DİBEK BAŞI SOHBET VE GELENEKLERİ – Abdullah KÖKTÜRK
DİBEK BAŞI SOHBET VE GELENEKLERİ – Abdullah KÖKTÜRK
Kocaeli’mizin hemen hemen her köyünde bir DİBEKTAŞI bulunur. Özellikle KANDIRA’mızın köylerinde dibek taşı olmayan köy yok gibidir.
Bu taş bazen iki insanın ancak kucaklayabileceği büyüklükte olabiliyor.
Bu taşın ortası 15-20 kg buğday alabilecek kadar oyuktur. Genişçe bir TAS gibidir.
Köylülerimiz buğday, arpa, yulaf, çavdar (kapulca) ve keten gibi ürünlerini tarladan toplayıp, harmanda tane ile sap ve samandan ayırdıktan sonra, mutlu bir zaman dilimini yaşarlar.
Bu zamanın adı ise HARMAN SONU’dur.
ANAYASA – KİN – DİN – Zahide UÇAR
ANAYASA-KİN-DİN - Zahide UÇAR (11.06.2022)
Başlığı okuduğunuzda, bu üç alakasız kavram nasıl bir araya geldi diye şaşırabilirsiniz. İnanın ben de şaşkınım. Artık hiçbir olaya şaşırmam, böylesi bir karanlıkta, böylesi bir iklimde her çalının, her taşın altından bir zulüm çıkabilir diyorum. Diyorum da, hala “bu kadar da olmaz” dedirtecek olaylar gelip önümüzde bitiyor.
Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bir öğrenci ile konuştum. Duyduklarımdan adeta beynim yandı.
Fakültenin konferans salonunda;
Hukuk Fakültesi Ombudsmanlık ve Arabuluculuk Topluluğu tarafından 27 Mayıs 2022 tarihinde bir
toplantı düzenlenir. Toplantının konuşmacısı Anayasa Mahkemesi üyesi ve Uyuşmazlık Mahkemesi
Başkanı M. Topal’dır. Topal konuşmasının 10-15 dakikasında Uyuşmazlık Mahkemesi ve Anayasa
Mahkemesinin görev alanını anlatır. Daha sonra, Hukukçulara Öğütler içeren bir kitaptan alıntılarla
hakimlik mesleğinde hakimlerde olması ve olmaması gereken vasıfları anlatır. Buraya kadar her şey
normaldir. Buradan sonraki konuşmalar ise beyninizi yakacak cinsten.
Oda Orkestrası’nda ilk konser heyecanı – Uğur ULUSOY
Oda Orkestrası’nda ilk konser heyecanı - Uğur ULUSOY
- Geçenlerde gelen bir basın bülteni beni oldukça heyecanlandırdı.
Açıkçası benim de yeni haberim oldu.
Meğer Kocaeli Büyükşehir Belediye Konservatuvarı Oda Orkestrası kurulmuş ve ilk konseri için tüm hazırlıkları tamamlamış.
Kocaeli Büyükşehir Belediye Konservatuvarı Oda Orkestrası, klasik müzik severlerle buluşmaya hazır.
2021 yılında kurulan orkestra, ilk konserini 31 Mayıs Salı akşamı verecek.
Kocaeli Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek olan konser, 20.00’de başlayacak.
Ücretsiz konsere tüm vatandaşlar katılabilecek.
OKULLAR KAPANIRKEN – Seyfettin KARAMIZRAK
OKULLAR KAPANIRKEN - Seyfettin KARAMIZRAK
“Çocukların nasihatten çok, iyi örneğe ihtiyaçları vardır.” Joseph Jouberth
“Öğrenmek pahalıdır, ama bilmemek çok daha pahalı.” H. Clausen
Okullar yaz tatiline girmek üzere. Sevgili öğrencilerimiz bir yıllık çalışmalarının karşılığını karne olarak alacaklar. Ardından da yeni “eğitim-öğretim” yılına daha dinç ve istekli hazırlanmak için uzun bir dinlenme tatiline girecekler.
