
ARAPLAR NEDEN TÜRKLERİ SEVMEZ? - Prof.Dr. Zeki ARSLANTÜRK
İslam Ümmetinin kaderini belirleyen üç kavim önemlidir: Araplar, Türkler ve İranlılar.
İslam Dini Arap Kavminin yayılma bölgesinde ortaya çıkmış bu nedenle ilk muhatabı Arap Kavmidir ve dolayısıyla de Kur’an Arapça’dır. Son ve evrensel din olma iddiası, onu Arap Kavminin dışına taşırmıştır. Kur’an’ın muhatabı bütün insanlıktır. Bu nedenle Medine İslam Devleti etrafında çerçevenin genişlemesi İslam’ın Araplar’ın milli dini olduğu anlamına gelmez.
7 Haziran 2020 Pazar / Kocabayramlar da sıkıntılı günlerin sonuna yaklaştık gibi gözüküyor..

TÜRK ŞİİRİNİN VE İDEALİZMİN SON EFSANESİ ABDURRAHİM KARAKOÇ - Dr. Mehmet GÜNEŞ
7 Haziran 2012 günü Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüyen Abdurrahim Karakoç Ağabeyimizi vefâtının 8. yılında rahmetle anıyor, hasretle arıyor ve azîz hâtırasını hürmetle yâd ediyorum.
Şiir, fikir ve nesir dünyamızın müstesnâ bir ismi olan Abdurrahim Karakoç, yirminci asır Türk Edebiyâtı’nın önemli ediplerinden; inanç, ideâl, kültür ve aksiyon adamlarından; üslûp sâhibi nâsirlerinden; son devir Türk şiirinin şahdamarlarından ve ‘dünün, bugünün, yarının’ şâirlerindendir.
Gazetecilik ve yazarlık da yapan, pek çok soysal ve siyâsî faaliyetin içinde bulunan, en zor şartlarda bile mücâdele bayrağını dalgalandıran ve ideâlizminden aslâ tâviz vermeyen mangal yürekli bir dâvâ adamı olan Abdurrahim Karakoç; sadece şiir değil, nesirde de güçlü bir kalemdir.
O; şiirde olduğu gibi fikrî yazılarında da çok ironik, çok derin ifadeler yakalamıştır. Ama Karakoç’un esas şâhikalaştığı alan, hiç şüphesiz şiirdir ve onun edebiyat dünyasındaki en önemli özelliği de zirvelerden seslenen usta bir şâir olmasıdır.
ZANGOÇ QASİMODO-BİR SOSYOLOJİK ANALİZ - Salih ALTUN
Victor Hügo’nun çok sevdiğim eserlerinden biridir. Notre dame’ın Kamburu. Eser, birkaç kez filme de alınmıştır. Notre Dame Katedrali’ni, hak ettiğinden daha büyük üne kavuşturan da bu romandır. Katedralde insanlardan uzak yaşayan başrahibin evlatlığı zangoç Qasimodo eciş bücüş, hilkat garibesi bir insandır. Sokağa çıktığı bir gün haksız yere kırbaç cezasına çarptırılmıştır.
O, kırbaçlar altında “su.. su..!” diye inlerken ruhsal olarak ondan daha ezik, bir grup zavallı sadist çığlıklar atarak eğlenmektedir. Biri hariç. Çingene güzeli Esmeralda. O bu sahneye dayanamaz. Qasimodo’nun yanına çıkar. Ona dokunur, su verir. Ayrılırken matarasını da orada bırakır. Qasimodo’nun dudaklarından belli belirsiz şu sözler dökülür:”Bana su verdi.”
Daha sonra engizisyon, cadı olduğu, cinayet işlediği gerekçesiyle Esmeralda’nın idamına karar verir. Zangoç Qasimodo onu son anda kaçırır ve adeta dokunulmaz alan olan Notre Dame’a götürür. Orada da ölümüne korur onu. Bu uzun mücadele sürecinde, sürekli aynı sözü tekrarlar. “Bana su verdi.”
Öykümüz bu kadar. Gelelim öykü bağlamında devlet-halk ilişkisine.
