SAHİBİNİ UTANDIRACAK SÖZLER – Ruhittin SÖNMEZ
SAHİBİNİ UTANDIRACAK SÖZLER - Ruhittin SÖNMEZ
Böylesine büyük bir deprem felaketinde, Devlet adamlarına düşen ilk görev acımızı paylaşmaktır.
On binlerce masum insanımızın ölümünde, yaralananların acısında, ekonomik kayıplarda kendi hissesine düşen sorumluluğun farkında olmaktır.
Sorumluluğunun izini taşıyan, utanma ve nedametin hissedildiği bir beden dili ve de mahcup bir üslup ile halka seslenmektir.
Oysaki yüzündeki ifadeden üzüntü değil, sadece nefret ve öfke hissi okunan zatın konuşmasının içinde kullandığı kavramlara bakar mısınız?
“Kanı bozuklar, kalite ve karakter yoksunları, akbaba, alçak, mikrop, enkaz üstünde tepinen utanmazlar, işbirlikçi sefiller, izansızlar, menfaatperestler, haşaratlar, aymazlar, asalaklar, siyasi yağmacılar, fırsat düşkünü alçaklar, yalancılar…”
Tamam, vatandaşlar olarak seçtiğimiz zatlardan “çapulcu, sürtük, ayyaş” vb kavramları çok duymuştuk.
Ama bu derin acı atmosferinde böyle kavramların akla gelmesini bile anlamakta güçlük çekiyorum.
Bilinçaltı deşifresini yapabilen uzmanlar ne der bilemiyorum.
DEPREME DAİR NOTLAR – Ruhittin SÖNMEZ
DEPREME DAİR NOTLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem beklenmeyen bir olay değildi. Bu bölgede yakın zamanda büyük bir deprem olacağını Prof. Dr. Naci Görür başta olmak üzere çok sayıda yerbilimci önceden bildirmişti.
Bundan devletin “Afet ve Acil Durum Yönetimi” için kurduğu AFAD adlı kuruluşun da elbette bilgisi vardı. Zaten bu konuda AFAD, 9-11 Ekim 2019’da, büyükçe bir de tatbikat yapmış. Tam bir isabetle Kahramanmaraş Pazarcık merkezli ve 7,5 büyüklüğünde bir deprem olacağı ve 7 ili etkileyeceği varsayımıyla yapılan tatbikata 1413 personel katılmış. Tatbikatı bizzat İçişleri Bakanı S. Soylu yönetmiş.
AFAD’ın bu bilgiye sahip olması ve tatbikat yapmış olması çok iyi bir şey. Fakat “tatbikat senaryosu büyük ölçüde doğru olmasına rağmen uygulamada neden başarılı olunamadı?” sorusunun cevabını bulmak önemli.
KAHRAMANLARA İHTİYACIMIZ AZALSIN – Ruhittin SÖNMEZ
KAHRAMANLARA İHTİYACIMIZ AZALSIN - Ruhittin SÖNMEZ
Kahramanmaraş merkezli, 10 ilimizi etkileyen ve aynı gün içinde yaşanan iki büyük deprem felaketinin acısı her geçen gün artıyor. Görünen o ki 1999 Gölcük/ Kocaeli merkezli depremi de aşan ağır bir hasar ortaya çıkacak.
Fakat toplumuzun millet olma vasfının böyle bir zamanda adeta şahlanışa geçtiğini görüyoruz. Türkiye’nin her yerinde kendiliğinden harekete geçen bireysel ve toplumsal inisiyatiflerin kan verme, nakdi ve ayni yardımlar yapma ve bizzat arama kurtarma çalışmalarına gönüllü katılmaları göz yaşartıcı boyutta.
Arama kurtarma çalışmalarına katılan, soğuk ve olumsuz şartlarda çalışmanın yorgunluğunu enkaz altından bir canlı çıkarmanın mutluluğuyla unutan kahramanlar görüyoruz. Fedakârca çalışan sağlık mensupları, güvenlik görevlileri, AFAD üye ve gönüllüleri kahramanlık hikayeleri yazmaktalar.
Bütün bu kahramanlıklara ve halkımızın fedakarlıklarına rağmen manzara çok kötü.
Deprem çok geniş bir alanda etkili oldu ve gerçekten büyük yıkım yaptı. Tamamen yıkılan bina sayısı resmi rakamlara göre 6444. (10 bin olduğunu iddia edenler de var.) Tespit edilen can kaybı 12.873’ e ulaştı. Kurtarma çalışması yapılan enkaz sayısının oranı hala çok düşük. Zaten içinde insan bulunan bir enkazın tamamen taranması bir hafta alabiliyor.
Bu durumda Prof. Övgün Ahmet Ercan şöyle bir hesap yaptı: Yıkılan binaların ortalama kat sayısı 4, daire sayısı 8 olsa ve her dairede 4 kişi enkazda kaldığı varsayılırsa yaptığı 48 bin dairede 192 bin kişi olabilir. Sağ çıkarılan sayısı 8 bin (bu arada 10 bine ulaşmış olabilir) düşüldüğünde bile kabaca 180 bin kişinin enkaz altında olduğu gibi bir dehşet gerçekle karşılaşıyoruz. İyimser olmaya çalışarak 80 bin kişinin ilk depremde yıkılmayan binalardan çıktığını ve ikincisinde yıkılan binaların boş olduğunu farz etsek bile 100 bin kişinin enkaz altında olması çok büyük rakam.
