DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -7 / Mustafa YILDIZ
DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -7 / Mustafa YILDIZ
Harman
Harmanı saçtık, yığı ile önce yuğladık, çalı ile sürgü yaptık, su döktük, kazanla dolaşırsın harmanı ıslatırsın, toprağı sertleştirmek için, buğday taneleri batmasın diye yığı ile dolaşırsın, samanı ince atarsın, olur beton. Sabah kalkarsın, elli altmış demet saçtın mı harmana haydi oğlum başlıyoruz dönmeye düvenle, hayvanın tersine kürek tutarsın harmana şey yapmasın diye.
Köylü her şeyi kendi yapıyor, ya ne eziyetti bu değil mi? Balığı tut, ekini ek, arabanı yap, epsitini, kütüğünü, her şeyini, hamuru, fırını, bilmem nesi nesi.
Evet, üç şey alınır çarşıdan, yağ, tuz, gaz.
Üçüncü aktarımdan sonra annem getirir harmana umaç çorbası, yanında kızılcık turşusu veya domates turşusu, yeşil. Yemek memek bu. Bir ay harman döversin, bir ay. Akşamüzeri tınaz atmaya gelir sıra, topluyorsun boydan boya, rüzgar yoksa kaldı her şey kaldı ertesi güne kaldı, tınaz için rüzgar şart. Saman altı kayır, kesik olur, bazıları başak kalır, bütün harman bitince kesik yapılır, yığ ile dolaşılır ki taneler almasın, ziyan olmasın.
Her harmanın yanında samanlık vardır, hemen yanında. Sonra samanı sıyıracaksın, sıyırgılarla, şöyle üçgen, bildiğin eşkenar üçgen, arkasına bir tahta çakılı. Şimdi düşünüyorum da o sıyırgının üzerinde ne kadar kalır ki saman, niye yanlarını kapatmazdık ki niye babamlar, dedemler düşünememiş bunu, hayret? Sıyırıyorsun samanı for for for, yanlardan yarısı samanlığa dökülüyor, yine geliyorsun, döktüğünü yeniden sıyır, yine dökülür… On beş santimlik bir tahta çaksan sıyırgının yan tarafına daha çok tane toplarsın yani. Sıyır. O sopanın boyu ne kadar? Yedi sekiz metre. Yarışırdık, sıyırgıyla samanı samanlığa atmak için. Niye? Hemen denize kaçmak için. Abim sıyırırken sıyırgısına takılırım, sıyırgısı boşalır harman içine, fark ederse benim yaptığımı kaçarım o kovalar. Hayda, hemen denize, denize ağ at, balık tut, sabah yine aynı hengâme.
Tabii ki harman bir sene sürüyor değil ama bir ay harman döverdik. (Rüştü abi araya girip Seyrek’teki Gümrük’e getirmek istiyor lafı, kafasında müzik var; Kamuran ve Gönül Akkor’u anlatsın diye.
“Sizin Seyrek’te, limanda hani Gümrük vardı, onu biliyor musun? “
Hayır diyor, kısa ve net.
“Veya babanın anlattıklarından aklında kalan?
Seyrekli’nin aklı nerede? Ailesinin köklerinde. “Babam, 2001’de vefat etti, 15 sene olmuş. Babasını bilmez, dedem öldüğünde bir yaşındaymış. Yıllarca benim kulağımda yer yaptı şu sözleri: “Baba toprağına gidemedim, Batum’a gidemedim. 2000’de ekspertiz olarak bir iş gezisi yaptım Batum’a, Soci’yi falan da gezdim. Oradan ne getirdim biliyor musun? Herkes ne getirir gittiği yerden? Yiyecek, giyecek, çorap, kazak, kahve, viski, bilmem ne! Ben bir torba toprak getirdim, bir de Çerkez kaması. Dümdüzdür Çerkez kaması, Çerkez karakterini temsil eder, kalleşlik yoktur, Çerkez’de, kaması gibi dümdüzdür. Kıvrık kılıç, kıvrık kama göremezsin, hepsi düzdür. On beş gün kaldım Kafkasya’da, Hacı Şah Ali Oğulları bizim kavmimizin adı. Toprağı gümrükte üç saat incelemeye aldılar. “Beyefendi bu toprağı ne yapacaksın? “Sen bilmezsin. Gümrük’te o kadar mücadele ettim, el koyacaklardı neredeyse, şüphelendiler içinde bir şey mi geçiriyorum diye. Kuru mu beyaz mı toz mu? Bir yönden haklı adamlar, işlerini yapıyorlar. Eve getirdim, “Baba, atalarımızın toprağı” dedim, kokladı da günlerce ağladı.
Barut
Barut mevzuu yarım kaldı. Karabarut ıslandı.
Evde, her evde, ocağın yanında, raflarda kandiller durur, söner kandil, yanmaz, gazı biter çünkü, -L gibi küpeştesi- ateşe tutarsın yanar, kibrit çakmaya gerek yok ve her ocağın önünde pösteki serilidir, bizim pösteki beyaz, böyle (ne kadar büyük olduğunu göstermek için iki elini yandan yukarı kavis yaparak açıyor) baba pösteki, büyük. Ocakta baba bir meşe kütüğü yanıyor. Barut ıslanmış, babam “gazete getir” dedi, üstüne serip kurutacak, gazete ne gezer evde, benzer bir şeyler bulduk yaydık ocağın önüne, pöstekinin üstüne. Çok zaman geçmedi, bir yalım oldu. “Baba” dedim. Patlar kestane, çok patlar. Kestane, ocakta kolay kolay yakılmaz. “Barut yanar baba” dedim, “sus, len” dedi, babannem de orada, elinde yünler, ne yapıyorsa. Ateşle barut yan yana olmaz derler.
Çalıştığım işyerinde kocaman harflerle, bir metre boyunda on metre yazı: Hiçbir tedbiri şansa bırakma! Yirmi yıl okudum onu. Tek kişi çalışmazsın rafineride, yanında mutlaka bir kişi daha olacak, düştün, yalnızsın ne olacak? Bitti, kimsenin haberi de olmaz düştüğünden, onun için yanında bir olacak, standardı budur işin.
Neyse işte takara makara anlatıyoruz. Yarın çulluk tutacağız, çulluklar anlatmakla bitmez. Barut? Barut bitti mi? Yok bitmedi, anlatacağım onu. Bütün çullukları kedi yiyordu, adi kedi. Vuracaktım, vuramadım, içimde ukde kaldı. Abiciğim, aşağıdaki Adnanlar, Sefalar, fişek alırlardı parayla, benim tüfekle atmaya gelirlerdi. Yok kimsede tüfek müfek… Hadi ver tüfeği, vereceğim ne olacak? Pof diye atacaklar o kadar. Kedi çulluğu yerken tüfek komşu çocuklarında, emanet.
Sen oradan, ocaktan kestane bir patla! Kestane ocakta yakılmaz, çünkü patlar, kestane odunu patır patır patlar. Ocağa dayamışız meğer kestane sırığını. Bir kıvılcım ateşten, pıt diye atlar, göremezsin, görmedik. “Baba” dediydim, “şuraya koyalım kestaneyi, ocaktan biraz uzağa” “sus lan” dediydi bana. Odun ocakta yanarken pır pır ses çıkarırsa rüzgar çıkar. Böyle özel meteorolojik bilgiler de verir ocak yanarken, gür gür ses yaparsa dumanlar, bil ki fırtına çıkacak, yağmur yağacak. Deniz de seren gibi oldu mu “ağları topla, fırtına var” derdi babam. Novigasyon yok, gogul yok, yaşayıp öğreneceksin.
Orada, ocakta bir fosurdadı ortalık, kestaneden pöstekiye, baruta atladı kıvılcım. Altı metrekare var mı, barutun yayıldığı yer? Yok yirmi beş metrekare? Ne yaptın abi, nerede o kadar barut, kimde var, o zamanlar? Şöyle yarım metre tutmaz, pöstekiye kağıt serdik ya. İkiye üç halı mı alıyorsun, Allah Allah! Yani gür diye patlayınca? Patlar mı barut, alev aldı, foşuroşuğoşurğfoşfos, alev malev hepsi bitti. Biz yanacağız diye korktum ben, pösteki yandı, beyaz pösteki gitti, minder yandı. Ocak başında oturmak keyiflidir, minderi koyacaksın altına, oturacak başka bir şey yok, sandalye diye bir şey yok. Sedir, sedir? Sedir uzak gelir, üşürsün. Ev yanmadı yani? Yanar mı ya biz oradayken. Ne barut kaldı ne pösteki, küllüm zarar.
Barut öyküsünü bitirdik, belki de hafızasından yeni bir öykü çağırmak için Seyrekli derin bir nefes aldı, anlatacağı çok yaşam öyküsü olduğunu ancak sıkılmayalım diye kısa kısa anekdotlarla geçiştirdiğini söyledi. Böylesi daha iyi.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.