“Karne” sözcüğü, öğrencileri her zaman heyecanlandırmıştır. Gülümseyen öğretmenlerinin ellerinden karnelerini almaya giderken minicik yürekleri daha bir hızlı atmaya başlamaktadır.
Bilindiği üzere çocukların yetişmesinde dört önemli etmen yer almaktadır: “1-Kalıtım, 2-sosyal çevre, 3-okul, 4-aile.” Kalıtım ile getirilen gizil güçlerin, istenilen seviyede gelişmesi, diğer üç etmenin olumlu anlamda çocuğu etkilemesine bağlıdır.
Her şeyin başı niyet ve ihlastır – Fahri SAĞLIK
Her şeyin başı niyet ve ihlastır - Fahri SAĞLIK Emekli Müftü
Niyet ve ihlâs kavramları kişinin hayatına yön veren, dinî değerlerine ayrı bir mana katan, duygu ve düşünce yapısını şekillendiren önemli olgulardandır. İnancımıza göre gönderilen en son ve en kâmil din olan İslam Dini, iman, ibadet ve ahlak ilkeleriyle bir bütün halinde kendisine uyulduğu zaman kişiye dünya ve ahiret mutluluğunu vaat eder. Bu vaadin gerçekleşmesi için en temel kıstas ise niyettir. Yapılan herhangi bir işte ödül veya ceza niyete göre şekillenir. Niyette de işin özü ihlastır. Niyetler ihlâs ve samimiyetlerine göre itibar görürler. İbadetlerin ruhu niyet ise, ihlâs da niyetlerin özüdür.
DEMOKRAT OLMAYA YAHUT AYDIN SORUMLULUĞU TAŞIMAYA ZAMAN AYIRMAK – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
DEMOKRAT OLMAYA YAHUT AYDIN SORUMLULUĞU TAŞIMAYA ZAMAN AYIRMAK - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
Korana salgını çözülmeye başlar başlamaz birkaç senedir yapılamayan etkinlikler yeniden haya geçiyor. Mesela geçtiğimiz ay iftarlar, sanat ve kültür toplantıları, açık havada çay-kahve sohbetleri vs. Çok güzel oldu. Ne kadar da özlemişiz doğrusu.
Mesela Milli İrade Platformu’nun daveti Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşti. Çok geniş bir güvenlik tedbiri alınmıştı. Sokaktaki insan bile “galiba Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gelecek veya geçecek” diye hemen anladı. Salona kadar çok ciddi bir polis kontrolü vardı. Davetiyeler bir de ilgililer tarafından kontrol edildikten sonra ancak içeri girebildik. Salon çok kalabalıktı. Herkes tanıdığının yanına oturuyordu. Ben de toplantıda çok sayıda dostum olduğunu uzaktan fark ettim. Ancak böylesi birlikteliklerde yeni aydınlar, taze görüşler, değişik bir muhit edinmek için hiç tanımadığınız insanların arasında oturmayı Endonezya Büyükelçimiz Haluk Kocaman’ın Jakarta’yı bir ziyaretimizde rezidansında verdiği bir ikramda(1980) öğrenmiştim. Bu defa da öyle yapmak geldi içimden. Haremlik-selamlık olmadığını öğrenince sivil toplum temsilcisi, iş kadını, üst bürokrat olduğunu daha sonra öğrendiğim bir masaya oturdum. Yanıma da Dersaadet Platformu Başkanı Yazar-yayıncı Mehmet Kamil Berse oturdu. Çok şık, marka elbiseleri içinde pahalı kokuları olan hanımlarımızın başarılarını da böylece bu masada öğrendim. Artık kadınlarımız gerçekten sosyal hayatın içinde ve kendi sektörlerinde görevler alıyor, bir kısmı sadakat kültürü içinde örnek atılımlara imza atıyorlardı. Cumhurbaşkanı bazı iç ve dış güçlerin manialar koymasına rağmen ekonomimizin iyiye gittiğini, enflasyonun önümüzdeki aylarda çözüleceğine işaret etti. Toplantı geç saatlere kadar sürdü. 27 Mayıs Askeri Darbesi döneminin(1980) son MTTB Başkanı Vehbi Ecevit ile çıkışta karşılaştık. İşadamı ve Fatih Gençlik Vakfı yöneticilerinden Vehbi Ecevit aracıyla beni mahalleme bırakırken, memleket meseleleri üzerine derin sohbetler yaptık.
