DAR GELİRLİLERİ RAHATLATICI TEDBİRLER – Ruhittin SÖNMEZ
DAR GELİRLİLERİ RAHATLATICI TEDBİRLER - Ruhittin SÖNMEZ
Çok yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı dar gelirli kesimin en temel ihtiyaçlarını tedarik etmesinde sıkıntı yaratıyor. Bu da devletin dar gelirlileri kısmen rahatlatacak bazı kararlar almasını zorunlu kılıyor.
Yaşanan ekonomik buhranın hiç etkilemediği bir kesim olduğu muhakkak. Hatta muhtemelen toplam nüfusun yüzde 10’u mertebesindeki bu kesimin alım gücü azalmadığını, bir kısmının da daha zenginleştiğini tahmin edebiliriz.
Sığınmacılarla beraber 90 milyonun üstünde olan Türkiye’de 10 milyona yakın bir nüfus gelirlerini enflasyonun üzerinde veya enflasyon artışı kadar artırabildikleri için ekonomik bir sıkıntı hissetmiyorlar.
Yine ikinci bir 10 milyon kadar nüfus gelirlerini enflasyon artışı kadar artıramamış olsa da geçmişte yaptıkları yatırımları sebebiyle; ev, araba, beyaz eşya, mobilya, elbise, telefon gibi malzemeleri önceden alabilmiş olduğu için bu konularda bir süre masraf etmeseler de olabilir. Bu kesim sadece gıda, enerji, ulaşım gibi masraflardaki artıştan yani hayat pahalılığından kısmen etkileniyorlar.
TÜİK’in 2021 yılına dair raporuna göre, Türkiye'de en yüksek gelire sahip bu yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 46,7’dir.
Hani “ekonomik kriz yok, yollar lüks araba dolu, lokantalarda, kafelerde yer bulunmuyor” dedirten kesim bu.
Bu kesim bütün yolları dolduracak kadar arabaya sahiptir. Fiyatlardan etkilenmeden lokanta ve kafelere gidenlerin sayısı bu tür mekânların tamamının dolduracak mertebededir.
Ama geride kalan 70 milyonun konumu, kademe kademe, “sıkıntılıdan ”s“ derin yoksulluğa” giden bir ıstırap çizgisindedir.
BÖYLE YARGIYA GÜVEN OLUR MU? – Ruhittin SÖNMEZ
BÖYLE YARGIYA GÜVEN OLUR MU? - Ruhittin SÖNMEZ
Hukuka ve adalet sistemine güven yerlerde sürünüyor. Bunu ben değil üst yargı organlarının başkanları adli yıl açılışlarında ve her geçen sene artan bir kaygıyla ifade ediyorlar.
Hukukun katledildiği, adalet sisteminin çökertildiği çok sayıda örneği siz de hatırlayacaksınız. Cumhurbaşkanına hakaret davaları; sanatçı ve gazetecilerin siyasal linç kampanyası sonucu tutuklanmaları; yolsuzluk yapanların değil, yolsuzluğu ifşa edenlerin mahkûm edilmesi gibi örnekleri anlatmayacağım. Sedat Peker’in ifşa ve itiraf ettiği; Batıda olsa, her biri hükümetler düşürecek iddialarının görmezden gelinmesini de bahsetmeyeceğim.
Yargının siyasallaşmasının taşrada ücra ilçe ve beldelere kadar nasıl yayıldığının güncel bir örneği yaşandı ülkemizde. Bunu anlatacağım.
ECDADIMIZA KARŞI NEFRET VE İHANET SUÇU – Ruhittin SÖNMEZ
ECDADIMIZA KARŞI NEFRET VE İHANET SUÇU - Ruhittin SÖNMEZ
İzmir’in Kurtuluşu törenleri bu 9 Eylül’de daha bir coşkuyla, 2 milyon kişinin katılımıyla ve muhteşem bir görsel şölenle kutlandı.Törende beni en çok etkileyen sahne protokol ve halkın İstiklal Marşını yürekten okuyuşu, içtenliği ve coşkularını yansıtan gözlerindeki ışıltılar idi.
Bu yıl İzmir’in 3,5 yıl süren Yunan işgalinden kurtuluşunun 100. Yılı idi. Yenilen sadece Yunan değil arkasındaki İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist devletlerdi.
Bu etkinlik Türk milletinin İzmir’in ve Türkiye’nin kurtuluşunu sağlayan Atatürk, silah arkadaşları, şehitlerimiz ve gazilerimize bir şükran ifadesiydi.
“ADALARI İŞGAL ETMENİZ BİZİ BAĞLAMAZ” – Ruhittin SÖNMEZ
“ADALARI İŞGAL ETMENİZ BİZİ BAĞLAMAZ” - Ruhittin SÖNMEZ
CB ve AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan ilk defa Yunanistan’ın Ege’deki adalarımızı işgal ettiğini itiraf etti.
