İLKELERİNDEN SAPMADAN GELİŞMEK VE OLGUNLAŞMAK – Ruhittin SÖNMEZ
İLKELERİNDEN SAPMADAN GELİŞMEK VE OLGUNLAŞMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Yeniçağ Gazetesi yazarı Arslan Bulut dostumuz geçen hafta köşe yazısında, 09 Haziran’da sonsuzluğa uğurladığımız, Hoca Ahmet Yesevî Vakfı Başkanı, ERDOĞAN ASLIYÜCE hakkında bilgiler verdi.
“Aslıyüce, her fırsatta Türk yurtlarını adım adım gezer ve sosyal antropolog gibi aldığı notları önce yazıya sonra kitaba dönüştürürdü. Bu gezi yazıları sebebiyle, “Günümüzün Evliya Çelebisi” olarak da anılırdı.
Geziler sırasında kimlerle birlikte fotoğraf çektirdiyse, bastırır, hepsine birer tane gönderir ve böylece yeni dostluklar kurardı. Tanıştığı insanların sadece telefon numaralarını almakla yetinmez, çektiği fotoğrafları göndermek için adreslerini de kaydeder, böylece her gittiği yerde bir irtibat noktası oluştururdu.
Zaten hayat felsefesini de Ahmet Yesevi’den aldığı ‘Sevgi tohumları ekelim ki, sevgi çınarları yetişsin!’ diye özetlerdi. Bu söz, Yesevi dergisinin logosunda da yer alıyordu.”
Ülkücü Bir Doktorun Kaleminden – Halil İbrahim KAHRAMAN
Ülkücü Bir Doktorun Kaleminden - Halil İbrahim KAHRAMAN
70’li yılların gençlik olayları, o günleri birebir yaşayan bizim kuşakta önemli izler bırakmıştır. Bu olaylarında etkisiyle, ülkemiz 12 Eylül 1980 ihtilaline sürüklenmiştir. O dönemlerin iyi bilinmesi insanlarımıza olayların daha doğru değerlendirilmesinde katkı sağlayacaktır. İyi bilinme ise o günleri yaşayanların yazdıklarının ve o günleri araştıran bilimsel yayınların okunması ve öğrenilmesi ile mümkündür.
Bu yazımı o günlerin gençlik önderlerinden Dr. İbrahim Doğan‘ın Akıldan Kaleme isimli kitabını okuduktan sonra yazıyorum. Kitapta önce doğduğu ve çocukluğunun geçtiği günleri anlatıyor. Yazdıklarından orta halli bir ailenin çocuğu olduğunu öğreniyoruz. Yozgat’ın bir kasabasında doğup büyümüş, devlet imkânlarıyla okumuş, iyi bir meslek olduğu için doktor olmak azmiyle üniversiteyi kazanıp tıbbiyeyi tercih etmiş bir gençtir. Ankara Tıp Fakültesi’ne kayıt olması onun ve çevresinin önemli bir gurur kaynağıdır. Dini ve milli hassasiyetleri sebebiyle Türk Ocağı’na ve milliyetçi duygularının etkisiyle ülkü ocağına ilgi duyar. O bizden 2 sınıf öndedir. 1968 de aynı duygularla tıbbiyeye girip doktor olmak için attığım adım ailem için olduğu kadar köyüm hatta kasabam için bile bir övünç vesilesi olmuştu. Bizim için bir gurur kaynağı olmasıyla birlikte sorumlulukta yüklemekteydi. O ve çevresinin de benzeri duyguları yaşadığını anlıyoruz.
HALKIN GÜVENİNİ KAYBETMEKTENSE… – Ruhittin SÖNMEZ
HALKIN GÜVENİNİ KAYBETMEKTENSE… - Ruhittin SÖNMEZ
“İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim.” Robert Bosch’un bu sözünü, kurucusu olduğu dünyaca ünlü şirketin reklamlarından hatırlarsınız.
Robert Bosch bir şirketin veya tüccarın ticari açıdan güven duygusu yaratmasının önemini anlatmak için söylemiş olabilir.
Ama aslında güven duygusu hepimiz için hayatı kolaylaştıran, huzur ve mutluluk veren bir etken.
Tam tersi güvensizlik hali hayatı çekilmez hale getiren, insanları normalden uzaklaştıran, mutsuz, öfkeli ve endişeli yapan bir durumudur.
Hayatında başarılı olduğunu düşündüğünüz, zengin, makam mevkii sahibi birine imrenir ve O’nun yerine kendinizi koymak isteyebilirsiniz. Fakat bu kişinin eşinin kendisine sadık olmadığı şüphesi içinde yaşadığını, en yakınında bulunan kişilerin kendisine kötülük etmek üzere fırsat kolladığını düşünen biri olduğunu öğrenirseniz, yine de O’nun yerinde olmak ister misiniz?