Ölen ve yaralananların yarattığı acının bir ölçüsü yok. Ama bu hasarın bir de ekonomik boyutu var. Yine Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan kabaca bu hasarın 50 Milyar dolar mertebesinde olacağını hesaplamış. Türkiye zaten ağır bir ekonomik kriz içerisinde. Merkez Bankası’nın rezervlerinde böyle dönemler için bulunması gereken ihtiyat akçesi hiç yok ve rezerv eksi 50 Milyar dolar mertebesinde. Böyle iken bu hasar ekonomi için çok yıkıcı olacak.
Aynı büyüklükte depremlerde başta Japonya olmak üzere ABD, Meksika gibi ülkelerde böyle bir yıkım olmuyor. Hatta hiç yıkım olmuyor. Ölüm sayısı da 5-10 kişiyi geçmiyor. Bu ülkelerde böyle büyük depremlerde kahramanlara ihtiyaç duyulmuyor.
Çünkü asıl kahramanlık doğal olayların felaket haline gelmesine yol açan kötü şehirleşme, bilime aykırı imar ve inşaat uygulamalarına mâni olabilmekte.
Bu yüzden deprem dirençli şehirler yapmayı başaran ve deprem bilinçli toplumlarda durum böyleyken bizim yaşadığımız acılar kader değil.
BİZİ İYİ ŞEYLER DE BOZAR – Ruhittin SÖNMEZ
BİZİ İYİ ŞEYLER DE BOZAR - Ruhittin SÖNMEZ
İnsanların sessiz ve sakin yerlerde huzur bulacağını ve mutlu olacağını sanırız değil mi? Meğer bu önyargımız yanlışmış.
Bu doğru olsaydı en sessiz yerde, en huzurlu olmamız gerekirdi. Ama sıfır ses olan yerde insanın 1 saat
dahi oturması mümkün olamıyormuş.
Ultra sessiz olduğunu düşündüğümüz ortamlar bile aslında sessiz değildir. İnsanın yaklaşık 0 desibel olan işitme eşiğinden daha yüksektir. Örneğin bir kütüphane yaklaşık 40 desibele kadar çıkabilir.
Ama özel olarak sessiz bir oda inşa edilmiş. Ve bakın bu odada kalanlara neler olmuş?
Şimdi gazete haberinden okuyalım:
2015 yılında Microsoft, halen Guinness Rekorlar Kitabına “gezegendeki en sessiz yer” olarak geçen
bir oda inşa etti.
Şirketin Washington’daki genel merkezinde yankısız oda olarak da bilinen bu odada en fazla kalan kişi 1 saat durabildi.
Microsoft’taki yetkililere göre bunun nedeni ortamın inanılmaz sessiz olması. Öyle ki birkaç dakika
sonra kendi kalp atışlarınızı duymaya başlıyorsunuz. Bundan birkaç dakika sonra ise kanınızın akışını bile duyabilirsiniz. Çünkü vücut sürekli çalışıyor.
Dış dünyadan hiçbir ses gelmediğinde, yani tam ve mutlak sessizlik sağlandığında bu yavaş yavaş kulaklarınızda dayanılmaz bir çınlamaya dönüşecektir. Bu da muhtemelen odadaki yankılanma
eksikliği nedeniyle dengenizi kaybetmenize yol açacak, bu da uzamsal farkındalığınızı bozacaktır.
Microsoft’taki odanın baş tasarımcısının New York Post’a verdiği bilgiye göre, Başınızı çevirdiğinizde, bu
hareketi bile duyabilirsiniz. Nefes alışverişinizi duyabiliyorsunuz ve bu ses bir noktada biraz
yüksek gelmeye başlıyor.”
Yetkililer yankısız odanın amacının aslında hiçbir şey duymamanız değil, dışarıdaki tüm gürültüleri
ortadan kaldırarak kendi vücudunuzun sonsuz seslerini duymanızı sağlamak olduğunu belirtiyor.
Bu test sayesinde, bir devlet başkanının günde üç öğün konuşması ve emrindeki müthiş propaganda makinesinin onlarca kanaldan ürettiği gürültüsü ile insanların iç sesini, akıl ve vicdanlarının sesini baskılamasının sebebini anlayabiliyorum.
MİLLET İTTİFAKI MUTABAKAT METNİ – Ruhittin SÖNMEZ
MİLLET İTTİFAKI MUTABAKAT METNİ - Ruhittin SÖNMEZ
Millet İttifakı genişledi ve 6’lı Masanın tamamını kapsamına aldı. CHP - İYİ Parti – SP - DP’den sonra Deva ve Gelecek Partileri de artık resmen Millet İttifakı çatısı altında.
6 farklı tabana hitap eden, dünya görüşleri ve müktesebatları farklı 6 Genel Başkanın yönettiği partiler bunlar. Millet İttifakı, iktidar kanadının “6 benzemez” dediği, farklı karakterde yapılardan oluşuyor. Bu bakımdan bu ittifakın bileşenleri önce ülke yönetiminde hangi ilkelere uyacaklarını ve sonra iktidar olduklarında ülkeyi nasıl yöneteceklerini, önceliklerini, vaatlerini belirlemeleri gerekiyordu. Millet İttifakı şimdi bir hükümet programı kadar detaylı şekilde bunu yaptı.