Elbette ki halk, Qasimodo gibi hilkat garibesi değildir. Ama yıllardır ezilmiştir, adam yerine konmamıştır. Belki asgari ihtiyaçları karşılanmıştır da devletten yana sevgiye, şefkate mazhar olmamıştır. Devlet denen oluşum, onu tahsildar-jandarma dışında arayıp sormamış; onu kendi dünyasında yalnızlığa terk etmiştir. Bu yüzden, sessiz çoğunluk, kendini Qasimodo gibi hissetmiş; ancak içinde de bir isyan büyütmüştür.
ARINÇ-ERDOĞAN-GÜL VE ÜÇLÜ İHANET - Rifat SERDAROĞLU
Devlet yönetmek, zor iştir. Önce devletini sevmek gerekir!
Bu görev, otelde T.C. Cumhurbaşkanlığı postunu, Suudi Kral’ın ayaklarına sermekle olmaz.
Bu görev, ederinden çok pahalı ihaleler yapıp, süper zengin olmakla olmaz.
Bu görev, Asteğmen Kubilay’ın kafasını kesen dedenin, intikamını almak için Türk Ordusuna iftira atmakla olmaz.
Devlet yönetmek, göreviniz gereği verdiğiniz sözlü-yazılı emrin sonucuna katlanmaktır.
Aralık 2009’da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast yapıldı iddiasıyla, FETÖ’cu Savcı-Yargıçlar (Şu an kaçaklar) Türk Devletinin “Devlet Sırlarının” bulunduğu Kozmik Odaya girmek istediler.
Diyarbakır; / Edip Tekkol
Diyarbakır; Selçuklular, Eyyübiler, Artuklular, Timurlular, Akkoyunlular ve Osmanlılar gibi Türk Devletlerinde önemli bir Türk Kültür ve Medeniyet merkezi idi.
Türk Büyüklerinden Uzun Hasan (Akkoyunlu Hükümdarı), Molla Gürani (Fatih'in Hocası), İbrahim Gülşeni (Mutasavvıf), Ziya Gökalp (Düşünür-Mebus), Süleyman Nazif (Edebiyatçı-I.Cihan Harbinde Musul, Basra, Bağdat Valisi), Ali Emiri Efendi (Tarihçi, Millet Kütüphanesi'nin Kurucusu- Osmanlı Defterdarı), Cahit Sıtkı Tarancı (Şair), Celal Güzelses (Musiki Üstadı) gibi nice Devlet-Sanat ve Fikir Adamlarını yetiştiren Diyarbakır; Mart 1916-Temmuz 1917 arasında yaklaşık 1,5 yıl Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK'ü bağrında barındırmış, 2 Nisan 1926'da Diyarbakır Belediye Meclisi'nin Kararı ile kendisini "Diyarbakır'ın Fahri Hemşehrisi" olarak kabul ederek bağrına basmış bir Türk şehridir.
Diyarbakır halkının bu arzusunu büyük bir memnuniyetle kabul eden ATATÜRK 5 Nisan 1926'da Diyarbakır halkına aşağıdaki 'Hitabe'yi yollar; "Ben Türkeli'nin kahraman bir bucağındanım…oraya Bekir Diyarı diyorlar. Fakat özünde Türk diyarıdır…Bizim diyarımız Oğuz Türk'ün has konağıdır, biz de bu konağın çocuklarıyız…Türk eli bir bütündür ve yeryüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk'tür ve her yanı aydınlatan Türk'ün yüzüdür. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep aynı ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır..." (Bu Hitabe Diyarbekir Gazetesi'nin 26 Eylül 1932 tarih ve 566/66 sayılı baskısında yayınlanmıştır.)

13 Nisan 2012

Değerli okuyucular, malumlarınız olduğu üzere, 65 YAŞ ÜZERİNDE BULUNAN VATANDAŞLARA KONULAN SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI süresi bir ayı geçmiş bulunmaktadır. Takdir edersiniz ki, bu zaman dilimi yaşlılar için oldukça uzun bir süre sayılır. Bu yasağa maruz kalanlar artık, evlerinde de olsa oldukça sıkılmaya başladılar.. Nerede ise, psikolojileri bozulup, ruhi bunalıma girecekler. Üstelik bu yasağın ne kadar daha devam edeceği de belli değil. Amiyane tabirle ucu açık bulunmaktadır. Haliyle, bu belirsizlik de ayrı bir huzursuzluk ve tedirginliğe sebep olmaktadır.