Başka bir seçenek… Diyelim ki çok zenginsiniz, müthiş bir ekonomik gücünüz var. Fakat devletin veya mafyanın bir gece bütün varlıklarınıza el koyabileceği ve sizin de hapse atılacağınız veya öldürüleceğiniz endişesi taşıdığınız bir ülkede yaşamaktan mutlu olur musunuz?
Benim gezebildiğim gelişmiş ülkelerde vatandaşın devletine, devletin de vatandaşlarına çok fazla güvendiğini tespit ettim. Bunun sonucu olarak oralarda vatandaşların da birbirine güven duygusu içinde olduklarını görüyoruz.
Bizde ise devlet ve vatandaş ilişkilerinde güvensizlik esastır.
Batıda vatandaşın beyanına güven esasken, bizde devlet vatandaşın yalan söyleyeceğine, hile yapacağına inandığı için imzalı ve onaylı belgeler ister.
ABD’de evlerin yüzde 90’ı bir veya iki katlı müstakil yapılardır. Bu evlerin zemininde bulunan kapı ve
pencerelerden hırsızlar kolayca içeri girebilecek imkana sahiptir. Fakat orada evlerde çelik kapı, pencerelerde demir ızgaralar göremezsiniz. Bizde ise siteler duvarlar arkasında özel güvenlik sistemleriyle korunmakta, diğer yerlerde evler demir ızgaralarla bir hapishaneye dönüştürülerek
yaşanmaktadır. Güvenliği sağlayamamanın bedelini görebiliyor musunuz?
Kurumların işlediği ve kuralların uygulandığı ülkelerde güven duygusu gelişiyor. Trafikte yayalara saygının olduğu, magandaların cirit atmadığı, asayişin sağlandığı, adalet mekanizmasının adil ve hızlı olduğu yerlerde yaşayanlar stresten uzak mutlu ve sağlıklı yaşıyorlar.
YANLIŞ VERİYLE DOĞRU ÇÖZÜM ÜRETİLEMEZ – Ruhittin SÖNMEZ
YANLIŞ VERİYLE DOĞRU ÇÖZÜM ÜRETİLEMEZ - Ruhittin SÖNMEZ
Ekonomist Prof. Dr. Emre Alkin “Yanlış veri, yanlış reçete yazdırır…” başlıklı yazısında yeni ekonomi yönetiminin gerçeği yansıtmayan TÜİK verileri ile mi yoksa bu verileri yanlış kabul ederek mi karar aldığını sorguluyor.
Ekonomist Mahfi Eğilmez de bu yazıyı önemli ve değerli bulmuş olmalı ki Twitter (X) üzerinden paylaştı.
Ben de bir yıl kadar önce YANLIŞ VERİ İLE DOĞRU POLİTİKA OLMAZ başlıklı bir köşe yazısı yazmıştım.
Çünkü mühendis ve yönetici olarak çalıştığım uzun yılların bana kazandırdığı en önemli özelliklerden biri her türlü tartışmayı veri bazlı yapmaktır.
Aldığım eğitim ve tecrübelerime göre, doğru bir şekilde ölçümünü yapamadığınız bir konuda doğru çözüm üretmek mümkün olmaz.
Bu yüzden demiştim ki; doğru ve güvenilir verilere dayanmayan tartışmalar gerçekler üzerinden
değerlendirmelere imkân vermez; duygulara, ön yargılara, sempati veya antipatilere dayalı hale gelir.
Böyle olunca çevresinde gördüğü araba sayısı, dolu lokanta ve otellere bakarak “ekonomide işler tıkırında” zannedenler olur.
Akça Koca Bey Fetihlerine Devam Ediyor – Mürsel GÜNDOĞDU
Akça Koca Bey Fetihlerine Devam Ediyor - Mürsel GÜNDOĞDU
Adını Akça Koca Bey’den tevarüs eden şehirde yaşamanın bir faturası olduğu gibi ismini bu koca yürekli yiğitten alan bir kurumda görev yapmanın da insana yüklediği önemli sorumluluklar olduğunu düşünüyorum.
Kocaeli’nin incisi Kartepe’nin yarı beline gümüş kemer gibi nakşedilen Akçakoca Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nde bir ders esnasında gençlere Akça Koca’dan sual ettim. Aldığım az sayıdaki cevaptan memnun kalmayınca onları Akça Koca’nın kim olduğuna dair performans ödeviyle vazifelendirdim. Öğrencilerin kendi el yazısıyla kaleme aldıkları üçer beşer sayfalık metinler elime ulaştıkça bu derin bilinçsizlikten kaynaklanan içimdeki memnuniyetsizlik, yerini derin bir huzur ve mutluluğa terk etti.
