Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

ahsen okyar
22Şub/200

İzmit üzerine aydınlık düşünceler… / Hakan YAĞCIOĞLU

İzmit üzerine aydınlık düşünceler… / Hakan YAĞCIOĞLU

avatar

Başlık, Adnan Filiz ağabeyimin yıllarca köşesinde kullandığı köşe başlığıydı… Ondan izinsiz burada bu yazımın başlığı olarak kullanıyorum ve biliyorum ki bana kızmaz…

HHH

Bu kentte doğup büyümüşüz. 30 yıl pis havasını, 24 yıl da temiz havasını soludum, soluyorum. Ekmeğini, Eskişehir unundan yeni çıktı fırından sloganlarıyla simidini hem sattım hem de yedim. Dünya meşhuru pişmaniyesini afiyetle mideye indirirken, buz gibi dünya güzeli suyunu içtim. Pekala bu kente borcumu ödedim mi?.. Kesinlikle hayır… Hatta kenti satan bile engelleyemedim. Kentte kazanan eski İzmitliler, tası tarağı toplayıp, İstanbul başta olmak üzere Avrupa kentlerine, hatta Amerika’ya göç etti ve bir daha kentini arayıp, sormaz oldu… Bir garip kenttir Kocaeli ve merkezi İzmit ilçesi… tabii ki Kocaelispor… 1966 İzmit doğumlu biri olarak, Çukurbağ gibi dünyanın merkez antik yerleşiminde doğdum. Mahalleme aşığım, mahallem için ne yaptınız derseniz, sadece ve sadece adını duyurma gayreti içinde oldum, bir de terk etmedim…

21Şub/200

BÜYÜK DAVALAR VE KÜÇÜK MESELELERİ DERT EDİNMEK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBÜYÜK DAVALAR VE KÜÇÜK MESELELERİ DERT EDİNMEK – Ruhittin SÖNMEZ

Tarihte iz bırakmış, kitlelerin gönlünde yer etmiş, uzun yıllar saygı ve sevgi ile anılan büyük insanların hep bir davaları, bir dertleri oldu.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bütün peygamberlerin, ülkelerinin bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş liderlerin dertleri vardı.

Sadece bunların değil, çevresinde suç işlemeye yönelmiş kişilerin ıslahını, mahallesinde fakir ve aç insanları doyurmayı veya yoksul ailelerin çocuklarının eğitimini kendisine dert edinmiş yüksek ahlaklı kişilerin de vicdanlarda bıraktığı izler derindir.

Kendisini Türkiye’nin yeşil alanlarının çoğalıp gelişmesine adayan “Toprak Dede” Hayrettin Karaca’nın da, cüzzamla savaşa adayan Prof. Dr. Türkan Saylan’ın da, Türk Dünyasına gönül köprüleri kurmaya çalışan Prof. Dr. Turan Yazgan’ın da bir derdi vardı.

Önceki yazımda anlattığım İlahiyatçı Osman Egin “Kur’an’dan sapmalarımızı din görevlilerinin ve dindarların bir derdi olmamasına” bağlıyor.

Kendisi de Diyanet mensubu bir din görevlisi olan Osman Hoca özeleştiri yapıyor: “Karşıdan bize yani dini anlatanlara bakanlar bizim dertli olmadığımızı, zevk u safa içinde olduğumuzu görüyorlar. Sohbet bittikten sonra nerelere gittiğimizi görüyorlar. O zaman kitle ile bağlantımız kopmuş oluyor.”

Osman Egin TV programında o kadar güzel şeyler söyledi ki, O’nun sözlerini temel alarak aşağıdaki meseleleri de yazmadan edemedim.

18Şub/200

BÜTÜN HOCALAR BÖYLE OLSA… / Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBÜTÜN HOCALAR BÖYLE OLSA… / Ruhittin SÖNMEZ

Bazen çorak bir arazide, hiç ummadığınız bir anda, göz alıcı bir çiçek görüverirseniz ve içiniz tatlı bir sevinçle dolar ya.

Ben de “saçının bir teli göründü diye Müslüman kadınları Cehenneme gönderen, Kur’an kursuna bir tuğla koyanı da Cennette köşkle müjdeleyen” din adamlarının arasında İslam’ın özünü / ruhunu anlatan bir hoca/bilim adamı gördüğümde böyle oluyorum. (Belki ismimin “dinin ruhu” anlamına gelmesinin de bir tesiri vardır.)

“Allah’ın bize gönderdiği din ile bizim yaşadığımız din arasında yüzde bir bile bağlantı yok! / Allah Resulünün bize anlattığı, yaşadığı ve bize teklif ettiği din ile bizim yaşadığımız din arasında yüzde bir bile bağlantı yok!”