12. KOCAELİ KİTAP FUARI’ NIN ARDINDAN – Seyfettin KARAMIZRAK
12. KOCAELİ KİTAP FUARI’ NIN ARDINDAN - Seyfettin KARAMIZRAK
Kocaeli Büyük Belediye Başkanlığı, “kitap fuarı” konusunda; mükemmel organizasyonları, kusursuz hizmetleri ve büyük sayıda katılımcı potansiyeli ile uzun yıllardır kitapseverlerin gönlünde hep taht kurmuştur.
Bu yüzden pandemi döneminde yokluğu ve eksikliği hep hissedildi. Özlenen kitap fuarı nihayet 14-22 Mayıs tarihlerinde bu eksikliği tam hakkıyla giderdi. Kitap dostları şairler, yazarlar, düşünürler konuklara tadına doyulmaz dakikalar yaşattılar.
Özellikle dışarıdaki büyük ekran ve etrafının mükemmelce düzenli olması da bazı izleyicilere banklarda oturarak temiz havada konuşmacıları izleme fırsatı verdi.
Dünyevileşme – Fahri SAĞLIK
Dünyevileşme - Fahri SAĞLIK / Emekli Müftü
Düşüncelerimizi, bakış açılarımızı ve anlayışlarımızı belirleyen büyük ölçüde kavramlar ve tanımlardır. Bir din veya medeniyet kendi kavramları üzerinde inşa edilerek değer bulur. Bununla birlikte kavramlar da canlı organizmalar gibi, zaman içerisinde çeşitli sebeplerle bazen anlam genişlemesi, bazen anlam daralması, bazen de anlam kayması gibi değişim ve dönüşüm geçirirler. Bu yazımda dünyevileşme kavramı üzerinde durmak istiyorum.
Genelde bütün insanlığın, özelde ise Müslümanların en büyük sorunlarından biri belki de en başta geleni ebedi olan ahiret hayatını unutarak fani olan dünya hayatına aşırı meyletme ve her şeyin sadece bu dünyadan ibaret olduğunu sanma anlayışıdır. İşte biz buna dünyevileşme diyoruz.
48 yıl önce; sanki dün gibi… / Mustafa Küpçü
48 yıl önce; sanki dün gibi… / Mustafa Küpçü
Gazetemiz KOCAELİ bugün 48. Yaşını kutluyor.
Bir yerel gazete için hiç de azımsanacak bir geçmiş değil.
Dünden bugüne bu gazeteye emek verenleri saygıyla anıyorum.
1975 yılıydı.
İzmit Belediyesi Büyük Yatırımlar Dairesi’nde göreve başlamıştım. Yeni Yerleşmeler Projesi’ni hayata geçirmeye çalışıyorduk. Kocaeli Gazetesi’ne haber ilettiğim bir gün rahmetli Dündar Çiğit; “Mustafa, sen bu işin yüksek öğrenimini gördün. Biz Günaydın’la birleşiyoruz. Ofset bir gazete çıkaracağız. Gel, Genel Yayın Yönetmenliğini sen üstlen” dedi.