Anadolu Selçukluları döneminde Bizans sınırındaki uç bölgeye yerleştirilmiş Türkmen boyuna mensup bir aileden takriben 1234 yılında dünyaya gelen Akça Koca Bey, Ertuğrul Gazi ve Orhan Gazi’nin silah arkadaşlarından birisi. Yaşadığı bölgede ahalinin sevgi ve saygısını kazanmış dürüst, kara gün dostu bu yiğit insana beyaz tenli, doğru ve açık sözlü olması nedeniyle Ertuğrul Gazi “Akça” lakabını verir. Osman Gazi tarafından uç beyi olarak görevlendirilen Akça Koca, Sapanca Gölü kıyılarını karargâh edinerek İzmit’ten Kandıra’ya kadar olan yerlerin fethine memur edilir. Buradaki günlerini Orhan Gazi’nin emrinde bulunan Konuralp, Turgutalp, Saltukalp, Samsa Çavuş, Gazi Rahman ve Köse Mihal gibi kudretli beylerle Bizans tekfurlarıyla savaşıp onları Osman Gazi'ye boyun eğdirmekle geçiren Akça Koca, İzmit bölgesine akınlarda bulunarak Akova, Akçaköy ve Kaymas’ı alır. 1326 yılında Kandıra ve civarını Osmanlı Beyliği topraklarına katar. Bunun üzerine adı tarihe “Kandıra Fatihi” olarak kazınır. 1328 yılında İzmit üzerine akınlarını sürdürdüğü sıralarda Kandıra yakınındaki Baba Tepesi’nde 94 yaşında vefat eder. Türk töresi gereği otağının bulunduğu yere defnedilir. Akça Koca'nın yoğun gayretleriyle Türk hakimiyeti altına giren İzmit ve çevresine, onun ismine izafeten Kocaeli adı verilir.
ÜÇ ÇOCUK PROJESİ ÇÖKTÜ – Ruhittin SÖNMEZ
ÜÇ ÇOCUK PROJESİ ÇÖKTÜ - Ruhittin SÖNMEZ
22 yıldır ülkemizi yöneten R. T. Erdoğan’ın yaptıkları ve yapmak istediklerini eleştirdiğimde bazı sitemler alırım. “Hep eleştiriyorsun da hiç mi iyi şeyler yapmadı?” diyen dostlarıma Erdoğan’ın çok takdir ettiğim iki projesini örnek veririm.
Toplu taşımalarda, restoran kafe gibi mekanlarda sigara içme yasağı uygulamaları sebebiyle kendisine müteşekkir olduğumu anlatırım. Bu uygulamanın sigara tüketimini azaltıp azaltmadığı ayrı bir konudur ama içenlerin içmeyenlere verdiği zararın azaltılmasını takdir etmemek mümkün değil.
Yani faydalı bulduğum uygulamalara destek vermekten çekinmiyorum.
Erdoğan’ın en takdir ettiğim ve doğru bulduğum söylemlerinin başında “her aileye en az üç çocuk” tavsiyesi geliyordu.
Fakat Erdoğan’ın “üç çocuk hatta beş çocuk” tavsiyelerine rağmen AKP’li yıllarda doğurganlık ve Türkiye’nin nüfus artış hızı azalmaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 yılına ilişkin doğum istatistiklerine göre;
2001 yılında 2,23 olan nüfus artış hızımız bugün 1,51’e düşmüş.
Nüfusun sabit kalması için bu oranın 2,1 olması gerekiyor. Yani Türkiye AKP iktidara geldiğinde nüfusu artmakta olan bir ülke iken nüfusu azalan bir ülke haline geldi.
Erdoğan bu durumu “Türkiye için varoluşsal bir tehdit, bir felakettir” diye değerlendirdi.
Bu tespit kesinlikle doğru. Hani sık sık “beka sorunu” dedikleri konular kadar önemli bir gelişme bu.
SAMİ SELÇUK: TÜRKİYE AZINLIK TARAFINDAN YÖNETİLMEKTEDİR – Ruhittin SÖNMEZ
SAMİ SELÇUK: TÜRKİYE AZINLIK TARAFINDAN YÖNETİLMEKTEDİR - Ruhittin SÖNMEZ
31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerde CHP birinci parti, AKP ikinci parti oldu. İktidar (AKP+MHP) azınlıkta kaldı.
Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Karar Gazetesinde yazdığı makalede, yerel seçimin bir “güven oylaması”niteliğinde olduğunu, milli iradeye saygı duyularak azınlıkta kalan iktidarın çekilmesi gerektiğini savundu.
Sami Selçuk’a göre, CHP Genel Başkanı, seçim zaferinin ardından, “yerel seçim diye girdikleri seçimi genel seçime dönüştürmeyeceklerini” söyleyerek yanlış yaptı.
Bu görüş iktidarın işine geliyordu. Fakat halkın iradesini yorumlamaktan aciz yandaşlar da destekledi.
Özgür Özel’in tutumu “İlk bakışta aslında olması gereken hukuk açısından doğruydu. Ancak bizim gibi Doğu ülkelerinde değil, Batı ülkelerinde.”
Çünkü Batı’da yerel seçimlerde gerçekten yerel adaylar yarışır. Bizde ise Batı ülkelerinden farklı bir uygulama söz konusu.
Sami Selçuk’un “Gün ışığında demokrasi’yi kavramış diye tanımladığı bu ülkelerde devleti yönetenler yerel seçim propagandalarına asla katıl(a)mazlar. Cumhurbaşkanları, Başbakanlar yerel seçimler için meydanlara in(e)mezler.
