Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

ahsen okyar
21Oca/200

TİYATRO SİYASETİ VE SİYASETİN TİYATROSU – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTİYATRO SİYASETİ VE SİYASETİN TİYATROSU – Ruhittin SÖNMEZ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın eşiyle birlikte bir tiyatro izlediler. İzlenen oyun halen tutuklu olan Selahattin Demirtaş'ın yazdığı 'Devran' adlı kitabından sahneye uyarlanmıştı. Bu olay ve üç önemli siyasetçinin eşlerinin verdiği resim çok tartışıldı.

Olayı hukuki açıdan değerlendirdiğinizde bir sıkıntı görünmüyor.

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş halen tutuklu olsa da kesinleşmiş cezası olmayan bir siyasetçi. Bu siyasetçinin partisi HDP halen TBMM’de grubu bulunan, devletten para yardımı alan, çok sayıda belediye başkanı olan bir parti.

Demirtaş bu partinin eşbaşkanı iken Cumhurbaşkanı adayı olmuş, seçimlere girmesinde sakınca bulunmamıştı.

Yine bu partinin önemli adamlarından Ahmet Türk hükümlü olarak hapiste iken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin talebi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın affı ile hapisten çıkarıldı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerine girmesine izin verildi ve HDP’den Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Daha sonra bu belediye ve başkaları kayyuma devredildi.

Ancak halen Ahmet Türk ve diğer belediye başkanları serbestçe siyaset yapmaya devam ediyor.

Hukuken sıkıntı olmasa da, “tiyatro izleme olayının” sıradan bir kültür faaliyeti kapsamında olmadığı ve verilen fotoğrafın siyasi mesaj içerdiği açık.

İşte bu aşamada tartışmaya katılan bütün siyasetçiler, birer tiyatro yazarı veya oyuncusu gibi davranıyorlar.

7Oca/200

KASIM SÜLEYMANİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sKASIM SÜLEYMANİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ – Ruhittin SÖNMEZ

Kasım Süleymani çoğu yorumcuya göre İran’ın ikinci adamı sayılıyordu. Süleymani ve İran’ın Irak'ta oluşturduğu Haşdi Şabi örgütünün ikinci adamı ABD füze saldırısı ile öldürüldü. Bu olay zaten karışık olan Ortadoğu dengelerini bir kere daha değiştirdi. Bir İran/ABD savaşı hatta üçüncü dünya savaşı ihtimali üzerinde tartışılıyor.

Kasım Süleymani İran'ın, Irak, Suriye, Lübnan ve Afganistan'daki askeri operasyonlarını yöneten Kudüs Gücü Komutanı idi. Buralarda ABD’ye ciddi sıkıntılar yaşattı.

Haşdi Şabi örgütünün organizasyonuyla, Bağdat'taki Amerikan Büyükelçiliği basılmış ve ateşe verilmiş olması ABD için aradığı bahaneyi verdi. 10 kilometrekarelik "yeşil bölge"nin ortasında bulunan kale gibi korunaklı Büyükelçilik binasının basılması, ABD için gurur kırıcı bir olaydı.

ABD belki de iç politikasının belirlediği bir zamanlama ile (Trump’ın azledilme sürecinde güç kazanma amacı ile) bu sert karşılığı verdi.

Kasım Süleymani’nin öldürülmesi karşısında Türkiye’de tepkiler tereddütlerle dolu ve çok çelişkili oldu.

ABD’nin bu eylemini “İran’ın egemenlik haklarına saldırı” sayarak, “bu saldırıyı meşru görürsek, yarın işine yaramadığı zaman Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı veya başka üst görevlerde bulunan birine suikast düzenlemesini de meşru mu sayacağız? diye düşünenler de var..

“Süleymani Türk ve Türkiye düşmanıydı” deyip sevinenler de..

“Konuyu Şiilik-Sünnilik açısından değerlendirenler” de var.

Arslan Bulut gibi “Meselenin Şiilik-Sünnilik açısından görülmesi, Amerikan saldırısını desteklemek anlamına gelir. Oysa İran Türkiye'nin komşusudur ve İran halkının yarısı Türk'tür. İran'a yönelik büyük bir Amerikan saldırısı, aynı zamanda Türklere yönelik bir saldırı demektir. Konuya Türklük açısından baktığınızda durum budur” diyenler de..

Hangi açıdan bakarsak bakalım, olayın Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) içinde bir parça olduğunu asla unutmamalıyız. Bu olaydan sonra ABD’nin Irak’a iyice yerleşeceği ve BOP’un İran ayağının uygulanması sürecinin başlayacağı kanaatindeyim. Yani İran artık Irak ve Suriye benzeri gelişmelerle parçalanmaya çalışılacak.

Fakat İran köklü bir devlet geleneği olan, daha gelişmiş bir ülke. Yani kolay lokma değil. İran’ın Suriyeleşmesi çok daha sancılı olacak. Türkiye de bu sancıdan etkilenecek.

31Ara/190

ALLAH’LA İLETİŞİMİN ARACILARI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sALLAH’LA İLETİŞİMİN ARACILARI – Ruhittin SÖNMEZ

Genel olarak, İslam’ın indiği coğrafyada cahiliye döneminde insanların çok sayıda putlara taptığını, İslamiyet’ten sonra çok tanrılı inanıştan tek ve yüce bir tanrı inancına geçildiği kanaati yaygındır.

Oysaki Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin “Cahiliyye’yi Farklı Okumak” adlı eserinde belirttiğine göre;

Müşrikler de Allah kelimesini “yeri göğü yaratan” anlamında kullanıyordu. İslam öncesi bazı Arap şiirlerinde “Allahu ekber / Allah en büyüktür” denilmiştir. Ya Allah, Allahümme, Rahman gibi tabirleri kullanıyorlardı. Bir “Yüce Tanrı” inancına sahiptiler.