Bu acı hakikati söyleyebilen Hoca’nın Diyanet mensupları tarafından “dinden sapmışlardan” sayılacağından endişe edebilirsiniz. Fakat bu sözlerin sahibi de Diyanet camiasından. Osman Egin DİB’na bağlı bir eğitim merkezinin (HAGEM) müdürü. Bu ve aşağıda not aldığım sözleri ifade ettiği yer ise Habertürk’te Veyis Ateş’in sunduğu “Büyük Sorular” programı.

Osman Egin’i ilk defa dinledim. İslami bilimlere vakıf olduğu hemen anlaşılan ve meselelerin özünü akıcı, zarif ve naif bir üslupla anlatabilen bir hoca.

Canlı yayında tamamını izleyemediğim için, youtube’dan tamamını yeniden izledim. Ve “keşke bütün hocalar böyle olsa” dedim.

Osman Egin özeleştiriden hiç sakınmayan biri. Diyanetin müftü ve hocalarını da dahil ederek, özellikle “dini anlatarak maişetini temin edenlerin” ve “dindarların” sorumluluğunu vurguladı.

“Din adamlarının ve dindarların dini temsil etme noktasında ciddi problemleri var.”

“Oysaki Hazreti Peygamber dini tebliğ ederken eyleminin sesi söyleminden çok çıktı. Bizim söylemlerimiz var, boğazımızdan aşağı geçmeyen.”

“Diyanet mensupları kendileri model insan olabilmeli.”

“Biz İslam’ı yaşamadığımız gibi, söylemlerimize bile yansıtamıyoruz” dedi.

16Şub/200

İKTİDARLAR VE MEDYA – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s
İKTİDARLAR VE MEDYA - Ruhittin SÖNMEZ

“Trump- medya savaşının zayiatı: Gerçek ve güven” başlıklı bir makale okudum. Makale Trump’ın başkanlık kampanyasının başlangıcından beri medyaya karşı başlattığı açık savaşın son durumunu değerlendiriyordu.

Trump’ın hedef aldığı kuruluşlar arasında The New York Times, The Washington Post ve CNN gibi ABD’nin köklü medya kuruluşları vardı. Trump bu medyada çıkan haberleri, “sahte, iğrenç haberler”  ve bu haberleri yazan gazetecileri ise “korkunç insanlar” olarak nitelendiriyordu.

Buna karşılık mesela Washington Post gazetesi Trump'ın 558 günlük görev süresi boyunca 4 bin 229 yanlış bilgi verdiğini ve bunun günde 7,6 iddiaya tekabül ettiğini öne sürdü.

Trump basın kuruluşlarını "yalan haber" yapmak ve “demokrasiye zarar vermekle” suçlamasına devam etti. Fakat bugüne kadar karşısına aldığı basının yanlış haberler yapıldığına dair tek bir delil sunamadı.

Trump'ın, gazetecileri "Amerikan halkının düşmanları" olarak hedef göstermesine karşı başını Boston Globe’un çektiği 350 gazete, ‘Halk düşmanı değiliz’ sloganıyla kampanya başlattı.

Trump  basın toplantısı için muhalif gazeteleri dışlayarak kendisine yakın gazetecileri çağırdı. Bu davete ABD’de hiçbir gazeteci katılmadı.

ABD’de bağımsız medya ve devlet içindeki mekanizmalar çok güçlü. Trump bütün sıra dışı ve devlet geleneklerine aykırı davranışlarının karşısında bu kurumların sessiz direnişi ile karşılaşıyor.

Trump ile medya arasındaki çatışmanın tarafları yıprattığı aşikâr. Donald Trump taraftarlarının medyaya güveni azalırken, Trump’ın yalanlarına dair haberlerin yer aldığı medyanın takipçileri de ABD Başkanına iyice güvenmez oldu.

Bu durumu ifade eden cümle ilginç: Truth (Gerçek) ve Trump Arasında Kaybolup Giden Trust (Güven).

Bizde durum aynı mı?

Güvenin kaybolup gitmesi yönünden benzerlik var. Fakat bizde bağımsız medya ve kurumlar güçlü değil.

Türkiye’de gerçek haber ve bilgi verebilen medya o kadar az ki. Toplumsal vicdanda ne medyaya,  ne de Cumhurbaşkanına güven kalmadı.

İktidar, hala bağımsız veya muhalif kalabilen birkaç medya şirketini de kontrol altına alsa, güven daha da azalacak. Bunu görmemek için kör olmak lazım.