Erdoğan, Samsun'da yaptığı açıklamada Yunanistan'ı eleştirerek, "Adaları işgal etmeniz filan bizi bağlamaz. Vakti saati geldiğinde gereğini yaparız. Bir gece ansızın gelebiliriz" ve "Yunanistan'a bizim tek cümlemiz var: İzmir'i unutma!" cümlelerini sarf etti.
Oysaki Yunanistantan 2004 yılından itibaren Türkiye’ye ait 20 ada ve 2 kayalığı adım adım önce işgal ve sonra ilhak etti. Adalarımızda 14 Yunan askeri üssü ile 6 bin Yunan askerini konuşlandırdı.
Bu dehşet haberi kamuoyuna ilk duyuran Millî Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım oldu. Yalım kamuoyunu uyandırmak için yaklaşık 8 yıldan beri müthiş bir fedakârlık ve gayret içinde.
Ümit Yalım’ı Kasım 2014’te Adana’da, Aydınlar Ocakları 40. şurasında tanıyınca kendisini Kocaeli’ye davet ettim. O yıllarda başkanı olduğum Kocaeli Aydınlar Ocağı’nda Şubat 2015’te konferans verdi. Bu konferans Yunanistan’ın adalarımızı işgalinin kamuoyuna anlatılmasında ilk işaret fişeklerinden biri oldu.
Ümit Yalım meseleyi Türk milletine anlatabilmek için yazılar yazdı, konferanslar verdi. Sözcü ve Yeniçağ başta olmak üzere verdiği bilgileri paylaşabilecek medya organları ve ünlü yazarları bilgilendirdi. Muhalefet parti liderlerinden randevular alıp brifingler verdi. Adeta tek başına bir karargâh gibi çalışarak bize ait olan adaların Yunanistan tarafından işgal ve ilhakına nasıl göz yumulduğunu anlattı.
Ümit Yalım son derece nazik ve naif bir insan. Fakat konu vatan olunca kadife eldiven içindeki çelik yumruk gibidir. Konferans ve yazılarında “adalarımızın işgal ve ilhakından sorumlu olan dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan ile bu dönemlerde Genelkurmay Başkanlığı makamında bulunanların ileride vatana ihanet suçundan yargılanacağını” söyledi.
Bütün bunlara rağmen ne Erdoğan’dan ne de Genelkurmay Başkanlarından bir ses çıkmadı.
2004’te CHP Milletvekili Onur Öymen soru önergesi verdi. “Yunanistan’ın bayrak diktiği adaların Türkiye’ye ait olup olmadıklarını” sordu. 18 sene cevap verilmedi.
Bugüne kadar iktidar kanadı 20 adamızın Yunanistan tarafından işgalini inkâr ediyordu.
Nihayet RTE işgali itiraf eden yukarıdaki açıklamayı yaptı.
SERHAT ALBAYRAK’TAN TEKZİP GELDİ – Ruhittin SÖNMEZ
SERHAT ALBAYRAK’TAN TEKZİP GELDİ - Ruhittin SÖNMEZ
15 seneyi aşan köşe yazarlığım sürecinde ilk defa bir köşe yazım hakkında tekzip / düzeltme talebi
geldi.
Üstelik tekzibi gönderen çok önemli bir zat: Sabah/ATV dahil gazete ve TV kanallarını içinde
bulunduran Turkuvaz Medya Grubunu yöneten Serhat Albayrak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı eski bakan Berat Albayrak’ın abisi de olan Serhat Albayrak’ın,
avukatı vasıtasıyla, 30.08.2022 tarihinde yayınlanan köşe yazım için, Kocaeli Gazetesi’ne gönderdiği
tekzip yazısını aşağıda aynen paylaşacağım.
Gönderilen tekzip metninde, avukat meslektaşım, “Bir Tane Cumhuriyet Savcısı Yok Mu?” başlığı ile
“müvekkilimin kişilik haklarını ve itibarını açıkça zedeleyen, müvekkilime karşı açıkça hakaret ve iftira niteliğinde yalan bir haber yayınlanmış” olduğunu ifade etmiş.
Öncelikle “bu haber” benim köşe yazım içerisinde verilen bilgiler olduğu için benim açıklama yapma
zaruretim ortaya çıktı.
Tekzip bir haberin yalanlanmasıdır. Kişinin kendine yöneltilmiş ithamlara cevap hakkıdır. Herkes kişilik
haklarına yönelik ve yalan olduğunu düşündüğü haberlere karşı düzeltme ve cevap hakkını kullanabilir.
Hatta kullanmalıdır da.
Bu bakımdan tekzip gazetemize noterden gelmese, doğrudan bana mesela e-posta yoluyla bile gelse
düzeltme metnini yayınlarım. Somut bir hata veya yanlışım olursa gerekirse özür de dilerim.
“Düzeltme ve cevap hakkının kullanılması, ilgili kişiye, yayın konusu ‘saldırıda’ yer alan bilgilerin
gerçeğinin ne olduğunu kamuoyuna açıklama fırsatı verir.”
Ancak Serhat Albayrak vekilinin gönderdiği metinde bu fırsatın iyi kullanılmadığı görülüyor.