Biz Kandıralı’yı dinleyerek büyümüş bir nesiliz… / Murat MERİÇ
Biz Kandıralı’yı dinleyerek büyümüş bir nesiliz… / Murat MERİÇ mmeric@gazeteduvar.com.tr
Kandıralı'nın son dönemine denk gelmiş olmak, onu doyasıya dinleyememek ya da çocuk aklımla gereken değeri verememek şanssızlığım belki ama onu tanımış olmak, plaklarını ve kasetlerini zamanında almak, bunu gölgede bırakıyor. Ölümünün ardından bazıları “artık tanınacak” mealinde yorumlar yaptı ama içinde bulunduğum nesil ve öncesi için Mustafa Kandıralı, dev isimlerden biri.
30 Aralık Çarşamba 2020 Saat: 00:01
Pandemi yüzünden evlere kapanmışken, milletçe evde geçireceğimiz ilk yılbaşına hazırlanırken art arda gelen haberler canımızı sıkmaya başladı. Memleket ahvali bir yana, sevdiğimiz insanları kaybediyoruz. 2020, giderayak, memleket müziğinin dev isimlerinden birini, Mustafa Kandıralı’yı aldı. Oysa plaklarını, bu yılbaşı gecesi pikabımda döndürmek üzere ayırmıştım. Çünkü, yılbaşı gecesi Mustafa Kandıralı’yı dinlemek, bir gelenek.
Adı önümüze düştüğünde akla bayram sabahlarının ya da yılbaşı gecelerinin gelmesi doğal. TRT’nin tek televizyon olduğu günlerde “Mustafa Kandıralı ve arkadaşlarından” dinlediğimiz oyun havaları, o günleri güzelleştiren hadise. Buradaki “arkadaşları” ifadesinin altını çizmek elzem çünkü dün kaybettiğimiz Mustafa Kandıralı, her şeyden önce bir fasıl müzisyeniydi. Geleneği sürdüren, tek başına ilerlemeyen, solistlikten öte eşlikçiliğiyle ön plana çıkan ve kendini öyle zamanlarda mutlu hisseden bir gerçek müzisyenden söz ediyorum. Müzik, onun hayatıydı. Klarnetiyle bütünleşmesi bundan.
İçimden Kandıra geçer – İsmail SARICA
İçimden Kandıra geçer - İsmail SARICA
İki bin yirmi ikinin Nisan ayı ortalarında Ankara’dayız. Bu yıl ağır bir kış yaşamış olsak da, Ankara’da bile bahar canlılığı başlamışken Kandıra’da ortalığı sarmış olmalı. O ilişkinlik, aidiyet de denilen ilişkinlik var ya, yüreğe dokunmalar olur; içimden Çerçili köyüm, köylerim Kandıra geçer. İlkokuldayken, böyle Nisan ortaları Belenköy Köyü’nden Çerçili’ye dönerken Beylerbeyi’nin üstlerine, Sardalı’ya doğru, gün gün, ağaç ağaç ormanın yeşerdiğini, meşelerin güverdiğini, gözlerdik. Çoklukla gürgen ağaçlı olan bu yöreden Hatıplar Köyü'ne, Malca’ya doğru her gün biraz daha artan yeşillik içimizi sevinçle doldururdu.
İsmail Sarıca’nın yeni kitabı “Memleket Yazıları”nda Kandıra’nın feryadı – M.Tanzer ÜNAL
İsmail Sarıca’nın yeni kitabı “Memleket Yazıları”nda Kandıra’nın feryadı - M.Tanzer ÜNAL
- İsmail Sarıca’nın gazetemizdeki ilk yazısı 31 Mart 1978 tarihinde yayınlanmış.
Yani tam 35 yıl önce…
O tarihte Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’nda “uzman” olarak görev yapıyordu.
Sonra “daire başkanı” ve “genel müdür” oldu…
Emekli olduktan sonra da geldi, doğup büyüdüğü Kandıra’ya yerleşti.
İsmail Bey, durur mu?
Emekli oldum deyip köşesinde oturur mu?