Aslında Cumhur İttifakı da benzemez partilerden oluşmakta. AKP ile MHP’nin kitleleri ve ideolojileri aynı değil. Genel Başkanları da birbirine benzemez. Keza Cumhur İttifakına destek veren BBP, Vatan Partisi ve hatta Hüda-Par’ı da sayarsak bu ittifak da “5 benzemez”den oluşmakta. Ancak burada diğer partilerin AKP’ye biat etmesi gibi bir durum var. Ortak akılla yönetme ve ortak iradeyle aday belirleme söz konusu değil. AKP ortaklarıyla bir mutabakat ihtiyacını hissetmiyor. Küçük tavizler vererek diğer bileşenleri yanında tutabiliyor.
HDP’nin başını çektiği 3. İttifak da birçok partiden oluşuyor. Bu ittifakın iktidar olma iddiası yok ama anahtar rolüyle iktidar olacak koalisyonla pazarlık gücünü artırmaya çalışıyor.
İttifaklar Cumhurbaşkanı seçimi için %50+1 oyu zorunlu tutan seçim sisteminin doğal bir sonucu. Çünkü hiçbir partinin %50’yi aşan oy alacak potansiyeli yok.
YİNE BİR SIFIRLAMA İDDİASI – Ruhittin SÖNMEZ
YİNE BİR SIFIRLAMA İDDİASI - Ruhittin SÖNMEZ
Yürürlükte olan Anayasa’ya göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan 3. defa Cumhurbaşkanı adayı olamaz. Çünkü Anayasa'nın 101'inci maddesinde "Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir" şeklinde çok açık bir hüküm var. Erdoğan da iki defa seçilerek Cumhurbaşkanı oldu ve ikinci dönemi sona eriyor.
Bunun tek istisnası olarak TBMM tarafından bir erken seçim kararı alınırsa aday olabilirdi. Fakat Cumhur İttifakının erken seçim kararı için gerekli 360 milletvekili olmadığından, 14 Mayıs’ta yapılacak erken seçim Cumhurbaşkanı Kararı ile olacak.
Devlet Bahçeli bile, mevcut yasal şartları bildiği için, “Cumhurbaşkanının en az üç dönem seçilebilmesi amacıyla gerekli yasal düzenlemenin yapılmasına var gücümüzle çalışır, bunu da başarırız” demişti. (08 Şubat 2022)
Ama anayasal mevzuat değişmedi. Buna rağmen Erdoğan 3. defa aday olacağını açıkladı. Muhalefet Anayasayı hatırlatınca “2018'de kronometre sıfırlandı” diye cevap verdi.
Zaten bu konuda bir altyapı oluşturmak için (siz buna minareye kılıf uydurmak da diyebilirsiniz) TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “2018 seçiminde sistem yenilendi. Bu seçimde ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan aslında yeni sisteme göre birinci defa seçilmiş oldu. Bu dönem aday olursa ikinci defa seçilmiş olacağından Anayasaya aykırı bir durum yok” tezini savunuyor.
BU KADAR DÖNÜŞ NASIL OLUR? – Ruhittin SÖNMEZ
BU KADAR DÖNÜŞ NASIL OLUR? - Ruhittin SÖNMEZ
Bir partinin ilkeleri ve yönetim anlayışının kökten değişmesi ve önceki savunduklarının tam zıddı bir yola girmesi normal karşılanmamalı. Üstelik bu değişim aynı liderin yönetimindeyken hiç kabul edilebilir değildir.
Fakat son yıllarda siyaset bilimi kitaplarına geçecek böyle bir durum söz konusu.
İktidarın büyük ortağı AKP de küçük ortağı MHP de çok uzun yıllardır aynı liderler tarafından yönetiliyor. Devlet Bahçeli 1997’de MHP’nin Genel Başkanı oldu. Neredeyse 26 yıla yakın bir zamandır MHP’nin başında. R.T. Erdoğan da 2001’de kurulan Ak Parti’nin yaklaşık 22 yıllık lideri. Bu kıdemli genel başkanların koltukları değişmedi ama fikirleri çok değişti.
SADECE ENFLASYONU ÇÖZEMEMİŞ – Ruhittin SÖNMEZ
SADECE ENFLASYONU ÇÖZEMEMİŞ - Ruhittin SÖNMEZ
Ekonomiden Sorumlu Bakan Nureddin Nebati“ ekonominin tek problemi kaldı, enflasyon” demiş. Demek ki ekonominin bütün sorunları çözülmüş, sadece enflasyon gibi “küçücük” bir sorun kalmış.
“Okullar olmasa eğitimi ne güzel yönetirdim” diyen Osmanlı’nın Maarif Bakanı aklıma geldi. Bakan Nebati de “Şu enflasyon da olmasa ekonomiyi ne güzel yönetirdim” diye tarihe geçebilir.
Bakan Nebati’ye göre, dış ticaret açığı ve cari açık sorunumuz herhalde bitmiş olmalı. Oysaki resmi rakamlara göre 2021 yılı cari açığı 12 Milyar dolar iken 2022 ilk 11 ay rakamlarına göre cari açık 45 Milyar dolara çıktı.