14Şub/200

Çocuklarınıza “KEŞKE” dedirtmeyin… / Doğan CÜCELOĞLU

dogan_cuceloglu_ndan_okunasi_bir_yazi_butun_anne_ve_babalar_mutlaka_okusun_h6883_a4958Çocuklarınıza “KEŞKE” dedirtmeyin… / Doğan CÜCELOĞLU
Akatlar’da yürüyordum; kadın beni tanıdı ve selamlaştıktan sonra, sorusunu sordu: “Oğlum dersleri tamamen bıraktı; ne söylesem hiç fayda etmiyor. Ya arkadaşlarıyla buluşuyor, ya telefonda mesajlaşıyor ya da bilgisayarın başında oyun oynuyor. Ne yapacağımı şaşırdım, Hocam ne yapalım?”
“Sohbet ediyor musunuz?”
“Valla, konuşuyorum, ama hiçbir faydası yok.”
“Kaç yaşında?”
“On yedi yaşında.”
“Mesela ne diyorsunuz?”
“Sınavların yaklaştığını söylüyorum; derslerine çalışması gerektiğini söylüyorum; böyle giderse sınıfta kalacağını, arkadaşlarından geri kalacağını, ilerde çok pişman olacağını, ama o zamanda duyulan pişmanlığın işe yaramayacağını anlatıyorum.”
“Siz konuşup, nasihat ediyorsunuz.”
“Evet.”
“Ama, onunla sohbet etmiyorsunuz.”
“Valla bilmem; biz bildiğimiz kadarıyla elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz, konuşuyoruz, anlatıyoruz.”
“Doğru, bildiğiniz kadarıyla elinizden gelenin en iyisini yapıyorsunuz. Ama konuşmak, nasihat etmek, sohbet etmek değildir. Siz sohbet etmesini bilmiyorsunuz.”
Kadın haklı olarak “neden bahsediyorsunuz,” diyen bir yüz ifadesiyle bana baktı.
İçim burkuldu. Anne acı çekiyordu ve çocuğuna yardım etmek istiyordu, ama kendini çaresiz hissediyordu.

Öğrencileri ve anababaları birlikte çağırdım. Danışmalığını yaptığım okulun küçük tiyatro salonunda buluştuk, öğrencilerle birlikte anababalar da oturdu.
Ufacık sahneye çıktım, bir sandalye attım oturdum, yanı başıma bir boş sandalye koydum.
“Buradaki öğrencilerden kim benimle sohbet etmek istiyor?” diye sordum. Kalkan ellerden birini gelişigüzel seçtim. Selim adıyla anacağım bir öğrenci yanımdaki sandalyeye geldi oturdu.
“Adın ne?”
“Selim.”
“Kaç yaşındasın?”
“On iki.”
“Bugün ayın kaçı?”
“24 Aralık 2008.” (Gerçek tarihtir; bu uygulamayı o gün yaptım.)
“Selim, gözünü kapa, beni iyi dinle. Gözünü açtığın zaman aradan yirmi yıl geçmiş olacak. 24 Aralık 2028 tarihinde gözünü açmış olacaksın. Tamam mı?”
Anladığını belirtmek için başını salladı.
“Lütfen gözünü aç.”
Selim, gözünü açtı.
“Bugünün tarihini söyler misin?”
“24 Aralık 2028.”
“Kaç yaşındasın?”
“Otuz iki.”
“Ne iş yapıyorsun?”
“İç mimarlık.”
Göz ucuyla anneye babaya bakıyorum; yüzlerinde hayret belirten hafif bir tebessümü var. Belli ki, onlar da Selim’in söylediklerini benimle birlikte ilk defa duyuyorlar.
“Nerede çalışıyorsun?”
“New York, Manhattan’da.”
Anne, babanın yüzünde saklayamadıkları büyük bir şaşkınlık ifadesi.
“Evli misin?”
“Hayır.”
“Arkadaşlarından evlenenler oldu mu?”
“Kızların hepsi evlendi.”
Gülüşmeler..
“Çalıştığın yere beni götürür müsün?”
“Ofisim, Manhattan’da 86 katlı bir binanın 42. Katında.”
Gülüşmeler devam ederken hayalen o binaya yürüdük, asansöre bindik, 42. Katta indik.
“Burası ‘home office,’” dedi.
İçeri girdikten sonra açıkladı:
“Dubleks daire: aşağıda salon ve mutfak var. Yukarda yatak odası ve ofis odam.”
“Selim, salonda neler var?”
“Salonda masa var, koltuklar var, sandalyeler var; komodin var, sehpalar var.”
“Duvarlarda ne var?”
“Resimler var, fotoğraflar. Ailemin fotoğrafı da var.”
“Ailenin fotoğrafına bakınca neler görüyorsun? Beraber bakabilir miyiz?”
“Annem ar, babam var. Ailece çektirdiğimiz bir fotoğraf. Abim var, ablam var, ben varım.”
“En küçük sen misin?”
“Evet.”
“Selim, bu fotğrafa baktığında, içinde ‘keşke!” duygusu beliriyor mu? İçindeki herhangi bir ‘keşke’nin sesini duyuyor musun?”
Hiç beklemeden “Evet,” dedi.
“Haydi, anlat bize,” dedim.
“Ben, babamla birlikte futbol maçına gitmeyi çok istedim. Bir de hafta sonları onunla top oynamak, kırlara gitmek istedim. Güreşmek istedim. Ama babam çok yoğundu; çalışmak zorundaydı, olmadı, zaman bulamadı. Ne yapalım, böyle oldu.”
Baba’ya baktım; gözlerinin yaşını tutmaya çalışıyor, ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.
Selim’e teşekkür ettim. Ve sordum:
“Selim, bu konuşmamızda, sana büyüklük tasladığımı, sana nasihat etmeye çalıştığımı hissettin mi?”
“Hayır!”
“Olanla ilgili olarak mı konuştuk, olması gereken üzerine mi?”
“Olanla ilgili olarak konuştuk.”
“Selim, seninle yeniden böyle sohbet etmek istesem, benimle konuşmak ister misin? Konuşmamızdan zevk aldın mı?”
“Yeniden konuşmak isterim; sohbetimizden zevk aldım.”
***
Sohbet özel türden bir konuşma, kendine özgü özellikleri olan bir söyleşidir.
Sohbet içinde olan iki insan o an için güç, onur ve değer yönünden eşittir ve olanı paylaşırlar; olması gereken üzerinde konuşmazlar.
Korku kültürünün olduğu yerde sohbete izin verilmez.
Türkiye’nin aydınlık geleceğinde anababaların çocuklarıyla sohbet içinde olmasını diliyorum.

