Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

28Ara/160

DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -3 / Mustafa YILDIZ

DSC_0016

DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -3 / Mustafa YILDIZ

Hatıralarını Hazine Yapan Adam

Hafızamda yolun ortasındaki kuş yahut yılan resimli taşın çocukluğumdaki şekli. Değirmeni, Kurtuluş Savaşı yıllarında Rum bir aileden almış Rüştü abinin büyük dedesi, ondan evveli zaten kasabanın ileri gelenlerinden, büyük büyük dedesi ilk belediye başkanı Hacı Mustafa Efendi. “Değirmeni satan Rum, buraları terk ederken, paraları yanında götürmek istemiyor. Her taraf eşkıya, çete dolu o zamanlar. Paranın gittiğine yanmaz adam canından da olur. Çoluğu çocuğu, kapı kacağı toplamış adam, buradan, öküz arabasıyla Seyrek’e, -bak o zaman da liman varmış Seyrek’te, hatta gümrük memurluğu da vardı bir zaman, Kamuran ve Gönül Akkor’un babası Seyrek’te gümrük şefi- Seyrek’ten de balıkçı teknesiyle ver elini İstanbul. En güvenli kaçış yolu o, o zamanlar. İşte, güya o Rum, sarı liraları saklamış bir yere derler, çocukluğumdan hatta babamın çocukluğundan beri anlatılır durur bu hikâye.”

Laf lafı açar, düşünce düşünceyi kovalar. Seyrek, liman, gümrük sözcükleri,  birini gözünün önüne getirdi Rüştü abinin. Bize esas defineyi anlatacak adam Seyrekli azizim. Hemen telefonunun rehberine baktı, tamam, tuşlara dokundu, Seyrekli karşısında. “Anlatalım tabi Rüştücüğüm, tarihimiz hazinedir bizim, kültürümüz, örfümüz, adetlerimiz hepsi birer define. Bak, Dünya Güzeli İbrahim gitti, ne lezzetli anlatırdı,  anlatamaz artık, Ünal da gitti, ikisine de Allah rahmet eylesin, bugün var yakın yoğuz, gidenlerle tarih de gidiyor Rüştü,  hazine de, define de… Anlatacak kim kaldı.”

Samimi, sıcak, heyecanlı, hevesli bir ses. Sözleştik, ilk pazar, Kandıra’da buluşacağız. Konuşurken yeni pazar yerini geçmişiz, Askerlik Şubesi’nin önünden eski İzmit yoluna çıktık, Kenan Evin’in Petrol Ofisi’nde ihtiyaç molası, mutad. Oradan eski mezarlığa bayağı dik yokuş, spor dediğin böyle yapılırmış, hep düzde yürünmezmiş. Kandıra Anadolu Lisesi ile Akçakoca Lisesi arasındaki yol da epeyi bayır. Eski Devlet hastanesinin arkasından Kefken yoluna kadar neyse ki düz ve Çarşıbaşı’nda Sabahattin abinin bakkal dükkanı finiş noktası, maksat spor olsun.

Pazarı iple çektim, söz Seyrekli’de. 

Saati kurmazdı Fıcık İsmail, bozulmasın diye. Pandülünü sökerdi saatin. Pandül? Zembereğini yani. Fakirlikten mi? Yoo, ilk Ferguson traktörü alan oydu. Çarşambaları Kandıra’ya onun traktörü ile giderdik. Seyrekten yürüyerek gelirdik Kışla’ya tın tın tın, sapakta buluşurduk,  Kışla’dan Kandıra’ya gür gür gür. Akşam dörtte dönerdik. Traktörü kaçırdın mı yandın.  Dönemezdin ki köye. Ya taksi tutacaksın, taksi nerede? Taksi de yok.

Ruhi. Cip. Yılların Ruhi abisi, Rang Rover cipi vardı, taksi gibi kullanırlardı, önemli işlerde, hâkim, savcı onu tutup giderlerdi köylere.

Kışla köyünden Kandıra’ya, hem de ileri gelen bir iş adamına bir kız gelin gitti. Ne ile gitti, gelin arabası? Dediler ki Necati Ağa’nın kızı ciple gelin gitti, peh peh peh. Herkes öküz arabasıyla gelin giderken Tarakçıkışlalı Saadet, ciple gelin gitti, ortalık karıştı, dünya koptu, 61-62’ler, sanki uzay mekiği…

Öküz arabası süslenir, üstü kilimle örtülür, gelin arabası hazırlanır. Önde, sini üzerinde tavuk, turşu, peynir, rakı… O gelin arabası akşam olmadan önce eve giremezdi. Gelin  almasından bir akşam önce yapılan kızevli eğlencesinde başlardı tavuk katliamı, kümeslerde, avlularda, samanlıklarda tavuk kalmazdı. Kız tarafı gelir oğlan evine ille de tavuk ister. Gelin alması günü gelin arabası gidiyor önde, dürü yapıyoruz, öküze “de haydi oğlum” tıngır mıngır gider gelin alayı, arkada yumruklu kavgalar, neler...

