Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

25Ağu/150

İSTİKRARLI VE KARARLI MÜCADELE – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmezİSTİKRARLI VE KARARLI MÜCADELE – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Halen icraatın başında olan Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan ile geçici AKP hükümeti “PKK ile müzakere yerine mücadele etme” politikasına devam eder mi?

Yoksa seçime doğru İmralı’daki cani ile anlaşıp, bir “barış çağrısı” yaptırır ve seçime yine “çatışmasızlık” ortamında girmeye mi çalışır?

Böylece Kandil’i “savaş kartalı”, İmralı’yı “barış güvercini” yaparak, “Dolmabahçe mutabakatını” yürürlüğe sokar mı?

Yeniden askeri kışlaya, polisi karakola kapatır mı?

Bu arada şehit düşen asker ve polislerimiz hayatını “pisipisine” kaybetmiş mi olur?

Bu sorulara cevap vermek için öncelikle şu soruya doğru cevabı bulmamız gerekir:

7 Haziran seçimlerinde AKP, HDP barajı geçtiği için, tek başına iktidarını kaybetmeseydi “çözüm sürecine devam eder miydi? Ya da şimdi yaptığı gibi, “terörle mücadele” yolunu tercih edip, “analar ağlamasın” sloganından, “ne mutlu şehit ailelerine” söylemine geçer miydi?

Bu soruya gönül rahatlığıyla “AKP mücadelede kararlıdır, istikrarlı bir mücadele ile terör örgütünü dize getirir” diyemiyorum.

Çünkü hem CB Erdoğan ve hem de Ak Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu “çözüm sürecinden vazgeçtik” demiyor. Gerektiğinde yeniden sofraya getirmek üzere buzdolabına kaldırdıklarını söylüyor.

Halkımızı “çözüm sürecine” ikna etmek için çalışan üçte birini Öcalan’ın, üçte ikisini Erdoğan’ın seçtiği “âkiller” heyetinden bazı üyeleri seçim hükümetinde Bakan yapmaya hazırlanıyorlar.

Bu ikilinin hesabı tamamen seçim kazanmak üzerine.

Tek hedefleri seçimde yüzde 5 civarında ilave oy almak veya HDP’yi baraj altına düşürmek. Böylece tek başına iktidar olmasını sağlayacak 276’nın üzerinde bir milletvekilliği kazanmak.

Geçenlerde de hatırlattım. İdris Naim Şahin'in İçişleri Bakanı olduğu 2011- 2012 yapılan etkin mücadele ile bölücü örgütün ciddi kayıplar verdiği yıllar olmuştu. İlaveten yapılan KCK operasyonları ile örgütün eylem yapma kapasitesi oldukça kısıtlanmıştı.

Peş peşe seçimler gündeme gelince R.Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti tavır değiştirmişti. Bir yandan asker kışlaya, polis karakola kapatılmış, diğer taraftan Ocak 2013'de 4. Yargı paketiyle 1000 KCK'lı tahliye edilmişti.

Oysaki terör örgütünün alan hâkimiyetini pekiştiren, tam bir paralel devlet yapılanması olan, KCK idi. KCK’lılar serbest bırakılırken onları tutuklayan polisler (paralel devlet üyesi oldukları gerekçesiyle) içeri alındılar, hâkim ve savcılar hakkında soruşturmalar açıldı.

İşte bu yüzden AKP ve Erdoğan’ın KCK/PKK terörü ile istikrarlı ve kararlı bir mücadele edeceğine inanamıyorum.

Benim inanıp inanmaman çok önemli değil. Ama bölge halkında, bugüne kadar devlete destek olan, korucu veren halk kesimlerinde bile devlete güvensizliğe sebep oluyor ve örgütle anlaşmaya mecbur bırakıyor. Korucu aşiretlerinden bazı temsilcilerin HDP’den milletvekili olması devlete olan bu güvensizliğin eseri.

Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) Başkanı Ercan Taştekin’e göre, “terörle mücadele sürecinde yürütülen güvenlik politikası, dağınık ve kontrolsüz yürütüldüğünden halkın devletten kopmasına, örgütün kucağına itilmesine yol açmakta.”