Yazıda kendilerini rahatsız eden hangi ifadelerin geçtiğini belirtip, bunların hangisinin yanlış ve hakaret niteliğinde olduğunu ifade etmesi uygun olurdu.
Bunun yerine düzeltme metninde “Son günlerde, kanun dışı odakların sosyal medya paylaşımlarını temel alarak, müvekkilim hakkında tümüyle gerçek dışı ve iftira niteliğinde haber üreten Kocaeli Gazetesi’ni kınadığını” ifadesi yer almış.
İYİ EĞİTİM – Ruhittin SÖNMEZ
İYİ EĞİTİM - Ruhittin SÖNMEZ
İYİ Parti iktidar olduğunda uygulayacağı programı ekonomi, hukuk, sosyal politikalar, eğitim vd başlıklar
altında kamuoyu ile paylaşmaya devam ediyor.
Bu defa İYİ Parti’nin eğitim alanına dönük sorunlar, çözüm yolları ve vaatlerinin açıklandığı
tanıtım toplantısına davet edilince Ankara’ya gittim.
Gittiğime değdi. Bütün sorunlarımızın temelini oluşturan “Eğitim” konusunda yapılan tespitler içimi
yakarken, çözüm önerilerini dinlemek umutlarımı artırdı.
****
AKŞENER’İN EĞİTİME BAKIŞI
Programın açılışında İYİ Parti lideri Meral Akşener 20 yıllık AKP iktidarında eğitim sistemimizin eskiye
göre iyileşmek yerine gerilediğini vurguladı.
Kendisini bir öğretmen olarak yetiştiren Cumhuriyetin kurduğu sistemin iki önemli özelliğine vurgu yaptı.
AKP’den önce, Cumhuriyetimizin eğitim sistemi bir fırsat eşitliği sağlıyordu. Anadolu’nun küçük bir
köyünden çıkmış zeki bir çocuk kendisine sağlanan fırsat ve imkanlarla Türkiye yönetiminde söz sahibi
olabileceği makam ve mevkilere yükselebiliyordu.
Şimdi derin bir yoksulluk ile sınanan, şaibeli yazılı
sınavlar ve mülakatlarla elenen, çocuklarımız bu fırsat eşitliğinden de mahrum edildi.
Cumhuriyetin kurup geliştirdiği eski sistemde eğitim sürecinde verilen bilgiler hayatın içinde
kullanılabilecek işe yarar bilgilerdi. Akşener kendisi gibi öğretmen adayı olanlara okullarda doğum,
dikiş, yemek, iğne yapmak gibi bir köyde ihtiyacı olabilecek bütün bilgilerin öğretildiğini anlattı.
Şimdi ise eğitim sürecinde sadece kutucukları karalayarak sınavlardan geçen öğrenciler okuduğunu
anlayamaz, derdini anlatamaz, hayatta işe yarayacak hiçbir pratik işi öğrenememiş olarak mezun oluyor.
Üniversitelerimizde eğitim kalitesi o kadar düşük ki. Üniversite mezunlarının hayali mesleğini yapmak
değil, ne olursa olsun bir iş bulmak. Yeni açılan üniversitelerimizin çoğu sadece iş talebini
erteleme aracı. Eskiden dünyada ilk 500’e girebilen üniversitelerimizin de kalitesi ve dünyadaki
sıralaması gittikçe düşüyor.
Meral Akşener;Öncelikle öğretmen okulları gitti, sonrasında köy okulları gitti, değişmedik bir şey kalmadı.
Bunun beceriksizlikten değil gayet isteyerek (taammüden) yapıldığını düşünenlerdenim. Kimse
bu kadar ahmak olamaz. Bu kadar bilimden, sürekli değişen dijital dünyaya uyum sağlamaktan uzak;
sadece parası olanın çocuklarını okuttuğu bir eğitim düzeniyle karşı karşıyayız” dedi.
Akşener “İYİ Eğitim” sunumunda açıklanan iyileştirmelerin eleştiriye açık olduğunu, herkesin
iyiniyetli teklifleriyle düzeltme ve geliştirmeye katkı sunabileceğini açıkladı.
BİR TANE CUMHURİYET SAVCISI YOK MU? – Ruhittin SÖNMEZ
BİR TANE CUMHURİYET SAVCISI YOK MU? - Ruhittin SÖNMEZ
Sedat Peker’in ifşa ve iddiaları hakkında bugüne kadar bir soruşturma dahi açılmadı, açılamadı. Hiç kimse tarafından yalanlanamayan iddiaların hiçbiri hakkında savcılar harekete geçmedi veya geçemedi.
Bu yüzden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Bu ülkede bir Cumhuriyet Savcısı yok mu?” diye feryat ediyor.
Birkaç sene önce savcıların çoğunlukta olduğu ve benim de bulunduğum bir sohbet ortamında, bir savcının şaka ile karışık söylediği söz aklımdan çıkmıyor: “Biz artık Cumhuriyet Savcısı değil SAVICIYIZ. Önümüze gelen siyasi içerikli iddia ve şikayetleri başımızdan savmak için ne gerekiyorsa yapıyoruz. Sebebi de malum.”