Çünkü katılırlar, o alanlara inerler ve azınlıkta kalırlarsa, seçim genel seçime; oylama da güven oylamasına dönüşür.”
Bu durumda parlamentoda güven oylamasında kaybeden iktidarın düşmesi gibi, milli iradenin istemediği iktidar çekilmek zorunda kalır.
Bu mecburiyet “millî iradenin mutlak üstünlüğü”ne olan inançtan yani demokratik bilinçten kaynaklanır. “Zira demokrasiler, milli iradeye kesinkes uymaya, itaate dayanır.”
31 Mart seçimleri propaganda döneminde “devletin başkanı, devletin uçaklarıyla gittiği bütün illerin ve pek çok ilçenin alanlarında, yerel sorunları değil, ülkenin temel sorunlarını gündeme getirerek söylevler çekmiş, yerel seçimlerde partisinin adaylarına oy istemiştir.”
“Bununla da yetinmemiş, adalet, içişleri ve dışişleri dâhil, on yedi bakanını da seçim alanlarına yollamıştır. Dahası, ‘İstanbul seçimlerini kaybeden, Türkiye’de seçimleri kaybetmiş sayılır’ diyerek taahhütlerde bulunmuştur. Kısaca kendi davranışlarıyla ve bağlayıcı sözleriyle bu seçiminin bir ‘GENEL SEÇİM’ düzeyinde, dolayısıyla iktidarı için bir ‘GÜVEN OYLAMASI’ olduğunu sağır sultanlara bile duyurmuştur.”
“Özetle 31 Mart 2024 oylamasının NESNEL, ÇARPICI ve ÇÜRÜTÜLEMEZ SONUCU açıktır ve şudur: İktidar partisi ve destekçisi parti azınlıkta kalmıştır. “
“31 Mart 2024 tarihinden bu yana TÜRKİYE, AZINLIK TARAFINDAN ve de ne yazık ki, ANTİDEMOKRATİK OLARAK YÖNETİLMEKTEDİR.”
“Öyleyse, iktidar da muhalefet de gerçeklere dönmeli, KESİN (MUTLAK) İRADESİNİ SERGİLEYEN BÜYÜK TÜRK HALKINI asla aldatmaya kalkışmamalıdır. Hukukta ve Kur’an’da buyrulan ‘AHDE VEFA’ buyruğuna uymalıdır.”
Ülkemizin yetiştirdiği en iyi hukukçulardan olan Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk böyle söylüyor.
EMEKLİLERİN DRAMI – Seyfettin KARAMIZRAK
EMEKLİLERİN DRAMI - Seyfettin KARAMIZRAK
Yerel Seçimlerden önce; bazı iktidar yetkilileri, emeklilere seslenerek; “Sayın Cumhurbaşkanımızı dikkatlice dinleyin” diyerek her seferinde emeklileri beklentilerinin üzerinde umutlandırdı.
Müjde bekleyen emekli, her mitingde hayal kırıklığına uğradı. Çünkü durumunu iyileştirecek müjdeyi bir türlü duyamadı. Sonunda da hükümete kırıldı ve küstü. Oysa
“müjde” diye duyurulan iyileştirmeler, zaten emeklinin sahip olduğu imkânlardı. Artı bir katkısı yoktu.
Önce 3 bin lira bayram ikramiyesi, sonra ‘promosyon’ hamlesi duyuruldu. Ancak emeklinin seyyanen zam beklentisi karşılık bulmadı. Bu açıklama, emeklilerce beklenilen zam müjdesinden oldukça uzak kaldı.
Emekliye ‘promosyon tesellisi’ verilerek, emekli maaşlarına seyyanen zam yapma kapısı kapatılmıştı. Üstelik muhalefetin, “emekli maaşlarına 10 bin lira, 7 bin lira seyyanen ekleyelim” teklifi, “emeklileri tahrik etme” unsuru olarak değerlendirilmişti.
Tüm Emekliler Sendikası Genel Başkanı Zeynel Abidin; “Bu açıklamayı müjde olarak değerlendirmek mümkün değil” diyerek, bankaların halihazırda emeklilere promosyon
verdiğine işaret etti.
ERMENİLER, YAHUDİLER, KÜRTLER VE EMPERYALİSTLER – Prof. Dr. Süleyman ÇELİK
ERMENİLER, YAHUDİLER, KÜRTLER VE EMPERYALİSTLER - Prof. Dr. Süleyman ÇELİK
Emperyalistler, ünlü “böl ve yönet” politikaların Osmanlı’da, önce Müslüman-Müslüman olmayan (müslim-gayrımüslim) ayrımı üzerinden gerçekleştirmek istediler. Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yürüttüğü bu işe, Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına doğru Amerika da karıştı.