Ayrıca doktorların ifadesine göre, uzun süre hareketsiz kalan ve güneş görmeyen 65 yaş üstü insanlarımızın D vitamini eksikliği, kas ve kemik problemleri ve bağışıklık sisteminde zayıflama olacağı (enfeksiyon kapma riskinin artacağı) bildirilmektedir.
Bu arada ehemmiyetine binaen şu hususu ifade edeyim ki, yaşlıların sağlık ve sıhhatini koruma maksadı ile alınan yasak kararları, zaman geçtikçe, koruma gayesine matuf olmaktan çıkmış olup, adeta yaşlılara bir zülüm haline gelmiş bulunmaktadır.
Bugün bir TV kanalında Dr. Serdar Savaş diye uzman birini dinledim. Doktor Bey’in söylediği şu: “Yaşlılar ile alakalı olarak bu kadar katı yasak kararı, dünyanın hiçbir memleketinde bulunmamaktadır.. Yaşlıları Koronavirüsten koruyalım derken, onların başka hastalıklardan ölmelerine kendi elimizle zemin hazırlıyoruz. Mutlaka yasak kararları gevşetilmeli, yaşlılar rahatlatılmalıdır.
En azından GENEL SOKAĞA ÇIKMA YASAĞININ OLDUĞU HAFTA SONLARINDA BİR GÜN BİLE OLSA, 65 YAŞ ÜSTÜ VATANDAŞLARIMIZIN SOKAĞA ÇIKMALARINA İZİN VERİLMELİ, YÜRÜMELERİNE, GÜNEŞLENMELERİNE FIRSAT VERİLMELİDİR” diyor.
Ne kadar haklı bir talep değil mi?
Âcizane kanaatime göre, insanoğlunun hayatında hiçbir zaman karşılaşmak istemeyeceği husus belirsizliktir. Üç aşağı beş yukarı süre, az çok belli olsa insanlar ona göre şartlanır, tedbirini de ona göre alırlar.
Sokağa çıkma yasağı konulduğu tarihten beri hiçbir işimizi halledemiyoruz. Elimiz kolumuz bağlandı kaldı. Bu işler öyle zannedildiği gibi, söylendiği gibi ısmarlama ile olmuyor. Herkesin kendine göre bizzat kendisinin yapması icap eden bir sürü işi oluyor. Bu itibarla, İşlerini takip edip, halledememenin verdiği sıkıntıyı tarif etme imkânsızdır. Başına gelmeyen bunu bilemez, anlayamaz.
Bir aydan beri saç tıraşı filan da olmadığım için hiç sevmediğim hippi kılıklı insanlara benzemeye başlamıştım. Bu duruma daha fazla tahammül edemediğim içinde bu gün bu yaştan sonra kafamı, torunum Enes’e sıfır numara tıraş ettirdim. Bu suretle, adeta oldu kafam bir su kabağı. Düştüğüm halleri düşünebiliyor musunuz? Bu arada şu hususu da ifade edeyim ki, yasaklar başladığından beri, ayağıma ayakkabı ve pantolon, sırtıma ceket giymedim. Bu husus da tabii ki, ayrıca psikolojik olarak insana sıkıntı veriyor.
KORONAVİRÜS sebebiyle alınan muhtelif tedbirlerin faydalarına inanmakla beraber, bazı yaş grubuna konulan tedbirlerin bu kadar katı olmasını bir türlü kabullenemiyorum. Türk Ceza Kanunu hükümlerine istinaden, işlemiş oldukları suçlar sebebiyle cezalandırılıp hapse atılanlara dahi, bildiğim kadarıyla, muayyen zaman aralıkları ile evlerine gitme izni verilmektedir.. 65 yaş üstü olanlara, bu kadar dahi hak tanınmayıp, kat’i surette, her ne olursa olsun sokağa çıkmalarına müsaade edilmemektedir.