Gerçekten bu konularda soruşturma açabilecek savcının tam bir ülke sevdalısı serdengeçti olması gerekiyor.
SUUDİ ARABİSTAN’LA ONUR ZEDELEYEN YAKINLAŞMA – Ruhittin SÖNMEZ
SUUDİ ARABİSTAN’LA ONUR ZEDELEYEN YAKINLAŞMA - Ruhittin SÖNMEZ
Kasım 2007’de, Suudi Kralı Abdülaziz bin Suud Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelmişti. Bu ziyaret sırasında protokol kuralları altüst edilmişti. A. Gül, Kral’ı Esenboğa Havaalanında uçağının kapısında karşılamıştı. Cumhurbaşkanı A. Gül ve Başbakan R.T. Erdoğan Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ı kaldığı otel odasında ziyaret etmişti.
Bu durum MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural tarafından, “devlet geleneğine aykırı ve yanlış olmuştur. Onurumuzu zedelemiştir. Türk milletini rencide etmiştir, kabul edilmesi mümkün değil. Devlet geleneğinin yıpratılmasını milletimiz hak etmiyor” cümleleriyle eleştirilmişti.
BAŞARISIZ DIŞ POLİTİKA – Ruhittin SÖNMEZ
BAŞARISIZ DIŞ POLİTİKA - Ruhittin SÖNMEZ
İktidar kanadı R. T. Erdoğan’ın ve Ak Parti hükümetlerinin en başarılı olduğu alanın dış politika olduğuna dair bir algı oluşturmaya çalışıyor.
Bu algıyı oluşturmak için Putin’le 3 saat baş başa görüşmesi, zaman zaman Fransa, Hollanda, İsveç gibi ülkelerin başbakanlarına, cumhurbaşkanına diplomatik dil dışında bir üslupla ayar vermesi olayları gösterilir.
Erdoğan’ın ekonomi, adalet ve eğitim gibi alanlarda başarılı olduğunu söylediklerinde inanan pek kimse kalmadı. Çünkü bu alanlarda başarısız politikaların sonuçlarını vatandaşlarımızın tamamına yakını bireysel olarak da yaşıyor.
Buna karşılık dış politikanın sonuçları vatandaşa hemen yansımaz. Bu yüzden AKP politikalarını belirleyenler “dış politikada vatandaşların algısı sembolik tavırlarla belirlenebilir” diye düşünüyor olmalılar.
Oysaki, Erdoğan’ın ve partisinin en başarısız olduğu alan dış politikadır.
20 yıllık AKP iktidarında dış politikada devletimizin ve milletimizin onurunun (gurur, şeref ve haysiyetinin) ayaklar altına alındığı, utanç verici birçok olay yaşadık.
Dış politikada başarı izlenen strateji ve taktik hamlelerin sonuçları ile ölçülür. Büyük devletlerin liderleriyle görüşme uzunluğu değil, ne görüştüğünüz, neler aldığınız ve aldıklarınızın karşılığında neler verdiğiniz önemlidir.
Bir devletin dış politikada etkinliğinin yüksek olması kurumsal yapısının sağlamlığına, güvenilir ve öngörülebilir oluşuna; liderinin devlet adamı vasfına, bilgisi, kültürü ve cesareti ile temayüz etmiş olmasına bağlıdır.
Şimdi son dönemlerde ülkemizi yöneten iradenin dış politikada çizdiği zikzaklar ve yaşadığımız utanç verici U dönüşlerinden birkaçını anlatalım.
EL PARASIYLA HOVARDALIK ÖRNEKLERİ – Ruhittin SÖNMEZ
EL PARASIYLA HOVARDALIK ÖRNEKLERİ - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye çok ağır bir ekonomik kriz yaşıyor değil mi?
50 milyona yakın insanımız açlık sınırı seviyesi veya altında gelire sahip. Bu kesim gıda, barınma, enerji gibi en temel insanî ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanıyor.
Devletimizi yönetenler vatandaşlarımıza “iki ampulden birini söndür” gibi elektrik tasarrufu, “sebzeleri yıkarken akan su kullanmayın” gibi su tasarrufu, alışverişe açken gitmemek, porsiyon küçültmek gibi diğer tasarruf yöntemlerini tavsiye ediyor. Bu da çare olmazsa (ki olmuyor) sabır ve şükür telkin ediyor.
Peki devletimiz, tarihinin en büyük iç ve dış borcu altında ve borçları döndürebilmek için dolar bazında yüzde 10 gibi fahiş tefeci faizleri vermek durumunda iken, nasıl “tasarruf” ediyor?
“İtibardan tasarruf olmaz” anlayışında oldukları için saray ve çevresinin yaşadıkları lüks ve ihtişamı azaltmaya hiç niyetleri yok. Uçak ve araç filolarını küçültmek bile düşünülmüyor.
Tasarruf etmiyorlar ama hiç olmazsa savurganlığa ara veriyorlar mı?
Ne gezer.