Cahiliyye döneminde Mekke’deki nüfusun büyük çoğunluğunun Allah inancı vardı. Onların Allah inancındaki sorun, Allah ile iletişim sorunu idi. Allah ile aralarına aracı varlık dedikleri putları koyuyor, bunların Allah’a yaklaştırıcı varlık olduğunu söylüyorlardı.

Yani Allah’ı gökte ve en büyük ilah kabul etmelerine karşın, makam ve mevki olarak O’nun altında gördükleri başka ilahları da vardı. Allah çok yüce, aşkın ve erişilmez olduğu için bu aracı ilahlar vasıtasıyla ona yaklaşacaklarını söylüyorlardı. Allah ile birlikte başka ilahlar da kabullendikleri için “ortak koşan” anlamında MÜŞRİK kelimesi ile nitelendirildiler.

Müslümanlar ile müşrikler arasındaki çatışmanın sebebi Bakara 170’de şöyle açıklanıyor: “Ne zaman onlara (Müşriklere): 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar: 'Hayır, biz atalarımız neye uyduysa biz ona (geleneğe) uyarız' derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?”

20Ara/190

PROVOKASYON MU, PİŞMAN MI OLDU, KORKTU MU? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sPROVOKASYON MU, PİŞMAN MI OLDU, KORKTU MU?  - Ruhittin SÖNMEZ

Şimdi benim de içinde bulunduğum bir grup arkadaşıma sosyal medya üzerinden yapılan tehdit ve hakaretin hikâyesini anlatacağım.

İstanbul Belediye seçimlerinin hemen öncesiydi. Millet İttifakı'nın İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu'na destek veren bir grup arkadaşımız, 'Demokrat Ülkücüler' imzalı bir bildiri ile görüşlerini kamuoyu ile paylaştılar. Bu bildiriye Kocaeli’den kamuoyunun çok yakından tanıdığı üç saygın arkadaşımız, Ahsen Okyar, Zekai Kahyaoğlu, Halil Konuşkan ve ben imza verdik.

Bu bildirinin açıklanmasından sonra, Ahmet Yiğit Yıldırım adına kayıtlı Twitter hesabından, bizim isimlerimizin de bulunduğu, içinde çok sayıda değerli ismin yer aldığı bir liste “hainler listesi”  tanımlamasıyla yayımlandı.

Devamında da, bu listede bulunanlar şu ifadelerle tahkir ve tehdit edildi:

“Milliyetçi- Ülkücü hareketin ismini kullanarak pkk işbirlikçilerine destek arayan bu HAİNLERİ unutmayacağız. YA TAM SUSTURACAĞIZ, YA KAN KUSTURACAĞIZ.”

Yetmedi.

Aynı şahıs, aynı hesaptan ve aynı tarihte ikinci bir tweet mesajında da hakaret ve tehditlerini sürdürdü:

Sözcü Gazetesinde yayımlanan bir haber resminin üzerine,  “Kendisini ülkücü olarak tanımlayarak PKK SEVİCİ EKREM PAPAZOĞLU’NA destek arayanlar er ya da geç ÜLKÜCÜ ADALETLE TANIŞACAKTIR. Demokrat Ülkücüler adı altında namussuzluğa imza atanların sonu bellidir. Çakallara haddini bildiren Bozkurtlara bin selam…” yazarak paylaştı.

Bu paylaşımın altında verilen resimde, “İYİ Parti’nin kurucularından Metin Bozkurt İstanbul’un Beylikdüzü ilçesinde 8 kişilik bir grubun saldırısına uğradı” metni ve saldırıya uğrayan Metin Bozkurt’un darp edilmiş, kan revan içindeki hali vardı.

Yani şahıs bu cümlelerle aynı zamanda işlenmiş olan suçu ve suçluları alenen övdü.

Bu hakaret, tehdit ile suçu ve suçluyu öven ifadelerin yayımlanmasından iki gün sonra da 22 Haziran 2019’da, şüphelinin “hainler listesi” diyerek tehdit ettiği listede yer alan isimlerden biri daha (Zihni Pamukçu) saldırıya uğradı.

17Ara/190

GÜÇLÜYE AYRI ZAYIFA AYRI TAVIR – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sGÜÇLÜYE AYRI ZAYIFA AYRI TAVIR – Ruhittin SÖNMEZ

Yıllar önce bir grup işadamı ile iş toplantısı yapmak üzere gittiğimiz şehirde, turistik hediyelik eşyalar satan bir dükkâna girdik. İşadamı olan arkadaşlarımızın hepsi hali vakti yerinde insanlardı. Ama dükkândan aldıkları birkaç yüz liralık eşyalar için sıkı pazarlık yaptılar, belli miktarlarda indirim yaptırdıktan sonra bu hediyeleri satın aldılar.

Oysaki aynı işadamları ile birlikte yediğimiz iş yemeklerinden sonra, oldukça yüksek meblağlarda ücret yanında garsonlara, hediyelik eşya satan dükkânda yaptırdıkları indirimlerden kat kat fazlasını, cömertçe bahşiş verdiklerine şahit olmuştum.

Bu “psikolojiyi” yansıtan tavırları, farklı kesimlerde, sık sık gözlemliyoruz. Açık pazarda birkaç kilo sebze veya meyve aldığı köylü ile kıyasıya pazarlık yapıp, bir iki lira indirim yaptırmaya çalışan bazı kişilerin çok lüzumlu olmayan lüks tüketim harcamalarına şahit oluruz. Aynı kişilerin lüks bir kuaförde, pahalı bir restoranda bir defada bu köylünün aylık geliri kadar ödeme yaptığını ve üstüne de cömert bahşişler verdiklerini görürüz.