Üstelik Türkiye ekonomisine “kaynağı belirsiz giriş” olarak ifade edilen net hata noksan kalemi Ocak- Kasım döneminde 22 milyar 341 milyon dolara ulaştı.
Elbette bu farkı finanse etmek için dışarıdan alınan borçlara ödenen faiz de artmaya devam etti. Borç aldığımız 1000 dolar için 97,5 dolar tefeci faizi veren bir ülkeyiz. (Yunanistan bile 1000 dolar borç için sadece 41 dolar faiz ödemekte.)
2023 yılı bütçesine faize ayrılan kalem 566 Milyar TL. Maliye Bakanı bunu bilmez mi? Bilir ama “böyle küçük sorunları” dert etmediği belli.
Zaten bu iktidarın son on senesinde ortaya koyduğu plan ve programlardaki hedeflerin hiçbiri tutmadı. Hatta temel hedeflerin yarısına bile ulaşılamadı. Dünyanın 17. Büyük ekonomisi iken 21. Sıraya düştük. Bakan’ın övünmelerini işitenler Türkiye’yi dünyanın ilk on ülkesinden biri yaptıklarını zannedecek.
Bütçe Meclis’te kabul ettikten sonra kabul edilen EYT ve seçim ulufesi olarak dağıtılan diğer masraf kalemleri de ilave edilince makro hedeflerin tutması hiç mümkün değil.
Buna rağmen bütün bu temel sorunları ve bunlardan kaynaklanan enflasyon sanki çok basit bir sorunmuş gibi. Adeta enflasyon karşısında ezilen vatandaşlarımızla alay eder gibi bir üslupla konuşan bir ekonomi bakanımız var.
Bu kafadaki bir yönetim anlayışıyla bir düzelme olmasını beklemiyorum. Ama en azından seçim sonrası için muhalefetin güçlü ekonomi kadrosunu görünce umudumuz artıyor.
SİYASETTE ÜSLUP SORUNU – Ruhittin SÖNMEZ
SİYASETTE ÜSLUP SORUNU - Ruhittin SÖNMEZ
Bilindiği gibi Bakan Süleyman Soylu ile İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu arasında bir ahmak polemiği yaşanmıştı.(04.11.2019)
Önce Süleyman Soylu, Strasbourg'da temaslarda bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu için, "Avrupa Parlamentosu'na gidip, Türkiye'yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek" dedi.
Arkasından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu kendisine "ahmak” diyen Bakan Soylu’ya cevap verdi,“31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır” dedi.
Bu sözde geçen “ahmak” kelimesini Mahkeme YSK üyelerine yönelik hakaret kabul etti. İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay ceza ve siyaset yasağı kararı verdi.
Sanki Türk siyasetinde son derece naif, nazik ve zarif bir üslup vardı da “ahmak” sözüyle bu güzel atmosfer lekelenmiş gibi davranan sadece Mahkeme değildi. İktidarın AKP kanadı ve muazzam propaganda makinesi harekete geçti. Yetmedi iktidarın küçük ortakları Bahçeli ve Perinçek de “ahmak” kelimesinin hakaret olduğunu ve İmamoğlu’na verilen cezanın doğru olduğunu savundular.
Aynı kelimeyi kullanan Soylu için nedense herhangi bir soruşturma dahi açılmadı.
İmamoğlu davası “siyasi bir dava” olarak hukuk tarihimizde yer alacak önemde. Ama bugünkü konumuz bu davanın bugün sebep ve sonuçları değil.
Bu olay, ihtiyatsızca sarf edilmiş bir kelimenin bu kadar ağır sonuçlarının olabileceğini gören siyasilerde bir üslup düzelmesine yol açabilir miydi? Böyle olsa “bir musibetten bir iyilik doğar” diye sevinebilirdik.
Ama ne gezer? Türkiye siyasetinde son yıllarda süren üslup sorunu devam ediyor.
Her geçen gün bu soruna dair yeni örnekler görmeye, işitmeye devam ediyoruz.
KUŞBAKIŞI AKP’NİN EKONOMİ KARNESİ – Ruhittin SÖNMEZ
KUŞBAKIŞI AKP’NİN EKONOMİ KARNESİ - Ruhittin SÖNMEZ
"20 yılda 2,8 trilyon dolar ihracat yapılmış, 4,1 trilyon dolar ithalat yapılmıştır. Dış ticaret açığı 1,3 trilyon dolar. Bu, bütün dünya ölçeğinde bile olsa çok büyük bir rakam. Bu dış ticaret açığı, üretmeden tükettiğimiz rakam demek."
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici’nin sözleri bunlar. İlhan Kesici partisi adına 2023 Bütçe görüşmelerinde TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada ekonomimizin yapısal sorunlarını net bir vizyonla tespit etti. Meseleye kartal gözü ile geniş bir perspektiften bakan Kesici, gerçek durumu, propaganda boyasına bulanmamış çıplak rakamlarla açıkladı.
İlhan Kesici DPT Müsteşarlığı yapmış ciddi bir bürokrat, mühendis ve siyasetçidir. O’nun verdiği rakamlar güvenilir doğru rakamlardır. Zaten iktidar kanadı bile bugüne kadar hiçbir rakamına itiraz etmedi.