Hiç değilse haftada bir gün dahi olsa izin verilebilir veya başka bir hal çaresi bulunabilir diye düşünüyorum.
ESNAFIN HALİ
Geçen gün bir arkadaş facebookta yapmış olduğu bir paylaşımda “virüs sebebiyle meydana gelen açlık ve yoksulluk tehlikesi, koronavirüs tehlikesini bastırmış, bulunmaktadır” diyordu. Bu arkadaş yerden göğe kadar haklı.. Şöyle ki, bilindiği üzere, bugün birçok işyeri kapanmış, AVM ’lerde satışlar durmuş, adliyeler çalışmadığı için bütün avukatlık büroları kapanmış, buralar da çalışan binlerce eleman aylık ücretlerinden mahrum kalmıştır.. Bunun neticesi olarak da kiralık evde oturanlar kiralarını dahi ödeyemez hale gelmiş bulunmaktadır. Bu durum ise, en basitinden ev sahipleri ile kiracı arasındaki ihtilaflarının artmasına sebep olmaktadır.
20 YAŞ ALTI
Bilindiği üzere, bundan bir süre önce de 20 yaş altında bulunanlara sokağa çıkma yasağı getirilmiş bulunmaktadır. Hadi diyelim ki, biz yaşlılar olarak, konulan bu yasakların sebebini az çok anlayabiliyoruz. Fakat bunun sebebini hâlihazırda buluğ çağında olan delişmen gençler ile daha küçük yaşta bulunanlara anlatmak mümkün değildir. Sebebi her ne olursa olsun, alınan bu yasak kararları onların hafızalarında hiçbir zaman müspet intiba bırakmayacaktır. Bir de mühim olarak gördüğüm şu husus var ki, gözden kaçtığını tahmin ediyorum. O da şudur:
20 yaşın altında bulunan bütün gençlere sokağa çıkma yasağı getirildiğine göre, bu yasağa hiç tereddütsüz 40 günlük bebek de, 2 yaşındaki çocuk da dâhildir. Zira genelgede bu hususta hiçbir ayırım bulunmamaktadır. Şimdi bu durumda, 25 yaşında bir anne düşünün. İki yaşında bir çocuğu var.. Diyelim ki bu annenin eşi çalışıyor. Çocuğunu evde bırakacak kimi kimsesi de olmadığı için çocuğunu bebek arabasına bindirmek suretiyle çarşıya pazara, bakkala, manava gitmek üzere, sokağa çıktığı takdirde, muhtemelen polis memuru bu annenin önünü kesip, “hanımefendi 20 yaşından küçüklerin sokağa çıkmasının yasak olduğun bilmiyor musunuz.?. Size bu yasağı ihlal ettiğiniz için 3.150.oo TL ceza kesiyorum” dese ne olacak. Bazıları “hiç böyle şey olur mu? Bu kadarı da fazla olur” diye düşünebilirler… Fakat şu hususu hiçbir zaman unutmamak lazımdır ki, Devletin dili yazıdır. Yasaklar Genelgesinde ve Kanunda ne yazıyorsa o uygulanır. Bunun aksine herhangi bir yorum yapılamaz..
SEYAHAT YASAĞI
Bu arada iller arası seyahat yasakları sebebiyle bir aydan beri Balıkesir’de mahsur kaldım.. Denizli’den gelirken buraya uğramıştım.. Fakat geldiğimin ertesi günü yasaklar başladı. Bu sebeple de o günden beri Balıkesir’de mahsur kaldım. Burada mecburi ikametim halen devam etmektedir..
Muhterem okuyucular, ben hayatın içinden sade bir vatandaş olarak duygu ve düşüncelerimi yazdım.. Tabii ki, takdir sizlerindir.. Bu haklı taleplerimizin yetkili merciler tarafından mutlaka nazarı itibara alınması gerektiğine inanıyorum.

