazarım” dedim. Bizim yazarlık macerası böylelikle başlamış oldu.
HAYATA DAİR GERÇEKLER – Seyfettin KARAMIZRAK
HAYATA DAİR GERÇEKLER - Seyfettin KARAMIZRAK
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır...” Tolstoy,
Tolstoy, “Anna Karenina” adlı eserine bu sözle giriş yapmıştır. Anna Karenina’nın konusu kısaca şudur: Evliliğinde mesut olmamış genç bir kadın olan Anna Karenina, genç bir bekârla tanışır ve ona âşık olur. Aşkın en saf hali olduğuna inandığı hayatı tatmak için her şeyi riske atar ve neticede hayatı altüst olur.
Büyük Rus yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy (Leo Tolstoy), 9 Eylül 1828’de Moskova’nın güneyindeki Tula vilayetinin Yasnaya Polyana kasabasında doğdu. 20 Kasım 1910’da Astapovo’da yaşama gözlerini yumdu.
Dickens, Pascal, Platon gibi klasikleri okudu. 1851’de Rus ordusunda Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yaptı. 1855 Kasımında Turgenyev‘le tanıştı. Tolstoy,
Rousseau gibi düşünüyor: “Doğa iyidir, toplum kötüdür” diyordu.
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK – Ruhittin SÖNMEZ
NEMRUT’UN ATEŞİNE ODUN TAŞIMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Büyük peygamberlerden olan Hz. İbrahim, devrinin siyasi otoritesi olan Nemrûd’un baskı ve zulümlerine rağmen inandığı kutsal değerlerden asla taviz vermemiştir. Bu durum, onun ateşe atılmasına sebep olmuştur. Neticede Allah, Hz. İbrahim’i atılmış olduğu bu ateşten kurtarmış ve
kendine en yakın olanlardan kılmıştır.” (Doç. Dr. Enver BAYRAM Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı)
Nemrut, Hz. İbrahim’i kendisi için tehdit olarak gördü. Çünkü Hz. İbrahim Nemrut’un kurduğu sistemi sorguluyordu. Nemrut gücünü göstermek, başkalarını da korkutup, susturmak ve caydırmak için büyük bir ateş hazırlattı ve Hz. İbrahim’i o ateşe attırdı.
Bu kıssadan ilhamla “zalimin zulmüne yardımcı olanlar Nemrut’un ateşine odun taşıyanlara” benzetilir.
Bu kıssada bir de Nemrut’un ateşini söndürmeye çalışan karınca vardır. “Bu devasa ateşi taşıyabildiğin bir damlacık suyla mı söndüreceksin?” diyenlere karıncanın cevabı binlerce yıl ötelerden günümüze kadar gelmiştir:
“Bir damla su ile o ateşin sönmeyeceğini ben de biliyorum. Ama en azından safımız belli olsun istiyorum.”
Tarih boyunca görülmüştür ki, böyle durumlarda toplum üç kesime ayrılır:
Bir tarafta “Nemrut’un ateşine odun taşıyanlar” yani güçlü ama zalim ve kötü olanların kötülüklerine destek olanlar…
Diğer tarafta karınca gibi çabası sonuç almaya yetse de yetmese de zulme ve kötülüklere karşı duruş gösterenler…
Bu iki kesimden daha büyük olan kitle, yani yapılan kötülükleri görmezden gelen, sessiz kalan korkak ve bencil insanlar…
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR – Ruhittin SÖNMEZ
İYİ NİYETLİLER VE APTALLAR - Ruhittin SÖNMEZ
“Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” diye bir söz vardır. Gerçekten yanlış, hatalı ve kötü eylemlerin çoğu iyi niyetlerle yapılır. Yöneticiler bazen meselelere iyi niyetle kolaycı veya sihirli çözümler bulmaya ve uygulamaya çalışırlar.
Oysaki, insanları ilgilendiren sorunlar genellikle çok faktörlü ve karmaşıktır. Böylesi karmaşık konularda bir parametreyi değiştirerek sorunu kökten çözeceğini sananlar aldanırlar.