Türkiye önceden de cari açık veren bir ekonomik yapıdaydı. Fakat AKP döneminde üretmeden tüketmek veya ürettiğinden çok tüketmek alışkanlığı inanılmaz büyüklüğe erişti.
ELEŞTİRMEYEN ÜLKÜCÜ DEĞİLDİR – Ruhittin SÖNMEZ
ELEŞTİRMEYEN ÜLKÜCÜ DEĞİLDİR - Ruhittin SÖNMEZ
Ülkücülerin genel olarak milletimizin en saf, en temiz, en fedakâr ve en cefakâr kesimlerinden biri hatta birincisi olduğuna inanırım. Ama ülkücüler son dönemlerde farklı siyasi partilerde dağınık olduğu gibi farklı karakter kümelerinde tanımlanabilir hale geldi.
Geçmişte yaşanan acı veya tatlı ama mutlaka övünülerek anlatılan bir mazi ülkücülere teselli vermiyor. Çünkü güncele hitap etmeyen şerefli mazi bile yetersiz kalıyor. Fikir, ahlak ve bilgi alanında sürekli gelişme içinde olmak gerekiyor.
Daha da önemlisi “içtihat kapısı kapandı” diyerek İslami düşüncenin yüzlerce yıl önceki düşünce çerçevesine hapsedilmesi gibi, Ülkücü düşünce de dar bir çerçeveye hapsolmuş gibi görünüyor.
Ülkücüler içindeki bir kesimin “lider- teşkilat- doktrin” gibi bir dogma içinde tutsak olduğu görülüyor.
Bu yüzden 1980 öncesi ülkücü kadroları yetiştiren bilim ve fikir adamları, yazarlar; inançlarını ve heyecanlarını besleyen şairler ve sanatçılar artık yetişmiyor. Çünkü “marifet iltifata tabidir” ve ülkücü hareketi temsil ettiği iddiasında bulunan partinin yöneticileri, bu tür nitelikli beyin ve ruhları olanları değil, kendilerine sadık olanları tercih ettiler, etmekteler.
OYLARI VERENİ DE SAYANI DA İHMAL ETMİYORLAR – Ruhittin SÖNMEZ
OYLARI VERENİ DE SAYANI DA İHMAL ETMİYORLAR - Ruhittin SÖNMEZ
İktidar kanadı için “seçimin bir ölüm kalım mücadelesi olduğu” anlaşılıyor. Çünkü halen çok şükür ki -adil ve eşit şartlarda olmasa bile- henüz seçimlerin yapılabildiği, kısmen demokratik bir ülkeyiz. Yüzde 90’ların üzerinde oylarla seçilen diktatörlerin olduğu ülkelerden değiliz.
“İktidarın ne olursa olsun kazanacağı, kaybetse bile asla meşru yoldan gitmeyeceğine” inananlarımız var. Ama benim gibi aksi görüşte olan iyimserlerin oranı daha yüksek.
Karamsar olanların tezi doğru olsaydı İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve diğer birçok büyükşehir belediyelerini kaybeden AKP bu belediyeleri CHP’den seçilen başkanlara devretmezdi.
Gerçi “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” inancında olan Reis ve ekibi kaybettikleri İstanbul’u kolay teslim etmedi.
“Bir şey olmadıysa bile mutlaka bir şey olmuştur” gibi “veciz” gerekçelerle seçim iptal ettirildi. Yerine yapılan ikinci seçimde yedikleri fark acayip büyüyünce çekildiler.
Ama bu çekilme “muharebeyi kaybettik ama savaşı değil” tesellisinin ürünüydü. “Belediye Meclisinde çoğunluk bizde, iktidar bizde, çalışma fırsatı vermeyiz, başarısız olurlar” düşüncesi gerçekleşmedi.
Şimdi yargı marifetiyle “İstanbul kalesini” ele geçirme sevdası karamsarların görüşüne haklılık kazandırıyor.
Ben yine de -bu seçimde- “kanlı mı kansız mı?” tartışması olmayacağından eminim. Cumhur İttifakı yenildiğinde iktidarı herhangi bir şiddet olayı olmadan teslim edecektir. En azından temennim böyle.
SİNAN ATEŞ CİNAYETİ VE DERİN SUSKUNLUK – Ruhittin SÖNMEZ
SİNAN ATEŞ CİNAYETİ VE DERİN SUSKUNLUK - Ruhittin SÖNMEZ
Sinan Ateş cinayeti öncesine dair bilgi kırıntılarını şimdilik bir yana bırakalım. Ama cinayet sonrası derin suskunluk bazı şeyleri bangır bangır haykırmakta.
Öldürülen şahıs Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı, MHP üyesi ve gelecekte MHP Genel Başkanı olabileceği düşünülen bir isim… Doçent Dr. unvanlı bir akademisyen… 38 yaşında bir eş ve iki çocuğu olan bir baba…
İlk defa bir Ülkü Ocakları Genel Başkanı öldürüldü. Kuşkusuz çok önemli bir olaydır bu.
Ama cinayet işlendikten sonra Ülkü Ocaklarından bir ses yok. MHP Genel Başkanı ve diğer yöneticilerinden çıt yok.
Cinayetten 4 gün sonra MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın yaptığı uzun açıklamada Sinan Ateş’in adı bile yok. Üzüntü beyanı, başsağlığı, fail ve azmettiricilerin cezalandırılması talebi yok. Şüphelilerden birinin bir MHP milletvekilinin evinde yakalandığına dair haberler hakkında tek kelime açıklama yok.
