TÜRK OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI – Dr. A. Nazmi ÇORA
TÜRK OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI - Dr. A.Nazmi ÇORA
Türkler tarih içinde süreklilik arz ederek günümüze kadar gelebilmiş tek millettir. Dünya, Türklerin devletsiz olduğu bir yıl değil bir gün bile yazmamıştır. Hatta aynı zamanda 2 – 3 devlet ile kendilerini temsil etmişler, bulundukları dönemlere silinmez izler bırakmışlardır.
Tarih öncesine doğru gittiğimizde ön Türkler olarak kabul edilen ve günümüzde bize her medeniyetin anası olarak sunulan Yunan – Roma medeniyetlerinin aslında kendilerinden çok önce ön Türklerce kurulmuş olan medeniyetlerden istifade ettikleri bilim adamlarınca ciddi kanıtlar sunularak tespit edilmiştir. Bu medeniyetler incelendiğinde kullanılan dil, alfabe, aile ve sosyal yapı, tek tanrılı inanç, savaşçılık karakterleri ile devlet yapılanmalarındaki milletimize özgü davranış kalıpları onların Türk olduğunun kanıt olarak gösterilmektedir.
Ön Türkler deyince özellikle batılı tarihçilerin medeniyetin Türk kökenleri üzerinde durmadığı veya üzerini örtmeye çalıştıkları görülmektedir. Oysa ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın tarihin içindeki Türk izleri kendini göstermektedir. Çünkü Türklerin çıkarıldığı bir tarih kopuk bir tarih olacaktır. Gün geçtikçe ve tarihi kanıtlar teker teker gün yüzüne çıktıkça yadsımasız dünya tarihinin aslında Türk tarihinden ibaret olduğu görülmektedir. Büyük medeniyetler kuran başlıca ön Türk devletleri şunlardır;
Sümerliler, Akadlılar, Hititliler, Likyalılar, Pelasglar, Elamlar, Guzlar, Etrüskler, İskitler (Saka), Mikenliler. ATATÜRK’ün dediği gibi tarihi yazanlar, tarihi yapanlara bağlı kalıp, yaptıklarını günümüze aktardıkça Türk’ün zengin ve güçlü geçmişi bir güneş gibi dünyanın gözünü kamaştıracaktır.
Bunlardan başka yine son 2000 yıl içinde bir çok Türk devleti ve onların geliştirdiği medeniyetler dünyayı etkilemiştir. Türkistan’da Timur devleti, Hunlar, Göktürk devleti, Karahanlılar, Hindistan’da Gazneliler, Babür devleti, İran’da Selçuklu ve Safaviler, Anadolu- ön Asya ve Avrupa’da Osmanlılar, Memluklular, Mısır’daki Kıpçak – Türkiye devleti, Tolunoğlu devleti, Anadolu Selçukluları, Avrupa’da Batı Hun devleti, Peçenekler, Kumanlar ( Kıpçak), Rusya’da Kırım Hanlığı, Altın Ordu devleti ve Hazar devletleri bunların sadece bir kaçıdır.
Peki biz bunca devlet kurmuş, insanlık alemine bir çok medeniyet eseri bırakmış ve diğer milletlere örnek olmuşken neden bütün dünyada bir dost diyebileceğimiz ve bizim sorunlarımızı da paylaşan başka bir ülke yok? Onu bir yere bırakın günümüzde dünya üzerindeki bütün ülkeler Türklere karşı önyargılıdır. Buna dindaşlarımız olan ülkeleri de dahil etmeliyiz. Bu bir ağlayış veya serzeniş değildir, sadece gerçeğin portresidir. Günümüz dünyasında yazımın devamında da izah etmeye çalışacağım gibi en mağdur milleti Türklerdir.
Günümüz dünyasının güçlü ve zengin ülkeleri aynı zamanda kapitalist olarak adlandırılan ülkelerdir. Bu ülkelerin ekonomik temellerinin geçmişi ise sömürgeciliğe dayanır. Bu ülkelerin dış siyaseti incelendiğinde eski sömürgeleri üzerinde hala söz sahibi oldukları ve tasarruf haklarının bulunduğu görülecektir. Dünya üzerinde günümüzde üç çeşit ülke vardır. Sömürülmüş ve hala sömürülmekte olanlar, sömürmüş ve hala sömürmekte olanlar ile sömürmemiş ama sömürülmeye uğraşılanlar. Son grupta olan ülke sayısı kaç tane var bilmiyorum ama Türkiye bunlardan biridir. Türkler onlarca büyük devlet yüzlerce orta ölçekli devlet kurmalarına rağmen hiçbir zaman sömürgeci bir zihniyet sahibi olmamışlar, yönettikleri toplumları dinlerinde, dillerinde ve iç hukuklarında serbest bırakmışlar, hiçbir zaman müdahil olmamışlardır.
