Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

ahsen okyar
6Eki/170

TÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK: YENİ PARTİ – Ruhittin SÖNMEZ

r sönmezTÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK: YENİ PARTİ - Ruhittin SÖNMEZ

Ülkemiz iyi yönetilmiyor. Devlet asli görevlerinin hemen hepsinde başarısız. Ülkemiz yalnız ve insanlarımızın üçte ikisi umutsuz, yarısı kendisini ötekileştirilmiş hissediyor.

Adalet, Dış Politika, Eğitim, Sağlık, Ekonomi dâhil devletin asli görevi olan bütün alanlarda başarısız bir yönetim… Toplumu kamplaştıran, nüfusun yarısını ötekileştiren bir iktidar… Üstelik “metal yorgunu”, üstelik yolsuzluk ve şaibelerin üstünü örtmekte mahir…

Son yazımı şu cümlelerle bitirmiştim:

“Ortak aklın işletilmediği, ‘denge ve denetim’ sistemlerinin devre dışı bırakıldığı bir devlet olduk.

Zaten çok aldatanımız ve sıkça aldanan yöneticilerimiz var.

Yeni bir çıkış bulmak zorundayız. Çözüm üretmeliyiz.

Demokrasi ve hukuk ilkeleri içinde bunu başarmalıyız.

Bu imkânsız değil, tünelin ucunda ışık göründü…”

5Eki/170

KATALONYA İLE BARZANİSTAN MUKAYESESİ – Süleyman PEKİN

KATALONYA İLE BARZANİSTAN MUKAYESESİ – Süleyman PEKİN

Evin kristaldense başkasının camına taş atma!” derler, İspanyolcasıyla “Si la casa es de cristal, tirar piedras en el cristal de otra persona!

Sen, hem PKK’ya her türlü desteği; silah, eğitim, militan, siyaset, ne varsa ver hem de utanmadan Medeniyetler İttifakı projesinde Türkiye ile eşbaşkanlık yap. Yetmez; hem Kıbrıs, Ermenistan, Yunanistan mevzularında bizim karşımızda hem de Septe, Batı Sahra, Kanarya Adaları mevzularında dost ve kardeş ülke Fas’ın karşısında ol.

Hâlâ Krallık, İmparatorluk takıntısındalar.. İspanyolca Konuşan Milletler Topluluğu üzerinden yarım milyarlık Hispanosphere yani İspanyol Atmosferi kurmaya çalışıyorlar hâlâ.. Ama Katalonya’nın, Galiçya’nın ve Bask’ın bağımsızlık talepleri sönmeyen ateş gibi..

8 milyonluk nüfusuyla İspanya’nın en zengin bölgesi olan Barselona merkezli Katalonya’da 2006 Referandumu’nda % 49 katılımlı ve yüzde 72’lik Evet’ten sonra bu kez % 42 katılımlı ve yüzde 90’luk Evet’in neticesi ne olacak?

3Eki/170

HUZURLU VE GÜVENLİ BİR TÜRKİYE – Ruhittin SÖNMEZ

r sönmezHUZURLU VE GÜVENLİ BİR TÜRKİYE - Ruhittin SÖNMEZ

Ülkelerin barış, huzur ve güven içinde olma kriterlerine göre değerlendirildiği “Küresel Barış Endeksi'nin 2017 yılı raporunda” Türkiye, 163 ülke arasında 146'ncı sırada yer aldı.

Türkiye, endekste geçen yıla oranla bir sıra geriledi.

İçeriden bakınca “siyasi mülahazalarla değerlendirme yapıyorsun” derler. Bu bakımdan uluslararası güvenilir kuruluşların yaptığı araştırmaları değerlendirmek uygun oluyor.

Bahsettiğim rapor Avustralya Sydney merkezli düşünce kuruluşu Ekonomi ve Barış Enstitüsü'nün çalışması. Yani bizi düşman gören bir ülkenin kastı ile sıralamada bu kadar kötü görünüyor olmamız söz konusu olamaz.