Emeklilik O’na yakışır mı?
İçi kıpır kıpır…
Çalışacak…
Hizmet üretecek…
Çevresine yararlı olacak…
Hayatında hiç oturmamış…
Yan gelip yatmamış…
Koşmaya devam…
MESELE ÜMİT ÖZDAĞ’IN ŞAHSI DEĞİL – Ruhittin SÖNMEZ
MESELE ÜMİT ÖZDAĞ’IN ŞAHSI DEĞİL - Ruhittin SÖNMEZ
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’a çok ağır hakaretler etmesi ve akabinde yaşananlar hakkında çok şeyler söylendi.
Mesele günlük siyasi polemikten ibaret olsa bu konuda yazmak istemezdim. Ümit Özdağ’ın Soylu’ya verdiği tepkiye ve “göç mühendisliğine” dair fikirlerine kamuoyunda desteğin arttığı kesin. Ancak bunun oy oranlarını nasıl etkileyeceği şimdilik çok öncelikli bir konu olmaktan uzak. Çünkü Zafer Partisinin seçime katılıp katılamayacağı bile henüz belli değil. Halen anketlerde Zafer Partisi ve Özdağ görünmüyor.
ANNELERİN KIYMETİ – Seyfettin KARAMIZRAK
ANNELERİN KIYMETİ - Seyfettin KARAMIZRAK
“Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim:
Annemdir.”
Anne aile, yuva, birlik olma, paylaşma, mutluluk devşirme demektir. Annenin var olduğu evde zenginlik, şatafat o kadar önemli değildir. Çünkü anne; zenginlik, huzur, dayanışma, hayata tutunma, yaşama sevinci demektir.
O, var olmanın şifresidir. Dünya kurulduğundan bu yana her sorunun, her engelin çözücüsü, dikenli tarlaların goncası, susuz çöllerin vahası, beceriksiz ellerin mahareti, başarılı
erkeklerin mimarı, başarısız erkelerin kamuflajı olmuştur.
Tarlada ırgat, evde hizmetçi, fabrikada işçi, onca çocukların bakıcısı, dadısı, bekçisi, aşçısı, terapisti, öğretmeni “hatta babası” olmuştur.
O yüzden toplumda en çok ihtimam gösterilmesi gereken kadındır. Muhataplarının O’na hitap ederken “kırmamak ve üzmemek adına” çok dikkatli ve titiz davranması gerekir.
Çünkü kıymetlidir, çünkü hassas ve narindir. Sözlerin, zarafetsiz ve uluorta söyleniş biçimi O’nu derinden yaralayabilir. O’nun ruhu has ipeklerden daha şeffaf, en nadide tüllerden daha müstesnadır. Söylenen sözcüklerin bile filtre edilmeden O’na sarf edilmesi haksızlıktır, kabalıktır.
Kadın her şeyin en iyisine, en güzeline, en seçilmişine layıktır. Böyle düşünmek, bir kadın için kesinlikle ayrıcalık değil, ihmal edilmemesi gereken bir vazifedir, vicdanlar için borçtur.
Bazen de anne demek; hüzün, çile, keder, meşakkat, heder olma, kendini feda etmenin adıdır. İtilip kakılmanın, hakaretin, aşağılanmanın, değersizleştirilmenin, küçük
düşürülmenin, özgürlüğünün ipotek altına alınmasının, şiddetin, bazen de canını vermenin adıdır anne olmak.
Kadınlarımız hak ettikleri ilgi ve ihtimamı doya doya yaşadığı, gözlerinin içi gülerek mutluluğa doyduğu gün, bu toplumun bayramı olacaktır. Bu da O’nu yeterince anlamaktan,
anlayabilmekten ibarettir sanırım. Çünkü O eşsiz bir kıymet ve bir hazinedir.
