DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -6 / Mustafa YILDIZ
DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -6 / Mustafa YILDIZ
Ondan, şundan, bundan
Somun sözcüğü yine başka bir yer ve zamanda geçen bir olayı anımsatıyor, laf lafı açıyor. Sanat Enstitüsü’ne başladığım zaman, 65-66 Meslek Teknolojileri öğretmeni, “Saplamayı neyle sıkarız?” dedi.
60 kişilik sınıf, tık yok kimsede, saplamayı duymamış ki kimse.
“Kontr somunla hocam.”
“Nereden biliyorsun len sen nerelisin bakayım?”
“Kandıralıyım hocam.”
Öyle yürüdü muhabbet.
Denize gidiyorum, balığa. Albin makine almış babam…
- Biraz oradan biraz buradan potbori yapmaya çalışıyorum artık siz anlayın, bağlayın.- Çalıştırıp motoru açılıyorum denize. Kışla köylerinde sandal var ama motor yok. Haydi dan dan dan dan (motor efekti)… Albin motorda Sen marka manyato vardır, yedi buçuk beygir, kolla çevirirsin, suda çalışır, yalak yaptırdı babam, bizde çalışıp da o yalakta elleri parçalanmayan köylü yoktur.
Gidiyorum Kışla’ya, onları, Kışla köylüleri takıyoruz peşimize, haydi hop denize yatmaya, palamuta. Sabaha doğru topluyoruz balığı yine dan dan dan dan, dönüyoruz. “Baba bunları, (Kışla köylüleri) ne getiriyoruz, balık vermiyorlar, çeksinler küreklerini… “Olsun oğlum” derdi babam, en merhametli sesiyle. Aleko, Taksim’de bir Aleko Usta vardı Ermeni, manyatoyu ona götürürdü babam tamire. “ Bilmem nerede, kâğıtçının yanında” derdi. Pervaneci de Perşembepazarı’nda Rum Artaki idi. Sarı kanatlı pervaneler yapardı, üç kanatlı mı, iki kanatlı mı? Üç kanatlı.
Abi evin odaları? Radyo Oda’da kalmıştık. Yok, Radyo Oda’dan buralara geldik. Güney Oda, Dut Oda, Çalköy Oda. Mutfak büyük, iki tane mutfak var evde. İki tane girişi var evin, merdivenlerden çıkıyorsun. Altta ahırlar, kilerler… Mısırdır, buğdaydır… En çok kızan arpadır, mısır acır. Değirmene Bollu’ya götürürdü babam mahsülü. Değirmene götürmeden önce çeşmeye. Çeşmede koca bir gün ıslatırsın, sonra kilimlere sararasın, pala kilim, biz dokuyoruz, öyle yok samur mamur, halı malı, Sibel Can’ın reklamını yaptığı ne halıydı o? Saray maray yok o zaman. Pala kilimleri evde düzende dokuyor, analarımız, bacılarımız.
Pala ne? Eskimiş demek pala, eski kilimlerin iplerini de kullanırsın yenisini dokurken. Kıtır, kıtır, kıtır, eski kilimlerin iplerini sökerdim, dumanını çıkarırdım. Ondan sonra değirmene gidilecek, gelinecek. Mısır fazla götürmezdi, iki teneke götürürdü, “mısır acır oğlum” derdi, mahzun sesiyle babam. Pasta yapardık mısır unundan, biraz da ekmek hamurunun içine katardık lezzet versin diye, beyaz unun içine. Babaannem Gürcü ya rahmetli, sade mısır unundan kırtıl yapardı.
Kaçamak dedikleri şey? Kaçamak çok farklı bir şey. Kırtıl, sapsarı olur, Kırtıl işte. Yağla peynir mi atıyorsun içine? Çali, Kçali derler Gürcüce, Lazca, peksimet gibi bir şey, bildiğin ekmek, mısır ekmeği. Tavada mı yapıyorlar? Tava gibi bir şeyle konur fırına.
Fırın on beş günde bir yakılır ekmek yapılırdı. Başkası mümkün mü? Çarşıdan ekmek alma şansın mı var, çarşıyı bilen kim? Odunlar hazırlanır, fırını tutuşturmak için çalı çırpı toplanır, fırının içi ıslak bezle süpürülür, fırın yakılır, önce pideler atılır, boş pideler, mancarlı pideler… Boş pideleri çıkarırsın fırından önce, içine doldurursun yoğurdu, sıcacık pideye soğuk yoğurt, bir ısırırsın üstünden başından akar. Tabağa koyamazsın tabi, tabak mı var, tabak nerede? Hepsi bu, bir de peksimet. Babaanneme her fırın yakılışında ısrar ederdim, mancarlı pideyi fırına illa ben atayım diye, heves ederdim.
O zaman, araba tekerinin göbeğini bile kendimiz yapardık. Epsit? Yok, göbek, epsit tekerin çevresindeki demire denir, kütüğü yani göbeği, ortası. Bollu köyünde bilmem ne Usta vardı, ağaç tornası vardı, ona çektirirdik, göbeği. Kütüğü Bollu’daki usta yapardı Yarım ay gibi olanlar epsittir, araya konan dikine çubuklar ayak, göbek de kütük.
Bir küreğimiz vardı, kalın, yamuk yumuk “Ya baba” derdim “Şöyle güzel kürek yapsana fırına ekmeği rahat rahat koyalım” Ben süreceğim ya pideleri… Mayalı hamuru tabi ki koyamadım fırına, bir denedim altını üstüne getirdim, bir kavga orada, annem kovalar beni.
Kızılcık turşusunu çok güzel yapardı annem.
Sabahın beşinde kalkarsın gem yolmaya. Gem nedir? O, hayvanlara vurulan gem değil. Demet bağlamaya denir, gem. Kemer diyeyim ben sana. Erkenden, çiğde yolacaksın gemi. Ters yapıp birbirine geçireceksin, keten burması gibi. İstif edeceksin kapalı bir yere. Deste deste yaptın mı, desteleri gemlerken viijjiiyt yılan dökülürdü içinden ben kaçardım, anneeee.
Evet. Demetleri arabaya yüklersin doğru harmana, sonra yığın yaparsın. Üç çeşit burgu vardır: Dingilbaş burgusu, dingili başa delersin, gergi burgusu, bilek burgusu. Dingilbaş sekiz bin milimetre, sergi on beş bin, bilek otuz bin milimetre. Serenleri kavale ile delersin garç garç garç … Dingilbaş da küçük olacak. Oraya çivi çakacaksın ki teker çıkmasın, fırlamasın, bir tane de pul koyacaksın.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.