Amerika, diğerlerinden farklı bir yöntemle işe başladı:
Osmanlı topraklarında 2000 misyoner okulu ve birçok hastane açtı. Okullara Müslüman öğrenci alınmıyor, hastanelerinde de Müslümanlara bakılmıyordu. Öğrencilerde ulusal bilinç/ kimlik bilinci oluşturmaya çalışılıyor, hastanelerde de hastalara aynı yönde telkinler yapılıyor ve bu şekilde Amerika Müslüman olmayanların “Koruyucu Meleği” rolünü oynuyordu. Son erek, azınlıkların Osmanlı’ya baş kaldırarak bağımsızlıklarını kazanmaları ve sonrasında Amerika’ya ticari imtiyazlar sağlamalarıydı.
Çalışmalarının sonucunu da gördü. Örneğin, bağımsızlığını kazanan Bulgaristan’ın ilk üç başbakanı İstanbul Robert Koleji mezunu idi.
Fakat o Balkanlardan çok, tarihin her döneminde jeopolitik önemini korumuş olan Ortadoğu ile ilgileniyordu. Burada gözü- kulağı olacak, kendisine üs, ileri karakol ya da çekiç güç görevi yapacak, kısaca bugünkü İsrail’in işlevini üstlenecek bir devlet kurmaya karar vermişti!..
Daha önce arkeolog, gezgin vs. ayaklarıyla göndermiş olduğu ajanların bölgede yapmış olduğu sosyolojik araştırmalarda, “Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin bu görevi yapabileceği” saptanmıştı.
“Leyla Hanım” İle Gururlandık – Dila Dilek MERT
“Leyla Hanım” İle Gururlandık – Dila Dilek MERT
Sıcağı sıcağına yazmak gerekir güzellikleri de, eksikleri de, olması gerekenleri de…
Ah Leyla Leyla Leyla… Leyla abla…
Büyüklerimiz anlatırdı. Büyük kadınmış… İzmit’in Leyla ablası… Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanı
Hani hükümet gibi kadın derler ya tam da adına yakışır…
Pazar akşamı İzmit Belediyesinin davetlisi olarak gururumuz merhum Leyla Atakan” anısına çekilen ve büyük bir önem arz eden filmin “Leyla Hanım” galasına eski adı ile BAYŞAD yeni adı ile henüz kuruluş aşamasında olan TÜSŞAD olarak katılım sağladık. İçimizde sanatın her dalı ile ilgilenen birbirinden değerli yol arkadaşlarımız var…
Ve gerçekten kendi adıma onlarla gurur duyuyorum…
ADALETE GÜVENİ TESİS EDERSEK… – Ruhittin SÖNMEZ
ADALETE GÜVENİ TESİS EDERSEK… - Ruhittin SÖNMEZ
“Adalete güveni ne kadar sağlam tesis edersek ekonomi ve demokraside o derece hızlı mesafe alırız.” Bu sözün benzerlerini sıkça yazdığımı okurlarım iyi bilir. Ama bu defa sözü söyleyen ben değilim, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan.
Ekonomi ve demokrasi alanında yaşadığımız sıkıntıların ana sebebinin “adalete güvenin” tesis edilememesi olduğuna dair tespitlerin, artık Beştepe’de de kabul edildiği anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Beştepe Külliyesinde (Adalet Bakanlığında değil!), mesleğe yeni başlayan hakim ve savcıların kura töreninde yaptığı konuşmasında yargı ve hukuk sistemi hakkında değerlendirmeler yaptı.
Erdoğan, “hukuk devleti ilkesinin yaşatılabilmesi için yargının her türlü taassuptan, hizipleşmeden azade tutulmasının şart olduğunu” söyledi.
”Yargıda siyasi ve ideolojik kamplaşmaların tekrarına izin vermeyeceğiz. Yargımızın tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruması ilk ve öncelikli şarttır” dedi.
“Ülkenin aydınlık yarınlara ulaşmasının, ancak adalet sisteminin kusursuz işleyişi, hukukun eksiksiz tecellisi, yargıya güvenin pekiştirilmesiyle mümkün olacağına” işaret etti.
“Adalet sisteminin şeffaflaştırılması, hesap verebilirliğin artırılması, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının tahkim edilmesi için yeni adımlar atmayı sürdüreceklerini” vaat etti.
Hazreti Mevlana’nın “adalet her şeyi yerli yerine koymaktır” tanımını hatırlatarak yeni yargıçlarımızdan adaleti, hakkı, hukuku yerine getirmelerini istedi.
Bu sözler doğru ve güzel sözler. Ama bir sözün inandırıcı olması söyleyenin eylemleriyle tutarlı olmasına bağlıdır. Eylem ve söylem birliği olsaydı içimiz ne kadar rahatlardı değil mi?
Hurşit Tolon Paşa’nın vefası – M.Tanzer ÜNAL
Hurşit Tolon Paşa’nın vefası - M.Tanzer ÜNAL
Merak ettim…
28 Şubat mağduru beş komutanı, “esaretten tahliye” edildiği dakikalarda acaba kimler karşılayacaktı?
Aileleri dışında, eski mesai arkadaşlarından, Ordu’dan kimler cezaevi kapısında bekleyecekti?