Hatıralar Her yaşadığın anı, bugüne getiren tebessümler onlar! Acı da olsa keyifli de olsa, güzel işte! En güzel hatıralarınız nerede? Etrafınıza bir bakın! Bilin ki; gördüğünüz güzellikler size kimi hatırlatıyorsa, en güzel hatırlarınız onda! Farketmez iyisi de kötüsü de...Bence hatıralardır insanı yaşatan...
Zamanı geri almanın tek yoludur hatırlar...
“Aaah aahhh!” dediğimiz her an aklımız maziye, elimiz resimlere gider işte! Yıllar öncesini bir an da getiririz önümüze... Dünle bugün arasındaki incecik ama çok değerli parçalardır onlar. Hatıralar; kimi zaman kaybedilen mutlulukların kimi zamanda ömür boyu yaşanacak keyiflerin kanıtıdır aslında! Saklamasını ve bakmasını biliyorsan ne mutlu sana...
Şu “ev de kal“ günlerinin en iyi tarafı, bana düşünmek için epey bir zaman tanımış olmasıydı...
Ben özel sektör de çalışan bir mühendisim....
Ben ve çevremde tanıdığım özel sektör çalışanları, paramızın ödenmediği anda projeyi yırtar atarız veya peyderpey işi yaparak kendimizi güvenceye alırız yahut olmadı işi bırakırız...
Ve Olur biter.....
Kimse de bizlere bu işleri yapacaksın, çalışacaksın demez, diyemez de.....
İşin doğrusu ve maalesef ayıptır söylemesi ama biz kararlarımızı tamamen kişisel çıkarlarımız doğrultusunda alırız...
Aslında ben bütün meslek gruplarının da böyle olduğunu sanıyor ve vicdanım rahat yaşayıp gidiyordum....
Son günlerde bu salgın nedeniyle olsa gerek herkes gibi ben de sağlık camiasını gerçek anlamıyla yeni yeni tanımaya başladığımı fark ettim....
Birden Eğer onlar da bizim gibi davranırsa diye bir telaş aldı beni...
Öyle ya, bile isteye olağanüstü bulaşıcılığı olan hastaları ben niye muayene edeyim..????!!!!!
Üstelik niçin böylesine bir ölüm riskini göze alayım..!!!???
Baktım ki olacak gibi değil biraz araştırınca gördüm ki 1 ay önceden ”izin rapor istifa” hepsinin zaten yasaklanmış olduğunu öğrendim...
Buna rağmen istifa edenler olursa da, bu kişilerin bir daha kamuya alınmayacağı kamu ile iş yapamayacakları yazılmış...
Kendi adıma sevindim ama çıkarcı tarafımdan da utandım. İnanın bizim meslek grubuna bu dayatmayı kimse yaptıramazdı....
SALGININ EKONOMİK TAHRİBATINI AZALTMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Koronavirüs (Kovid-19) salgını için alınan sağlık tedbirleri kadar ekonomik destek tedbirleri de önemli.
Çünkü sağlık tedbirleri yüzünden daha ilk günden zarar gören hatta aç kalma riski taşıyan milyonlarca insanımız var.
Salgının kontrol altına alınması için okullar tatil edildi. Kafeler, restoranlar vd insanların biraraya geldiği işyerleri kapatıldı. “Evde kal” kampanyası yüzünden iş yapamayan AVM, mağazalar ve diğer işyerleri de kendiliğinden kapandı. Buralarda çalışanların bir kısmı işinden oldu, çoğu ücretsiz izne çıkarıldı.
Türkiye’de 6 milyon civarında insan simitçi, ayakkabı boyacısı, işportacı, günübirlik çalışanlar vb sokak ekonomisinin bir parçası olarak evine ekmek götürmekte.
Bu insanlarımızın içinde bir gün dahi evine para götüremezse aç kalacaklar var. Bazıları da en fazla bir hafta, bir ay veya birkaç ay dayanabilecekler. Bunlar için çok acil ekonomik destek lazım.
Diğer ülkelerden bizim nüfusumuza yakın büyüklükteki olanlar, bizim devletimizin açıkladığı destek paketinin 40 katı, 50 katı ekonomik destek paketleri açıkladı. Bazıları herkese 1000’er dolar verdi.