Çaylar geldi, sustuk. Sonra, çay kaşığının çay bardağıyla temasından oluşan fon müziği eşliğinde şiirle başladı muhabbet:

<I>İçeceksen beyaz peynirin, kavunun olsun.</I><I></I>

<I>Seyredeceksen önünde köpük köpük denizin olsun.</I><I></I>

<I>Öleceksen gününü seç yerler çamursuz olsun.</I><I></I>

“Anladınız mı?”

“Abi bir daha söyle.”

Seyrekli usanmıyor, ses tonunu ve ezgiyi değiştirmeden bir daha okuyor.

Araba gidiyor, öküz arabası, koca öküzler, Safalılı Hasan çalıyor klarneti ya da Şaşkın. Mum dağıtılırdı davetiye yerine, kibrit dağıtılır, ekmek yapılır, topuz gibi ufak, yumruk kadar ekmek, davetiye bunlar. Kimin düğünü var, düğün sahibi kim? Ulak gider, ekmeği, kibriti, mumu önem sırasına göre dağıtırdı evlere. Küçük düğün bu gün, büyük düğün gün şu gün, söylenir.

Düğün öncesi dürü yapacağız: Çala oynaya köyün altına geldik. En büyük kâğıt para, beş lira. Hemen bir çalı keseriz, paraları takarız,  ateş yanar çalının etrafında. Düğün sahipleri karşılamadılar mı daha? Tüfeğe basarsın kurşunu, duyarlar gelirler, lüks ışığında, dumba da dumba, klarnet çalar oynak bir hava, “kadifeden kesesi kahveden gelir sesi”. Misafirleri düğün evine götürecekler, dürüde kim çalıya çok para takmış onu köyün en ileri geleninin, en zengininin evine götürürler, iyi hizmet verilsin diye, diğerleri de dürüdeki paylarına göre uygun evler e konuk edilir.

Az dürü var, davul zurna az çalar, dumba da dum dumba da dum… O akşam işte, kızevliler gelir, ateşler yanar, gençler rakı isterler mutlaka, oğlan tarafından rakı gelmeyecek, mümkün değil, samanlık yanar, gider o gece samanlık, gider, tavuklar, kümesler o gece biter, yarı çiğ yarı pişmiş yerler. Vallahi, aynen.

Ertesi günü gelin alması, öküz arabasına kilim örtülür, bayrak dikilir. Oğlan tarafından orta yaşlı bir adam bayrak direğini taşırdı. O direğin tepesine de bir baş soğan sokulur. Oraya o sağanı niye koyarlar? Hep düşünürüm. Bilmez misin? Valla benim duyduğuma göre, o soğanı oraya şunun için koyarlarmış: Gelinin acıları cümle âlem tarafından görülsün ve oradan artık uçsun gitsin diye. Acılar paylaşıldıkça azalır. Bayrak direğinin ucunda soğan, soğan ağlatır, ağlanır yani. Doğrudur. Bir de bacalar kırılır. Baca sağlamsa anlamı, kız vardır o evde. Baca kırıksa kız gitmiş, gelin gitmiştir. Toprak testi gibi çömlekten olur bacalar, artık yok, kökten kırıldı bacalar, bu âdeti uygulayan yok.

Gelin almasında beş unsur var, dedik: tavuk, peynir, turşu, rakı. Gelin giderken sinide bunlar var, bir de klarnet, çalgı ekibi, davul zurna, zurna değil klarnet. Beş metre gidilir, öküze voooo dersin, vooo, vooo … voooha… Hemen rakılar bardaklara, içeceğiz. On metre gidilir yine  voooo. Biri kenarda tedarikçi durur, hazır. Ne duruyorsun, hemen git tavukları kaynat gene. O beş unsur olmadan yürüme şansı sıfırdır gelin arabasının. Sen biraz çok içtin az içtin yok, herkes orada içecek, içer.

Bir mevzu olur, biri oyun bozar, acele eder, hadi ye çabuk, gidiyoruz, geç kaldık, bam güm yerlerde. Hiç karışmayacaksın oynayanlara, ihale sana kalır, kabak başına patlar sonra. Yerlere düşürülen biraz sonra gelir oynamaya devam eder yine, kayıkçı kavgası gibidir. Gelin böyle gider yeni evine.

Ertesi gün duvak yapılır. Dolmalar, tatlılar, bilmem neler, keşke şimdi de böyle düğün yapılsa, kalmadı kardeşim. Şimdi köylüler bile salonda, tuppa da tuppa da tuppa, bitti. Ne öküz kaldı ne araba.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.