Öyle ya, Çetin Doğan’a, Fevzi Türkeri’ye, Erol Özkasnak’a, Temel Özkaynak’a ve Yıldırım Türker’e kumpas kurulduğu açıktı, buna rağmen emekli paşalar 1003 gündür cezaevinde tutuluyorlardı, özgürlüklerine kavuştuklarında anlamlı bir karşılama yaşanmalıydı.
Gözlerim, Balyoz ve Ergenekon kumpası mağduru Silahlı Kuvvetler mensuplarını aradı, herhalde cezaevi kapısına gelip görevlerini yaparlar diye düşündüm, biri hariç hiç kimse yoktu.
O tek kişi, emekli Orgeneral Hurşit Tolon’du.
Tolon Paşa, bacaklarındaki rahatsızlığa ve ancak bastonla yürüyebilecek durumda olmasına rağmen eski silah arkadaşlarına desteğe gelmişti.
Hüzünlü bir durum.
Vicdanları acıtan bir durum.
Demek koskoca Türk Silahlı Kuvvetleri’nden sadece bir kişi, Hurşit Tolon, “kumpas mağduru paşalara destek olma” cesaretini gösterebiliyordu.
ŞİİR, FORMÜL VE TARİH EZBERLEMEK FAYDALIDIR – Ruhittin SÖNMEZ
ŞİİR, FORMÜL VE TARİH EZBERLEMEK FAYDALIDIR - Ruhittin SÖNMEZ
Milli Eğitim’in ilk amacı Türkçemizi iyi öğretmek, insanlarımızın okuduklarını iyi anlamasını, yorumlayabilmesini sağlayabilmek, duygu ve düşüncelerini güzel ve akıcı bir Türkçeyle anlatma becerisi kazandırmak olmalıdır.
“Formüle etme, yorumlama ve akıl yürütme” gibi becerileri olmayan, atasözleri ve vecizelerdeki soyut kavramları bile anlayamayan bir gençliğimiz var. Bu nitelikteki gençlerin eğitim alanında ve hayatta başarılı olmalarını beklemek hayal. “Başarılı” derken kastettiğim dünyadaki akranları ile yarıştıkları alanlarda rakiplerinden daha iyi olmalarıdır.
PİSAtestlerinde dünya sıralamasındaki yerimize bakmaya lüzum yok. Etrafınıza bir bakınız.Güzel Türkçe konuşan ve yazan kaç genç veya orta yaşlı tanıyorsunuz?
31 Mart 1909 – 31 Mart 2024: 115 yıl sonra gene istibdat mı?! – Ahmet SALTIK
31 Mart 1909 - 31 Mart 2024: 115 yıl sonra gene istibdat mı?! – Ahmet SALTIK
Belleklerdedir: 31 Mart Kalkışması (isyanı), Meşrutiyetin 2. kez ilanından sonra (ilki 1876) İstanbul’da başlatılan büyük bir ayaklanma ve darbe girişimidir. İttihat ve Terakki’nin desteklediği Hüseyin Hilmi Paşa, sadrazam (başbakan) idi. Önceki sadrazam Meclis’te güvensizlik oyu ile düşürülmüştü! Hareket Ordusu tarafından isyan bastırıldı. 2. Abülhamit’in 1878’de ilk Meşrutiyeti daha 2. yılında kaldırarak başlattığı “istibdat” (koyu baskı-mutlak sultanlık) rejimi sürsün istiyordu gerici-yobazlar. Oysa şimdiki yurdun iki katı alan yitirilmişti bu karanlık dönemde. Vatan toprağı Kıbrıs sözde “kiralanmıştı” İngiltere’ye! Ancak “hürriyet ilan edilmişti” bir kez, geri dönüş yoktu. Avrupa’nın çok gerisinden de olsa “ilerliyorduk”. Tarihin tekerleği ileriye dön(dürül)üyordu, 23 Nisan 1920’de açılan ilk TBMM, “Egemenlik bağsız koşulsuz milletindir” ilkesini benimseyerek gerçekte eylemli olarak (fiilen) saltanatı tanımadığını duyurmuştu. “Tebaa” sözcüğü yerine özen ve bilinçle “millet” sözcüğü konmuştu, Cumhuriyete giden yolun taşları döşeniyordu. Bağımsızlık savaşının görkemli askeri utkusunun (30 Ağustos 1922) hemen ardından, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ve son padişah Vahdettin, İngilizlere sığınarak kaçmıştı.
ÇIRPINIRDI KARADENİZ ŞİİRİNİN YAZARI AHMET CEVAT – Dr. Şahin CEYLANLI
ÇIRPINIRDI KARADENİZ ŞİİRİNİN YAZARI AHMET CEVAT - Dr. Şahin CEYLANLI
Ahmet Cevat, 5 Mayıs 1892 tarihinde, Azerbaycan’ın Şemkir İlçesi, Seyfali Köyü’nde doğmuş, 6 yaşına geldiğinde babasını kaybetmiş, annesi ve üvey kardeşleriyle birlikte hayata tutunmaya çalışmıştır. Daha sonraki yıllarda, Gence’de Şah Abbas Mescidi bünyesinde faaliyet gösteren medresede eğitim ve öğretime başlamış ve burada Rusça, Farsça ve Arapça dillerini öğrenmiştir.