Bu tavır, zayıf olana karşı gücünü hoyratça kullanırken, güçlüye karşı alttan alan ve hatta O’na yaranma gayretkeşliğine dair davranışlarla tam bir benzerlik gösteriyor.

Kamu kurumunda veya özel bir şirkette çalışan amir durumundaki kişilerin astlarına karşı anlayışsız, acımasız, aşağılayan bir üslubun sahibi olduğu halde, kendi üstlerine karşı son derece yumuşak, saygılı ve takdir edici bir üsluba büründüklerine dair örnekleri hepimiz görmüşüzdür.

Benzeri tavırların sahiplerine siyasi yapılarda da, devletin üst kademelerinde de bolca rastlarız. Hatta buralarda olağan sayılan bir davranış biçimi olan bu örneklerden daha da ilerisine, bir şahsiyetsizlik derecesine düşmüş örnekler de oldukça çoktur.

Adam kendilerine hizmet ederken yere göğe sığdıramazlar. Her türlü övgüyü esirgemedikleri gibi, en şerefli makamları layık görürler. Yolları ayrılır ayrılmaz aynı adamı aşağılamak, lekelemek, hakaret etmekte beis görmezler.

Adamın ikbal günlerinde, kapısındaki köpeğinden daha sadık olduğunu göstermek için her türlü yalakalığı yaparlar. Aynı kişi makamdan aldığı gücünü kaybettiğinde ilk hakareti, ilk suçlamayı onlar yapar ve ilk tekmeyi onlar vururlar.

Devlet gücünü kendi vatandaşına karşı hoyratça kullanan, onların hak, hukuk, özgürlük taleplerine karşı sert ve cimri olan muktedirler, kendilerinden daha etkili iç ve dış güçler karşısında son derece mülayim, uzlaşmacı ve bonkör bir tavır gösterirler.

Oysaki ahlaki olan davranış şekli güçlü olanın değil, haklı olanın yanında olmak ve onu desteklemektir.

Oysaki dürüst olan kişilerin siyasi konumuna göre değil, ilkeler ve kurallara uyumu ile ürettiği iş ve hizmetlere göre değerlendirmektir.

Oysaki iyi yönetici ve lider olmak, kendine bağlı kurumların verimli çalışmasını, kuralların uygulanmasını, her türlü eylem ve işlemlerin ana kriterinin kamu yararına olmasını sağlamayı gerektirir.

13Ara/190

İNANAMADIĞIMIZ RAKAMLAR VE SAKLANAN GERÇEKLER – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sİNANAMADIĞIMIZ RAKAMLAR VE SAKLANAN GERÇEKLER – Ruhittin SÖNMEZ

Artık TÜİK’in, Hazine ve Maliye Bakanı’nın ve diğer kamu kurumlarının verdiği rakamlara inancımız kalmadı. Verdikleri rakamların “makyajlanmış, hesaplama yöntemi değiştirilmiş, oynanmış, kısmen örtülmüş” gibi sıfatlarla anılmasına alıştık. Rakamlarla o kadar çok oynadılar ki, en temel ekonomik göstergelerin gerçekten neyi ifade ettiğini anlamak için uzmanlar ciddi çabalar gösteriyor.

Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, Kişi Başı Milli Gelir, Enflasyon, İşsizlik, İç ve Dış Borçlar gibi temel göstergelerin son 17 sene içinde nereden nereye geldiklerini mukayese için uzmanlık gerekiyor. Çünkü çıplak gerçeğe ulaşabilmek için öncelikle rakamların üstündeki ağır örtüleri kaldırmak zorunlu.

Halkımızın çıplak gerçeği öğrenmesi için bu örtüleri kaldırmayı görev edinmiş birkaç ekonomi yazarımız var. Ben bunların teknik açıklamalarını bir yana bırakıp sadece vardıkları sonuçları paylaşacağım.

Bazı rakamların ise Türk Milletinden gizlenmesine ve “ticari sır” gibi gerekçelerle vatandaşlarımızda saklanmasına da alıştık. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) veya Yap-İşlet- Devret yatırımlarının gerçek maliyeti bu projelerin yükünü çeken vatandaşlarımıza açıklanmıyor.

Ancak çoğu zaman yorganın altından çıkan ayaklar gizlenenleri ele veriyor. Uzmanlar satır aralarına gizlenen bilgilerden, siyasetçilerin ağzından kaçırdıklarından ve diğer verilerle çapraz ilişkilerinden önemli gerçeklere ulaşıyor.

İşte bunlardan bazıları…

6Ara/190

KANAL İSTANBUL KİMİN YATIRIMI? – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sKANAL İSTANBUL KİMİN YATIRIMI? – Ruhittin SÖNMEZ

Kanal İstanbul projesinin telaffuz edilmeye başladığı 2011 yılından beri hep “ekonomik tetikçilerin” Erdoğan’ı ikna etmesiyle gündeme geldiğini düşündüm. (Kanal İstanbul yerine Türkçe dil kurallarına göre İstanbul Kanalı demek doğrudur.)

Ancak ekonomik tetikçilerin bağlı olduğu devletin hangi saikle bu projeyi kabul ettirdiğini anlamakta güçlük çekiyordum. “Ülkemizin başına büyük sorunlar açacağı aşikâr olan, kıt kaynaklarımızı tükettirmeye yönelik bu girişimin arkasındakilerin” gerçek niyetini anlayamıyordum.

Çoğu kimse gibi, ben de olayı ekonomik açıdan, deprem riski, ekolojik denge, etrafında oluşacak yeni şehirleşme ile yaratılacak rant vb hususlar açısından düşündüm.

Var olan doğal suyolundan Montrö Sözleşmesi gereği serbestçe geçen ticari gemiler neden para ile Kanal İstanbul’dan geçiş yapmak istesin? Daha dar bir kanala, üstelik de ücretli geçişe zoraki yönlendirme şansımız olmayacağına göre, bu kanal yatırımı Osmangazi Köprüsü gibi verimsiz bir yatırım olarak kalmaz mıydı?