Bir avuç yandaş müteahhite servet transferi yapma maksatlı, verimsiz, bütçe açığını büyüten harcamalar yapıyorlar.
Aynı “cetleri olan padişah efendileri” gibi davranıyorlar.
İhtiyaçlar sıralamasında en sonlarda yer alması gereken israfçı ve verimsiz harcamalar yapıyorlar.
NÜKTE, LÂTİFE, İRONİ – Ruhittin SÖNMEZ
*NÜKTE, LÂTİFE, İRONİ - Ruhittin SÖNMEZ
NÜKTE Arapçadan Türkçeye geçmiş bir isim. “Herkesin kolayca kavrayamadığı ince anlamlı, sanatlı, düşündürücü ve aynı zamanda hoşa giden, insanı gülümseten söz” demek.
Nükte yapabilmek bir hüner olmakla beraber, nükteden anlayamayacak kişilere yapıldığında anlaşılmamak hatta daha da kötüsü yanlış anlaşılmak gibi bir riski vardır.
Dilimizde nükteye yakın anlamda ve nükte ile birlikte kullanılan diğer bir kelime de “lâtife” sözcüğüdür. “LÂTİFE nazik, yumuşak ve şakacı, insanı gülümseten bir şekilde söylenen, ancak anlamı gizli sözdür.”
Felsefeciler; “nükte ve lâtifeler akla, mantığa dayanmalı ve hitap etmelidir” derler. Bu çerçevede nükte ve lâtife asla komiklik ve hele hele şarlatanlık, lafebeliği ve gevezelik değildir.
Nükte ve lâtifelerin bilgiyi, görgüyü ve zekâ kıvılcımı demek olan espriyi gerektirir.
Mesela Nasreddin Hocamız “göle maya çalarken” onun tutmayacağını bilmeyecek kadar geri zekalı biri değildi herhalde. Ama “ya tutarsa” diyerek olmayacak işlere kalkışanları uyarmak için bu yöntemi seçmişti.
Bu dediklerimiz, nükteyi söyleyen ve latifeyi yapan kadar, karşısında onu dinleyen için de aynen geçerlidir. Yani“nükte ve lâtife, ancak kıvrak zekâsı olanlar için anlam ve değer taşır.”
Bu tanımlamaları Dr. Önder Göçgün imzalı bir makaleden aldım.
Bir de bu kapsamda günümüzde çok kullanılan “İRONİ” kavramı var.İroni "söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya olayla alay etme" anlamında kullanılmaktadır.
Mesela buluşmaya geç kalan birine “vay yine erkencisin!” derseniz ironi yapmış olursunuz.
“Atatürkçü” Nadir Nadi’nin birilerine tepkisini göstermek için, kitabına “Ben Atatürkçü değilim!” ismini koyması da ironik bir çığlıktır. Hiç kimsenin aklına “Aaa, Nadir Nadi Atatürkçü olmadığını itiraf etmiş” demek aklına gelmedi.
Zekâsı ve kavrayışı kıt olanların ortamında “ironi yapanların” yanlış anlaşılma riski büyük olur. Bu yüzden ironi yapan mimik, jest ve tonlama ile söylemek istediği şeyin altını dolaylı yoldan çizer.
İKİ AVANTA BİLET HİKAYESİ – Ruhittin SÖNMEZ
İKİ AVANTA BİLET HİKAYESİ - Ruhittin SÖNMEZ
İlk hikâyeyi Yılmaz Özdil 2011 yılında anlatmıştı. Aynen okuyalım:
New York’un “demokrat” valisi var, Obama’nın has adamı, David Paterson... Bu vali, beyzbol efsanesi Yankees’in taraftarı... Geçen seneki final maçını, en faça koltukta seyretti.
Gel gör ki, “şerefsiz” New York Post Gazetesi, merak eder, Yankees Kulübü’nü arar, Vali’nin kaç bilet aldığını, parasını ödeyip ödemediğini sorar. ABD bizim gibi “ileri demokrasi” ülkesi olmadığı için, “kabile devleti” olduğu için, “Sana ne lan” diyemezsin, cevaplayacaksın.
Yankees Kulübü, Vali’ye beş tane bilet verildiğini, parasının ödenmediğini açıklar. Niye ödenmemiş? “Resmi görevli” olarak geleceği bildirilmiş, resmi görevliden para alınmıyor.
KENDİ İNSANIMIZI SÖMÜRMEK – Ruhittin SÖNMEZ
KENDİ İNSANIMIZI SÖMÜRMEK - Ruhittin SÖNMEZ
Peygamberimizin “İlim Çin’de de olsa alınız” dediği rivayet edilir. Bu sözün açıklaması faydalı bilgi, belli bir kavmin malı değildir ve her yerde bulunabilir. Başka bir ifadeyle, doğru bilginin milliyeti yoktur. İnsan onu her nerede bulursa almalıdır.
Bunun gibi “iyilik ve güzellikler nerede ve kimde olsa alınız” diyebiliriz. Güzel ahlak, iyi ve güzel davranışların da milliyeti yoktur. Nerede görürsek örnek almalıyız.