Aksine Türkler dinamik sosyal yapıları, paylaşımcı sosyo- ekonomik görüşleri ve tanrı tarafından dünyaya nizam getirmek için görevlendirildiklerine dair olan inanç yapılarını kurmuş oldukları devletlere dolayısı ile medeniyetlere yansıttıklarından hiçbir zaman sömürgeci olmamışlar, hatta sömürgeci toplumlara da düşman olmuşlardır. Buna birkaç örnek vermek gerekirse;
Tarih incelendiğinde Hunların adil ve paylaşımcı, eşitlikçi yapısına özenen Çinli köylülerin onlar ile beraber yaşamak için Çin imparatorunun topraklarından ayrılarak Türklerin yanına göç ettiklerini Çinli tarihçiler yazmışlardır. Yine bir söyleme göre Çin setti kuzeyden gelen Türk akınlarına karşı değil Çin imparatorlarının ağır vergi ve angaryalarından bunalan binlerce Çinli köylünün Türklerin yanına göç etmek için topraklarını terk etmemesi için inşa edilmiştir.
Anadolu’ya gelen Selçuklulara en büyük desteği Bizanslılar tarafından katliama uğratılan Ermeniler vermiştir. İstanbul’un fethi aşamasında Vatikan himayesine girmesi halinde kendilerine yardım edileceği ve Türklerden korunacakları teklifine Bizans patriğinin “ Papanın külahını İstanbul’da görmektense Osmanlının sarığını görmeyi tercih ederim” Sözü çok meşhurdur. Bulgar tarihçilerin görmekten kaçındığı bir başka örnek Osmanlının fetret devrinde yıllarca kardeş savaşı yaşanırken Osmanlı hakimiyetinden önce Bizans tarafından acımasızca sömürülmüş olan Bulgar halkın kendilerine hoşgörü ile yaklaşan ve adil davranan Türklere karşı bir kez bile olsun ayaklanmamış olmalarıdır.
Dünyanın her döneminde olduğu gibi günümüzde de ezilen ve/veya ezildiği söylenen – iddia edilen toplumlar vardır. Bunlar büyük güçlerin kendileri dışındaki dünyayı yönetmek için kullandıkları en büyük kozlardan biridir. Zaten bütün sorunların en çok görüldüğü ve bulunduğu ülkeler genelde eski sömürgeleridir. O ülkeler, sömürgelerinden ayrılırken coğrafyayı ve üstünde yaşayan insanları öyle parçalamış, öyle bölmüştür ki günümüzde o tür devletlerin çoğu hala resmi dil olarak eski sömürgecisinin dilini kullanır. Bizim gibi bağımsızlığına düşkün bir millet için anlaşılamaz ve kabul edilemez olarak görülen bu yaklaşımın en çok görüldüğü coğrafya olarak Afrika kıtası güzel bir örnektir.
Özellikle dünyada sömürgecilik kavramını oluşturan ve vahşi bir şekilde pratiğe dönüştürmüş olan batı Avrupa ülkelerinin yüzyıllar boyunca aşırı bir şekilde sömürdüğü Afrika kıtasında günümüzde sözde bağımsız 56 devlet bulunmaktadır. Bu ülkelerin vatandaşlarının çoğunlukla birbirlerinden ağız farkı ile ayrılan dilleri sömürgeci sistemin bölgecilik siyaseti sonucunda bir çok farklı dile ayrılmıştır. Yukarda da belirttiğim gibi bir çok ülke bu karmaşadan çıkamadığı için kolonisist ülkenin dilini hala resmi dil olarak kullanmaktadır.
Afrika toplumları kendilerinden araç gereççe üstün ve daha iyi organize olmuş olan sömürgeci toplumlara, milletlere karşı, kendi içlerindeki kabile bölünmüşlüğü yüzünden arzu edilen direnişi gösterememiş ne kendilerini o toplumlara karşı koruyabilmişler ne de topraklarını savunabilmişlerdir. Kabile bölünmüşlükleri ve bu yüzden bir araya gelememenin getirdiği çaresizlik zamanla kader olarak kabul görmüş milli haslet, onur, şeref gibi izafi ama bir milletin ayakta kalması için yegane omurgasını oluşturan hislerden feragat etmişlerdir. Bu süreçte çaresizliğin getirdiği pasifist görüşü benimseyen bu toplumlar sömürgecilerini ululaştırmış onlara üstünlük atfederek, onlara korku ile karışık bir saygı duymuşlardır.