Endekse göre dünya genelinde en çok barış içinde olan 10 ülkeden 8'inin Avrupa'da olduğu, 36 ülkeden 26'sında gelişme kaydedildiği ve fakat Türkiye’nin gerilediği görülmekte.

Zaten savaş bölgelerinden kaçanların hepsinin bu Avrupa ülkelerine sığınmak istemesi tesadüf değil. Mecbur kalmasalar Türkiye’de kalanlar da bu ülkelere gidecekti.

Türkiye Avrupa’daki 36 ülke arasında barış ve huzur açısından en sonda.

Ülkemiz 2015 yılından bu yana terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin en çok olduğu ülkeler arasında yer alıyor.

İfade özgürlüğünde de Türkiye en çok gerileme yaşanan ülkeler arasında yer aldı.

Bu sonuçların hepimiz için sürpriz olmadığını sanıyorum.

Bu sebeplerle Türkiye’den gelişmiş ülkelere beyin ve sermaye göçünün hızlandığını da endişeyle izliyoruz.

2Eki/170

İLGİ VE SEVGİ İÇİN VELİLERE SESLENİYORUM – Cafer GENÇ

İLGİ VE SEVGİ İÇİN VELİLERE SESLENİYORUM – Cafer GENÇ

“Eğitim Dünyası” köşemde, öğretmenlerimize, yaptıkları mesleklerinin gereği olarak görev ve sorumluluklarının öneminden söz etmiştim.

   Öğrencilerimize de tavsiyelerde bulunmuştum.

   Bugün de velilerimize seslenmek istiyorum.

   Çocuğun eğitimi ailede başlar.

Okul ve çevre eğitimi ile kimliği, kişiliği şekillenmektedir.

   Okul çağına kadar, ailesinden alacağı eğitim, alışkanlıklarının temelini oluşturmaktadır.

   “Aile terbiyesi” dediğimiz olgunun, eğitim hayatındaki başarısında önemli etkisinin ve katkısının olduğu unutulmamalıdır.

   Anne ve baba olarak sizlerin de önemli görev ve sorumlulukları vardır.

   En iyi şekilde yetişmesini istediğiniz, mükemmel insan haline gelmesini arzu ettiğiniz, iyi bir meslek sahibi olmasını düşündüğünüz evlatlarınız için sizleri, eğitime "ilgi" ve "sevgi" göstermeye davet ediyorum.

1Eki/170

KERKÜK’Ü KORUMAK BORCUMUZDUR – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN

a56600d19b32272f39a414663d6e6dc9
KERKÜK'Ü KORUMAK BORCUMUZDUR – Dr. Halil İbrahim KAHRAMAN
Kocaelifikir.com editörleri, ‘Kerkük’ olayını ilimizin önde gelen isimlerine sordu.  7 kişi, 7 soru, 7 cevap bölümümüzde Kerkük sorularını ve cevaplarını bulabilirsiniz.
Kocaeli Aydınlar Ocağı eski başkanı Dr. Halil İbrahim Kahraman, editörlerimizin 'Kerkük' ile ilgili hazırladığı sorulara şu cevapları verdi:

1) Kerkük'ün ülkemiz için önemi nedir?

Kerkük Türkleri türkülerini dinlediğimiz bir Türkmen şehridir. Bizim önemsememiz gereken bir kardeş halk yaşıyor. Bunların hak ve hukuklarını öncelikle Irak Devleti'nin koruması gerekiyor. Aşılamayacak sorunlar var ise o zaman Türkiye’nin devreye girmesi lazım.

2) Kerkük'te bu duruma nasıl gelindi?

Kerkük yer üstü zenginliklerinden önce en önemli petrol yatağı bölgesi. Bu özelliği sebebiyle enerji üzerine hesabı olan büyük devletler buradaki ilgilerini hiç eksik etmemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeden koparılmasının ana sebebi de budur.