"Güvenlik birimleri, Hükümetin tekrar örgütle masaya oturması ihtimalinden ve istihbarat birimlerine güvensizlikten örgüte karşı tam saha mücadele konsepti geliştirememekte.”

“Türkiye’de 80 bin silah dağıttığı ve milis gücü oluşturup şehirlerde kitlesel ayaklanma girişiminde bulunacağı” ileri sürülen terör örgütü PKK’nın eylemlerini artırmasıyla, Türk toplumunun bezginlik ve çaresizlik içine düşürülmesi planlanıyor.

Bu planın işlememesi için devlet (bütün birimleriyle) teröre karşı mücadelede kararlı ve istikrarlı olmalı.

Zira bu badireden başarı ile çıkmamız devletin kararlılığını hem terör örgütüne ve hem de halka hissettirmesine bağlı.

******************************************

DAVUTOĞLU BİAT ETTİ, KARİYERİNİ HARCADI

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı olarak, maalesef hep Erdoğan’ın güdümünde kaldı.

Daha Başbakan olur olmaz getirmek istediği şeffaflık paketine göre; siyasi partilerin il başkanlarının bile TBMM'ye mal bildiriminde bulunması zorunluluğu gelecekti.

Tayyip Erdoğan “Mal bildiriminde çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız” deyince canlı yayında açıkladığı “şeffaflık paketini” uygulamaya koyamadı.

Bundan sonra “torba kanun olmayacak” dedi. Saraydan telkin edilen kanunlar torbaya konulup çıkarılmaya devam edildi.

Bu hep böyle devam etti. Davutoğlu, Erdoğan’ın çizdiği sınırın bir milimetre dışına çıkamadı.

Ak Parti’nin CHP ve MHP ile yaptığı koalisyon görüşmelerinde “CB Tayyip Erdoğan’ın anayasal sınırlar içine çekilmesi” en önemli problem oldu. Oysaki bu Davutoğlu’nun gerçek bir başbakan olabilmesinin de ilk şartı idi. Bu şartı önce Davutoğlu’nun savunması gerekirdi. Saraydan gelen baskılara karşı duramadı.

MHP’nin koalisyon için 4 şartından biri de “yolsuzluk iddialarının muhataplarının yargılanması” idi.

Davutoğlu’nun kendisi hakkında yolsuzluk ve hukuksuzluk şaibesi yoktu. 17/25 Aralık iddialarının ucunun kendisine varacağından endişe eden bir kişinin istikbalini korumak için, kaos ortamında ülkeyi seçime götürmeye razı oldu.

Koalisyon hükümetlerinin kurulamamasının birinci sebebi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. İkinci sebebi ise O’na biat edip, koalisyon kurmama görevini kabul eden, 42 gün milleti oyalayan Ahmet Davutoğlu’dur.

****************************************

BEKTAŞİ FIKRASI GİBİ

Bir köye uzun süre imam tayin edilmemiş. Köylülerden biri ölünce cenaze namazı kıldıracak birini bulamamışlar. Çaresiz Bektaşi'yi imam olması için davet etmişler. Bektaşi Baba, her ne kadar kendisinin namazla alakası olmasa da, köylülerin ısrarı üzerine kabul etmiş.

Ancak namaz sonrası cenazenin kulağına eğilip bir şeyler fısıldamış. Köylüler merakla ne fısıldadığını sorunca cevap vermiş:

"Cenazeye dedim ki, şimdi senin gittiği yerde sana soracaklar. Dünyada, yaşadığın yerde ahval nicedir? Soranlara 'Bektaşi Baba imam oldu' dersin, Onlar gerisini anlarlar..."

Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” ve “hukuk devleti” kavramları ne durumda diye soranlara cevabım:

“Ben anayasaya uymuyorum, bana anayasayı uydurun” diyen bir Cumhurbaşkanımız var.

Eminim gerisini anlamışsınızdır.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.