Sinan Ateş MHP Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın 12 yıl siyasi danışmanı olarak görev yapmış. Bu Milletvekilinden de hiçbir açıklama hatta bir üzüntü beyanı bile yok.
AKP Genel Başkanı ve yöneticilerinden hiçbir tepki yok.
Her konuda konuşmasıyla tanıdığımız İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanlarından da ses çıkmadı.
Belki daha da şaşırtıcı olanı Doç. Dr. Sinan Ateş’in öğretim üyesi olarak görev yaptığı Hacettepe Üniversitesi’nden de bir açıklama yapılmadı.
Bu derin sessizliğin daha ağır şüphelere yol açtığını bunca tecrübeli insanlar bilmez mi?
Böyle bir “akıl tutulmasını” anlamamız mümkün değil.
Hadi “siyasi cinayetin içeriğini bilmedikleri için tereddüt etmiş olabilirler” diye düşünmeye çalışalım.
Ama hiç olmazsa “ölene rahmet, sevenlerine sabır ve başsağlığı dilemek” ve “olayın faillerinin ve azmettiricilerinin en kısa zamanda bulunması ve cezalandırılmasını dilemek” niye akıllarına gelmedi?
“Ucu nereye giderse gitsin, cinayet aydınlansın” demek çok mu zordu?
GAZIN DEĞERİ TRİLYON DOLAR MI? – Ruhittin SÖNMEZ
GAZIN DEĞERİ TRİLYON DOLAR MI? - Ruhittin SÖNMEZ
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan Karadeniz’de bulunan toplam doğalgaz rezervinin 710 milyon metreküpe ulaştığını ve bunun değerinin 1 trilyon dolar olduğunu söyledi.
Bu bilginin “yanlış” olduğunu söyleyenler hemen yaylım ateşine tutuldular. “Siz ülkenizi sevmiyorsunuz” suçlamasına maruz kaldılar.
Oysa böyle teknik olayların yararı veya zararı rakamsal olarak hesaplanabilir. Bu rakamlar da tartışılmaz bir gerçeği ortaya koyar.
Ortada açık bir hesap hatası var. Öncelikle rezervin tamamının kullanılması imkânsız. Uluslararası yayınlarda bu alandan 100 Milyar metreküp gaz çıkarılacağı yazılmakta imiş. Bunun değeri Botaş’ın konutlara satış fiyatıyla hesaplanırsa 22 Milyar dolar ediyor.
Ama rezervin hepsi çıkarılabilse bile 710 Milyon metreküp gazın piyasa değeri 150 Milyar dolar mertebesinde.
Cumhurbaşkanına böyle hatalı bir hesap verildiyse ve Cumhurbaşkanı aldatıldıysa O’na bu bilgiyi verenlerin niyeti veya kalitesi sorgulanmalı.
Yok olmaz ya, teorik olarak, ikinci ihtimal Cumhurbaşkanının kendisine verilen bilgiyi bilerek abartmış ve gazın değerini “1 trilyon dolar”olarak kamuoyuna duyurmuş olmasıdır.
Bulunduğu söylenen gaz rezervinin tamamı kullanılabilse, Türkiye’nin 10-12 yıllık ihtiyacını karşılar. Halen yılda 13-15 milyar dolarlık doğalgaz alıyoruz.
Netice 150 Milyar dolar da az bir para değil. 1 Trilyon dolar diye manşetlerden duyurulmasına gerek yoktu.
YALANLAR ER VEYA GEÇ ORTAYA ÇIKAR – Ruhittin SÖNMEZ
YALANLAR ER VEYA GEÇ ORTAYA ÇIKAR - Ruhittin SÖNMEZ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, asgari ücret görüşmeleri sırasında“işçi sendikaları başkanları bana 8 bin liranın çok üzerine çıkmayın dedi” şeklinde bir açıklama yaptı. Sendikaların tepkisi üzerine Bakan açıklamasını tevil etmek istediyse de durumu kurtaramadı.
Bakanın bu açıklamasını Türk-İş Başkanı Ergün Atalay şu sözlerle açıkça yalanladı:
"Sayın Bakanı o akşam dinledim. Daha sonra canlı yayında bir daha dinledim. Ne benim ne benim arkadaşlarımın arasında 8 bin lira mevzu oldu. Ben Türk-İş’in talebinin 9 bin TL olduğunu açıkladım. Diğer sendika başkanlarından da 8 bin lira lafını duymadım. Bakan da evvelsi akşam düzeltti. ‘Böyle bir talep gelmedi bana’ dedi. Orada başka burada başka. YALANIN ŞÖYLE BİR HUYU VAR: ÜÇ GÜN SONRA İKİ GÜN SONRA ÇIKAR. Böyle bir şey olur mu?”
Türkiye’nin en büyük işçi kuruluşunun başkanı açıkça Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının YALAN söylediğini ifade etmiş oldu.
Devlet adamlarının yalan söylemesi gelişmiş demokratik ülkelerde en vahim olaydır. Herhangi bir konuda yalan söylediği ortaya çıkan devlet adamları veya siyasetçiler istifa ederler.
Tabii bizim gibi “ileri demokrasi” içinde olanlar bu kapsamda değildir.