“Amerika Gözlemleri Üzerinden Türkiye Analizleri” yaptığım yazı ve sohbetlerimde gezimiz sırasında gördüğümüz, öğrendiğimiz iyi ve güzel şeyler hakkında bilgi aktarmaya çalıştım.
Konuyu siyasi boyutlarından uzak, sıradan Amerikan vatandaşlarının yaşadıklarına dair gözlemlerim ve okuduklarım üzerinden anlattım. Çok da ilgi çekti.
Ama “ABD’nin sömürgeci ve eli kanlı bir devlet olduğu, teröre destek verdiği” gibi gerekçelerle “sen Amerikancılık yapıyorsun veya Amerika propagandası yapıyorsun” diyen bir iki tane “at gözlüklü” de çıktı.
Dünya nüfusunun yüzde 4,16’sını teşkil eden Amerikalılar dünyanın toplam servetinin yaklaşık yüzde 30’una sahipler. Bu müthiş zenginliğin kaynağı sadece kendi üretim gücü değil, emperyal bir devlet olan ABD’nin diğer ülkelerin yani dünyanın kaynaklarını da sömürmesidir. Yani ABD’nin sömürgeci olduğu doğrudur.
Oysaki AB devletlerinin de çoğu sömürgeci, Çin de Rusya da. Hatta biz kabul etmesek de Batılılar ve Araplara göre Osmanlı Devleti de sömürgecidir.
Bu gerçeğe rağmen Avrupa ve Amerikalılar Osmanlı’dan bazı iyi uygulamaları örnek aldı. Japonlar Amerika’dan Toplam Kalite Sistemi uygulamasını alıp geliştirdi. Türkiye de AB ülkelerini yasa ve kurumların yapılandırmasında örnek aldı. İyi de etti.
*
DEVLET VE ŞİRKET YÖNETİMİ – Ruhittin SÖNMEZ
DEVLET VE ŞİRKET YÖNETİMİ - Ruhittin SÖNMEZ
Önceki köşe yazımın başlığı “Akıl ve Bilimle Yönetmek” idi. Bu yazıyı Prof. Dr. İskender Öksüz’ün “Devleti şirket gibi yönetmek” başlıklı makalesinden alıntılarla ve bunlara yaptığım yorumlamalarımla yazdım.
Bu yazdıklarıma, uluslararası bir şirkette yöneticilik yapmış ve halen de yine uluslararası bir şirketin bayiliğini yapmakta olan, değerli dostumuz Nazmi Ertuğral Facebook’ta bir yorum yaptı. Böylece konunun daha iyi anlaşılmasına hem katkı sunmuş, bana da ikinci bir yazıda düşüncelerimi daha da açma imkânı vermiş oldu. Yorum şöyle:
“Devleti şirket gibi yönetmek cümlesi bir taraftan çok doğru, ama hayatında hiçbir şirket yönetmemiş siyasetçinin elinde de çok tehlikeli bir enstrümana dönüşebiliyor. Devletler tıpkı şirketlerin yönetim aklı gibi ama sadece kâr eksenli olmayan, tek hedefin kâr olmadığı sosyal devlet, strateji vb birden fazla karma dengeyi de gerektirmekte, sadece materyalist ve pragmatik prensiplerle sosyal devletten uzaklaşıp ya vahşi kapitalizme yada kontrolsüzlüğün yoğunlaştığı ve çıkar ilişkilerinin hâkim olduğu suiistimallere yol açabilmektedir.
Mühendislikte 2x2=4 eder doğrudur, matematik esastır. Hukukta ve Devlet yönetiminde ise işin içine sosyal değerler, etik ve stratejik değerler, yorumlar da girer ve bazen 3 de eder, 5 de edebilir. Bu yüzden kamu yönetimini sadece mühendislik penceresinden değerlendirmenin eksik olduğu genel kabul görmüş yaklaşımdır. Bilim evet, şirket gibi devlet yönetmeye hayır.”
Bu yorumda yer alan kavramları açtığımız zaman aslında farklı bir görüşü savunmadığımız anlaşılacaktır.
Şirketi kalite belgeleri aldığı halde, sadece patronun kârını maksimize etmeye odaklanmış yöneticiler kaliteli yönetici değildir.
Devleti yönetme yetkisine kavuşmuş fakat “hayatında kaliteli bir şirket yönetmemiş” kişilerin, “devleti şirket gibi yönetiyorum” iddiası da kötü yönetime bir kılıf uydurmadan ibarettir.
Bir mühendis ve hukukçu olarak görüşüm şudur: Hukukta ve devlet yönetiminde de bir mühendis gibi analitik düşünmeye ve kalite sistemlerini uygulamaya ihtiyaç vardır. Tabii ki mühendis yöneticilerin de “Anayasa bir kere delinse ne olur?” anlayışında değil, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olması gerekir.
Netice olarak, bu yazılar “devleti şirket gibi yönetecekseniz, akıl ve bilimle yönetilen kaliteli şirketler gibi yönetin” demek için yazılmıştır.
