Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

7Haz/200

TÜRK ŞİİRİNİN VE İDEALİZMİN SON EFSANESİ ABDURRAHİM KARAKOÇ – Dr. Mehmet GÜNEŞ

indir (2)

TÜRK ŞİİRİNİN VE İDEALİZMİN SON EFSANESİ ABDURRAHİM KARAKOÇ - Dr. Mehmet GÜNEŞ

7 Haziran 2012 günü  Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüyen Abdurrahim Karakoç Ağabeyimizi vefâtının 8. yılında rahmetle anıyor, hasretle arıyor ve azîz hâtırasını hürmetle yâd ediyorum. 

Şiir, fikir ve nesir dünyamızın müstesnâ bir ismi olan Abdurrahim Karakoç, yirminci asır Türk Edebiyâtı’nın önemli ediplerinden; inanç, ideâl, kültür ve aksiyon adamlarından; üslûp sâhibi nâsirlerinden; son devir Türk şiirinin şahdamarlarından ve ‘dünün, bugünün, yarının’ şâirlerindendir.

Gazetecilik ve yazarlık da yapan, pek çok soysal ve siyâsî faaliyetin içinde bulunan, en zor şartlarda bile mücâdele bayrağını dalgalandıran ve ideâlizminden aslâ tâviz vermeyen mangal yürekli bir dâvâ adamı olan Abdurrahim Karakoç; sadece şiir değil, nesirde de güçlü bir kalemdir.

O; şiirde olduğu gibi fikrî yazılarında da çok ironik, çok derin ifadeler yakalamıştır. Ama Karakoç’un esas şâhikalaştığı alan, hiç şüphesiz şiirdir ve onun edebiyat dünyasındaki en önemli özelliği de zirvelerden seslenen usta bir şâir olmasıdır.  

Edebiyata ideolojik bir pencereden bakmayanların ve onu yakından tanıyanların müşterek kanaâti odur ki; Abdurrahim Karakoç; Türk edebiyat tarihinin yanı sıra, Türk milletinin gönül defterine de ismini altın harflerle yazdırmış olan ‘Türk şiirinin ve ideâlizmin son efsânesi’dir.

Karakoç, hem millîliğin zirvesine yükselmiş, hem de lirik ve pastoral şiirlerinde evrensel seviyeyi yakalamış çok büyük bir şâirdir. 

Bir karakter âbidesi de olan Abdurrahim Karakoç; hem başı dik dağın, hem de boynu bükük menekşenin hâlet-i rûhiyesiyle temâyüz etmiş “Kıble” yürekli, “Hilâl” bakışlı, “Gül” gönüllü, turkuaz düşünceli bir güzel insan; Allah(c.c.)’tan başka hiçbir şeyden korkmayan Hz. Hamza (r.a.) duruşlu, Kürşad tavırlı bir serdengeçti ve “Dünyayı dünyada boşayıp giden” bir muttakî bir mü’mindir.

Abdurrahim Karakoç; 80 yıllık hayâtını Hakk’a ve Türk Milleti’ne adamış, bu yolda kalemini kınından sıyrılmış bir kılıç gibi kullanmış, yüreği vatan sevgisinin harman yeri olmuş ve Anadolu’nun bütün renklerini, çiçeklerini, dağlarını, yaylalarını, ovalarını, sevdâlarını, kavgalarını, halkımızın çektiği çileleri ve sosyal meseleleri şiirlerine taşımış ve “Söz atının eğerini altın-gümüşle savatlamış” bir gönül adamıdır.

Abdurrahim Karakoç; şiirleriyle birkaç neslin yetişmesine vesîle olan, gönüllerde “Gül” kokulu bir çerağ uyandıran, şiir vâdîsinde derin izler bırakan ve pek çok şâiri etkileyerek kendine has bir çığır açan çok önemli bir erbâb-ı kalemdir.