3) Son dönemde MGK, Bakanlar Kurulu kararları ve meclisten geçen tezkereyi nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunda kurucu irade lideri Mustafa Kemal Atatürk "Yurtta sulh cihanda sulh” demiştir. Fakat Hatay sorunu ortaya çıktığında da askerin çizmelerini ayağına giyip bölgeye gitmekten de çekinmeyeceğini beyan etmiştir. Bu Türk devletinin barışçı olmakla beraber halkın hukukunu koruyacak kadar ilkeli olduğunu da gösterir. Aynı durum 1974 Kıbrıs Barış Harekatı için de geçerlidir. Dolayısıyla devletimizin bölgedeki istikrarın korunması ve oradaki halkların huzur ve güven içinde yaşaması için gerektiğinde askeri müdahaleye kadar gidecek bu tür planlamalarının olması gerektiğine inanıyorum

4) Kerkük meselesinde hükümet olarak neleri eksik yaptık?

Devletlerin politikası uzun vadeli ve alternatifli olmalı. Bu konuda detaylı bilgi sahibi değilim ama bizi yönetenlerin işi bilen uzmanlara danışarak ülkemizi yönettiklerine inanmak isterim.

5) Kerkük meselesine Dünya'nın bakışını nasıl değerlendirirsiniz?

Uluslararası güçlerin tabii ki menfaatlerini korumasını anlamaya çalışıyorum. Ama bu menfaatlerini insanlık dramı üzerine koymalarını kabul edemiyorum. Dolayısıyla büyük güçlerin politikalarını insan öncelikli yeni bir gözle değerlendirmelerinin gerektiğine inanıyorum. 60'lı seksenli yılların politikacıları (Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş) komşu ülkelerimizin birlik ve bütünlüğünü daha çok önemseyen bir siyaset gütmüştür. Bu durum bazı ülkelerin işine gelmemek ile beraber komşu ülkelerimizdeki devlet otoritesinin sürdürülmesine katkı vermiştir. Ama daha sonra önce Irak'la sonra Suriye'de bildiğimiz gelişmeler olmuş ve bu komşu ülkelerimiz de iki devlet otoritesi önce zayıflamış sonra kaybolmuştur. Demokrasi kültürü olmayan komşularımız da maalesef sonunu göremediğimiz bir yönetim boşluğu mevcuttur. Dolayısıyla bu iki komşu ülkemizde merkezi devlet otoritesinin bir an evvel tesisini temenni ederim.

6) Bugünden sonra atılacak adımlar ile ilgili neler yapılabilir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bölgelerin güçlü ülkesi olduğuna inanıyorum. İlgili komşu ülkelerimiz de iyi ilişkiler içinde barışı ve kardeşliği sürdürecek politikalar izlenmeli. İran-Irak harbinin her iki ülkeye de hiçbir fayda getirmediğini insanlarına büyük acılar yaşattığını unutmamalıyız. Ama Musul-Kerkük gibi Kuzey Irak'taki bazı yerleşim yerlerindeki Türkmen kardeşlerimizin haklarını ve hukuklarını korunmanın devletimizin de bir borcu olduğunu yine unutmadan doğru adımlar atılması umudunu paylaşmayı istiyorum.

kocaelifikir.com/haberler/7-kisi-soru-cevap/kerkuk-u-korumak-borcumuzdur/2617

29Eyl/170

Bizim Herif Yapmaz – Alptekin CEVHERLİ

alptekin cevherl,Bizim Herif Yapmaz - Alptekin CEVHERLİ

1980 – 1988 yılları arasında hemen güneyimizde yaşanan bir savaş vardı, yaşı müsait olanlar hatırlar, İran – Irak Savaşı.

Batı ve Doğu’nun en yeni silahlarını denediği, hurdaya çıkanları da sattığı bu savaşta, on binlerce kişi ölürken, 8 yılın sonunda cephe hattında bir metre bile ciddi oynama olmadan savaş bitmişti. Bu savaşta ölenlerin çoğunluğu İran ve Irak’ta yaşayan Türkmenlerdi. Her iki devlet de cephe hattına ülkelerindeki Türk asıllı askerleri sürmüştü. Zaten savaş da Türk bölgelerinde yaşanıyordu. Bu nedenle de savaşın asıl hedefinin bölgedeki ezici Türk nüfusu bitirmek olduğu yıllarca söylendi durdu.