Tarihe ve özellikle edebiyata büyük ilgi duymuş, edebiyat öğretmeni Abdullah Sur’dan etkilenerek ondan çok şey öğrenmiştir. Şiirlerini genellikle bu medresede yazmış, çeşitli dergi ve gazetelerde şiirleri yayınlanmıştır. Medresedeki eğitimini 1912 yılında tamamlamış ve arkadaşı Abdullah Şaik ile birlikte “ Kafkas Gönüllü Kıtası “na katılmıştır.
Trakya’da Osmanlı güçleriyle birlikte Bulgar ordusuna karşı savaşmış, daha sonra İstanbul’da milli şair ve yazar Mehmet Emin Yurdakul ile tanışmış, dost sohbetlerine katılmış ve bir müddet sonra Azerbaycan’a dönerek Gence’de öğretmenliğe başlamıştır. Ahmet Cevat burada şiirleri ve yazılarıyla halkına moral veriyor ve o debdebeli ve kargaşalı günlerde Türk dünyasına umut ışığı olan bir milli kahraman ve vatanseverdir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu’da cereyan eden olayları muhtelif gazete ve dergilerde haber olarak yazmış ve 1915 yılında, Azerbaycan’dan Doğu Anadolu’da yaşayan Türklere yardım götüren heyete katılmıştır.
ARAPÇA TABELALAR VE ÖZGÜR ÖZEL – Ruhittin SÖNMEZ
ARAPÇA TABELALAR VE ÖZGÜR ÖZEL - Ruhittin SÖNMEZ
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin yerel seçimlerdeki başarısından sonra, kendi tabanının da seçimde CHP’ye emanet oy veren diğer partilerin seçmenlerinin de tepkisini çeken açıklamalar yapmakta.
Cumhurbaşkanını AKP Genel Merkezinde ziyareti ve Devlet Bahçeli’yi MHP Genel Merkezinde ziyareti nedeniyle Özgür Özel için de “değişti” ve “yumuşatıldı” gibi sözlerle endişeli ve eleştirel ifadeler kullanılıyor.
Hatta bazıları seçim zaferinden sonra göz ameliyatı olup gözlükten kurtulan Özel’in artık dünyayı ve siyaseti başka türlü görmeye başladığını söyledi.
Özgür Özel’in bazı CHP’li Belediye Başkanlarının “Arapça tabelaları sökme ve Suriyelilerin nikah ücretini 10 katına çıkartma gibi uygulamaları” üzerine yaptığı açıklama CHP’ye oy veren milliyetçi kesimde hayal kırıklığı yaratmış görünüyor.
CHP Genel Başkanının ifadeleri tümden yanlış değil. Ama iki hususu ben de çok sakıncalı buldum.
Özgür Özel “Seçmenler Türkiye’de açlık, yoksulluk, işsizlik var iken Türkiye’ye bu kadar göçmen gelmesinden rahatsız ve tepkili. Bu tepkiyi siyasete ciro için bu tip açıklamalar, CHP’li bir kamu yöneticisinin yapması gereken açıklamalar değil. Bu politikalar CHP politikalarıyla uyuşan politikalar değil. Suriyeli meselesi yerel yöneticinin çözebileceği mesele değil.”
“Arapça, Kur’an-ı Kerim’in yazıldığı ve okunduğu dildir. Belediye başkanının Arapça yazıyı yırtması vatandaşın bilinçaltında bir yara oluşturabilir.”
VAN GEZİMİZİN AYAK İZLERİ – Ecz. Selçuk ARSLAN
VAN GEZİMİZİN AYAK İZLERİ - Ecz. Selçuk ARSLAN
Söz konusu seyahat olunca, tercihimi hep o yönde kullanmaya çalışırım. Akça Koca Kültür Platformu tarafından düzenlenen birçok seyahate, çalışma şartlarım sebebiyle çok fazla katılamadım. Ancak söz konusu; ülkemizin doğusundaki en büyük şehirlerden biri olan VAN ve çevresi olunca hiç tereddüt etmeden iştirak etmeye karar verdim. Bu tür seyahatlere evlatlarla birlikte katılınca daha çok keyif aldığımı söylemek isterim. Kızlarımın her ikisininde çalışma hayatları her zaman buna imkan vermiyor. Fakat birlikte seyahat ettiğiniz güzel dostların varlığı, bu boşluğu biraz olsun hafifletiyor.
2003 ve 2008 yıllarında VAN ve çevresindeki bazı illere gitmiş olmama rağmen, o günkü şartlarda doyurucu olarak gezemediğim için katılmamın doğru bir tercih olduğunu düşündüm.