Karakoç’un şiirleri, her açıdan nev’i şahsına münhasır bir üslûp ve edebî kıymete sâhiptir. Hecenin zirvesi olan Abdurrahim Karakoç; Türk halk şiirini kendi içinde yenileyerek yeni ufuklara taşımış, ona yeni bir soluk, farklı bir söyleyiş getirmiş, halk edebiyâtını bâkir ifâdeler ve olağanüstü benzetmelerle buluşturmuştur. Karakoç; dizelerindeki harf ve kelime armonilerinde ritmik bir müzikâlite yakalamış, kâfiye ve rediflerde ise sağlam bir ses ahengi oluşturmuştur. Bu da Abdurrahim Karakoç şiirlerinin kolayca ezberlenebilir olmasını sağlamıştır.

O, halk şiirine; hem gelenek damarından beslenen, hem de modern bir anlayışla yarınlara seslenen kentli bir çehre ve farklı bir muhtevâ kazandırmıştır. Bütün bu üstün özellikler onu hiç kimseye benzemeyen bir şâir yapmış ve bir tek mısraını bile duysanız; “Bu Abdurrahim Karakoç şiiridir.” dedirtecek bir üslûp orijinalliğini ortaya çıkartmıştır. 

Abdurrahim Karakoç’un şiirinde; Yunus’un sevgisinden, Dadaloğlu’nun tavrından, Karacoğlan’ın aşkından, Seyrânî’nin tarzından, Emrah’ın söyleyişinden, Fuzûlî’nin sesinden,  Arif Nihat’ın nefesinden, Necip Fâzıl’ın zekâsından, Neyzen’in hicvinden,  Âkif’in rûhundan ve halk türkülerinin şuurundan renkler ve ışıltılar hissedilse de, Karakoç’un şiirlerinin bunların hepsinin dışında kaldığını, onun kendine has bir söyleyiş ve üslûba sâhip olduğunu fark edersiniz.

Bu durumun idrâkinde olan Abdurrahim Karakoç da bir dergiye verdiği röportajda kendisini târif ederken; “Ben ne Karacoğlan’ım, ne Yunus’um, ne de Fuzûlî’yim, ben benim” demiştir.
Abdurrahim Karakoç’un şiirleri teknik olarak son derece sağlam olduğu gibi; sembol, tasvir, kâfiye ve ifâde çeşitliliği, kelime zenginliği, anlatım güzelliği, mânâ derinliği ve söyleyiş orijinalliği açısından da çok özeldir. Nev’i şahsına münhasır bir üslûbun sahibi olan Karakoç; sanat değeri çok yüksek şiirler yazmış ve edebiyat tarihimizin zirvelerinden seslenmiş müstesnâ bir şâirdir. 

Abdurrahim Karakoç’un şiirleri; coşkulu anlatımı, vurgulu ve yalın ifâdelerindeki modern tasvirleri, sembollere yüklediği mânâlarda yatan özgün benzetmeleri, zıtlıkların ahengini ortaya koymadaki ifâde gücünün derinliği, herkesin kullandığı kelimelere hiç kimsenin tasavvur edemediği anlamlar yüklemedeki mahâreti ve anlamsızlığın anaforunda okuyucuyu yormazken, ifâdelerine çarpıcı nüanslar kazandırmadaki ustalığıyla öne çıkmaktadır.

Karakoç’un şiirlerinde basit gibi görünen öyle derin ifâdeler vardır ki, içine girip anlam denizinde ilerlediğinizde, nice derinliklerle karşılaşır ve “sehl-i mümtenî”nin en mükemmel örneklerine şâhit olursunuz. Onun şiirlerini okuduğunuzda; suskun kalmış ve unutulmuş kekik kokulu nice kelimelerle tanışır, Türkçemizin nisyâna terk edilmiş bazı sözlerinin sizlere tebessüm ettiğini, can çekişen bâzı kelimelerin de adeta yeniden hayat bulduğunu görürsünüz. 

Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde; gürül gürül akan bir söyleyiş, çok güçlü bir anlatım, dolgu malzemesi olmayan mısrâlar, bir sülüs hat güzelliğindeki görkemli bir zarâfet, çok içli bir hissiyât, özellikle lirik şiirlerinde rûhumuza bir meltem serinliği veren ve gönülleri aşka getiren muazzam bir şiiriyet vardır. 

O, kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle şiirlerine taşımış, müzikalitesi çok yüksek ses ve söz armonileri yakalamış, bunlardan derin anlamlar tedâî ettiren çok farklı tanımlamalar ortaya koymuştur.

Abdurrahim Karakoç, sıradan kelimelerden çok çarpıcı ve hiç kullanılmamış mükemmel terkipler ortaya koymuştur. O, şiirimize; yeni sesler, yeni söyleyişler, yeni mazmunlar, yeni tasvir ve terkipler katmış, modern ifâde tarzının hârika mısralarını karşımıza çıkartmış, bu da onu Türk şiirinin “Beşinci Mevsimi”nden seslenen çok özel bir şâir yapmıştır.

Abdurrahim Karakoç’un şiirleri; halkımızın hislerine, sıkıntılarına, dertlerine, öfkelerine, özlemlerine, hasretlerine, sevdâlarına, aşklarına, inançlarına ve buram buram Anadolu kokan duygularına tercüman olduğu ve insanımızın yürek yangınlarını çok sarsıcı, etkileyici ve güçlü ifâdelerle dile getirdiği için çok sevilmiştir.

Karakoç’un aşk ve sevdâ şiirleri gibi, gurbet ve memleket şiirleri, sosyal ve siyâsî şiirleri, destânî ve irfânî deyişleri de -sağdan sola- herkes tarafından çok büyük zevkle okunmuş ve dilden dile dolaşmıştır.

Zâten Abdurrahim Karakoç; sevilen ve yazıları tâkip edilen bir erbâb-ı kalem olduğu gibi, şiirleri de en çok ezberlenen ve en çok bestelenen şâirler arasındadır.

Ayrıca Abdurrahim Karakoç’un “Hasan’a Mektuplar” ve  “Vur Emri” gibi kitapları da, -şiir kitapları arasında- yakalanması çok güç olan ve ender-i nâdirattan sayılan baskı sayılarına ve adetlerine ulaşmayı başarmıştır.

Karakoç’un şiirleri; halkımızın vicdânının sesi, gönül dünyamızın aşk hazînesi, irfânımızın bilge nefesi, zulme karşı kıyâmın besmelesi, Anadolu’nun mertlik öfkesi ve bu toprağın isyan çığlığı olmuştur. Çünkü o; zâlime, zulme, haksıza ve haksızlığa “muhalif” olan ve inanmadığı hiçbir şey hakkında “serd-i kelâm etmeyen” bir ediptir. O; kıvrak bir dille kaleme aldığı siyâsî taşlamaları, ince ve keskin bir zekâ ürünü olan ve taşı gediğine oturtan mükemmel hicviyeleriyle de haklı bir ün kazanan çok büyük bir heccâvdır.   

Karakoç; hayat gâyemiz olan İslâmiyet ile hayatımızın gerçeği olan Türklüğü baş tacı yapmış ve kalemini, kelâmını, sanatını Müslüman Türk milleti için vakfetmiştir. O’nun yüreği, “Kar koysan kor olur aşkın külüne” dedirten bir sevdâ yemini; gönlü, Mekke’den İstanbul’a, Medîne’den Buhara’ya, Üsküp’tan Kerkük’e, Altaylardan Tuna’ya, Elhamra’dan Kudüs’e yol bulan mukaddes aşkların meskeni ve her bir mısraı Anadolu insanının sesidir. 