Kategori: Makale, Mesaj Yorum yok
13Şub/200

BAŞKALDIRI GÜNLÜĞÜ – Süleyman PEKİN

BAŞKALDIRI GÜNLÜĞÜ – Süleyman PEKİN (Eylül, 1996 – Seymen)

kelimeler kaleme başkaldırıyor..

saldırıyor ünlemler cümle bileklere..

ineklere şapka çıkarıyor hazreti tabiat..

biat ediyor sonra ateşe ve suya..

çıldırasıya doğuyor gün gökdelen dağların arasından..

sârâsından akvaryumlar da payını alıyor..

zil çalıyor son dersine yürü yavrum..

yum gözlerini ki bu en tatlı düştür..

ama kelimeler de güpegündüz öldürülmüştür..

11Şub/200

TOPLUM AHLAKSIZSA – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTOPLUM AHLAKSIZSA – Ruhittin SÖNMEZ

Uzmanlar Türkiye’de yaşanan depremlerde kayıp ve hasarların temel sebebinin yönetmeliklere aykırı olarak yapılan binalar olduğunu anlatırlar.

Bu öldüren binaların yapılmasında cehaletin payı var. Ama daha da fazla olarak ahlaksızlık, aşırı kazanma hırsı ve rüşvet, iltimas gibi toplumun çürümüşlüğünü yansıtan unsurlar etkili oluyor.

1999 depreminden sonra yüksek tahsilli mülk sahiplerinin bile ağır ve orta hasarlı binalarının hasar raporunu torpil ve rüşvetle hafif hasarlıya çevirttiklerini gördük. Hasarlı binalarını (sıva ve boya yaptırıp) öğrencilere, fakirlere kiralayan vicdansızları duyduk.

Deprem sonrası güçlendirme yapılan binalarda sağlıklı iyileştirmeler yapıldığına kimse inanmıyorlar.

Çünkü ne yapan teknik kişilerin, ne de yaptıran mülk sahiplerinin ahlakına güvenmiyorlar. İyi bir denetim mekanizması da olmadığı için böyle bir güvensizliği anlayabiliyoruz.

7Şub/200

AK’ÇA MI-HAKÇA MI ? BÜTÜN MESELE BU… / Dr. Noyan UMRUK

AK’ÇA MI-HAKÇA MI ? BÜTÜN MESELE BU… / Dr. Noyan UMRUK

Analar için genetik, içgüdüsel bir duygudur hakça paylaşım... Allah vergisi... Keşke bu işi analara bırakabilsek

Gelelim gerçeklere…

Şu AK’ça paylaşım nasıl oluyor… Bir bakalım hele…

Gelir dağılımında adaleti ölçmek için kullanılan araçlardan en önemlisi Gini katsayısı. Gini katsayısı bir ülkede yaratılan ekonomik değerin nüfusa ne derece adil paylaştırıldığını ölçmek için kullanılan bir ekonomik gösterge…

Sıfır ile bir arasında değişen katsayı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımı eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımı eşitsizliği söz konusu.

Dünyada yapılan gelir dağılımı araştırmaları Gini katsayısının gelişmiş ülkelerde, özellikle K.Avrupa’da (İngiltere, İsveç, Norveç gibi) 0.25-30’larda seyrettiği, en iyi durumdaki Almanya’da 0.28 olduğu, az gelişmiş ülkelerde ise uçurumun büyüklüğüne göre  0.50’leri aştığını gösteriyor. Bu açıdan Türkiye’nin durumu 0.402- 0, 404 düzeylerinde...

