Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

25Ara/160

YESİ’DEN TAŞMAK TUNA’DA AKMAK: DEDEDEN TORUNA FETİH – Prof.Dr. Taner TATAR

YESİ’DEN TAŞMAK TUNA’DA AKMAK: DEDEDEN TORUNA FETİH – Prof.Dr. Taner TATAR

Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla,.                                                                            Mustafa gibi ili gezip yetim ara.                                                                                       Dünyaya tapan soysuzlardan yüzünü çevir.                                                                       Yüz çevirerek derya olup taştım ben işte.                                                                        Hoca Ahmed-i Yesevî

Mazi-hâl-istikbâl sürecinde halde yaşarken bir elimizle maziye bağlanır, diğer elimizle de istikbâle uzanırız. Her bir gün yeni ise de bir önceki günün devamıdır. Sabah, yeni bir günün başlangıcı ise de karanlığın perdesini açan önceki günlerin güneşidir ve ışık geçmişten gelir, ufka doğru seyreder. Dolayısıyla geçmiş ve gelecek birbirinden bağımsız kesitler değil, biri diğeriyle ilişkili süreçtir. Geçmiş “yaşanmış” olması itibariyle değişmezdir. Ancak geçmişe her bir bakış onu yeniden inşa etmek demektir. Geçmişin sürekli inşasını en iyi anlatan kavram gelenektir. Gelenek geçmişten gelen ama geçmişte kalmamış olandır. Yani geçmişin bugünde yaşanıyor olmasıdır.

Gelenek toplumun yaşayan hafızasıdır. Hafıza geçmişle olan bağı kurar ve köklü olmayı sağlar. Bütün yaşanmışlar ve yaşaması için ümit edilen şeyler hafızada tutulur. Bireyin hafızası, onun olgunlaşması, gelişmesi ve sağlıklı bir hayat sürmesi için ne kadar elzem ise toplumsal hafıza da aynı özelliklere binaen gereklidir. Birey birçok şeyi unutur, bazı şeyleri de hatırlar. Bir topluluk da beraber unutup, beraber hatırlamaya başladığında millet olur. Hafıza-ı beşer nisyan ile malul ise millet hatırlama ile bakidir. Geçmişi olmayan birey hasta, geleneğini yaşatamayan millet ise yok olur. Bu sebeple amacımız dedesi Seyyid Battal Gâzi’den bayrağı devralan Sarı Saltık’ın şahsında geçmişi gelenekselleşmiş boyutlarıyla bugüne getiren temel hususları belirlemeye çalışmaktır.

Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Yesi’de doğup da gönlüne Kelâm dolduğunda, yüzyıllar boyunca süren ve bizatihi kendisi destan olduğu için ayrıca destan yazmaya ihtiyaç bırakmayan bir süreç başlamıştır. Garip ve yetimlerin gönüllerini nişangâh yapan bu ‘Kul’lar, dünyevî arzuları ayaklarının altına alıp, dünyaya tapanlara yüz çevirerek derya olup taşmıştır.

Aşktan gayri duranların hem can hem de imanlarının olmadığı; âşıkların ise ölmediği, Türkistan’dan Babadağ’a her dem yeniden doğulduğu bir âlemde Sarı Saltık Babadağ’da mezar olup kalmamıştır. O, toprağı vatana, bedenleri cana kalbeden bir medeniyetin, ölümsüzlük makamını milletinin verdiği, yaşayan gerçek bir kahramanıdır. Bu sebeple amacımız sadece yâd etmek değildir. Maziye bakıp da feryat etmek hiç değildir. Gayemiz maziden hale getirip, Saltık Baba’ya teberrüken, bu demde istikbali şad etmektir. Hoca Ahmed Yesevî’nin (1993: 167) dediği gibi “Dem bu demdir başka demi dem deme; Dünyadan gamsız geçersin gam deme”.

Kutlu Türkistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Rumeli’ye toprakla birlikte canı cana bağlayıp gönülleri de fethedenlerin destanlaşan serencamını dile getirirken, bidayette ve nihayette söz odur ki; Aşk ola!

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.