AKIL VE BİLİMLE YÖNETMEK – Ruhittin SÖNMEZ
AKIL VE BİLİMLE YÖNETMEK - Ruhittin SÖNMEZ
Prof. Dr. İskender Öksüz’ün Karar Gazetesindeki köşesinde yine öğretici bir yazısını okudum.
“Devleti şirket gibi yönetmek” başlıklı makalede anlatılanlar, büyük ve önemli şirketlerde çeşitli
kademelerde çalışmış benim gibi kişiler için, aldığımız eğitimler ve tecrübelerimizle öğrendiğimiz,
bildiğimiz konular. Fakat İskender Hoca bir köşe yazısı içinde olayı hap gibi kolay alınır şekle sokmayı
başarmış.
İskender Hoca görev yaptığı kurumsal şirketlerdeki yönetim anlayışını ve şirketin kalitesini yükseltme
çabalarının ilkelerini anlatarak, devlet yönetiminde de bu ilkeler uygulansa neler olabileceğini
düşünmemizi sağlıyor.
Kaliteli bir şirketin en tepe yöneticileri bile diğer iş arkadaşlarının birkaç boy üstünde, yanılmaz,
sorgulanamaz adamlar değildir.
Demek ki modern şirket yönetimleriyle devlet yöneticilerinin konumlanışı çok farklı.
Kaliteli şirketlerde her işin nasıl yapılacağının kaydı bulunuyor. Bu işler (süreçler) kayıtlarda belirtilen
prosedür ve talimatlara uygun yapıldığından işlemler, her seferinde doğru yapılıyor. Kalite budur. Her
seferinde aynını yapmak, her seferinde ve tek seferde doğru yapmak.
Oysaki devleti yönetenler anayasa ve kanunlarda belirlenmiş kurallara uymayabiliyor. Ekonomideki
sorunların çözümü için, alışılmış yöntemler yerine heterodoks dedikleri genel kabul görmemiş
yöntemler denediklerini söylemekten çekinmiyor.
Bir şirket “her seferinde ve tek seferde doğru yapmak” gibi bir ilke ile yönetilirken, Türkiye’de devlet “deneme yanılma yöntemi” ile yönetiliyor.
LİYAKAT- NEZAKET- İHANET – Ruhittin SÖNMEZ
LİYAKAT- NEZAKET- İHANET - Ruhittin SÖNMEZ
Eskiden yürütmenin başı olan Başbakanlar TV’lerde açık oturuma karşısında ya diğer siyasi partilerin liderleri veya farklı görüşteki gazetecilerle beraber çıkarlardı. Serbestçe sorulan sorulara gayet nazik bir üslupla ve meselelere vakıf olduğunu hissettiren bir hazırlıkla cevap verirlerdi.
AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan Başbakanlığında olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı döneminde de bu güzel geleneği değiştirdi. Erdoğan rakip siyasi parti liderleri ile de bağımsız gazetecilerle de programa çıkmıyor veya çıkamıyor.
Sadece kendisi değil, Erdoğan’ın atadığı bakanlar, AKP milletvekilleri ve AKP yöneticileri de rakip siyasi partilerdeki muadilleri ile açık oturumlara çık(a)madığı gibi, bağımsız gazetecilerin sorularına muhatap olabilecekleri programlara da katıl(a)mıyorlar. Bunlar sadece kendilerine çanak soru soran sözde gazetecilerin önceden hazırlanmış sorularına tek başına cevap veriyor.
TV açık oturumlarında muhalif parti temsilcileri veya bağımsız gazeteciler varsa AKP’yi temsilen yandaş gazeteciler konuşuyor. Bu tuhaf durum nedense artık yadırganmıyor.
CB ve AKP Genel Başkanı Erdoğan 25 Temmuz 2022 akşamı TRT ortak yayınına çıktığında da yine Erdoğan ve yandaş gazetecilerin önceden hazırlanmış bir senaryoyu sahneye koyduğu hissine kapıldım. Sorular ve cevaplarının aynı merkezde hazırlandığı ve Erdoğan’ın göz hareketlerinden, çoğu “cevapları” arka planda bir ekrandan okuduğu kanaatine ulaştım. Demokrasi seviyemizin geldiği bu utanç verici sahneyi izlemeye devam edemedim.
Bu programda “gazeteci” Okan Müderrisoğlu’nun kendisine sordurulduğu anlaşılan sorusuna, Erdoğan’ın verdiği “cevap” gündeme gelince ilgili bölümleri internetten bulup izledim.
*
DANIŞTAY MECLİS’İ İYİCE DEVREDEN ÇIKARDI – Ruhittin SÖNMEZ
DANIŞTAY MECLİS’İ İYİCE DEVREDEN ÇIKARDI - Ruhittin SÖNMEZ
Hukukçu olmayanların gözünden kaçmış olabilir. Ama Cumhurbaşkanının TBMM’nin kalan yetkilerini de kullanmasının, (yetki gaspının) önünde artık bir engel kalmadı.