Trakya’yı kuzeyden güneye bir kanalla böldüğünüz zaman, iki kara parçasının irtibatını sağlamak için köprüler vd ciddi altyapı yatırımları ihtiyacı çıkacaktı. Jeofizik ve zirai açıdan birçok uzmanın aleyhe açıklamaları da ortadaydı.

Bütün bunlara ve yaşadığımız ekonomik sıkıntılara rağmen maliyeti 75 milyar TL olduğu söylenen bu projenin savunulmasını anlamak mümkün değildi.

Gerçi projeyi savunan ekonomiden sorumlu bir bakan değil, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu oldu. Çavuşoğlu "Kanal İstanbul'a kazmayı vurduğumuz zaman, dünyada denizcilik ve ulaşım bakımından tarih değişecek, dönüm noktası olacak" dedi.

Gerçekten dünyada Panama Kanalı, Süveyş Kanalı gibi kanal projeleri “dünyada denizcilik ve ulaşım bakımından dönüm noktası” olmuşlardı. Ama bu kanalların alternatifi yoktu, yepyeni ve ekonomik gemi güzergâhları yaratmışlardı. Oysa bizim doğal İstanbul Boğazımızın yakınında yapılacak Kanal İstanbul ekonomik bir suyolu yaratmayacak.

İşte bu ve benzeri sebeplerle Kanal İstanbul için akla uygun ekonomik bir gerekçe bulamıyordum. Tek ekonomik gerekçe, yaratılacak müthiş arsa ve inşaat rantına konma ihtirası olarak kalıyordu. Böyle bir rant için devletimizi yönetenlerin İstanbul’a ve Türkiye’ye ihanet etmeyeceğine inanmak istiyordum.

Fakat ben değerlendirmelerimde hep ticari gemileri dikkate alıyordum. Oysaki meselenin bir başka ve belki de daha önemli boyutu savaş gemilerinin geçişi idi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklaması belki de Boğaz’dan geçişleri düzenleyen 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değişebileceği veya iptalinin söz konusu olabileceğinin işareti olabilirdi.

29Kas/190

ON KİŞİDEN BİRİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sON KİŞİDEN BİRİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ – Ruhittin SÖNMEZ

Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan “Almanya Şansölyesi Merkel 'Almanya'da 3 milyon üniversiteli var' dedi, 'Bizde 8 milyon' dediğimde şaşırdı” demişti ya.

Ben de “Türkiye’de nüfusun yaklaşık onda birinin üniversite öğrencisi olduğunu” ve “Türkiye’de çok yakın bir gelecekte nüfusumuzun yarısı üniversite mezunu olacak” ifadesini okuduğum zaman Merkel gibi şaşırdım.

Almanya Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip bir devlet. Almanya’nın ve Türkiye’nin nüfusu hemen hemen aynı. Fakat Türkiye’de üniversite ve üniversite öğrencisi sayısını, Almanya ile karşılaştırdığımızda inanılmaz derecede yüksek.

Sadece Almanya’da mı? Diğer gelişmiş ülkelerde de durum aynı. “Nüfusu 67 milyon olan Fransa’da 2 milyon 480 bin üniversite öğrencisi var (2016). Nüfusu 66 milyon olan İngiltere’de 2 milyon 387 bin üniversite öğrencisi var (2016).”

“Türkiye’de her ilde ve hatta bazı ilçelerde üniversite var. 2019 yılı itibarıyla 129’u devlet ve 73’ü vakıf olmak üzere toplam 202 adet üniversite var. Bu sayıya sağlıklı ve uzun bir gelişim sonucunda ulaşılmamıştır. Sadece 17 yılda üniversite sayımız ikiye katlanmıştır.”

“Türkiye’de üniversite öğrenci sayısı son 17 yılda 1 milyon 67 binden, 7 milyon 750 bine çıkmıştır. Yani toplamda 4,6 kat artmıştır. Oysa aynı dönemde Türkiye’nin nüfusu 65 milyondan 82 milyona çıkarak sadece dörtte birlik bir artış kaydetmiştir.”

“Türkiye’de gereğinden fazla üniversite öğrencisi vardır. Normal koşullarda üniversiteye giremeyecek bu öğrenci topluluğu yüzünden ‘üniversite öğrencisi’ sıfatı değersizleşmektedir.

Aynı durum öğretim üyeleri açısından da geçerlidir. Sayılar artıkça üniversite öğretim üyesi olmanın da değeri düşmektedir.

“17 yılda Türkiye’de profesör sayısı 2,9 kat, doçent sayısı 2,9 kat, yardımcı doçent (doktor öğretim üyesi) sayısı 3,5 kat, öğretim görevlisi sayısı 3,4 kat artmıştır.”

Beni şaşırtan bu bilgileri Prof. Dr. Kemal Gözler’in “Akademinin Değersizleştirilmesi Üzerine” başlıklı makalesinden okudum. Kemal Gözler, “Türkiye’ye 7,7 milyon değil, 1 milyon üniversite öğrencisi yeter” kanaatinde. Hadi diyelim Almanya kadar 3 milyon üniversite öğrencisi olsun.

Yaklaşık 8 milyon üniversite öğrencisine ihtiyacımız var mı?

Bu kadar öğrenci okutmanın maliyetini kaldıracak imkânımız var mı?

Bu kadar öğrenciye kaliteli eğitim vermek mümkün mü?

Hayır, hayır, hayır!

Cumhurbaşkanı Erdoğan Üniversiteler için “Yeni dönemde niteliğe, kaliteye yoğunlaşmamız gerekiyor” derken haklı. Ama bu konuda yapılan olumlu bir icraat göremiyoruz.