Görülüyor ki; gelir dağılımında adaleti ifade eden %25 Gini oranından çok uzaklardayız...Nitekim İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı da (OECD),  son raporunda tüm dünyada üye ülkeler arasında zengin ve fakir arasındaki uçurumun giderek arttığı, üye ülkelerin çoğunda son 30 yılın en büyük gelir dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı vurgulanırken, gelir dağılımı eşitsizliği hesaplamalarında kullandığı Gini parametrelerine göre 21 ülke içinde gelir eşitsizliğinde Meksika zirvede yer alıyor; Türkiye ikinci, ABD üçüncü, Yunanistan ise dördüncü sırada.

6Şub/200

EDEBİYAT DÜNYASINDA KADIN OLMAK – Fazlı KÖKSAL

Edirne'nin __gal Alt_ndaki D_nemleri - Edirne Tarihi_files

EDEBİYAT DÜNYASINDA KADIN OLMAK – Fazlı KÖKSAL

Nihal Yeğinobalı önemli bir çevirmenimizdir. 1940’lı yıllarda henüz yirmi yaşında “Genç Kızlar” isimli bir roman yazar.

5Şub/200

HALÛK LEVENT Mİ, ACUN ILICALI MI? – Süleyman PEKİN

HALÛK LEVENT Mİ, ACUN ILICALI MI? – Süleyman PEKİN

Bu da nerden çıktı veya niye bir tercihte bulunalım ki diyebilirsiniz. Ben de zaten kendime sormuştum.

Rahmetli Barış MançoCumhurbaşkanını halk seçerse ben de adayım” demişti ve fakat erken bir kalp kriziyle hayata veda ettiği için temennisinin gerçekleştiği o zemini görememişti.

Gene diyeceksiniz ki 2023’e çok var, bunların yeri mi; hem şehitlerimiz var. Zaten mevzunun özü de bu. NATO Konsepti gereği katılmak durumunda kaldığımız Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın parçalanması kararlarından son derece olumsuz etkilendik. En azından Suriye’de yolu hataen yarıladıktan sonra Rusya ekseni ile denge oluşturarak işi soğutmaya çabaladık. İdlip’te bizim 12, Rusların 10 Gözlem Noktasıyla Rejim’le Muhalefeti stabil hale getirmeyi başarmış idik.

1Şub/200

DEPREM KADER DEĞİLDİR, KADERCİLİKTİR – Süleyman PEKİN

DEPREM KADER DEĞİLDİR, KADERCİLİKTİR – Süleyman PEKİN

Kemalettin Kamu’nun “Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde” şiirindeki gibidir depremle münasebetimiz. En azından benim için öyle; ‘Deprem benim içimde.’

99 Depremi’nde İzmit Körfezi’nin güney sahilindeki Fay Hattına komşu bir binadan çıktık. Binamızın dahil olduğu site 5 kattan 10 apartmanlı ve 20 ikiz bloklu; malzemesi kaliteli, yeni ve sağlam olmasına karşın ağır hasar aldı. En iyi durumdaki bina bile yarım metreye yakın dibe batmıştı. 7 nokta 4’ü görmüş binaların birinden amcamın kalan eşyalarını çıkarırken 5 nokta 8’lik artçı oldu ve amcamızı enkazdan çıkarmak durumunda kaldık.

17 Ağustos Salı sabahı hava aydınlandığında önce manzaranın şokunu yaşadık akabinde sandviç şeklinde yıkılan ve enkazın değişik yerlerinde cesetler öylece durduğu halde demir bloklarla eşyalar arasına sıkışmış ve inleyen yaralılara yardıma koyulduk. Neyle; elle yada molozlardan bulduğumuz ilkel âletlerle. Bir kriko bulaydık arama - kurtarma timleri gelesiye kadar ne kadar insana faydamız olurdu diye hâlâ hayıflanırım.

Yazının başındaki ‘kamu’yu depremden sonraki 4-5 günde göremedik. Başiskele ile Seymen arasındaki yol güzergâhındaki trafik ve güvenlik eli sopalı mahalle gençlerince sağlandı: En orta şerit sadece ambulanslara tahsisli, onlara yol vermeyen araçların camlarına acınmayacak; orta şeridin iki yanındaki geliş ve gidiş şeridindeki araçlardan âcil ihtiyaç maddeleri / malzemeleri alınacağından kontrollü geçiş yapılacak, durup dinlemeyenlerin camlarına acınmayacak.

31Oca/200

ÖRFE DAYALI AYETLER, RİBA VE FAİZ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sÖRFE DAYALI AYETLER, RİBA VE FAİZ – Ruhittin SÖNMEZ

Günümüzde bir ayet hükmünün uygulanmaması gerektiğini söyleyen bir siyasetçi veya bilim adamı çıksa, kâfir ilan edilmekten kurtulamaz.

Öyle ya, mademki Yüce Yaratıcımız Kur’an’da emredici bir cümle ile bir buyruk vermişse biz Müslümanlara düşen o emri uygulamaktan ibarettir.

Fakat kaynaklarda gerek Hz. Peygamber döneminde ve gerekse ilk halifelerin farklı uygulamaların olduğu görülüyor.