İran – Irak Savaşı’nda; 1984’te Fransa’nın Irak’a sattığı Mirrage savaş uçakları, 1986 yılında açığa çıkan ve ABD kamuoyunun tepkisini çeken ‘İrangate’ skandalı (ABD’nin kongre kararına aykırı olarak, Nikaragua’daki anti-komünist gerillaları finanse etmek için İran’a silah sattığının ortaya çıkması) ise savaşın perde arkasındaki asıl aktörleri sergiliyordu.

28Eyl/170

JÖLELİNİN AKLI İLE DIŞ POLİTİKA – Ruhittin SÖNMEZ

r sönmezJÖLELİNİN AKLI İLE DIŞ POLİTİKA - Ruhittin SÖNMEZ

“Jöleli” namıyla tanınan Başdanışman Kuzey Irak’ta yapılan referandum öncesi ilginç laflar etti. “Allah ömür verir mi vermez mi bilmem. Ama yazın bu sözlerimi. 3 sene içinde hatta 2 sene içinde Kuzey Irak referandum yapıp Türkiye’ye katılma kararı alacak” dedi.

Bu lafları okuyunca Keçecizade İzzet Molla gibi söylendim. “Allah’ım bu danışmanın aklını bir geceliğine bana versen” diye dua ettim.

Bilmeyenler için açıklayalım.

Keçecizade İzzet Molla Osmanlı bürokratlarındandır. Üst düzey görevler yaptı. İki kere sadrazamlık, on sene hariciye nazırlığı yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın babasıdır. Her ikisi de devrinin nükteleri ve hazır cevaplılığıyla tanınan aydın kişileridir.

İzzet Molla belirtileri hissedilen Rus Harbi öncesinde, harbe taraftar olmadığını açıklayan bir lâyihası dolayısıyla önce idama mahkûm edildi. Sonra affedildi ve Sivas’a sürgüne gönderildi. Bir süre sonra haklı olduğu anlaşılarak affedildiyse de, af fermanı kendisine ulaşmadan önce vefat etti.

27Eyl/170

“NİL’DEN” İSRAİL, “FIRAT’A” KÜRDİSRAİL – Süleyman PEKİN

NİL’DEN” İSRAİL, “FIRAT’A” KÜRDİSRAİL–  Süleyman PEKİN

Çok şükür (!) savaştopu gibi bir Kürdistan’ımız oldu; artık Cumhurbaşkanlığı Forsuna güneşimsi bir yıldız daha ekleyebiliriz.

Neo Osmanlı pozlarıyla oynadığımız ve orjinali İngilizce alt yazılı Büyük Ortadoğu Filmi yada Türkçesiyle Ortadoğu’da büyük devlet bırakmama, hepsini ceviz kıracağıyla kırma projesinde ilk galayı yaptık.

Bu noktada emperyalizmin gedikli işbirlikçisi Barzanî Aşireti’nin baba Mustafa, oğul Mesut ve torun Neçirvan olarak 3 kuşaktır devam edegelen istikrarlı ihanetlerinin bu oluşumda önemli payları var. Biraz da petrol payı..

İkinci olarak neo-liberal politikalarla Devleti ekonomik alanların biri haricinde hep küçülten ama inşaat alanında Dünya çapında TOKİ’leşen İktidar Aygıtı’mızın BOP Kürdistanları’nı da inşaat ihaleleri gibi görmesi yeni devlet doğumunda adeta doktor vazifesi görmüştür.