SERİ KATİLİN VİCDANI – Ruhittin SÖNMEZ
SERİ KATİLİN VİCDANI - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye’de seri katil vakasına çok nadir rastlanır. Basına yansımış son seri katil dört cinayet işlemişti ve yakalanarak yargılandı ve 4 kez ağırlaştırılmış müebbet cezaya çarptırıldı. Halen cezaevinde.
Bu vakada şüpheli yakalanmıştı fakat eldeki deliller yeterli değildi. Katil çok soğukkanlıydı, itiraf etmiyor, işlediği cinayetler anlatıldığında olaylarla bağlantısı olmadığını iddia ediyordu.
Seri katilin suçlarını itiraf ettirmek için “Türk emniyet tarihine girecek ve polis okullarında ders olarak verilecek bir sorgulama yöntemi uygulandı.”
Polis tarafından, öldürülen 4 kişinin ceset fotoğrafları, aileleriyle çekilmiş ve çocuklarının fotoğrafları renkli olarak afiş yaptırıldı. Bu fotoğrafların arasına bir de “onun işlemediği bir cinayete ait resimler de ilave edildi. Sonra öldürülen 5 kişinin afiş haline getirilmiş fotoğrafları ile sorgu odası duvarları kaplandı.
Katil zanlısı tek başına sorgu odasına alındığında, afişleri görür görmez şok geçirdi. Gerisini operasyonu yürüten Polis Memurunun ifadesinden öğrenelim: “Öldürdüğü kişilerin ceset fotoğraflarını, ailelerini, çocuklarının fotoğraflarını görünce bu dondu kaldı. Sağına bakıyor öldürdüğü kişi, soluna bakıyor öldürdüğü kişi, nereye dönerse öldürdüğü kişilerin afişlerini görüyordu. Ruh halinin giderek değiştiğini görmeye başladık. Sonra başını iki elinin arasına alarak bağırmaya başladı ‘çıkarın beni buradan. Tamam ben öldürdüm.’ dedi. Onu oradan alırken, öldürmediği kişi için ’Bunu ben öldürmedim ama diğerlerini ben öldürdüm’ dedi.”
Polisin Türkiye’de ilk defa uyguladığı bu sorgulama yöntemini ve sonucunu okuduğumda en soğukkanlı seri katilin bile küllerle kaplanmış kor misali bir vicdana sahip olduğunu düşündüm.
Önemli olan vicdanını örtmüş olan külleri üfleyip ortaya çıkaracak bir yöntem bulabilmekti.
Bu örnek üzerinden sosyal ve siyasi çıkarımlar yapabiliriz sanıyorum.
*
BAZI SÖZLERİ CİDDİYE ALMAK İNSANA AĞIR GELİYOR – Ruhittin SÖNMEZ
BAZI SÖZLERİ CİDDİYE ALMAK İNSANA AĞIR GELİYOR - Ruhittin SÖNMEZ
Prof. Dr. Esfender Korkmaz çok tecrübeli bir ekonomist ve siyasetçidir. Aynı zamanda Yeniçağ Gazetesi’nde ekonomiye dair yazılarıyla kolay anlaşılır, sade ama çok değerli yorumlarını okuduğumuz bir yazardır.
Esfender Hoca’nın son yazısında kullandığı bir cümlede, benim bazı siyasilerin sözleri konusunda duyduğum hissiyatı tanımladığını fark ettim.
Esfender Korkmaz’ın cümleleri şöyle: “Maliye ve Ekonomi Bakanı Nureddin Nebati ''faiz artışı olsaydı, yatırım duracak, üretim azalacaktı'' diyor. Açıklanan resmî verilere ve yaşadığımız gerçeklere alenen aykırı olduğu için Bakanın bu sözünü yorumlamak insana ağır geliyor. Ama Türkiye adına konuştuğu için yorumlamak zorunda kalıyoruz.”
“Bir ülkede ekonomi yönetimi yaşanan sorunların farkında değilse, krizin derinleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Ekonomi yönetiminin kendi dünyasında yaşaması, deve kuşu gibi başını kuma gömmesi, ekonomik gidişatı bile bile yanlı ve yanlış yorumlaması krizden daha ağır bir sorundur” diyor.
Esfender Hoca ekonomide ülkemizde yaşanan gerçek durum ile Bakan Nebati’nin sözlerinin hiç alakası olmadığını verilerle, rakamlarla açıklayarak soruyor: “Hazine Bakanı hangi dünyada yaşıyor?”
Ben gerçeğe aykırı, akılcı olmayan, ciddi devlet adamlığıyla hiç yakışmayan sözler sarf eden siyasetçileri görmezden gelmeyi tercih ediyorum. Çünkü o kadar tutarsız ve değersiz sözlerin, benim de sizin de zamanınızı çalmasını istemiyorum.
Fakat bazen bu şahısların bulundukları konum itibarıyla, ettiği söz için değmese de, sonuçlarını tartışmak zorunda hissedebiliyorum. İşte o zaman bu tür sözleri yorumlamak gerçekten ağır geliyor.
*
HUKUK BİR GÜN RAFTAN İNER – Ruhittin SÖNMEZ
HUKUK BİR GÜN RAFTAN İNER - Ruhittin SÖNMEZ
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen mahkeme kararından sonra bir kere daha “Türkiye’nin demokratik bir ülke olup olmadığı” tartışılıyor.