Kadın, erkekler için de bir aksesuar değildir. Eğlenilecek eşya, iş gördürülecek makine veya çocuk üreticisi hiç değildir. O’nu böyle görmek, bir maharet, erkeklik semeresi, güç
gösterisi olamaz. Böyle bir hak veya ayrıcalık, hiç kimseye, hiçbir güç tarafından verilmiş değildir. Verilmesi de mümkün olamaz.
O, toplumun ve erkeğin; tamamlayıcısı, ekmeği, suyu, evi, canı, cananı, en sevgilisi, gözünün nuru, kalbinin sevinç kaynağı, yaşama sevinci, dostu, sırdaşı, biricik arkadaşı, ömrü,
evinin direği, başının tacı, tesellisi, en kıymetlisidir.
Kızı, kardeşi, eşi, anası ve var oluş sebebidir.
O’nsuz bir hayat düşünülemez. Olsa bile bu hayat yaşanamaz. Çünkü hayat O’nunla anlamlıdır. Maddi yer küresinin değer kazanması, kıymetli olması da kadın sayesindedir.
Metafizik boyutumuzun içinde de O vardır. Ruhumuzun huzur bulması, sevinçlerimiz, mutluluğumuz, değer yargılarımız vb. hep kadının bize verdiği manevi kıymet sayesindedir.
Çocuklarına daha güzel bir dünya kurma adına hayatını feda etmenin adıdır anne.
Temizliğe gitmek, gündelikli en zor koşullarda çalışmak, sokaklardan çöp toplamak da annenin yaşam biçimidir bazen. Çünkü o yemez yedirir, giymez giydirir. Kendine zaruri
ihtiyaçlarını almaz, evladı rencide olmasın diye en kalitelisini ona almaya çalışır. Okusun “adam olsun” diye çalıştırmaz, hırpalatmaz, yormaz, kendine yardım dahi ettirmez.
Anne alın teriyle, onurluca, dürüst ve helalden kazanıyorsa, çalıştığı işin utanılacak hiçbir yönü yoktur, olamaz da. Hatta bu özveriden gurur duyulmalıdır.
Her makam ve meslek sahibi, annesi sayesinde bir yerlere gelmiştir. Anne, milleti oluşturan her ferdin mihenk taşıdır. Yeri geldiğinde işçidir, askerdir, polistir, hemşiredir,
doktordur, mühendistir, öğretmendir, Kaymakamdır, Validir, genel müdürdür, vekildir, bakandır başbakandır.
Bütün bunların hem öğretmeni, hem annesidir. Yani anne “millet” demektir, vatan demektir, bayrak demektir, namus demektir, haysiyet ve şeref demektir. Bu yüzdendir
kıymeti, bu yüzdendir ayağının altının öpülmeye layık görülmesi.
Öyleyse bir ülkenin felakete gitmesinin, ya da yükselmesinin sebebi annedir. Çünkü anne geleceği inşa edecek olan biricik çocuklarımızın yetiştiricisi, hayata hazırlayıcısı ve
mimarıdır.
Cennet O’nun sayesinde çok yakınımızda, ayaklarının altındadır. Bu ayakları laikiyle öpebilenlere ne mutlu. Dualarında, başarılarımız, sağlığımız, mutluluğumuz, huzurumuz, kurtuluşumuz vardır. Bunları idrak eden kalplere, gönlüne yerleştirmiş yüreklere ne kadar gıpta edilse azdır…
Annenin gönlünü, rızasını kazananların, duasını alanların sırtı yere gelmez. İşleri kolay, kazancı helal, bol ve bereketli, yüzü güleç, hayatı dertsiz belasız, kazasız olur. Ömrü huzurlu ve mutlu geçer.
Vakarlı, özverili, merhamet timsali, sevgi çağlayanı, ömrümüzde açan eşsiz çiçeklerimiz. Nefesimiz, suyumuz, ömrümüzün anlamları, yüreklerimizin huzuru,
hanelerimizin mutluluk kaynağı, ecemiz, gündüzümüz ve gecemiz.