Allah’tan 7 Haziran Seçimleri’nde seçmenden ufak bir fiske yediler de direksiyonu öbür tarafa çevirmeyi akıl ettiler. Yoksa bırak Suriye’de Fırat K

25Eyl/170

Misak-ı dombıra – Yılmaz ÖZDİL

indir_thumbMisak-ı dombıra – Yılmaz ÖZDİL

Şubat 1992…

ABD “davet edeceksiniz” dedi, bizimkiler “peki” dedi. Barzani tarihte ilk kez Ankara'ya geldi. Cumhurbaşkanı Özal'ın himayesindeydi, MİT tesislerinde kalıyordu, başbakan Demirel tarafından ağırlandı. Süklüm püklümdü. Kürtçe konuşmasına izin verilmedi, Arapça konuşuyor, tercüman Türkçe'ye çeviriyordu. TC pasaportu verdik, para verdik, silah verdik, buğday verdik, elektriğini vermeye başladık.

* ABD öyle istediği için, elimizi vermiştik, şimdi sıra kolumuzu kaptırmaya gelmişti.

24Eyl/170

Meral Akşener – Haluk Ulusoy

Meral Akşener - Haluk ULUSOY

Tarih , 19.09.2017 Fox Tv , Sabah Haberleri. Sn. İsmail Küçükkaya ve Sn. Meral Akşener birlikte ekrandalar, Sn. Küçükkaya soruyor ; Sn. Akşener cevap veriyor.

21Eyl/170

AHLÂK HASTALIKLARI HASTANESİ – Süleyman PEKİN

AHLÂK HASTALIKLARI HASTANESİ – Süleyman PEKİN

Bir dinleri olduğu için ahlâka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar” diyor Amin Maalouf. Tam da bizim durumumuzu imliyor: Ahlâksız dindarlık yada netameli Müslümanlık..

Dünya İslâmîlik Endeksi’nin ilk 10’unda, 20’sinde, 30’unda tek bir İslâm ülkesi bile yok; tamamı gayrimüslim ülkeler ve hatta bir kısmı da ateizme yakın İskandinav ülkeleri.

Malezya 38’nci sırasıyla 57 İslam ülkesinin en önde olanı.. Bizse 65’nci sıradayız. Bu şu demek: İslâm ülkelerinin İslâm’la (ekonomi, hukuk, özlük ve siyasî haklar, uluslararası ilişkiler) neredeyse doğru dürüst bağı yok.

16Eyl/170

Ülkemizin Önündeki En Büyük Sorun; CHP’nin Başında Kılıçdaroğlu… MHP’ nin Başında da Bahçeli’nin Mevcudiyetidir. Neden…..? – Hasan YILMAN

12002149_885272814897266_3233925131967441841_nHasan Yılman bey bugünkü paylaşımında; Tarihte bu gün kapsamında 15 Eylül 2015' te yayımladığım bir analiz yazım.

Yüce TÜRK Milletinin DİKKATİNE.....!

KİM HAKLI ÇIKMIŞ...? İbreti alem için lütfen okumanızı tavsiye ederim.” demiş..

Ülkemizin Önündeki En Büyük Sorun; CHP'nin Başında Kılıçdaroğlu... MHP' nin Başında da Bahçeli'nin Mevcudiyetidir. Neden.....? – Hasan YILMAN

15 Eylül 2015, 11:46 

16Eyl/170

Ahat URUK – Türk Müziği Yorumcusu, Koro Yönetmeni (1965 Sivas / 16 Eylül 2007 İzmir) – Mustafa ENÜL

a15 - Kopya

15Eyl/170

Ahde Vefa Ne Güzeldir – Seyfettin KARAMIZRAK

seyfettin-karamzrakAhde Vefa Ne Güzeldir - Seyfettin KARAMIZRAK Eğitimci

Ahd iki tarafın sözleşmesi demektir. Bir taraf söz verirse bu vaad olur. Vefa ise, “sevgiyi sürdürme, sevgi ve dostluk bağlılığı” anlamındadır. Ahde vefa ise, “verdiği sözünü yerine getirmek” demektir.