Bu yüzden Karl Popper “Her karmaşık problemin basit bir çözümü vardır ve o çözüm yanlıştır” demiştir.
Tarih iyi niyetli fakat bilim ve akıl dışı “sihirli formüllerle” çözüm üretmeye çalışan devlet adamlarının fiyasko ile sonuçlanan ve büyük zararlara yol açan hatta toplumlarına felaketler yaşatan uygulamalarıyla doludur.
Birkaç örnek verelim:
Çin’in kurucusu Mao çok iyi niyetle ‘İleriye Dönük Büyük Sıçrama’ programının bir parçası olarak ‘Dört Haşere’ projesini uygulamaya başlar. Projeye göre, tarımsal üretime zarar verdiği düşünülen sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçelerle mücadele başlatılır. Projenin uygulamaya konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor. Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun peşinden
sümüklüböcek salgını baş gösteriyor. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyeceklerdi ama ortada kuş kalmamıştır. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve yaklaşık 30 milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlık tarihe geçti. Fakat Çin Komünist Partisi bu rezaleti
bile başarı olarak pazarlamayı bildi.
R.T. Erdoğan “Nas politikasını” uygulamaya geçtiğinde çok iyi niyetli idi. O’na destek veren vatandaşlarımız da “Faiz sebep enflasyon sonuç” tezine inanıyorlardı. Faizler inecek, kurlar artmayacak, maliyetler ve enflasyon düşecek ve her şey ucuzlayacaktı. İthalat azalacak, ihracat artacaktı. Halkımızın alım gücü ve refahı iyileşecekti.
Her şey tam tersi oldu. Sonunda faizler, enflasyon, kurlar birlikte patladı. Yoksulluk yaygınlaştı, derin yoksulluk arttı. Dünyanın en yüksek enflasyonu olan, ekonomik istikrarsızlık içinde bir ülke haline geldik. İyi niyetin yeterli olmadığını, “rasyonel olmadığını” yaşanan felaketle gördük.
Ama iktidar bunu bile başarı gibi anlatmayı sürdürüyor.
AKP iktidarı boyunca alkollü içkilere olağanüstü vergiler uygulanmakta. Bunu yapan yöneticilerimizin çok “iyi niyetli” olduğundan, toplumumuzda alkollü içki tüketimini azaltmak ve insanlarımızı zararlarından korunmak olduğundan eminim. Ancak yapılan bütün zam ve konulan vergilere rağmen alkol tüketimi azalmıyor. Bunun yerine merdiven altında insan sağlığına çok zararlı metil alkolle yapılmış sahte içki oranı artıyor. Otellere dahi bunlar satılıyor. Sadece
Ankara’da son 3 ayda sahte içki nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 109’u geçti.
Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçerken, “Türkiye parlamenter sistem içinde yaşadığı bütün sınırlamalardan kurtulacağı için hızlı ve etkin kararlar alabilecek” denildi. Böylece “daha etkin ve güçlü bir yönetimle, ekonomiden dış politikaya kadar her alanda müthiş bir başarı kazanacaktık.”
Bu “iyi niyetle” sistemi değiştirdik. Artık “Bir Cumhurbaşkanı seçiyoruz, geride kalan her şeyi Cumhurbaşkanı seçiyor.” Fakat “Dünya lideri” sıfatı yakıştırılan CB yönetiminde, Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildikten sonra bütün parametreler kötüleşti. Türkiye ekonomi, dış politika, eğitim, sağlık gibi her alanda küme düştü. Yoksulluk, mutsuzluk, devletin kurumlarına ve birbirimize güvensizlik arttı.
YENİ SİHİRLİ FORMÜL: “TERÖRSÜZ TÜRKİYE”
Kolay çözüm ve sihirli formül peşindekiler şimdi de 40 yıllık “PKK terörü sorununu” bir kez daha sihirli formülle çözme peşinde.
Örgütün terör yoluyla varmak istediği hedef şuydu: “Doğu ve Güneydoğu bölgesinde kurulacak Kürt federe devletini yönetmek, Türkiye’nin geride kalan kısmını da ‘diğer halklarla’ birlikte yönetmek.”
Şimdi ülkeyi yönetenler PKK taleplerinin önemli bir kısmını kabul ederek “Terörsüz Türkiye” yaratma sihirli formülüne sığındılar.
ANNE OLMAK BİR SANATTIR – Seyfettin KARAMIZRAK
ANNE OLMAK BİR SANATTIR - Seyfettin KARAMIZRAK
“Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Zira onlar size benzeyeceklerdir! Kendinizi terbiye edin.”
Annenin varlığı, eşi ve çocukları üzerindeki etkisi dikkate alındığında, ailede en önemli sorumluluğun annede olduğunu söyleyebiliriz.
Anne, çocuğun ilk ve en önemli öğretmenidir. Hiçbir öğretmenin anne kadar bir çocukla ilgilenmesi mümkün değildir. Annelik duygusu, yaşanan tüm zorlukların yanı sıra,
kadına en mutlu anları yaşatan, eşsiz bir duygudur.
Annelik, dünyanın en yaşanılası, en muhteşem lütuflarından biridir. Aldığı tüm övgüleri, fazlasıyla hak eder. Annelik öylesine benzersiz, öylesine kıymetlidir ki insanın yüreğini hamur gibi yoğurup, kâinatın ritmiyle buluşturan eşsiz bir tecrübedir.
Araştırmacı yazar Hasan Yılman: ‘Bu vatan sahipsiz değildir’ diyor…
Donanma Komutanlığı’nda emekli olan ve pek çok kitap yazan, çeşitli konularla ilgili köşe yazıları bulunan, strateji uzmanı ve araştırmacı yazar Hasan Yılman; "Atatürkçülük ve Türkçülük yüzünden Osmanlı Devleti yıkılmış" diyen bir sosyal medya kullanıcısının paylaşımı üzerine sosyal medya hesabından 'Bu vatan sahipsiz değildir' diyerek Osmanlı'nın neden battığını yazdı.
Yılman yazısında şu ifadelere yer verdi:
"Bunları her kimler söylüyorsa; genlerini araştırsınlar kanlarında mutlaka küresel ve emperyal v.b. bazı yabancı ülke insan ırkları çıkacaktır.
Yüce TÜRK Milletinin Asil evlatları asla ve asla böyle ihanet içerikli söz ve söylemlerde bulunmaz, bulunamaz.
Çünkü İnanç ve imanları ile TÜRK Milliyetçilikleri buna müsaade etmeeeeeeez.
DOSTLUK ÜZERİNE – Fethi GEMUHLUOĞLU
DOSTLUK ÜZERİNE FETHİ GEMUHLUOGLU'nun, 22 Kasım 1975 tarihinde 'Dostluk' üzerine irticâlen yaptığı konuşma.
Kalbimi oymuşlar, oymuşlar da şimallim
Hayâlini, resmini değil
Seni koymuşlar içine;
Onun içindir adınla atışı…
Efendim,
Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, El-Âhirü Allah, Ez-Zâhirü Allah, El Bâtınü Allah. Sâhib’i selâmlarım. Sâhib-i Hakîki’yi selâmlarım. Sağımı, solumu, önümü, ardımı selâmlarım. “Levlâke Sırrının Mazharı”nı selâmlarım. Vâlidesini, Hadîce Vâlidemi, Fâtıma Vâlidemi selâmlarım. Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selâmlarım. Erkân-ı Erbaa’yı: Selmân’ı, Mikdâd’ı, Ammâr’ı, Ebu-Zerr’i selâmlarım. İmâmeyn’i Muhteremeyn’i selâmlarım. Tâife-i ecinnîyi selâmlarım, mü’minlerini ve müslimlerini. Ve sizi selâmlarım.
Peygamber-i Ekber bir hadîs-i nebevîlerinde buyuruyorlar ki, “Önce selâm, sonra kelâm”. Önce sizi selâmlıyorum. Yine Peygamber-i Ekber buyuruyorlar ki bir hadîs-i nebevilerinde, “Önce refîk, sonra tarîk”. Önce yolda yoldaş, sonra yol.