Her gününüz mutlu, sağlıklı ve esen geçsin… İyi ki varsınız… Bizler bir hiçtik sizler olmasaydınız…
Kadınlarımız, pırlantalarımız…Kızımız, eşimiz, anamız, bacımız…O’nlar bizim baş tacımız…
Hep var olun, sevgiyle kalın…
RAMAZAN BAYRAMI – Ümran ÜNLÜ
RAMAZAN BAYRAMI - Ümran ÜNLÜ
İslamiyetin ana kuralları dediğimiz 32 farz…
32 Farzın 5 i islamın şartıdır.İslamın 5 şartı nedir?
Kelime i şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak… Bu üçünü inancımıza göre müslümanım diyen herkes yerine getirmek zorundadır. Geriye kalan ikisi zenginler için emredilmiştir. Malının kırkta birine yoksullara vereceksin ki bunun adı zekattır. Zaten o zaman yoksulluk diye bir şey olmayacak… Son olarak hiç kimseye borcun yoksa, aileni geçindirmenin dışında fazla paran varsa hacca gitmektir.
Kimse bilemez.
Ben masumum diyemeyiz hiçbirimiz. Bu hepimizin ayıbı, hepimizin dünyaya ve insanlığa boynunun borcu.
Kadınlarımız -kızlarımız-çocuklarımız tecavüze uğruyor, otobüslerde genç kızlarımız taciz ediliyor, gençlerimiz ölüyor, durup dururken bir gece yatağından kaldırılıp insanlarımız tutuklanıyor, bir sabah işine gittiğinde insanlar ne olduğunu anlamadan işlerinden atıldığını öğreniyor…
ŞÜKÜR, SORUNLARI GÖRMEZDEN GELMEK DEĞİLDİR – Ruhittin SÖNMEZ
ŞÜKÜR, SORUNLARI GÖRMEZDEN GELMEK DEĞİLDİR - Ruhittin SÖNMEZ
Bana göre şükür mutlu olmanın anahtarıdır. Çünkü biliyoruz ki insanoğlunun arzu, heves, ihtirasları ve bunlara bağlı olarak ihtiyaçları sınırsızdır. Ancak imkanlar sınırlı olduğu için, mutlu olmak elde edebildiklerine şükretmekle mümkün olabiliyor.
Şükür, “iyiliği bilip yaymak, iyiliği anıp sahibini övmek, iyiliğe karşı söz ve davranışlarla minnettarlık göstermek gibi anlamlara gelir.” Özellikle iyiliğin gerçek sahibi olan Tanrının bize verdiği nimetlerden, iyiliklerden dolayı O’nu övmek, O’na minnet duygusu içinde olmaktır.
Hamd ise, Allah'ı yaptığı her işi en iyi şekilde yaptığı için övmek ve minnet duymaktır. Dolayısıyla hamd sadece Allah'a mahsus olur, nimet verse de vermese de O’na hamd ederiz.
Şükür ise bir nimetin, bir iyiliğin karşılığında edilir. Nimetin size ulaşmasına aracılık edene teşekkür eder, nimetin gerçek sahibine yani Allah’a da şükrederiz.
“Belaya şükredilmez, hamd edilir” dersem şükür ile hamd arasındaki farkı daha iyi anlatmış olabilirim sanıyorum.
Kur’an-ı Kerim’de “Rabbinizin rızkından yiyiniz ve O’na şükrediniz” ve benzeri ifadelerin olduğu ayetler var. Allah’ın yarattığı hava, su, gıdalar vd rızıklar için hamd ve şükretmemiz gerekir.
Ancak rızkımızı kazandığımız işi bize veren, bize dar günümüzde yardım ederek sıkıntımızı gideren insanlara da şükredebiliriz.
“Allah O’ndan razı olsun” dediğimiz kişilere duyduğumuz duygu şükürdür.