2Kas/190

TÜRKİYE’YE ABD YAPTIRIMLARI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sTÜRKİYE’YE ABD YAPTIRIMLARI – Ruhittin SÖNMEZ

Trump’ın Erdoğan’a yazdığı o edepsiz üsluplu mektuptaki <I>“Daha önce sorunlarınızı çözmek için gayret gösterdim”

ABD Temsilciler Meclisi’nde görüşülen Türkiye aleyhine tasarı büyük çoğunlukla kabul edildi. Tasarı ile “Ermeni soykırımı” iddiaları kabul ediliyor, Türkiye’ye ciddi yaptırımlar uygulanmasını öngörüyor.

Genel Kurul’da yapılan oylamada 16'ya karşı 403 oyla kabul edilen tasarının yasalaşması için, Senato’da da kabul edilmesi ve Trump’ın imzalaması gerekiyor. Senatoda da üçte ikiden fazla oyla kabul edilirse Trump’ın veto hakkı bulunmuyor.

“Tasarı Türkiye’ye birçok alanda yaptırımlar getirirken Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ailesinin mal varlığının ve iş ilişkilerinin de araştırılıp rapor hazırlanmasını öngörüyor.”

Tasarı, yasanın kabulünden sonra en geç 120 gün içinde ABD Dışişleri Bakanı'nın Hazine Bakanı ve Ulusal Güvenlik Direktörü ile istişare içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin <I>(eşi, çocukları, anne-babası ve kardeşlerinin) </I>net mal varlığı, gelir kaynakları ve iş ilişkilerine dair bir rapor hazırlanmasını gerektiriyor.

Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen yasa tasarı, bazı Türk yetkilileri yaptırım listesine alıyor ve Türk ordusunun silah ve finansmana erişimine sınırlamalar getiriyor.

Tasarıya göre şu isimlere yaptırımlar uygulanacak: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez.

Tasarı ayrıca Türk Ordusuna silah, teçhizat, hizmet, materyal sağlayıcı işlemleri yapanlar ile petrol ürünleri üretimine her türlü destek sağlayan kişi ve gruplara da yaptırımlar öngörüyor.

Kabul edilen tasarı her yönüyle Türkiye için son derece rencide edici. Uluslararası ilişkilerimiz açısından da çok başımızı ağrıtacak, silahlı kuvvetlerimizi sıkıntıya sokacak kararlar bunlar.

Tasarıdaki diğer kararlar gibi, T.C. Cumhurbaşkanının “şahsına, ailesine ve bakanlarına yaptırım uygulanması” bırakın “stratejik ortak” olan bir devleti, düşman bir devletin bile yapmayacağı kadar alçakça bir davranış.

31Eki/190

HUKUKİ AÇIDAN TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLER – Ruhittİn SÖNMEZ

ruhittin sHUKUKİ AÇIDAN TÜRKİYE'DEKİ SURİYELİLER – Ruhittİn SÖNMEZ

Ülkemizde fiilen kayıtlı-kayıtsız 5,3 milyon Suriyelinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Suriyelilerin Türk nüfusuna oranı ise ülke genelinde %6,5 oranında.

Prof. Dr. Ümit Özdağ’a göre, “Türkiye’de yaşayan Suriyeli ‘sığınmacıların’ sayısı 2040 yılında 10 milyona yükselecek, "Türkiye’nin birçok kenti Türk kimliğini kaybedecek ve Arap kentleri olacak."

Halen Kilis’te nüfusun yüzde 81,4’ü, Hatay’da yüzde 27,3’ü, Gaziantep’te yüzde 22,2’si, Şanlıurfa’da yüzde 21’i Suriyeli. İstanbul’da yaşayan Suriyeli sayısı da 1 milyona ulaştı.

Bu yüzden hukuki açıdan Türkiye’deki Suriyelilerin statüsünün doğru olarak ifade edilmesi önemlidir. Çünkü her bir statünün devletimize yükleyeceği yükümlülükler farklıdır.

Türkiye’de bulunan Suriyeliler (Cumhurbaşkanı dahil) devletimizi yönetenler veya halkımız tarafından mülteci, sığınmacı, göçmen ya da misafir olarak tanımlansa da bu tanımlar iltica hukukuna göre doğru değildir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Suriyeliler “mülteci, sığınmacı veya göçmen” değildir. Bu kişiler, “geçici koruma altında olan yabancılardır.”

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK)  ile bu Kanunu dayanak alarak çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliğine tabidirler.

Geçici koruma uluslararası koruma anlamına gelmez. Suriyeliler uluslararası hukuka tâbi tutulmadığından, Türkiye’nin Suriyeliler konusunda uluslararası hukuktan kaynaklanan bir sorumluluğu bulunmamaktadır.

Türkiye’de devletin Suriyelilere tanıdığı haklar uluslararası hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğün sonucu değildir. Tamamen devletimizi yönetenlerin siyasi tercihidir.

22Eki/190

BÖYLE HUKUKA VE HUKUKÇULARA GÜVEN OLUR MU? – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sBÖYLE HUKUKA VE HUKUKÇULARA GÜVEN OLUR MU? - Av. Ruhittin SÖNMEZ

Bekri Mustafa Padişah Dördüncü Murat döneminde yaşamış, hayatının çoğunu meyhanede geçiren, zeki, nüktedan ve hoşsohbet bir zattır. Dördüncü Murat içki yasağını koyduğu yıllarda dahi Bekri'nin ayyaşlığını hoş görmüş.

Gündeme düşen bazı haberlere bakınca Bekri Mustafa’ya dair anlatılan şu fıkra aklıma geliyor:

BEKRİ MUSTAFA İMAM OLDU: Bekri Mustafa yoksul bir mahallede bir caminin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır. Fakat namazı kıldıracak imam ortada yoktur. Cemaat başında kavuğu, sırtında cüppesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı hoca zannederek namaz kıldırmasını söylerler. “Yok, ben Hoca değilim” dese de dinlemezler ve zorla öne geçirirler.

Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat ölüye ne söylediğini merak eder, Bekri Mustafa gülerek cevap verir:

Dedim ki, sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun, eğer orada sana ‘bu dünyanın ahvali nicedir?’ diye sorarlarsa, ‘Bekri Mustafa imam oldu’ dersin, onlar durumu anlar.”

20Eyl/190

İSTATİSTİK YALAN VE DEVLETİN RAKAMLARI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sİSTATİSTİK YALAN VE DEVLETİN RAKAMLARI- Ruhittin SÖNMEZ

22Ağu/190

SOSYAL MEDYADA ANLAMAK VE ANLATMAK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin s

SOSYAL MEDYADA ANLAMAK VE ANLATMAK - Ruhittin SÖNMEZ

Sosyal medyada yorum yapan herkes bir bakıma “yazar” sayılabilir. Buna WhatsApp gruplarının üyeleri de dâhil.

Ancak yazarlık riskli bir iştir. Yasal ve hatta sosyal açıdan sıkıntılara da yol açabilir.

Nitekim sosyal medyada bırakın farklı dünya görüşünden olanları, aynı görüşten olanlar arasında bile sert, incitici ve yaralayıcı klavye kavgalarına şahit oluyoruz.

Karşısındakine “ayar vermek, lafı gediğine oturtmak, hak ettiği cevabı vermek” gibi kaygıların yılların dostluklarını yıkabildiğini görebiliyoruz.

Günümüzde tamamen benzer görüşleri paylaşanların, bir dernek, siyasi parti veya bir menfaat grubuna dahil olanların oluşturduğu WhatsApp grupları çok yaygın. Üyelerinin haberleşmek, duygu ve fikirlerini paylaşmak için kurduğu bu gruplarda bile dozu kaçmış tartışmaların çok sayıda örnekleri var.

Kalplerin kırıldığı, alınganlıkların, dargınlıkların ve hatta düşmanlıkların oluştuğu bu tartışmalar yüzünden bazen WhatsApp gruplarının kapatıldığı, iletişimsizliğin tercih edildiği görülüyor.

Facebook, Twitter gibi alanlarda arkadaşlıktan çıkarma, engelleme gibi önlemlere başvuruluyor.

Son derece faydalı ve olumlu birer araç olarak kullanılabilecekken, bu mecralar neden öfkelendiğimiz, kızdığımız, alındığımız veya kavga ettiğimiz birer alana dönüşüyor?

20Ağu/190

“Yadigar-ı Vatan” Işığında Dış Dost ve Düşmanları Seçmek – Ruhittin SÖNMEZ

Vefat haberini aldığımız değerli bilim adamı, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’a rahmet diliyoruz.
Ayasofya Müze Müdürü iken Kocaeli Aydınlar Ocağı heyetimizi ağırlayan Haluk Dursun Bey, müze-konferans dediği bir usulle bizzat bilgilendirerek müzeyi/camiyi gezdirmişti.
Ocağımızda misafir olarak konferanslar vermişti. Boğaziçi gezimizde vapurda sahil boyunca sıralanan bütün tarihi ve sanat değeri olan yapıları anlatarak rehberlik etmişti.
Av. Ruhittin Sönmez kardeşimiz, Körfez ilçesinde verdiği bir konferansı dinledikten sonra aşağıdaki yazıyı yazmıştı.
Allah rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun..

“Yadigar-ı Vatan” Işığında Dış Dost ve Düşmanları Seçmek – Ruhittin SÖNMEZ

Yunanistan'da Aynoroz (veya Aynaroz) denilen bir yarımada ve burada 20 kadar manastır vardır. 10. yüzyılda dini bir topluluk olarak doğan Aynoroz Bizans, Osmanlı ve Yunan egemenlikleri boyunca özerk bir devletçik olarak yaşamayı başarmış. Bu devletçik 20 manastırı temsil eden 20 kişi ve küçük bir meclis tarafından yönetilir ve Yunanistan'a bağlıdır. Nüfusunun çoğunluğu rahiplerden meydana gelir ve 2.250 kişi kadardır. Aynoroz nüfusunun tamamı erkektir. Aynoroz'a kadınların girmesi yasak olduğundan Dünya ve Yunanistan'ın tek kadınsız bölgesidir. Aynoroz'un 20 manastırı da ortak bir plana göre ortak bir mimari yapıda inşa edilmiştir. Hepsi kuleli bir surla çevrilmiş olan geniş avlulu kalelerdir.

Aynoroz'a gidebilmek için önce Yunanistan'dan vize almanız gerekiyor. Bu da yetmiyor Türkiye'deki Fener Rum Patrikhanesi'nden de vize almanız icap ediyor. Ortodoks oldukları için, Aynoroz'daki manastırlar yüzlerce yıldan beri Fener Rum Patrikhanesine bağlılar.

Doç. Dr. Ahmet Haluk Dursun bir Türk'ün girmesinin neredeyse imkânsız olduğu bu yere Ortodokslarca çok önemli olan Ayasofya Müzesinin Başkanı olduğu için girebilmiş ve ayinlerini izleyebilmiş. Ayini yöneten dini lider kendisine (Türklere bakışını gösteren) şu sözü söylemiş: "Sizi kâfir kontenjanından ayinimize dâhil ettik."