İşte bir milletin, bir ulusun bittiği an budur. Topraklarınız işgal edilebilir, hatta sömürgeleştirilebilirde ama eğer ruhlar esir alındı ise, köleleştirildi ise o zaman bir millet için her şey bitmiş demektir.
İbni Haldun’un nazariyesine göre ki bu kesin kabul gören bir görüştür; Devletler ve medeniyetler insana benzer doğar-gelişir-yaşlanır ve ölür. Tarih kitaplarına biraz göz gezdirildiğinde dünyanın devletler ve medeniyetler mezarlığı olduğu görülecektir. Devletler ve medeniyetler ölür ama onu kurmuş olan milletler de yeniden organize olma gücü, teşkilatlanma ruhu varsa o başka bir devletin ve medeniyetin temelini atacaktır. İşte biz Türkler böyle bir milletiz. Efsanevi Simurg kuşu gibi defalarca küllerinden yeniden doğmuş ve tarih sahnesinde bütün ihtişamıyla boy göstermişdir.
Tarihte boyunluya boyun eğdiren, dizliye diz çöktüren, nerede bir haksızlık – zulüm varsa onu kaldırmak için tanrı tarafından yeryüzüne gönderildiğine inanan Türklerin kurdukları devletlerin zaman içinde birbirleri ile savaşması ve özelliklede son 400 yılda Avrupa ülkelerinin sömürgelerinden gelen yoğun değer akışı sayesinde refah seviyelerinin artması ile teknolojik gelişmenin gerisinde kalması sonucunda gerilemeye - yıkılmaya başlamışlardır. Bu süreç düşmanlarımıza bizi tarih sahnesinden silmek için fırsat vermiştir.
Özellikle son 200 yıl Türklere karşı işlenen katliamlar açısından dünyanın yüz karası olmuştur. Türk devletlerinin yıkılması bir kısmının ise iyice zayıflaması ana sermayesini sömürgecilikten edinmiş batılı güçlerin yüzlerce yıl ne Avrupa’nın doğusunda ne de Asya’da haksızlıklarına- zulümlerine geçit vermeyen, onlara bulundukları coğrafyada nefes aldırtmayan ve engel olan Türklerden intikam alma imkanı tanımış oldu. 1700’lerin sonları itibariyle güçlü ülkelerin saldırılarına ve işgallerine maruz kalmaya başladılar. Fakat Türklerin bulunduğu toprakları ele geçirmek hiçbir zaman Afrika kıtasında bir coğrafyayı zaptetmek kadar kolay ve sorunsuz olmamıştır.
Bunun en büyük sebebi Türklerin teşkilatçılık ve savaşçılık yapısı ile aile yapılarının kuvvetliliği olmuştur. Yabancı güçler ele geçirdikleri coğrafyalarda yaşayan Türklere gerek kinlerinden gerek ise tarihi düşman ve ciddi potansiyel tehdit gördüklerinden dolayı onları ya ortadan kaldırmayı ya da göç ettirmeyi en uygun yöntem olarak görmüşlerdir. Dünya tarihi incelendiğinde son 200 yılda yapılan en büyük katliamların Türklere yönelik yapıldığı görülecektir. Geçmişte yapılmış bu kadar katliam – soykırım göz önüne alındığında Türklerin bugüne kadar gelebilmesi bile bir mucizedir.