İyi günümüzde, kötü günümüzde yanımızda olanlara karşı “iyi ki varlar” diye düşünmemiz şükürdür. “Müşteri velinimetimdir” diyen esnafın bu ifadesi de bir şükürdür.
“İyi ki böyle patronum var” diyen çalışanların, “iyi ki böyle çalışanlarım var” diyen patronun sözleri de şükürdür.
Demek ki, insanlara şükrediyorsak bir nimete, bir iyiliğe aracı oldukları içindir. Kendimize kötülük edenlere veya diğerlerinden daha az kötülük edenlere şükretmeyiz.
BAYRAMLAR – Seyfettin KARAMIZRAK
BAYRAMLAR - Seyfettin KARAMIZRAK
“Bаyrаmlаr, milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olmа şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.”
Teknolojinin baş döndüren yenilikleri, insanoğlunu şaşırtmaya devam ederken, aynı zamanda O’na büyük kolaylıklar da sunmaktadır.
Cep telefonu, internet, televizyon ve yazılı basın araçları, uzaydaki gelişmeler, tedavi yöntemlerinin iyileştirilmesi, yiyecek ve içeceklerde, üretimdeki bulgular vb. hayatımıza anlamlı ve pozitif değişiklikler getirmiştir.
Ancak, sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim götürüleri olmuştur: Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü, radyasyon, gıdalardaki hormonsal ve ilaç tehlikeleri, atıklar, katkılar, vb. gibi.
Bayram ne ola? – Banu GÜRER
Bayram ne ola? - Banu GÜRER
Ramazan Bayramı’na kavuşmak üzereyiz…
Sanki “bayram da ne ola ki” diyenlere:
“Can bula cananını,
Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını,
Bayram o bayram ola
Hüzn-ü keder def ola
Dilde hicâb ref ola
Cümle günah aff ola
Bayram o bayram ola…” demiş Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi…
Nam-ı diğer Alvarlı Efe…
Ne güzel söylemiş…
Öyle ki önce sevgiden başlamış…
Sanki:
Canı can eden, canı canlandıran canana kavuşanın yaşadığı sevgi ile hem kendine hem de çevresine bayramı getireceğini vurgulamış…
Sevginin bayramı temsil eden en önemli duygulardan biri olduğunu ifade etmiş…
Sevginin olmadığı yere ne bayramın geleceğini ne de öyle bir yerde bayramın yaşatılabileceğini belirtmiş…
Bu sene bayramın tadı yok – Uğur ULUSOY
Bu sene bayramın tadı yok - Uğur ULUSOY
2 seneyi aşkındır pandemi yüzünden perişan olduk.
Bayramları bayram gibi yaşayamadık.
Ne sevdiklerimizin yüzünü gördük, ne büyüklerimizin gönlünü alabildik.
O güzelim bayram sofralarına hasret kaldık.
Birkaç gün sonra bayram.
Ama bu salgının ekonomiye, sosyal yaşantımıza etkilerini en yüksek derecede hissettiğimiz bir bayram yaşayacağımız kesin.
Bir kutu ucuz çikolatanın 80 liradan satıldığı, yarım kilo sıvı yağın 30 lira, hatta bir adet tişörtün 60 liradan başlayıp 500 liradan satıldığı, bir eşofmanın 150 liradan başlayıp 800 lira bandında satıldığı günümüzde bu bayramın tadı nasıl olacak açıkçası ben bilemedim.
Sadaka-i Fıtır (Fitre) ne demektir, hükmü nedir?- Fahri SAĞLIK
Sadaka-i fıtır ne demektir, hükmü nedir? Fahri SAĞLIK
Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan Bayramına yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka, artıcı olma ve üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın nisap miktarı para veya mala ( 80.18 gram altın değeri ) sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan mali bir ibadettir. Sadaka-i fıtır, insan fıtratındaki yardımlaşma ve dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle sadaka-i fıtr’a, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar.