Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

27Tem/130

BEYAZ CEKET SİYAH PANTOLON – Mustafa Yıldız

indirBEYAZ CEKET, SİYAH PANTOLON - Mustafa Yıldız

Keten yolma zamanıydı. Kandıra şosesinin arka tarafında Akçaova’daki teyzemlerle ortak ektiğimiz Sarıcen tarlasındaki ketenleri annem, ablam ve teyzemin büyük geliniyle yoluyorduk.

Tarladaki keteni kadınlar, çocuklar yolardı, babalarımız, amcalarımız, inşaatlarda çalışırlardı, başka köylerde. O vakit babam, bizim köye yayan üç saat uzaklıktaki Erikli köyünde ev yapıyordu.

Hayvanları Ferhan güdüyordu. İki öküz: Akman ile Gökmen, ineğimiz Kocakız, bir de onun tosunu, onun daha adı konmamıştı. Hava açık, güneşliydi ama o tarla şoseden aşağıdaki dereye doğru eğimliydi, yoldan dereye doğru hep yel eserdi. Serin olurdu. Üst başında da bir ardıç ağacı vardı. Ferhan, öğleye doğru hayvanları Kocadere’ye suya götürdü, sudan sonra teyzemlerin damına kapamış. Teyzem de öğlen kumanyamızı Ferhan’la göndermiş. Zeytin, peynir, yoğurt, erik hoşafını hep birlikte yedik.

Çocuk uzandı ardıcın gölgesine, uyumuş orada. Ne kadar uyumuş bilmem. Hayvanları akşam serinliğinde yeniden otlatmaya çıkartması gerekiyor ama Ferhan halsizdi, ateşi vardı. Keten yolmayı bıraktık. Ferhan’ı eve götürdük. Hayvanlar Akçaova’da kaldı. Annem üzüm kaynattı, ilaç niyetine içirdi kardeşime. Ihlamur çayı da yaptı, limon ve karabiberle içirdi. Ama Ferhan yemek yemedi, iştahı yoktu.

Sabah oldu, Ferhan kesik kesik öksürmeye çalışıyordu, sesi çıkmıyordu. Annem korktu, telaşlandı. Köyün delikanlılarından birini babama yolladı. Erikli köyüne giden haberci köye döndü. Babam, “Çocuğu hazırlasınlar, doktora götürmek için köye geliyorum.” demiş. Ben hazırladım: O kış, Çerçili köyündeki Terzi Hüseyin’e diktirdiğimiz, beyaz ceketini giydirdim üzerine, altına da aynı terzinin diktiği siyah pantolonu geçirdim ayağına. Beyaz ceketin cebine de yol azığı olsun diye haşlanmış yumurta koydum.

Çok yakıştı kardeşime, siyah pantolonla beyaz ceket. Hüseyin amca çok iyi terziydi, Ferhan provaya da gitmişti babamla. Görümlüklerin kumaşlarını kendimiz dokuruz, pamuk ipliğinden. O görümlük elbiseleri, ilk o gün giydi kardeşim, bir daha da giyemedi. Babam geldi. Karşı komşumuz Şeker Mustafa’dan atını istedi. Atın iki yanından sarkan semerinin üzerine konan küfeler vardı.

Şeker Mustafa Kocaba, o küfelere fındık, fıstık, ayçiçeği, akide şekeri… öteberi koyar köylerde satardı. Köylerden de yumurta toplardı. Küfelerin birine Ferhan’ı oturttuk, diğerine de ağırlığınca taş doldurduk. Babam da bindi ata, yollandılar Kandıra’ya.

Tam akşam ezanı okunurken Ferhan demiş ki “Baba, şu yanan çok ışıkların olduğu yer mi Kandıra?” “Evet, oğlum geldik, dayan oğlum” demiş babam. At, olduğu yere çakılmış, ne kadar gem vursa da gitmemiş, adımını atmak istememiş. Çünkü kardeşim bir daha hiç konuşmamış. At, anlamış çocuğun Allah’a ısmarladık dediğini.

Hayvanlar insanlardan önce hissediyor olan biteni. Ihlaya, oflaya Kandıra’ya girmişler. Evi de Çarşı Cami karşısında olan Aşçı Nihat Enişte’ye seslenmiş babam, doktorun evini bulması için. Bir umutla götürmüşler çocuğu ama doktor, beyaz önlüğünü giymiş, kardeşimi muayene etmiş, iki kolunu da dirseklerinden kırıp ellerini açmış “neden bu çocukların hep ölülerini getiriyorsunuz? Diye Nihat Enişte’ye çıkışmış.

Sonraki gün siyah bir şey göründü köy yolunda. Uzaktan bir şeye benzetemedik önce. Daha önce hiç otomobil görmemiştik ki. Sonra bizim evin önüne yanaştı o siyah otomobil. Önce annem anladı, bir feryat figan kopardı, dağlar taşlar inledi, sonra herkes anladı. Siyah otomobilin içinden önce babam indi, gözleri yaşlıydı, kucağında kardeşim vardı, bir battaniyeye sarılıydı. Yıkamadan önce siyah pantolonu ve beyaz ceketi eve götürmem için bana verdiler. Beyaz ceketin cebindeki yumurta koyduğum gibi duruyordu.

Bir yıl sonra, çocukların hatim indirme mevsiminde bir akşam babam, annemden, Ferhan’ın beyaz ceketiyle siyah pantolonunu çıkartmasını, paket yapıp bir torbaya koymasını istedi. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, komşumuz Salih Usta’nın o gün, çok üzgün olduğunu, ağzını bıçak açmadığını söyledi. “Ne oldu kardeşlik, derdin ne? diye sorduğunda babama “Ahmet, hatim indirecek ama üstüne başına bir şey alamadım, çocuğun üzerine giyecek bir elbisesi yok.” demiş. Babam “üzülme, benim çocuğun urbaları yepyeni, Ahmet’e tam gelir” demiş.

Siyah pantolon ve beyaz ceket, hatim indirme töreninde, Ahmet’e de çok yakıştı.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.