Önce Moldova’da ve Kırım’da Türk katliamları arkasından 1821 Yunan ve Sırp ayaklanmalarında on binlerce masum sivilin tek bir kişi kalmamacasına katledilmeleri. Rusların Türkmenistan’da gerçekleştirdikleri katliamlar, 1876’da Bulgar ayaklanmasında katledilenlerin akabinde 1878 ( 93 Harbi ) ve 1912-13’teki Balkan savaşı insanlık tarihinin görmüş olduğu dünyanın en trajik ve vahşi katliamlarındandır. Milyonlarca insan katledilmiş, bir o kadarı ise perişan bir halde göç etmek zorunda kalmıştır. Çok trajik diğer bir katliamlar zinciri de 1890 ile 1915 seneleri arasında doğu Anadolu ile Azerbaycan’da Ermeni çetelerince yapılmış yüzbinlerce masum insan son derece korkunç bir şekilde hayatını kaybetmiştir. Aynı süreçte Orta Asya’da Rus işgaline karşı direnen özgürlük savaşçılarına karşı sözde tedbir alan Ruslar yüz binlerce masumu katletmişlerdir. Bundan 2 – 3 sene sonra Anadolu’yu işgal eden düşman orduları eşi yine ancak Türklerin daha önce uğramış olduğu katliamlarla mukayese edilebilecek bir zulümü yerli halka tatbik etmiş, yüz binlerce masum insan çok feci bir şekilde katledilmiştir. II.Dunya savaşı döneminde Stalin Rusya’sı, sayısı bilinememekle beraber yüz binlerce Türk’ü iç bölgelere göç ettirme adına onların ölümüne sebep oldu. Çin’de ise Doğu Türkistan Türklerine yönelik bir katliam furyası yaşanmış Mao’nun işgal politikası yüzünden yine yüz binlerce Türk hayatını kaybetmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise Irak Türklerine ve Kıbrıs Türklerine yönelik bir çok katliam yapılmıştır. Azerbaycan’da 20 Ocak katliamı denilen ve 1991 senesinde Baku’de Azatlık meydanında toplanan binlerce insanın üzerine Rus tankları ve askerleri ateş açmış yüzlerce kişi ölmüş, bir o kadarından da bir daha haber alınamamıştır. Yine 1992 senesinde tipik bir Türk katliamı da bu sefer Karabağ’ı işgal eden Ermenilerce gerçekleştirilmiş, yüzlerce kadın, yaşlı, çocuk öldürülmüştür. Rusya bu süreden birkaç yıl sonra Ermenilerinkine benzer bir vahşetle Çeçenistan’da insanları katletmiştir. Geçen 20. yüzyılın Türklere yönelik son katliamları Bosnalı ve Kosovalı sivilleri vurmuş on binlerce masum hayatını kaybetmiştir. İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılın ilk Türk katliamını da on binlerce kilometre uzaktan gelerek Irak’ı işgal eden ABD gerçekleştirmiş, Türk sınırına 60 km mesafesi olan, halkının tamamını Türklerin oluşturduğu 300 bin nüfuslu Telafer kentini günlerce bombalamış ve yüzlerce belki de binlerce soydaşımızın ölümüne sebep olmuştur.
Günümüzde Türkler dünya üzerinde en çok haksızlığa uğrayan, zulüm gören tek millettir. Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da Çin kaynaklarına göre 20 gayri resmi kaynaklara göre ise 35 milyon Türk yaşamakta ve onlar her tür haklarından mahrum edilmiş birşekilde yaşamakta, talep edenler ise çeşitli işkencelere maruz bırakılmaktadır. İran’da 25 milyon olduğu ifade edilen Türkler kendi dillerinde eğitim hakları olmamakta, devletin Türkler aleyhine takınmış olduğu tavır soydaşlarımızı rahatsız etmektedir. Bunu ifade eden aydınlar ve gençler ceza evlerine atılmakta, işkence görmektedirler. Azerbaycan’da Karabağ kaçkını bir milyondan fazla insanımız zor şartlarda barınmaya çalışmaktadır. Afganistan’ın kuzeyinde yaşayan iki milyon Türk büyük zorluk ve fakirlik içinde bulunmakta olup bölgede bulunan ABD nede Birleşmiş Milletler ülke içindeki her etnik gruba yardım gönderirken Türklere hiçbir yardım ulaştırılmamaktadır. Irak ve Suriye Türkleri büyük bir fakirlik yaşamaktadır. Bulundukları bölgeler tecrit edilmiş olup herhangi bir yatırım yapılmamaktadır. Ayrıca Irak’ta yaşayan soydaşlarımız can ve mal güvenliği olmayıp bu bölgedeki kuzey Irak yönetimi denilen çetevari grupların denetimine bırakılmıştır. Tataristan Rusya Federasyonunun son olarak Abaza devletini tanımasının akabinde kendisinin gerek tarihi gerekse sosyo- kültürel sebeblerden bağımsızlığa daha çok hak sahibi olduğu gerçeği ile bağımsızlık talebinde bulunmuş, bu Rus devletinin tepkisini çekmiştir. Halihazırda bu görüşü savunanlar Rus istihbarat teşkilatı tarafından tehdit edilmekte, gözaltına alınmakta ve onlara – ailelerine karşı insan hakları ihlalleri yapılmaktadır. Yunanistan bir AB üyesi olmasına rağmen hala ülkesinde Türk yaşamadığını iddia etmektedir. Ülkesindeki soydaşlarımızın Lozan anlaşması ile kendilerine tanınmış olan müftü seçme hakkına müdahil olmakta, kendi atamaktadır. Ayrıca Türk yerleşim birimlerine devlet olarak yatırım yapmamakta, Türkleri 3. sınıf vatandaş olarak görmektedir. Yine başka bir AB üyesi olan Bulgaristan ülkesindeki Türklerin kendi dillerinde eğitim almaları ve okullar açmaları hususunda engeller çıkarmaktadır.