Bu tür gezilerin amacı; gidilen yörenin tarihi, dini, kültürel, ekonomik değerlerinin yanında doğal güzelliklerini, iklimini,yöresel lezzetlerini, yöresel el sanatlarını ve yöre insanını keşfetmeye yönelik olmalıdır. Evet, “VAN” gezimizin bu amaçlara uygun gerçekleştiği kanaatindeyim.
Prof. Dr. Rona Turanlı hoca diyor ki!.. CİMER!…
CİMER DUYURDU !
3. 000.000.000.000 $
( ÜÇ TRİLYON DOLAR)
Y a z ı
Prof Dr. Rona Turanlı
CİMER, bir vatandaşın sorusunu yanıtlayarak 18 yılda satılan kurumlar, yerler ve fabrikaların listesini açığa çıkardı.
*SATILAN TERMİK SANTRALLER*
1. Seyitömer Termik Santrali
2. Kangal Termik Santrali
3. Yatağan Termik Santrali
4. Çatalağzı Termik Santrali
5. Yeniköy Termik Santrali
6. Orhaneli Termik Santrali
7. Tunçbilek Termik Santrali
8. Soma Termik Santrali
*SATILAN HİDROELEKTRİK SANTRALLERİ*
1. Ataköy Hidroelektrik
2. Beyköy Hidroelektrik
3. Çıldır Hidroelektrik
4. İkizdere Hidroelektrik
6. Kuzgun Hidroelektrik
6. Mercan Hidroelektrik
7. Tercan Hidroelektrik
8. Murgul Hidroelektrik
9. Denizli Jeotermal Santrali
Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Prof. Dr. Yavuz Kaya diyor ki:
Bir kez daha düşünün, Bu ülkede;
-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı?
-Neden varlıklarımız satıldı?
-Neden altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı?
-Neden Londra mahkemeleri yetkili kılındı?
-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı, 30 yıllık garantiler verildi hem de enflasyona indeksli kur ile?
-Neden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor?
-Neden T.C. tabelası kaldırıldı?
-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu?
ÜRKİYE VE BULGARİSTAN’DA HUKUK VE REFAH İLİŞKİSİ – Ruhittin SÖNMEZ
TÜRKİYE VE BULGARİSTAN’DA HUKUK VE REFAH İLİŞKİSİ - Ruhittin SÖNMEZ
“Hukuk devleti talebi” sadece aydın kesimi ilgilendiren soyut ve felsefi bir konu değildir. Doğrudan ülkenin ve insanların refahını ilgilendirir. Bu yüzden zaman zaman “ne kadar hukuk o kadar refah” mesajlı yazılar yazıyorum.
Bu yazdıklarımın önemini kısa bir gezi yaptığım Bulgaristan’da daha iyi anladım. Bu gezi esnasında çeşitli gözlemler, görüşmeler ve okumalar yaptım. Bulgaristan hakkında öğrendiğim bazı bilgileri özetliyorum:
Bulgaristan Avrupa Birliği üyesi ve AB’nin vizesiz seyahat bölgesi Schengen’e dahil bir ülke. Fakat “Bulgaristan’da yaygın yolsuzluk önemli bir sosyoekonomik sorun. Bulgaristan AB’de en çok yolsuzluk olan ülkelerin başında gelmekte.
Ülke ayrıca nüfusun 1990’dan bu yana her yıl azalması sorunu nedeniyle demografik bir krizle karşı karşıya. 1988’de yaklaşık 9 milyonu gören ülke nüfusu şu anda 6 milyonun birazcık üzerinde.”
Araştırmalara göre dünyada nüfusu en fazla azalan ülke Bulgaristan. 2050’ye kadar nüfusunun dörtte birini daha kaybedeceği hesaplanıyor. Şu anki trend devam eder ise Bulgaristan'ın nüfusu bu yüzyılın sonunda 3 milyonun altına düşecek.
Şu anda resmen 6 milyonun üzerinde olduğu bildirilen nüfus gerçekte 6 milyonun da hayli altında imiş. Çünkü “bazı siyasi amaçlar yüzünden” ölen kişilerin hepsinin nüfustan kaydı düşülmezmiş.
Bulgaristan, gezilerimde gördüğüm kadarıyla, cennet gibi tabiata sahip bir ülke. Müthiş verimli topraklara sahip, yemyeşil bir ülkenin bu kadar göç vermesi akıl alır gibi değil. Tek izahı kötü yönetim olabilir.
Nüfusun neredeyse üçte birinin kaybı korkunç bir durum. Bunun iki temel sebebi var: İlki doğurganlığın azalması, ikincisi hukuku ve ekonomisi gelişmiş ülkelere yoğun göç.
Bulgarlar Bulgaristan’da yaşamak istemiyorlar.
Göçenler daha çok genç ve işgücü olarak nitelikli nüfus. Mesela çok sayıda doktor göç etmiş. Bu bakımdan aktif nüfus oranı düşüyor. Bulgaristan nüfusunun üçte birden fazlası 60 yaşın üzerinde. Doğurganlık azalırken ölüm oranları yükselmekte.