Devleti yöneten siyasi gücün her kademe yargı birimleri üzerinde mutlak bir denetimi olduğu vurgulanıyor.
Yasama ve Yürütme erklerinden sonra Yargının da aynı kişide birleşmesinin sonuçları üzerine yorumlar yapılıyor.
“Mahkemeye bu kararı aldıran siyasi aklın” neleri planladığı, İmamoğlu’nun siyaseten yasaklanmasının siyasi amacının ne olacağı anlaşılmaya çalışılıyor.
Kararın, “6’li Masanın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını etkilemek için mi yoksa İstanbul Belediyesini yargı darbesiyle ele geçirme maksatlı mı verildiğine” dair kafa yoruluyor.
Çünkü artık herkesin “özellikle siyasi davalarda yargının talimatla karar verdiği” gibi bir kanaate sahip olduğu görülüyor.
Bu çok tehlikeli ve üzücü bir durum.
Çünkü adalet devletin temelidir. Bu temelin yıkıldığına inanan vatandaşların devlete olan sadakati ve inancı kaybolur.
Geçmişte de yargının siyasi etkilerle karar verdiği örnekler vardır. Fakat bu kadar yaygın, bu kadar göstere göstere, pervasızca ve hukuki bir kılıf bulma endişesi dahi taşımadan siyasetin yargı silahını kullandığı dönem az olmuştur.
Yine AKP döneminde “FETÖ yargısı” oluşturularak ordu, kurumlar ve siyasi yapının dizayn edildiğini görmüştük.
Şimdi “FETÖ yargısı” yerine oluşturulan “Hükümet veya parti yargısı” ile iktidarın kendisine engel gördüklerine yönelik bir silah gibi kullanılıyor olması (veya bu kanaati oluşturan eylem ve söylemler) devam ediyor.
Üstelik hiç olmadığı kadar anayasal ve yasal güvencelerin ortadan kaldırıldığı yargılamalar yapılıyor.
Daha da üzücü olan, Anayasa ve yasaların açıkça çiğnendiği bu eylemlerin sıradanlaşması ve neredeyse olağan karşılanmasıdır.
Hukukun rafa kaldırılmasını tartışacağımız yerde “mahkeme kararının kime yarayacağını” tartışıyor olmak bu öğrenilmiş çaresizliğin eseridir.
ADALET DEVLETİN NESİ İDİ? – Ruhittin SÖNMEZ
ADALET DEVLETİN NESİ İDİ? - Ruhittin SÖNMEZ
Başlığı okuyunca hemen “böyle basit soru mu olur? Elbette Adalet devletin temelidir” diyeceksiniz. Bu sözü yüzlerce yıldır belleklerimize kazıyan bir kültür mirasımız var. Mahkemelerimizde, adalet saraylarımızda kocaman harflerle bu çok değerli söz yazılıdır.
Peki, adalet sistemine siyasi müdahalelerin olması, evrensel hukuk kurallarının en temel ilkelerinden uzaklaşılarak yapılan bir yargılama ve toplum vicdanına bu kadar aykırı bir mahkeme kararı neyin nesi?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bir soru üzerine söylediği “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır” sözü üzerinden saçma bir suçlama yapıldı. Ceza Davasında yerel mahkeme 2 yıl 7 ay hapis cezası ve siyasi haklardan yasaklanması kararı verdi.
Bir hukukçu olarak çok açık söylüyorum, akıl alır gibi değil.
Neden “bu karar hukukidir” diyen hiçbir ciddi hukukçu yok?
Neden herkes “bu dava ve karar siyasidir” inancında?
ALÇAK BİLE DEĞİL ÇUKUR BUNLAR – Ruhittin SÖNMEZ
ALÇAK BİLE DEĞİL ÇUKUR BUNLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Çok zor bir yazı bu benim için. Zor çünkü içimizin kaldıramayacağı iğrençlikleri yapan, insanlık suçunu işleyen ve dinimizi kendi sapıklıklarına meşruiyet aracı yapmaya çalışan herif-i naşeriflerin (şerefsiz heriflerin) hikayesini yazmak kolay değil.
· 6 yaşındaki iken evlendirilen bir kız çocuğu.
· Bu yaştaki çocukla evlendikten sonra yıllarca cinsel istismarda bulunan 29 yaşındaki mürit.(Kadir İstekli) Bu yaratık halen vaazlar verip “halkı irşat etmekte” imiş.
· 6 yaşındaki kendi kızını müridine veren ve kızının yıllarca zincirleme cinsel istismarına göz yuman bir cemaat lideri.(İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı’nın başkanı Yusuf Ziya Gümüşel.)
· Olay ortaya çıktığında çocuğun doğum kayıtlarına bakacağı yerde kemik yaşı tespiti isteyen savc ı.Mağdure 14 yaşında iken yapılan kemik yaşı tespitine O’nun yerine 21 yaşında başka birinin götürülmesi.
Bu yaratıklardan bahsederken ağzını bozmadan yazmak kolay değil. Bugüne kadar ağzından küfür ve sövgü ifadesi çıkmamış biri olduğum için alışkanlığım yok. Aslında bu yaratıklar çok daha fazlasını hak ediyorlar.