Yukarıda saydığım toplulukların çoğu en azından 80 sene önce bulundukları ülkenin yönetici sınıfı ve devlet sahibiydiler. Onların bugün içinde bulundukları ve düşürüldükleri konum çok üzücü bir durumdur. Dünyada eski yönetim sahibi olupta bu konumda olan yegane millet Türklerdir. Bugün ne Cezayir’de böyle bir Fransız, nede Hindistan’da İngiliz, ne Angola’da Portekiz, ne Fas’taİspanyol topluluğuna rastlarsınız.
Peki bunun sebebi yani bulundukları ülkelerde neden Türkler mağdur olmakta ve neden dünya bunları görmemektedir?
Ne yazık ki günümüz dünyasında hangi millet olursa olsun Türklerin sorunlarına gözlerini kapamıştır. Türkleri ilgilendiren hiçbir sorun ne basılı ne de görüntülü medyasında yer almamaktadır. Aynı zamanda siyasi gündemlerinde de bulunmamaktadır. Büyük ülkelerin istihbarat kuruluşları ile bazı akademik ve stratejik araştırma kurumlarının dışında dünyada hangi ülkelerde ne kadar Türk yaşadığı hususu kesinlikle gündeme getirilmemektedir.
Mesela Doğu Türkistan’da 35 milyon soydaşımız çok ciddi hak ihlalleri altında bulunup toprakları Çin işgalinde olması görmemezlikten gelinirken, Avrupa - ABD basın ve medyası halkı sürekli olara kamuoylarını nüfusu 2,8 milyonu bile bulmayan Tibetliler konusunda sürekli bilinçlendirmekte, onlar için yardım kampanyaları ve onlara destek programları düzenlemektedirler. Yine Gazze’nin İsrail tarafından bombalanması bütün dindaş ülkelerin tepkisini çekmişken Türk Telafer’in ABD kuvvetlerince günlerce, haftalarca bombalanması hiçbir Müslüman ülkenin dikkatini çekmemiştir.
Bugün Gazze için yardımlar toplayan, meydanlarda kalabalık mitingler düzenleyen aziz milletimiz ne açlık sınırının altında yaşamaya çalışan Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’deki kardeşleri, soydaşları için ne bir yardım kampanyası, nede Irak’ta, Çin’de, İran’da eziyet ve zulüm gören soydaşları için öyle kalabalık mitingler düzenlemektedir.
Şimdi sormak istiyorum bir Gazzeliyi bir Doğu Türkistanlıdan veya Kerküklüden üstün kılan ne? Arapça konuşmasımı? Yoksa onlara zulüm edenlerin Çinli veya ABD’lilerin değilde sadece İsrail’lilerin mi olması? Peki neden? Milletimiz soysuzlaştı mı? Türkiye Türkleri bu coğrafya’ya nasıl geldi? Akrabalık bizim için gerek töre gerek ise dinimiz için öncelikli bir hukuk değil mi? Oysa dünya üzerindeki Türk toplulukları hem din kardeşimiz, hem de akrabalarımız.
Gazze için para yardımı toplayan insanlarımız şunu idrak etmelidir ki; bugün herhangi petrol zengini bir Arap körfez ülkesi istese Gazze’yi bir senede Hong Kong benzeri bir şehir haline dönüştürebilecek ekonomik yardım tutarını bir seferde verebilir. Fakat gafillik ve cehaletleri onların en büyük düşmanları olmaktadır. Oysa biz Türkler öyle miyiz veya öyle mi olmalıyız? Yazımın yukarıdaki kısmında da belirttiğim gibi köklü devlet geleneğine ve onu destekleyen aile yapısına sahip olan biz Türkler kendimize gelmeliyiz. Şu unutulmamalıdır ki kendi insanı, akrabası fakirlik ve zulüm altındayken başka davalara sahip çıkmak veya sahip çıkmaya çalışmak samimiyetle örtüşmez. Dinin farzlarından biri akrabaya sahip çıkmak, kollamak değil mi?
Eğer yeniden dünyada söz sahibi olmak istiyorsak, güçlü ülkelerin yaptığı gibi ilk önce kendi insanımıza ve milletimize sahip çıkmalıyız. Bu demin belirttiğim gibi dininde gereğidir.
29 Aralık 2018, 04:21
mükemmel