O; kalplere ve zihinlere “mıh gibi” kazınmış dizeleri ve geniş kitlelerce ezberlenmiş şiirleriyle ardında çok önemli eserler bırakmıştır. O bir dâvâ adamı olarak, inanç ve ideâllerini; şiirlerine, yazılarına ve hayatına hükümrân kılmış ve yazdıklarıyla Türk-İslam Ülküsü’nü birkaç neslin gönül gönderinde dalgalandırmıştır.

Abdurrahim Karakoç’un şiirleri kendi yüreğine doğru yürümesiyle işittiği âşina seslerden ve sevdâ gergefinde doyumsuz bir aşkla dokuduğu ışıklı nağmelerden oluşan bir şehrâyindir.

Karakoç’un şiirlerini okuduğumuzda sıkıntılarımız dağılır, gönlümüz coşar ve her bir mısraın oluşturduğu farklı bir rüzgârla yüreğimiz yelpâzelenir… Söylemek isteyip de dile getiremediğimiz duygular en güzel ve en etkili ifâdesini onun şiirlerinde bulur, öfkemiz ve sükutsuz isyanınız onun mısrâlarında dile gelir, dizelerdeki parıltılar rûhunuzu aydınlatır, ümîdinizi artırır ve heyecânınızı kıyâma durdurur… 

Abdurrahim Karakoç; “Bir Güzel Ülkü”ye âşık, “Anamızın ağzımızdaki ak sütü” olan güzel Türkçemiz gibi azîz vatanımıza, Türk ve İslâm Dünyası’na da yürekten sevdâlı bir gönül adamıdır. O aynı zamanda; O; “Evinin her penceresi Kıble’ye açılan bir büyük şâir”, “kendisini her saat musalla taşında yatarken seyreden bir gâzi-derviş” ve “Gül” aşkıyla yanıp tutuşan bilge bir alperendir. Fakat bunların hepsinin üstünde ve ötesinde ancak yüzyılda bir yetişen çok büyük bir şâirdir… 

Vefâtının 8. sene-i devriyesinde Üstad Abdurrahim Karakoç’u rahmet, hürmet, minnet ve hasretle yâd ediyor; en netâmeli dönemlerde bile gözünü daldan budaktan, sözünü aslâ dudaktan sakınmayan, zâlimler karşısında kalemini Zülfikâr gibi kullanan ve;
“İslâmlık Miraç’tır, Ülkü sancaktır
Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.” 
diye haykıran bu yiğit insanın rûhu için el-Fâtihâ diyorum…
Ve O’na atfettiğim bir şiirle hatm-i kelâm ediyorum:

YILLAR YAPRAK DÖKERKEN
                        Abdurrahim Karakoç Ağabeyime....
Mızrap hüzzamda gezer, ney efkâra dem tutar,
Ve hazan mevsiminde beni bir elem tutar...
Kıymeti bilinmeyen, nîmet olsa da zaman,
Hayâtın parmakları Mahşer’e kalem tutar...

Her nefeste mezara bir adım yaklaşırken,
Dizde derman tükenir, sevenler mâtem tutar...
Nefsine meyletse de bu dünyaya gelenler,
Kul, bütün günâhına Settâr’ı hakem tutar...

Yol vardır küfre giden her bir günah içinde,
“Sırât-ı Müstakim”de beni seccadem tutar...
Elest Meclisi’ndeki “Kâlû  Belâ” aşkına,
Hakk’ı tesbih ederken kirpiklerim nem tutar...

Bir türlü anlatamam yüreğimin sesini,
Ehl-i dil, “Allah!” diyen nabzımı her dem tutar...
“Lâle”nin nusretiyle gönül müheyyâ olur,
Aşkın derûnundaki sırrı muhteşem tutar...

İlâhî sevdâ ile mayalansa kalbimiz,
Seherde yanakları “Gül” kokan şebnem tutar...
Yıllar yaprak dökerken GÜNEŞ zevâle döner,
Hakk yolunda yolcuyu yoldaki özlem tutar...
Bir ömrü yudumlayıp, Sen’den Sana gelirken,
İnş’Allah elimizden Resûl-i Ekrem tutar...

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.