Danıştay, Meclis’in kanun çıkararak onayladığı uluslararası antlaşmaların Cumhurbaşkanı kararı ile tek taraflı olarak, “Türkiye bakımından feshedilebileceği” şeklinde bir içtihat ortaya koydu.
HUKUK VE REFAH İLİŞKİSİ – Ruhittin SÖNMEZ
HUKUK VE REFAH İLİŞKİSİ - Ruhittin SÖNMEZ
Bu başlık ve sonrasında yazacaklarımın öneminin toplumun çoğunluğu tarafından anlaşılamayacağını biliyorum.
Çünkü Millî Eğitim Bakanlığının ABİDE (Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi) araştırmasının 2019 raporunda yazdığı şu bilgiden haberim var: “Türkçede öğrencilerin yüzde 66,1’i orta düzey ve altında. Bu öğrenciler deyimleri, atasözlerini, hiciv ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor.”
Adalet, hukuk, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar çok kişi için soyut özelliktedir. Günlük hayatında doğrudan kendisine karşı bir adaletsizlik yapılmayanlar, bu kavramların ekonomiye ve refahımıza etkisini anlamakta güçlük çekerler.
Eğitim görmüşlerin üçte ikisi bu durumda ise buna eğitimsizleri de katarsak toplumun dörtte üçünün soyut kavramları değerlendirmesini ve birbirleri ile sebep sonuç ilişkisi kurmalarını beklemek fazla iyimserlik olur.
Bu yazıda toplumun en fazla dörtte birinin kavrayabileceğini düşündüğüm fakat toplumun tamamının hayatını etkileyen olgulardan bahsedeceğim.
BAHÇELİ’NİN ERDOĞAN AŞKI – Ruhittin SÖNMEZ
BAHÇELİ’NİN ERDOĞAN AŞKI - Ruhittin SÖNMEZ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
arasındaki ilişkinin bu boyuta geleceğini rüyamda görsem inanmazdım.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı tanıyınız, anlayınız, anlatınız.”
Devlet Bahçeli’nin “tüm duygularından ve iradesinden sıyrılıp, varlığını/ benliğini Erdoğan’ın manevi şahsiyetinde yok etme mertebesine” eriştiğini gösteren bu sözlerini işiteceğimi ise hayal bile
edemezdim.
Bu sözler bir siyasi parti genel başkanının ülkeyi yönetme iddiasında olmadığının ifadesi. Partisinin
de bir siyasi parti olmaktan çıkıp iktidar yandaşı bir dernek konumuna geldiğini gösteriyor.
Yıllarca “devletin başına Devlet gelecek” sloganı ile coşturulan ülkücü- milliyetçi kitlelere yeni hedef
gösterilmiş oldu: “Devletin başından Erdoğan gitmeyecek, biz de O’nun yandaşı olarak
kalacağız” mesajı verildi.
Bir siyasi partinin kendi varlığını sonlandırıp, başka parti bünyesine iltihak etmesinin yolu bellidir. Parti kapatılır veya partiden istifa edilir ve diğer partiye katılırsınız. Numan Kurtulmuş’un Has Parti macerasından sonra kapağı AKP’ye atması gibi.
Ama MHP ve Bahçeli örneği daha önce hiç yaşanmadı.
Beden Balgat’ta, MHP Genel Merkezinde, fakat aklı, iradesi ve gönlü Erdoğan’a tabi.
KAYBEDECEK NEYİNİZ KALDI? – Ruhittin SÖNMEZ
KAYBEDECEK NEYİNİZ KALDI? - Ruhittin SÖNMEZ
AKP Genel Başkanı R. T. Erdoğan partisinin Geçmiş Dönem Belediye Başkanları ile yaptığı toplantıda partililerine moral vermeye çalıştı. Erdoğan’ın uzun konuşma metni içinde şu cümlesi dikkatimi çekti: “Artık kaybedecek çok şeyimiz var.”
"Siyasi gücümüzle, diplomatik etkinliğimizle, ekonomik büyüklüğümüzle, eser ve hizmet altyapımızla çok ileri ve farklı bir yerdeyiz. Daha açık bir ifadeyle, artık kaybedecek çok şeyimiz var. 2023'te yanlış bir tercih durumunda küresel yönetim ve ekonomi sisteminin en üst ligindeki yerimiz ile bu ligin lokomotif ülkeleri arasına girme fırsatımızı tehlikeye atmış olacağız.”
Cümlenin bağlamı böyle. Fakat acaba bu mesajın gerçek muhatabı, “Artık kaybedecek çok şeyi olan” kesim kim?
AKP Genel Başkanının konuşma metinlerini yazanların son derece profesyonel bir ekip olduğu malum. Bu ekip konuşma metni içine belli cümleleri yerleştirirken metnin görünür anlamından ziyade zihinlerde nasıl algı oluşturacağını bilir.
“Artık kaybedecek çok şeyi olan” kesim yani iktidar gücünü kullanan AKP’lilerin kendilerine hitap edildiğini düşünmesi istenmiş olabilir.