16Ağu/190

SAGALASSOS’UN İLHAMI İLE – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sSAGALASSOS’UN İLHAMI İLE - Ruhittin SÖNMEZ

Doğup büyüdüğüm Bucak (Burdur) ilçesine çok yakın, Ağlasun ilçesi sınırlarında, eski
medeniyetlerin önemli tarihi şehirlerinden birinin kalıntıları var.
Bayram vesilesiyle geldiğim memleketimden sadece 36 km mesafedeki Sagalassos isimli bu
muhteşem antik kenti ziyaret ettiğimde derin duygulara kapıldım.
Sagalassos MÖ 6500 yıllarında bile yerleşik düzenin olduğu bir kent imiş. MÖ 3000-2000 yılları arasında daha sonra Pisidia adını alacak olan bölgeye Hititlerin bir kolu olan Luwi’ler yerleşmiş.
MÖ 333’ de Büyük İskender bölgeyi kendi topraklarına katmak istemiş. Bu dönemde bölgeye Helen kültürü hakim olmuş.
Daha sonra antik Grek ve Roma etkisi altında yerel kültür gelişmiş. Doğu Roma
İmparatorluğu’nun egemenliği altına girerek en parlak dönemini yaşamış. O dönemde “Pisidia’nın birinci kenti” ünvanını almış. MS 4. Yüzyıldan itibaren Hıristiyanlaşan bölge, MS 13 yüzyılda Selçuklu Türklerinin hakimiyetine girmiş.

29Tem/190

MAŞERİ VİCDAN

ruhittin sMAŞERİ VİCDAN – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Mâşer” Arapça “kamu, toplum, topluluk” demek. Maşeri vicdan (mahşeri değil) ise “toplumsal vicdan” ya da “kamu vicdanı” demek.“Tüm toplum kesimlerinin benimsediği ortak değerler” anlamında kullanılır.

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü yapılalı 3 yıl oldu. Bunun 2 yılı OHAL ile geçti. “3 ay bile sürmeyecek” diye başlatılan OHAL (Olağanüstü Hal) yönetimi, 7 defa uzatılarak, 2 yıl sürdü.

Bu dönemin siyasi ve hukuki sonuçları hakkında çok değerlendirme yaptık, yapıldı. Ancak bu dönemde olan vaka ve gelişmelerin toplumsal vicdanda ne gibi yansımaları olduğu en az diğer yönleri kadar önemli.

19Tem/190

ORTAK AKIL – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sORTAK AKIL – Ruhittin SÖNMEZ

Bazı özel yetenekli insanlar yaşadıkları bir sorundan veya meraklarından dolayı icatlar yapar. Yani daha önce bulunmayan bir nesneyi geliştirirler. İcatlar birer hayal gücü, düşünce ve çalışma azminin ürünüdürler.

Ancak ilk başlarda bu icatların insanlık için, toplum için önemi ve değeri kavranamayabilir.

İlk icat edilen ve bir atlı araba hızındaki otomobilin bugünkü seviyeye geleceğini hayal etmek bile çok güçtü.

İlk bilgisayar bir oda büyüklüğünde idi fakat işlemci hızı, kapasitesi sıradan bir cep telefonundan binlerce defa düşüktü. İlk bilgisayarın verdiği izlenimle dünyanın en zeki adamları arasında bile,“bilgisayarların işe yaramayacağını” söyleyenler vardı.

IBM Başkanı Thomas J. Watson, “Dünyada bilgisayar pazarı 5 adedi geçmez” demişti.

Lord Kelvin’in “Havadan ağır uçan makinelerin yapımı imkânsızdır” kehanetine bugün gülüyoruz.  

New York Valisi, daha sonra ABD Başkanı olan Martin Van Buren sözü de ilginçtir: “Ülkemizin taşıma sistemi, adına ‘demiryolu’ denen yeni bir taşıma sistemi tarafından tehdit edilmektedir. 24 km/saat gibi inanılmaz bir hızla yol alan ‘makineler’, insanların hayatını tehdit etmektedir. Tanrı elbette insanların böyle korkunç bir hızda gitmesini istememiştir.”

Lee DeForest’in “Televizyonun ticari bir başarı elde etmesi imkânsız, hayal görmeyelim” sözleri de bugün bize gülünç geliyor. Ama bütün bu değerlendirmeleri yapanlar aptal insanlar değildi.

1450’de Gutenberg’in icadı olan matbaa Osmanlı Devleti’ne 1719’da girebilmişti. İstanbul’a matbaanın çok geç gelmesinin sebebi sadece tutuculuk değildi. İstanbul’da yaşayan binlerce hattatın birer sanat eseri niteliğindeki kitapları yanında, matbaada basılan kitapların çok kalitesiz baskısı olması etkili olmuştu.

Fermuardan saate, elektrikli süpürgeden çamaşır makinesine, radyodan telefona kadar her icat ilk yıllarında bugünkü haliyle kıyaslanamayacak kadar ilkel ve kullanışsız idi.

1946’da yapılan oda büyüklüğünde ve 30 ton ağırlığındaki dev bilgisayarın, on haneli 5.000 sayıyı bir saniye içinde toplayabilmesi çok büyük başarı olarak kabul ediliyordu.

Ama bilgisayarlar böyle kalsaydı ne cep telefonları, ne uçaklar, ne otomobiller, ne de üretim, sağlık, bilim, sanat ve eğlence alanlarında kullandığımız otomatik makinelerin hiçbiri olmayacaktı.

Bu konular üzerinde çalışan insanlar, kendisinden önce aynı konu ile ilgili çalışan insanların fikirlerini alarak, o fikirlerin üzerine kendi fikir ve çalışmalarını katarak çalışmalar yaptılar. Bütün bu insanların “ORTAK AKLI” ile icat süreçleri hayallerin bile ötesine kadar gelişimlerini sürdürdü.

17Tem/190

ÜÇÜNCÜ YILINDA 15 TEMMUZ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sÜÇÜNCÜ YILINDA 15 TEMMUZ – Ruhittin SÖNMEZ

15 Temmuz darbe teşebbüsünün 3. Yılı doldu. Hala operasyonlar yapılıyor, hala yeni davalar açılıyor. Fakat “15 Temmuz’un iş, medya ve uluslararası ayakları henüz tam olarak çözülmüş değil.”