Dostluk üzerine konuşmak gibi, hiç mu’tâdım değil konuşmak. Elli üç yaşındayım. Kırk senedir söz orucu tutuyorum. En az yirmi senedir, yirmi beş senedir yazı orucu tutuyorum. Ne yazarım, ne çizerim. Zaten okur-yazar takımından da değilim. Ama bu sözleri size sanki bir vedâ gibi, sanki son sözlerim gibi… “Hâl sârîdir” buyurulmuştur. Maraz da sârîdir. Dilerim ve umarım ki, benim marazım sârî olmasın ve burada şevk sârî olsun, cezbe sârî olsun ve aşk sârî olsun.
Tabiî, ezelde aşk vardı. “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk”de kâinâtın aşk için halk edildiği meydanda. Onu… Eşrefoğlu diyor ki:
Yoğ idi levh ü kalem, aşk var idi
Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr idi
Âşık u ma’şûk u aşk bir yâr iken
Cebrâil ol arada ağyâr idi
Cebrâil, Cibrîl-i Emîn, Nâmûs-ı Ekber ol arada ağyâr idi, der. Demek ki, kâinât, eflâk aşk üzere, dostluk üzere halkedilmiştir.
HANGİ DEVLETİN AKLI? – Ruhittin SÖNMEZ
HANGİ DEVLETİN AKLI? - Ruhittin SÖNMEZ
PKK ile yürütülen yeni açılımda süreç bütün hızıyla devam ediyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve “PKK’nın siyasi uzantısı” DEM Partisi ile Ana Muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere süreci destekleyenler çok mutlu bir bekleyiş içindeler.
PKK Terör Örgütü kongrelerini yaptıklarını duyurdu. Bugün yarın kongrede aldıkları kararları açıklayacaklar. CB Erdoğan bu gelişmeyi “her an bir MÜJDE alabiliriz” diyerek duyurdu.
Yani iktidar kanadı (AKP+MHP) ile işbirliği içindeki DEM ve projeye dışarıdan destek veren Atatürk’ün partisi CHP bu “müjdeli haberi” beklerken acaba Türk Milleti veya vatandaşlarımız bu konuda ne düşünüyor?
Metropoll Türkiye’nin Nabzı Mart 2025 anketinde “Abdullah Öcalan’la yürütülen yeni süreci destekliyor musunuz? sorusuna yüzde 23,8 EVET derken, yüzde 67.7 HAYIR demiş. Fikrim yok/ Cevap yok diyenlerin oranı ise yüzde 8,5 olmuş.
Demek ki yürütülen bu süreç halkın talebine göre değil, süreci yürütenlerin kendi tercihleri olarak devam ediyor.
Yani projenin sahibi olan DEVLET AKLI projenin yürütücülerini ikna etmiş ama halkı ikna edememiş görünüyor.
ANNELER – Seyfettin KARAMIZRAK
ANNELER - Seyfettin KARAMIZRAK
“Anneleri bir gün değil, her gün anmak dileklerimle….” “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir.”
“Anne; aile, yuva, birlik olma, paylaşma, mutluluk devşirme”anlamlarına gelmektedir. Annenin var olduğu evde zenginlik ve şatafat özlemi çekilmez. Çünkü anne; zenginlik, huzur, dayanışma, hayata tutunma, yaşama sevinci ve mutluluğun ta kendisidir.
Annenin var olmasının huzuru, tadı, konforu ve ayrıcalığı her an hissedilmektedir. Senede bir gün değil, her gün, hatırlayıp bu kıymetin hakkını vermeliyiz. Çünkü annesiz mekânlar ve yürekler haraptır, kuraktır, hüzünlüdür, adeta bir enkazdır.
Annelere karşı hissettiğimiz ilgi, sevgi, ihtimam, saygı ve değer verme gibi güzel duygularımızı, Mayıs ayında “sadece bir gün” hatırlamak,mutluluğumuzu ertelemek, huzurumuzu yeterince tadamamak anlamına gelmez mi?