“Kâbe yanındaki Hz. İbrahim’in ayak izi olarak bilinen yer ile ilgili ‘Makam-ı İbrahim’i namazgâh edinin’ (Bakara,125) ayeti nazil olmuştur. Kur’an’da emir sigasıyla verilen bu buyruğun Hz. Peygamber tarafından uygulanmaması ve hac farizaları arasına dâhil edilmemesi dikkatle düşünülmelidir.” (Prof. Dr. Mehmet Azimli)

Kur’an-ı Kerim’de, Müslüman erkeklerin Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmesine izin verilmişti. (Maide, 6)

Fakat Hz. Ömer Müslüman erkeklerin Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmesini yasakladı.

Taha Akyol bu uygulamayı “Tıpkı modern çağda Medeni Kanun’la ve Ceza Kanunu ile evlenme yaşlarının belirlenmesi ve çok eşliliğin yasaklanması gibi bir “devlet tasarrufu”ydu bu” diye değerlendiriyor ve şu bilgileri de veriyor:

“İkinci Meşrutiyet döneminde bu konular çok tartışılmış, o zamanki açık fikirli İslamcılar devletin yasama yetkisini savunmuşlardı.

Darülfünun’da fıkıh profesörü olan Mansuri-zade Sait Bey sosyal ihtiyaçları esas alarak ve aynı zamanda fıkıhla birlikte modern hukuktan gerekçeler getirerek “devletin yasama yetkisini” savunanların o devirde öncüsüdür.

Hatta o dönemde “örfe dayalı ayetler”in, örfte meydana gelen değişmeleri dikkate alarak yorumlanacağı bile yazılmış, çizilmişti.”

“Hz. Ömer, yine ‘şartlar değişti’ gerekçesiyle ganimet ayetini de uygulamadı.

Hz. Ömer’in gerekçesinin başka bir ayet ya da hadis değil, ‘değişen şartlar’ gibi tamamen ‘dünyevi’ bir olgu olmasına özellikle dikkat etmek gerekir.”

Günümüzde ise bırakın ayetlerde emir kipiyle bildirilen buyrukların yorumlanmasını, bir kısmının uydurma olduğu açık olan hadisler üzerine bile yorum yapanları ve “değişen şartlar” gibi gerekçe sunanları kâfir ilan ettiği bir atmosferde yaşıyoruz.

28Oca/200

BİR YIL LALE EKMEZSENİZ NELER OLUR? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBİR YIL LALE EKMEZSENİZ NELER OLUR? – Ruhittin SÖNMEZ

Elazığ’da yaşanan 6,8 büyüklüğündeki depremden sonra yer bilimleri alanındaki uzman bilim adamlarını yeniden hatırladık.

Prof. Dr. Naci Görür ve Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’un aylar öncesinden TV programlarında, Doğu Anadolu Fayı’nın deprem olan kısmını ismen belirterek uyarıda bulundukları anlaşıldı.

“Kendisi de Elazığlı olan Prof. Naci Görür, daha önce Elazığ için projeler hazırladıklarını ancak TÜBİTAK ve DPT tarafından reddedildiğini” üzüntüyle açıkladı.

Habertürk canlı yayınında, Jeoloji Profesörü Prof. Dr. Cem Yaltırak, muhtemel İstanbul depremine hazırlık bakımından tavsiyelerini belirtirken, “Bir projemiz var Gelibolu Yarımadası fayı üzerinde. Eften püften bir nedenden kabul edilmedi” dedi.

Cem Yaltırak'ın "Bu projenin maliyeti ne kadar?" şeklindeki soruya verdiği cevap, vicdanı olanlar için, çok ürpertici idi:

“İstanbul'a bir yıl lale ekmezseniz bütün yer bilimleri projelerini finanse edersiniz."

23Oca/200

"Diderot Etkisi” – Doç.Dr. Süleyman ÇOŞKUNER

 süleyman coşkuner

"Diderot Etkisi” – Doç.Dr. Süleyman ÇOŞKUNER

Fransa’nın 18. YY yazarlarından olan aydınlanma filozofu Denis Diderot, büyük bir borç batağına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider.

Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’ya nazik bir teklif sunar: Diderot’nun kütüphanesini satın alır ve kendisine tekrar hediye eder. Bu kütüphanede çalışması için de Diderot’ya 25 yıllık maaşını peşin öder.

Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.

Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder. Ve her ne olursa işte bundan sonra olur.

Filozof sabahlığını giyinir. Çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbirine uyuşmadığını düşünür.

Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal çalışma masasını değiştirmek üzere çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur.

Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki paraya da kendisine de layık bir halı alır.