Vefalı insan, hata yaptığında dostunu yalnız bırakmaz, bağışlayıcı olur. Zorluk zamanlarında insanın sevgisi, sadakati ve vefası daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Öğretmen okulu, dördüncü sınıfta okuyorduk. Edebiyat öğretmenimizin dersi vardı. Teneffüste birkaç kişi derslikte oyalanıyorduk. Bir arkadaşımız öğretmenin takma adı olan “çaylak” sözcüğünü sandalyenin altına, zemine tebeşirle yazdı.

Kendisine “yazma” diye çok ısrar etmemize rağmen, “eğilip bakmaz” merak edilecek bir şey yok” dedi.

Edebiyat öğretmenimiz derse başladıktan bir süre sonra, sandalyeyi ileri geri oynatırken “çaylak” sözcüğünü gördü. Takma adını biliyordu, ayağa kalkarak, “bu yazıyı kim yazdı?” diye sordu. Derslikte çıt yok. Bu sefer, “teneffüste içeride olanlar tahtaya çıksın ” dedi.

Teneffüste derslikte olanlarımız eksiksiz çıktık. Tabi aramızda yazıyı yazan da var. Bize tekrar sordu: “Bu yazıyı kim yazdı?” diye.

Yine bizden ses yok. Bu sefer, “yazanı gören var mı?” Diye sordu. Hepimiz de görmüş, hatta “yazma” diye müdahale etmiştik. Fakat söylememiz imkânsızdı. Arkadaşımızı asla ele vermeyecektik. Öğretmenimiz bu tavrımıza iyice kızdı.“demek yazanı ele vermeyeceksiniz, bravo size. Ben de sırayla sizi dövmeye başlayacağım, ta ki söyleyene kadar” dedi.

Ceketini çıkardı, o anda, yazan arkadaşımız ileri çıkarak, “hocam ben yazdım, arkadaşlarımı dövmeyin lütfen” diye itirafta bulundu. Bu duruma yine de sevinememiştik. Nitekim gözümüzün önünde, “siz misiniz kahramanlık gösteren”der gibi insafsızca arkadaşımıza meydan dayağı çekti.

Demem o ki, gencecik öğrencilerdik ve arkadaşımızı ele vermemiştik. Fakat O’da bizi koruma adına dövülmeyi göze almıştı. Bunun adı ahde vefaydı bize göre.

14Eyl/170

HÂKİMLERİN VİCDAN SAHİBİ OLMASI GEREKİR – Ruhittin SÖNMEZ

r sönmezHÂKİMLERİN VİCDAN SAHİBİ OLMASI GEREKİR - Ruhittin SÖNMEZ

“Hâkimler bakımından, vicdan hüküm verirken dikkate alınması gereken son derece önemli bir kavramdır.

Anayasamıza göre, hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa’ya, kanuna, hukuka ve vicdanlarına göre hüküm verirler. Bu nedenle hâkimin anayasayı, kanunu ne derece iyi bilmesi gerekiyorsa vicdani süreçleri de o derece iyi bilmesi ve en önemlisi de VİCDAN SAHİBİ olması gerekir.

Bir yargı mensubunu üstün kılan, onu kendi istek ve hırslarından kurtararak, sadece hukuku uygulamasını emreden vicdanıdır.”

Bir hukukçu olarak her kelimesine katıldığım bu sözleri, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in yeni yargı yılı açılışında yaptığı konuşmasından aldım.

Bu sözler sadece birer temenniden ibaret kalmamalı. Çünkü “Halkın yargıya duyduğu güven ve memnuniyetin artması gerekir.”

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün ifade ettiği beklentisi bizim de beklentimizdir:

“Yargı camiamızdan beklentimiz, aziz milletimizin bir tek ferdinin dahi adaletsizlik hissine kapılmaması için titizlik ve gayret gösterilmesidir.”

Ülkemizin 15 Temmuz 2016 da yaşadığı Darbe Teşebbüsü ağır bir travma idi. Bu travma sonrası Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile görevden almaları, gözaltılar, tutuklamalar, yargılamalar izledi. Bu işlemlerin arasında elbette hatalar da yapıldı.