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA – Ruhittin SÖNMEZ
DEM / PKK MUHABBETİNİN BU KADARI DA FAZLA - Ruhittin SÖNMEZ
Yeni Açılım Süreci’nin mimarı “yeni Bahçeli” ve “yeni MHP” yeni rollerini çok sevmiş olmalılar. Hastalığı devam eden, TBMM Grup toplantısına bile katılamayan ve 100 gündür bir cümle lafını ağzından duyamadığımız Devlet Bahçeli “Sırrı Süreyya Önder’i anma toplantısına” katıldı. “PKK’nın Meclisteki uzantısı” DEM’in milletvekili, teröristbaşına “babam” diyen, Meclis Başkanvekili S.S. Önder’in fotoğrafını büyük bir muhabbetle üç defa sevdi okşadı.
Bu anı görüntüleyen kısa videonun ve resmin çok büyük psikolojik etki yaptığını görüyorum. Ülkücülerin sosyal medya hesabıma düşen paylaşımlarında hayal kırıklığı ve öfke arasında hislerle şiddetli tepkilerini görmekteyim.
Görsellerin etkisinin sözlerden daha fazla olduğunu gösteren bir örnek bu.
Aslında Bahçeli başlattığı “yeni açılım süreci” kapsamında aylardır bir Türk Milliyetçisinin asla kabul edemeyeceği sözler ediyor. MHP yöneticileri Teröristbaşı ile iktidar arasında ulaklık yapan DEM milletvekillerinin “sayın Öcalan” ile başlayan cümlelerini alkışlıyorlar.
Bu ulaklardan S.S. Önder’in cenaze töreninde AKP gibi CHP ve MHP de üst düzeyde temsil edildi. DEM’li Sırrı için AKM’de yapılan törende “Pekeke lideri Sayın Öcalan’ın mesajı” denilerek teröristbaşının mesajı okutuldu. Bir devlet başkanı mesajı gibi alkışladılar. Bu sırada devlet ricali, AKP yöneticileri ve MHP yetkilileri o salonda bulunmakta beis görmediler.
Bahçeli “Sırrı Bey kardeşime Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, cennetiyle, cemaliyle ve merhametiyle mükafatlandırmasını diliyorum. Kederli ailesinin, DEM Parti camiasının, sevenlerinin ve seçmenlerinin, elbette hepimizin başı sağ olsun diyorum" derken Bahçeli’nin DEM muhabbeti açıkça belli oluyordu.
Buna karşılık Bahçeli saldırıya uğrayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e geçmiş olsun mesajında Özel’in ve CHP’nin adını bile anmadı. “Fiziki saldırıya uğrayan bir siyasi kurumun yöneticisi” dedi. Bu mesajlardan Bahçeli’nin DEM’e duyduğu sevgi ve saygıyı CHP’den esirgediği anlaşılıyordu.
Ama ülkücü ve Türk Milliyetçilerini en çok Bahçeli’nin Önder’in resmini severken çekilen kısa videosu ve resmi kızdırdı.
Kimileri, şehitlerin cenazelerine katılmayan, Ozan Arif, Fırat Çakıroğlu, Sinan Ateş gibi kitlelerin sevdiği “Ülkücü” cenazelerine katılmayan, hatta bir başsağlığı bile dilemeyen Bahçeli’nin DEM’li Sırrı’ya muhabbetini eleştiriyor.
Kimi “şehitlerin ruhu incindi” derken bazıları “yarın ÖCALAN ölse biliyorum ki onun da yüzünü sıvazlar, okşarsın…” diyor.
Vatandaş haklı Bahçeli Sırrı ile yapmak istediği “barış halayını” öcalanla çekmek isteyebilir.
KOCAELİ’NİN "WORLDCLASS" DEĞERİ, PROF. DR. TAHİR SERKAN IRMAK – Gürkan UYSAL
KOCAELİ'NİN "WORLDCLASS" DEĞERİ, PROF. DR. TAHİR SERKAN IRMAK - Gürkan UYSAL
Prof.Dr. Tahir Serkan IRMAK aslında tüm Türkiye’nin tanıdığı bir isim. Özellikle deprem dönemlerinde hemen hemen her akşam ulusal kanallarda deprem hakkında yorum yapan uzmanlardan biri. Kendisi gerçekten alanında son derece önemli bir otorite.