22Oca/200

“GÖNÜLLÜ KERİZLİK” ÜZERİNE – Süleyman PEKİN

“GÖNÜLLÜ KERİZLİK” ÜZERİNE – Süleyman PEKİN

Aralık 2007’de Sendika Genel Merkez Seçimlerinde adaylık konuşmasında beyan ettiğimiz ve akabinde Türk Eğitim Sen (Yıl:4, Sayı:44, sh. 14) ve Âhenk Dergisi (Yıl:10, Sayı: 25, sh. 26) mevkuteleri ile Kocaeli Aydınlar Ocağı sitesinde (Aralık 2007) yayınlanan, yeni bir zihniyet inşası adına kaleme aldığımız yazıyı onca yıl sonra paylaşmak isterim:

Bütün renkler aynı hızla kirleniyormuş, birinciliği beyaza vermişler.” İnsanı insan yapan değerler manzumesinin tepetaklak edildiği ve tersine çevrildiği bir çağdayız.

Çocuklarımız sınıfta inek muamelesi görmemek için ders çalıştığını gizlemek zorunda kalabiliyor. Askere giden gençlerimiz nöbetten yırttım, içtimadan yırttım replikleriyle “kerizolmadıklarını ispatlamaya çalışıyorlar. İşçimiz 15 dakikalık çay molasını nasıl yarım saate çıkardığıyla, memurumuz nasıl izin üstüne izin aldığıyla övünebiliyor.

Doğruluğun, dürüstlüğün, erdemin borsa veya döviz karşılığının olmadığı anlaşıldığında; zoraki kürtaja tâbi tutuldular. Ve birden namusluluk namussuzluk, namussuzluk da namuslulukmuş gibi algılanır oldu. Delilik suyundan içmek zorunda kalan akıllı gibi..

21Oca/200

Kandıralı yürüyorsa; Bu ciddi bir uyarıdır..! – İsmet ÇİĞİT

safe_imageKandıralı yürüyorsa; Bu ciddi bir uyarıdır..! – İsmet ÇİĞİT

Hepimiz biliriz…

Kandıralı uysaldır…

“Dur” dersin durur, “Kalk” dersin kalkar…

Bugüne kadar ilimizde pekçok ilçenin insanı, pekçok farklı konuda eylem yapmıştır da, Kandıralı hep evinde oturmuştur.

“Çöplük” lafı çıktığında, Gebzeliler, Dilovası halkı otobüslere binip Büyükşehir Belediyesi’nin kapısına dayanmışlardı da Belediye zabıtaları ne yapacaklarını şaşırmışlardı.

Suadiyeli kamyoncular, bölgedeki bir fabrikanın taşıma işi kendi kooperatiflerinden alınıp, başkasına verilecek diye Valiliği günlerce uykusuz bırakmıştı…

Çok örnekler verebilirim: eylemcidir, özgürlüğüne düşkündür Kocaeli Halkı.

Ama Kandıra hariç…

Kandıralı’ya söz verirler: “Sana hastane yapacağız” derler…

Aradan yıllar geçer, hastane yapılmaz ama, ses çıkmaz…

Kandıralı’ya söz verirler:”Sen turizm bölgesisin. Duble yol 2 yılda bitecek” derler.

Aradan 3 yıl geçer, duble yolun bir metresi bile yapılmaz.

Ama ses çıkmaz….

Kandıra’ya Kentsel Dönüşüm sözü verilir.

Sonra unutulur, sesleri çıkmaz…

Tarım arazileri yağmalanır.

Biraz belirlenen kamulaştırma bedellerine mırın kırın eder, yine ses çıkarmaz…

İstanbul’a götürülecek su için döşenecek borular yüzünden tarım toprakları alınır.

Gölet, baraj yapacağız diye Kandıralı evinden, yurdundan atılır.

Yine ses çıkmaz….

21Oca/200

TİYATRO SİYASETİ VE SİYASETİN TİYATROSU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTİYATRO SİYASETİ VE SİYASETİN TİYATROSU – Ruhittin SÖNMEZ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşiyle birlikte bir tiyatro izlediler. İzlenen oyun halen tutuklu olan Selahattin Demirtaş'ın yazdığı 'Devran' adlı kitabından sahneye uyarlanmıştı. Bu olay ve üç önemli siyasetçinin eşlerinin verdiği resim çok tartışıldı.

Olayı hukuki açıdan değerlendirdiğinizde bir sıkıntı görünmüyor.

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş halen tutuklu olsa da kesinleşmiş cezası olmayan bir siyasetçi. Bu siyasetçinin partisi HDP halen TBMM’de grubu bulunan, devletten para yardımı alan, çok sayıda belediye başkanı olan bir parti.

Demirtaş bu partinin eşbaşkanı iken Cumhurbaşkanı adayı olmuş, seçimlere girmesinde sakınca bulunmamıştı.

Yine bu partinin önemli adamlarından Ahmet Türk hükümlü olarak hapiste iken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin talebi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın affı ile hapisten çıkarıldı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerine girmesine izin verildi ve HDP’den Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Daha sonra bu belediye ve başkaları kayyuma devredildi.

Ancak halen Ahmet Türk ve diğer belediye başkanları serbestçe siyaset yapmaya devam ediyor.