Bunların sayısı o kadar fazla ki gittiğimiz her yerde mağduriyetinden yakınan insanlar veya yakınları ile karşılaşıyoruz.

13Eyl/170

13 EYLÜL – VİYANA’DAN SAKARYA’YA – Süleyman PEKİN

13 EYLÜL – VİYANA’DAN SAKARYA’YA – Süleyman PEKİN

Koşturduğumuz atların nalları döküldü

Kaderimiz Kızılırmak gibiydi içe büküldü

Demiş Şair ama niye demiş, nerde demiş? 1299’larda kurduğumuz ve 15’le 16.yy’ların Süper Gücü olan Cihan İmparatorluğumuzun kaderinin tersine dönmesine.. Ve onunla birlikte Türk Milleti’nin talihinin makûsiyet kesbetmesine..

14 Temmuz 1683’te başladı II.Viyana Kuşatmamız; devâsa bir ordu, devâsa bir komutan ve devâsa iddialarla. 2 ay sonra 13 Eylül’de savaş bittiğinde nâmağlûp bilinen bir ordu yenilmiş, komutan idam edilmiş ve hepsinden daha önemlisi Osmanlı artık Gerileme ve Dağılma iklimine doğru girmişti.

Tam 238 yıl sürdü bu sürükleniş. Tesbih taneleri gibi ülkelerden biriktirdiğimiz Devlet-i Âliye’den bu sırada elimize bir tek Anadolu kalmış; onun da kaderi batısından ve güneyinden çorap gibi sökülmeye başlamıştı.

23 Ağustos’ta başladı 2,5 asırlık kötü gidişâtımızı durduran savaş ve 13 Eylül 1921’de tam 22 günlük / gecelik canhıraş bir boğuşmadan sonra bitti. Avusturya’nın Başkenti olan Viyana önlerinden başlayan geri çekilişimiz 2 bin kilometre sonra Ankara’nın Polatlı İlçesi yakınlarında sona erdi.

Tuna Nehri’nin öbür yanında başlayan mücadelemiz Sakarya Nehri’nin beri yanında bitti. Ve Necip Fazıl’ın meşhur Sakarya Türküsü’ndeki gibi iki büklüm vaziyetteki Türk Milleti’nin Ayağa Kalk’masıyla nihayetlendi. Zaten bu şiir yazıldığında Sakarya Zaferi daha 28 yaşına basmamıştı, yani bilinçaltı “Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur” mısraındaki kronolojik bakışla doluydu.

Atlarla “Dörtnala geldik Uzak Asya’dan” ve “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” dedik. Onbinlerce atın kişnemesiyle girdiğimiz Viyana topraklarından ayrılırken onbeşbin şehit, onbinlerce yaralı ve beş bin esir bıraktık ardımızda. Ve Kısrakbaşı Anadolu’da yine bir at sembolleşecekti 5.713 şehit ve 18 bin yaralımızın yanında; adı Sakarya.

Atatürk’ün Büyük Taarruz’da sırtında duracağı ve sonradan Latife Hanım’a evlilik için hediye edeceği kahraman atı Sakarya.

II.İnönü Savaşı’nda sonra Mustafa Kemal’in İsmet Bey’e çektiği bir telgraf var: “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.

Aslında o telgraf Sakarya Savaşı’nın, yani o en kritik zafer aşamasının telgrafı olmalıydı ve M.Kemal Paşa’ya çekilmeliydi. Zira Mart sonundaki II.İnönü Savaşı’ndan 4 ay sonraki Kütahya – Eskişehir Savaşları’nda öyle bir yenildik ki Sakarya Nehrinin doğusuna kadar çekildik. Öyle ki top sesleri artık Ankara’daki TBMM’den bile duyuluyordu. O yüzden “Vatan, Millet, Sakarya!” diyoruz.