Siyasetçi ayağına ise hiç dokunulmadı.

FETÖ gerçekten çok karmaşık ve tehlikeli bir yapı. ABD istihbaratı ile iç içe, uluslararası irtibatları olan, büyük para gücüne sahip bir organizasyon.

Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanlarının yaverlerinin bile Fetöcü olduğu, MİT ve Emniyet İstihbarat gibi birimleri dahi kontrol edebilen bir örümcek ağı.

Yargıyı ele geçiren, hukuku silah gibi kullanan, Ergenekon ve Balyoz davaları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden Atatürkçü subayları tasfiye eden bir yapı. O zaman birlikte hareket ettikleri R. Tayyip Erdoğan’a, “ben bu davaların savcısıyım” dedirtebilen bir güç bu.

“TSK’da mevcut 300 generalden 150’sinin darbede aktif rol aldığı” bir yapının orduya sızmasından bahsedilemez. “Orduyu ele geçirmiş” bir çete bu.

Bir mücadele görüntüsü var. Ama yandaş yazarların bile sorduğu bazı sorulara bugüne kadar cevap verilememiş olması manidardır:

“15 Temmuz darbe girişiminden hükümet üyeleri ne zaman haberdar oldular, haber aldıktan sonra ne yaptılar, o gece neredeydiler, saat kaçta ortaya çıktılar.”

“Sahi MİT ve Emniyet İstihbarat bu süreçte ne yapıyordu. JİTEM neredeydi, Genelkurmay İstihbaratı ne yapıyordu? Darbe olacağını, bilmesi gerekenler dışında neredeyse herkes biliyordu!” (A. Dilipak)

Böyle bir yapı ile mücadele etmenin ne kadar güçlükleri olduğu açık.

Yine de yıldönümü vesilesiyle hamasi sözler yerine soğukkanlı bir değerlendirme yapmak daha yararlı olacaktır.

12Tem/190

ÜMMETİN PARTİSİ – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sÜMMETİN PARTİSİ - Ruhittin SÖNMEZ

Yazının başlığını okuyunca bazılarınız, “burası Türkiye Cumhuriyeti ve T.C. bir hukuk devletidir. Anayasamız ve hukukumuzda ümmet diye bir kavram yoktur. Hukuken bu amaçla parti kurulamaz” diye itiraz edebilir.

İtiraz haklıdır ama Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın sözü üzerine bu başlığı attığım anlaşılmıştır.

AKP’den ayrılıp yeni bir parti kurma hazırlığındaki Ali Babacan’a, “bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok!” dediğini Erdoğan kendisi açıkladı.

Bu cümle çok sorunlu.

Ali Babacan ve O’nun arkasındaki Abdullah Gül ile diğer arkadaşları bir siyasi parti kuracaklar. Babacan peygamberliğini veya mezhep imamlığını ilan etmeyecek. Din veya mezhep kurmayacak.

Ümmet niye parçalansın ki?

Kuracakları partinin esas tabanı haliyle AKP kitlesinden oluşacak ve kadrosu AKP içinden çıkacak.

Tıpkı Millî Görüş çizgisinden kopan AKP’nin, RP/ FP partilerinin içinden çıktığı gibi.

Millî Görüşçüler ve lideri Necmettin Erbakan AKP’den daha ümmetçi idi.

Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Fazilet Partisi kapatılınca partinin devamı niteliğine sahip olduğu kabul edilen Saadet Partisi'ne katılmadı. Bu partiden ve liderinden ayrılarak AKP’yi kurdular.

Onlar AKP’yi kurmakla herhalde ümmeti parçalamış olmadılar. Saadet Partisi’ni daha doğrusu milli görüşçüleri parçaladılar.

Şimdi de yeni parti parçalayacaksa, bu parçalanan ümmet değil, Ak Parti olacak.

8Tem/190

MERKEZ BANKASI BAŞKANI GÖREVDEN ALINDI – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sMERKEZ BANKASI BAŞKANI GÖREVDEN ALINDI – Ruhittin SÖNMEZ

T.C. Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın Cumhurbaşkanı tarafından görevden alınması önemli bir olaydır.

Bu tür makam sahipleri kolay kolay görevden alınmaz, hatta alınamaz. Birlikte çalışmak istenmediği mesajı verilir, istifaya zorlanır. TCMB Başkanının da önce istifaya zorlandığı kanaatindeyim.

TCMB Başkanı muhtemelen bağımsız bir kurumun başında olduğunu ve Anayasa ve Kanunlara göre görevden alınamayacağını düşünmüş. Ya da istifa etmektense görevden alınmayı tercih etmiştir.

Gerçekten Merkez Bankası Başkanlarının diğer bürokratlardan farklı bir özelliği vardır. “Kendisi istifa etmediği sürece, Merkez Bankası Başkanının görevden alınması mümkün değildir. Bu güvence MB bağımsızlığının ayrılmaz bir parçasıdır.”

Anayasa ve kanunlarda böyle yazsa da Türkiye’nin bir yıldan beri Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiği ve partili Cumhurbaşkanının tek adam gücüne sahip olduğu unutuldu.

Bir kişiye bu kadar yetki verilmez diyenlere inat, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ‘ekonomik OHAL’ yetkisi veren kanun bile çıkarıldı. “Finansal sisteme sirayet edebilecek olumsuz bir gelişme” durumunda cumhurbaşkanına kurumların yetkilerinin üzerine çıkarak müdahale etme yetkisi dahi verildi.

İşte şimdi böyle olağanüstü bir yetki kullandı. “Anayasaya ve kanunlara aykırı” diyebilecek bir yargımız var mı?