Hukuken sıkıntı olmasa da, “tiyatro izleme olayının” sıradan bir kültür faaliyeti kapsamında olmadığı ve verilen fotoğrafın siyasi mesaj içerdiği açık.

İşte bu aşamada tartışmaya katılan bütün siyasetçiler, birer tiyatro yazarı veya oyuncusu gibi davranıyorlar.

20Oca/200

KANDIRA’NIN ÇİLESİ BİTMEYECEK Mİ? – Mustafa KÜPÇÜ

mustafa kupcuKANDIRA’NIN ÇİLESİ BİTMEYECEK Mİ? – Mustafa KÜPÇÜ

Kandıra, annemin doğup büyüdüğü, çocukluk yıllarımın “mutlu kasabası” idi.

Toprağı bereketli, insanları çalışkan ve üretkendi. Keten, mısır ve ayçiçeği başta olmak üzere birçok ürün yetişirdi. Rahmetli anneannemin “keten tokaçlaması” hala gözlerinde ve belleğimde canlanır. O’nun “düzen” dediği tezgahta ürettiği keten bezinden çarşaflar, iç çamaşırları ile bir ömür yaşadık.

Kandıra’nın “manda sütü” karışımlı yoğurdu, peyniri tüm ülkede bir “marka” idi. Hindi denince akla “Kandıra Hindisi” gelirdi.

Türk sinemasının bir klasiği olan “BEYAZ MENDİL” Kandıra’da çekilmişti. Rahmetli Ömer Evin, bu filmde Fikret Hakan’ın yakın arkadaşı rolündeki başarısıyla anılır.

Kandıra’lıların “Yaşama keyfi” vardı. Özellikle yaz akşamları mahalle aralarında kurulan sofralar klarnet sesleriyle süslenirdi. “Kısır Geceleri” ile komşular bir araya gelirdi. Düğünlerin vazgeçilmesi “HEYAMOLA” alaylarını unutmak mümkün mü?

14Oca/200

Namaz Kılanı Sevmek – Av. Hicran GÖZE

10905-ea60ad98db0a271d9ce74c77ce5d2e2f

Namaz Kılanı Sevmek – Av. Hicran GÖZE

Ç…./…./1960 “Bulunmuş Defterden CUMA DÜŞÜNCELERİ” sh. 26, 27 Ergun Göze

DOĞDUĞUM kasabanın soğukları meşhurdur. Karı da fırtınası da. Yine öyle soğuk günleri yaşıyoruz. Kış günlerinde insanlar birbirlerine daha yakın ve sokulgan oluyorlar. Evler bile birbirine dayanmış, sığınmış gibiler. Aklıma eski kışlar geldi, çocukluğumun kışları… Kar üstünde yalınayak dilenen ihtiyar kadınlar. Sâdece ekmek isterlerdi. Ve kuru ekmeklere bile teşekkür ederlerdi. Yollar buzdan aynaya dönerdi. Bu buzdan aynalar üzerindeki çıplak ayaklar yürürken sanki ciğerime basardı. Çocuk mantığımla bu acıyı, bu hali izah edemez, üzüntümü içime iterdim.

9Oca/200

Sağlığımız ve Aşılar – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN

h i kahramanSağlığımız ve Aşılar – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN Bakterıyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

Son yıllarda aşılarla ilgili zıt fikirlerle çok karşılaşmaktayız.Aşıların faydalı olmayıp bazı kronik hastalıkların sebebi olduğuna kadar giden iddialar bunlardandır. Bu sebeple koruyucu çocuk aşılarını bile reddeden insanların olduğunu basın-yayın kuruluşlarının haberlerinden okumaktayız.

Günümüzde her bilginin kolayca yayılabilme özelliği sebebiyle doğru veya yanlış olduğuna bakılmaksızın kontrolsüz bir bilgilenme ile karşı karşıyayız. Temel bilgilerdeki yetersizlik durumunda, bu bilgilerin yanlış yorumlanması sebebiyle, bazı insanlar yanlış davranışlar gösterebilmektedir. İşte aşı konusu da bunlardan biridir.

Aşıların bulunması ve uygulanması tıp tarihinde devrim özelliği taşıyan bir gelişmedir. Aşılanmanın getirdiği bağışıklık, özellikle bulaşıcı bazı enfeksiyon hastalıklarına karşı, halk sağlığı alanında çok önemli ileri imkanlar sağlamıştır. Aşılar, çiçek, çocuk felci, kızamık gibi çok bulaşıcı olduğu için salgınları ile korkutucu olan, ölüm ve sakatlıklar bırakan; kuduz, tetanoz gibi dehşetli ızdırapları ve acılar içinde ölümlere sebep olan hastalıklarla mücadele ve korunmada önemli imkanlar sağlanmıştır. İnsanlar için tehlikeli, tıp adamları ve tüm sağlık hizmeti çalışanları için korkutucu olan bu ve diğer bazı hastalıklar aşılar sayesinde günümüzde sorun olmaktan çıkmıştır.