Biz Türkler - II.Viyana yada Sakarya - nedense savaşları başlangıç tarihi itibariyle duyumsayabiliyoruz. Oysa aslolan neticedir. Ha, başlangıçsever bir halk olarak ille bir start vereceksek her sene okulların açılmasını 13 Eylül tarihiyle otomatiğe bağlayalım; böylece yüzlerce yıllık bir şuur serpintisiyle Bismillah demiş oluruz her yeni eğitim dönemine.

Vira Sakarya!

9Eyl/170

Türk Uyanmadı!- Cevat NAS

Türk Uyanmadı!- Cevat NAS

Gök mü çöktü, sular mı yandı,
Eyy Türk neden bir ve iri değilsin?
O demir dağları eriten ruh nerde?
Bir ol, iri ol ki dostlar sevinsin!
*
Hani Kızılelma Türk’e bir handı,
Eyy Türkoğlu kendine gelmelisin.
Başbuğun çizdiği hudut nerede?
Diri ol, iri ol ki dostlar sevinsin!
*
Düşman uyandı da Türk uyanmadı,
Eğilsin de yüce dağlar eğilsin.
Sınırsız, hudutsuz yurtlar nerede?
Güçlü ol ki dünya sana diz çöksün!
*
Hainler bak sınırlara dayandı,
İçimize onca ajan girdi farkında mısın?
Eyy Türk, adaletin hani nerede?
Kendine gel! Türk tarihe yön versin…

Kategori: Cevat Nas Yorum yok
7Eyl/170

İHTİYAÇLAR, İLKELER VE YENİ SİYASET ANLAYIŞI – Süleyman PEKİN

İHTİYAÇLAR, İLKELER VE YENİ SİYASET ANLAYIŞI – Süleyman PEKİN

Adalet Yürüyüşü kadar ilgi çekmese de Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı Adalet Kurultayı’nın sonuç bildirgesi başat bir kavramın yokluğunun toplumda ne şekilde bir zincirleme reaksiyona sebep olduğunun altını çizmesi bakımından olumluydu.

Toplumlar da çocuklar gibidir; bünyelerinde eksik görünen kimyaları toprak yemek, su içmek sadedinde doğal yollardan kazanmak isterler. Evet; yargıda, devlette, seçimde - geçimde, inançta, eğitimde ve toplumsal yaşamda adalet yok ama bunların doğal yollardan topluma iadesi nasıl olacak? Yoksa o kelimeyle / kavramla kurulmuş partiler bile var.

Zorlukların ve sıkıntıların artmasıyla doğru orantılı olarak umutlar ve beklentiler de artar. Tıpkı 99–103 yıl önceki Büyük Savaşın enkazının 98 yıl önceki Kongrelerde ‘millî irade’ ve ‘millî egemenlik’ diyerek kaldırılması, sonrasında da önce bir hayal olarak tasarlanan Bağımsızlığın tekrar savaş meydanlarında (95 yıl önce) kazanılması gibi..

6Eyl/170

Balkanlar’daki Vatikan… / Alptekin CEVHERLİ

DSC04848

Balkanlar’daki Vatikan… / Alptekin CEVHERLİ

5Eyl/170

Sorgulama – Yüksel ERCAN

Sorgulama – Yüksel ERCAN

Son günlerde bir Şeyh torununun altın yaldızlı koltukta oturup poz vermesi sağcı-solcu hemen herkesin tepki vermesine sebep oldu, “Bir hırka-bir lokma” diyen ve bu dünyadan “Mülksüz ayrılan bir Peygamberin” ümmeti olmak iddiasındaki cemaat ya da tarikat liderlerinin Altın oymalı tahtlarda oturması karşısında işin doğrusu bizde büyük bir şaşkınlık yaşadık.

Biz kendisini dini vecibelerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan birisi olarak değerlendirir ve her şeyin ortalamasını yaşamanın özellikle de dini konularda aşırıya kaçmanın eninde sonunda herkesi bir takım sorunlar ile baş başa bırakacağını biliyoruz.

İnsanımızın zaman zaman ne yaptığını bilemez bir şekilde “kaş yapayım derken göz çıkardığı” anlarda
bizimde belediye meclis üyesi yaptığımız dönemdi.