DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -2 / Mustafa YILDIZ
DEFİNE – Bir Kandıra Hikâyesi -2 / Mustafa YILDIZ
Deredeki Kuyular
Karşı kıyıda, Otogar tarafında, kameriyelerin, çardakların birinde, kızlı erkekli küçük bir grup, sigara paketleri, bira şişeleri, çekirdek, patates cips poşetleri… Kafalarına göre takılıyorlar, telefonlarından mı teypten mi rahatsız edici bir arabesk, aralarında küfürlü konuşmalar...
Ne kadar mümkünse o kadar uzaklarından dolaşmak konusunda sessizce anlaşıyoruz. Sanayinin karşısındaki küçük beton köprüden geçip Otogar içinden yeni pazar yerine doğru rotamız. Küçük köprünün sol ayağı yanından itibaren istinat duvarı üç dört metre yıkılmış, yolun ortasına kadar kazılmış, geniş bir kuyu gibi cep açılmış, dere suyu çamur gibi.
Sanayi atıkları için künk mü döşenecek acaba? Derenin içinde de define aranmış bir keresinde ilk kez duydum bu akşam.
“Orhan Mahallesi’nde oturan yaşlı bir kadının rüyasına, sarıklı beyaz sakallı bir ermiş giresiymiş, kadın rüyasını kime anlattıysa bu ermiş kesin Hızır Aleyhisselamdır denmiş. İşte o ermiş, kadına rüyasında Namazgah Deresi’ndeki kuyulardan birinde çok altın var diyesiymiş.
A, evet, o derede tam da çayırın karşısından Ağva köprüsüne kadar olan yerinde beş tane kuyu olduğu eskiden beri bilinir zaten.
“Kuyuların yakınında yüzmeyin, yutar” derler. Ama hangisinde altınlar acaba? Kenarlardaki kuyularda değilmiş, ortadakilerden birindeymiş. Karşısında ulu çınar olan kuyudaymış…
Berrak, tertemiz, yeşilli beyazlı bir rüyaymış. Bu kadar net mi görmüş? Vallahi ben anlatanların yalancısıyım, rüyayı gören kadın, aptesli namazlı, rüyaları mutlaka çıkarmış.
Vallaha mı, vallaha, Çarşı esnafı seferber oldu, hükümete dilekçe verildi kazı için, ücreti mukabilinde belediye iş makinesi gönderdi, bir fon oluşturuldu, Namazgâh Deresi Define Araştırma Fonu, listeler yapıldı, kayıtlar tutuldu. O kadar insan inandı ki define efsanesine, herkes fona para yatırdı, falan tarihten sonra katılmak isteyenler artık alınmadı, kayıtlar kapandı, kaçıranlar üzüldü, iştirakten geç haberi olan berber Nurettin, parasını fona almadığı için Sabahattin abiye küstü. Derin araştırmalar yapıldı, sağa soruldu, sola soruldu, iş mümkün olduğunca gizli tutuldu, çok ciddi çalışıldı.
Tarihçi Atilla Hoca’nın dahi görüşü alındı. Altınlar, Bizans dönemi gömüleri olabilirmiş. Keşif yapıldı. Bir terslik çıktı, ortadaki kuyuların üçünün de karşısında birer çınar ağacı vardı. Başka bir işaret arandı. Yok. Rüyayı gören kadınla konuşuldu, kadın konunun çok dallanıp budaklandığını, Hızır Aleyhisselam hazretlerinin belki de bundan dolayı kendisine bir daha uğramadığını, belli ki kasaba halkına küstüğünü, başka da konuşmak istemediğini, söylemiş.
Bu kadar yol aldıktan sonra başlanmış işten dönmek olmaz, dediler. Definenin, üç kuyuyu da kapsayan geniş alanda aranması kararlaştırıldı. Kazı gündüz başladı, hummalı gözler deredeki kuyuları eşeleyen kepçeden bir an bile ayrılmıyor, heyecan dorukta, akşama kadar çalıştı iş makinesi, sonuç yok, karanlık bastırdı ama kimse kazı alanından ayrılmadı, karnı acıkanlardan bazıları eve birini gönderdiler, ekmek arası bir şeyler getirtip kazı başında yediler.
Bazıları da Simitçi Nevzat’a yirmi beş kuruş bayılıp kahkahalı simitlerinden yediler. Gazete kâğıdından yaptığı külahlarda bir çay bardağı ay çiçeği veya kabak çekirdeğini on kuruştan satan Küçük Mehmet Efendi’nin çırağı da iyi para kazandı o akşam.
Kâh ay ışığında kâh el fenerlerinin aydınlatmasıyla çalışan iş makinesinin yanından gece yarılarına kadar kimse ayrılmadı. Kepçeyi her daldırışta yeşeren umutlar her çıkarışta söndü. Çoluk çocuk, kadın, yaşlı sersefil oldu sabahlara kadar. Çıkmadı, dereden çamurdan başka bir şey çıkmadı, kumpanya boynu bükük dağıldı.”
Pulluğun Parçaladığı Küp
Gerçekten var mı, define saklı mı buralarda?
“Var abi var bu topraklarda, olmasa söylenir mi?
Ateş olmayan yerden duman çıkar mı?
On beş yirmi yıl önceydi, gazeteler de yazdı. Cicili köyünde bir Manav, karısıyla çift sürerken küp pulluğuna takılıyor, üzerinden birkaç defa geçiyor adam farkında değil küpü parçaladığının, sarı liralar saçılıyor.
Kadın uyanıyor. “Işıl ışıl ışıldıyor bu taşlar, adam” diyor, “altın galiba.”
Adam ne dese beğenirsin. “Git, muhtara haber ver, o, münasibini bilir”, saf herif.” Saflık mı sadakat mı? Hangisiyse, köylü milletin efendisi. “Hurra, duyan tarlaya koşuyor, ceplerine, torbalarına altınları dolduran doldurana. Tarlanın sahibi karı koca şaşkın bakakalıyorlar, kendileri belki de bir tane bile alamıyorlar.
Köyden alamayanlar, alanları jandarmaya şikâyet ediyor. Herkes herkesin kaç altın aldığını kahvede birbirine söylüyor. Jandarma hangi köylüde kaç altın var diye ifadelerden liste yapıyor. Listedekiler tek tek çağrılıyor, adlarının karşılarındaki altın sayısı teslim edilene kadar sopadan geçiriliyorlar.
Artık, altınların ne kadarı hazineye intikal etti, ne kadarı indiragandi yapıldı bilinmiyor.”
…Devam edecek…
xxxBu yazının tamamı ve orijinal hali 5 Aralık 2016 Pazartesi günü www.ahsenokyar.com’da yayınlanmıştır.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.