Almanya, Fransa, Kanada Başbakanları vatandaşlarına garantiler verdiler. “Siz evde kaldığınız sürece her türlü maddi ihtiyacınızı devlet karşılayacak, hiçbir şirket iflas etmeyecek, kimse işsiz kalmayacak, hiçbir temel ihtiyaç malzemesinde kıtlık olmayacak” dediler.
Vazgeçmeyeceğiz, teslim olmayacağız! – Levent GÜLTEKİN
Polis sizde, asker sizde, yargı sizin kontrolünüzde, medya sizde, devletin bütün imkanları sizde.
Ele geçirdiğiniz gücün sarhoşluğuyla ülkemizi bir felakete sürüklüyorsunuz.
Hepimizi kötülüğün sıradanlaştığı, ölümün yüceltildiği, yalanın, ikiyüzlülüğün, geçer akçe kabul edildiği berbat bir yaşama mahkum etmeye çalışıyorsunuz.
Bize dayattığınız bu kötü yaşama razı olmayacağız.
Ele geçirdiğiniz devlet imkanlarıyla çok güçlü olduğunuzu sanıyorsunuz.
Unutmayın ki biz halkız ve sizden daha güçlüyüz.
Ve ülkemizi sizden daha çok seviyoruz.
Barış içinde, dostça, eşit, özgür bireyler olarak adil bir ülkede yaşama arzumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Kaderimizi tek bir kişinin iki dudağı arasına bırakmayacak, bütün yetkilerin tek bir kişide toplandığı ‘tek adam’ rejimine asla razı olmayacağız.
Şehitlik gibi kutsal bir değeri kendi iktidar çıkarınıza alet etmenize kanmayacağız.
Şehitler tepesi boş kalmayacak gibi yaşamı değil, ölümü yücelten vicdandan yoksun bu politikalarınızla gencecik çocuklarımızı ölüme göndermenize asla sesiz kalmayacağız.
Bu ülkenin bütün çocukları bizim çocuklarımızdır.
Bu nedenle çocuklarımızın ölümüne alışmayacak, her bir çocuğun yaşamı için gücümüz, nefesimiz yettiği sürece sesimizi yükselteceğiz.
İçinizden tek birinizin çocuğu askere bile gitmezken yoksul insanların çocuklarını gözünüzü kırpmadan ölüme gönderiyorsunuz.
Sahipsizin çocuğunun canı üzerinden vatanseverlik taslamanıza kanmayacak,
Esasında derdinizin vatan değil kendi şatafatlı iktidarınızı korumak olduğunu imkan bulduğumuz her ortamda yüksek sesle dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz.

1 Şubat 2020 Cumartesi / Av. Abdurrahman Kaymak Başkanlığındaki Kocaeli Kandıralılar Derneğinin Kandıra Akademi – 3 programı tamamlandı.
İzmit, Fuar içi Kocaeli Sivil Toplum Merkezindeki üçüncü derste; Bizkandırayız Müzik Topluluğu Eğitmenleri Engin Ecevit ve Şahin Ecevit bilgi ve değerlendirmelerini aktardı.

Cami önünde kaza.. Şükürler olsun ki can kaybı olmadığı gibi mala da ciddiye alınacak bir zarar yok..

Akça Koca Kültür Platformu, 15. Gençlerle Başbaşa Programına Afganistanlı Shah Jahan Hakimi ve Rayhan Ramaki ile devam ediyor.
Akça Koca Kültür Platformu, Gençlerle Başbaşa Programının onbeşincisinde; 17. Konuşmacı Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikası bilim dalı doktora öğrencisi Shah Jahan Hakimi ve 18.konuşmacı Kocaeli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi Jamila Rayhan Ramaki konuşmacı olacaklar ve Afganistan’ın terörle, geri kalmışlıkla anılmasının esas nedenleri ve Türk – Afgan İlişkileri konusunda bilgi vereceklerdir.
Kocaeli Emex Otel’deki toplantı 13 Şubat 2020 Perşembe günü akşamı 19:30’da başlayacak saat 21:30’da sona erecektir. Konuşmacıların soruları da cevaplayacağı toplantıda çay ikramı yapılacaktır.