Serkan Hoca’yla tanışmamız birkaç yıl öncesine dayanıyor. Dr. Süleyman Pekin’in Aydınlar Ocağı Başkanı olduğu dönemde Süleyman Ağabey’in yönetiminde birlikte görev almamızla başlayan tanışıklığımız, aradan geçen zaman içerisinde dostluğa dönüştü. Süleyman Pekin Ağabey’den Aydınlar Ocağı Başkanlığı görevini devraldığımız zaman, Serkan Hocam da ricamızı kırmayarak yönetimimizde görev almayı kabul etti. Hala Kocaeli Aydınlar Ocağı yönetiminde birlikte görev yapıyoruz.
ZULME, VAHŞETE İTİRAZ EDİYORUM – Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
ZULME, VAHŞETE İTİRAZ EDİYORUM – Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyım, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir parçasıyım. Bir kişinin, bir partinin, bir kurumun devlet sayılmasına itiraz ediyorum. Onlar da benim gibi devletin parçasıdırlar.
İktidarın veya bir partinin, iktidara bağlı şu veya bu kurumun oluşturduğu politikanın devlet politikası olarak adlandırılmasına ve dayatılmasına itiraz ediyorum. O politika, onu oluşturan parti veya kurumun politikasıdır, devlet politikası değildir.
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI – Ruhittin SÖNMEZ
İSLAMCILARIN İNANÇLARIYLA İMTİHANI - Ruhittin SÖNMEZ
R.T. Erdoğan’ın “her ailenin en az üç çocuk yapması” gerektiği tespitini hep doğru buldum.
Ancak, her ailenin en az üç çocuk yapması tavsiye edilmesine rağmen, nüfus artış hızımızın en çok düştüğü bir dönemi yaşıyoruz.
Aslında AKP iktidarının 2002-2014 arası döneminde doğurganlıkta ciddi bir azalma olmadı, belli bir aralıkta dalgalanma yaşandı. 2001 yılında doğum hızı 2,38 iken 2014 yılında ise 2,19 oldu.
(1990’lı yıllarda bu oran yüzde 3’ün üzerinde idi.)
Ne yazık ki, 2014’ten günümüze durum dramatik bir şekilde değişti. Konuyu Karar Gazetesindeki köşe yazısında değerlendiren İbrahim Kahveci’den okuyalım:
“Türkiye’de doğum sayısı ve doğum hızında gerçek büyük kayıp 2014 yılından sonra başlıyor.
Doğum hızı 2014 yılında 2,19’dan 2023 yılında 1,51’e şelale gibi düşüyor.
Doğan bebek sayısı da 2014 yılındaki 1 milyon 351 binden son olarak 2023 yılında 958 bine iniyor.
2014-2023 döneminde doğan bebek sayısında ve doğum hızında hiç artış olmadan kesintisiz bir düşüş yaşanıyor.
2024 yılı doğum verileri açıklandığında doğum sayısı ve doğum hızının düşmeye devam ettiğini göreceğiz.
Peki, ne oldu da 2014 sonrası doğum sayımız ve oranımız çok hızlı düştü?
Cevap çok ama çok basit: Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu ve ülkenin temel ne kadar değerleri varsa çöktü. Gelir dağılımının bozulmasından büyümenin erozyona uğramasına kadar; umutların tükenmesinden mutluğun yok olmasına kadar. Beslenme ve barınma imkanlarının eriyip yeni hanelerin yarısının kiracı durumuna düşmesine kadar.”
“Türkiye’de aileyi, çocuk sahibi olmayı ekonomik buhran yok etmektedir. Erdoğan’ın 10 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi bu yıkıma yetmiştir.
Ülke nüfusunu bile tehdit eden bir yok oluş ile karşı karşıyayız.”
Levent Gültekin’in ifadesini kullanırsak, “İslamcıların İktidarla İmtihanı”nda bir “Şatafatlı Mağlubiyet” konusu da nüfus oldu.