Akça Koca Kültür Platformu Başkanı Hasan Uzunhasanoğlu toplantıya platform üyelerini ve konuya ilgi duyanları bekliyor.
http://www.kocaelihaberci.com/15-genclerle-basbasanin-konusmacilari-afgan-ogrenciler-h29478.html
Şah Cihan Hakimi,
1992 yılında Kabil’de akademisyen bir ailede doğdu. 8 kardeşler. Baba kimya profesörü anne ev hanımı. En büyük abi; Kabil Üniversitesinde Hukuk Fakültesinde öğretim görevlisi. İki tane abi Kabil Tıp Fakültesinde öğretim görevlisi. Bir abi eczacı, bir tanesi diplomat, bir tane de Ziraat okumuş olan abisi var. Bir de en büyük ablası var doktor.
Ve ailenin en küçük çocuğu Şah Cihan Hakimi.
Ana okul, orta okul ve liseyi Kabil’de bitirdi ve üniversite için Türkiye’ye geldi. Türkçe eğitimini İzmir’de gördü. Lisansı Eskişehir Anadolu Üniversitesinde tamamladı, yüksek llisansı Kocaeli’de bitirdi.
Okul hayatı boyunca bir çok sosyal faaliyet yaptı. Onlardan birisi 2015 yılında Türkiye ilk defa uluslararası öğrenci kulübü kurdu ki daha sonra bir çok şehirde kuruldu.
Birleşmiş Milletlerde Mülteci hakları konusunda saha çalışanı olarak çalıştı. 30 dan fazla konferansa katıldı ve bu başarıları hepsini aileme ve Türkiye’deki güzel kalpli insanlarına minnettarım.
En son Türkiye için bir söz söyledim.
YA BEN ÇOK ŞANSLIYIM YA DA TÜRKLER İYİ İNSANLARDIR
Jamila Rayhan Ramaki,
2000 yılında Kabil’de entellektüel bir ailede doğdu.
2 kız ve 2 Erkek kardeşi var. Ailenin ikinci çocuğu. Baba, İktisat mezunu ve Asya’daki fakir ülkeleri geliştirme amaçlı bir kurumda çalışmaktadır. Anne, ev hanımı.
Ana okul, orta okul ve liseyi Kabil’de bitirdi. Daha sonra lisans eğitimi için ailesiyle birlikte 2015 Türkiye’ye geldi. Türkçe eğitimini İstanbul’da gördü ve yös sınavı üzerinden Kocaeli Üniversitesi iktisat bölümünü kazandı.
Şu an 4. sınıf Öğrencisi.
Okul hayatı boyunca birçok sosyal faaliyette bulundu. 2018-2019 yılında Kocaeli Afgan Öğrenci temsilciliğini yaptı.
Şu ana kadar ki başarılarında ailesine ve Türkiye’ye minnettar.
Teşekkürler güzel Türk halkı…
200 yıllık ekonomik yolculuğumuz! - Rubil GÖKDEMİR
Av. Rubil Gökdemir'in "Türkiye olarak 1820 yılından 2020 yılına kadar, tam 200 yıllık ekonomik yolculuğumuz!" başlıklı yazısı;
· ANALİZ · 02 Ocak 2020 Perşembe 11:25

Alp Olmak - Ali DEMİREL Yazar - Ziraat Mühendisi
Alp sözcüğü yalnızca Türklere aittir, başka bir dilde bu sözcük yoktur. Eğer başka bir kültürün – dilin içinde ‘ALP’ varsa bu Türk töresinden o millete geçmiştir. Yaklaşık yedi bin yıl öce Avrupa kıtasına gelen Türk Töresini ve uygarlığını Avrupalı yerli barbar insanlara öğretmişlerdir. Elbette bu uygarlaştırma çalışmaları kolay olmamıştır yani askeri güç de gerekmiştir. Avrupa’ya uygarlık yolunun açılmasında ‘Alplar’; öncü, yol açan güç olmuşlardır. İşte bu yüzden; Avrupa’nın en uzun sıra dağlarının adı ‘ALPLER’ – ALP DAĞLARIDIR…