Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

19Kas/160

EMEKLİLİKTE KÖY MÜ, YOKSA ŞEHİR Mİ? – Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER

süleyman coşkuner

EMEKLİLİKTE KÖY MÜ, YOKSA ŞEHİR Mİ? / Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER - Kaliteli Yaşam Uzmanı

Aktif çalışırken meşhur bir söz önem taşımaktadır: “Doğduğumuz değil, doyduğumuz yer”. Memur isek, nereye tayin olursak oraya gitmek zorundayızdır. Esnaf isek, işyerimizi nereye kurduysak, orada faaliyetimizi yürütmek zorundayızdır. Fabrika sahibi isek, fabrikamızın girdileri, üretim süreci ve çıktı olan mal ve hizmetleri piyasaya sunmakla veya sunan elemanlarımızı takip etmekle günlerimiz geçer.

Bazen iş gereği seyahatler olabilir. Söz konusu iş sehayatleri, çoğu zaman zevk ve sefa etkinliklerine zaman bırakmayabilir. Ancak emekli olunca, kişilerin yeni yaşayacakları yerleri seçme hakkı doğar. Uzunca yıllar tayin olup gezenler büyük ölçüde emeklilikte sılaya dönmeyi düşlerler ama, çoğu zaman bu da mümkün olmayabilir. Eşin memleketi ve çocukların kök saldıkları yerler buna da engel olabilir.

Büyük ve kalabalık şehirlerin trafiğinden, gürültüsünden, kirliliğinden, hayat yorgunluğundan bıkanların en büyük hayali, genellikle küçük bir kıyı kasabasında hayata devam etmektir.
İşletmecilikte genel bir ilke vardır ki, bu ilkenin söz konusu makalemizde de uygulanma imkanı mevcuttur.

“Getirisi yüksek olanın götürüsü de yüksektir”.

Büyük şehirde yaşamak gerçekten zordur. Kiralar yüksek, trafik yoğun, kalabalık, gürültü, kirlilik, insanlar arasındaki sahte samimiyet, asayiş problemleri, gizemlilik, pırıl pırıl güneş alan bir konut bulamamak vb. olumsuzluklara rağmen; neden en kalabalık yerler büyük şehirler?
Çünkü, iş bulma şansı yüksek, kültürel ve sanatsal faaliyetler orada, şehirciliğin en güzel uygulamaları mevcut, idarecilerin en yetkilileri orada, en güzel ve kaliteli mal ve hizmete ulaşmak mümkün. Mal ve hizmetin bolluğundan dolayı karşılaştırma imkanı mevcut.

Görüldüğü gibi, getirisi de yüksek, götürüsü de yüksek. Ancak herkes büyük kentlerde toplaştığı için, getirisinin daha yüksek olduğu anlaşılabiliyor.

Köyde, yaylada veya bir balıkçı kasabasında ise, bol oksijen var, temiz hava ve güneş var, sakinlik ve sükûnet had safhada, hayvanlarla birebir haşir-neşir olmak bir mecburiyet gibi, doğal ve genetiği bozulmamış gıdalara ulaşmak veya üretmek çok kolay, belki hayat daha ucuz (arsa ve inşaat).

Ama, bir Atatürk Kültür Merkezi yok. Tren, tramvay, metro, metrobüs yok. Sanatsal ve müzikal bir etkinlik yok. Konferans-panel-sempozyum-kongre-kitap fuarı-kermes vb. yok. Görkemli bayram kutlamaları, düğün salonları, türkü evleri, süperlüks kafeterya ve restoranlar yok. Işıl ışıl ışıldayan caddeler, sulara dans ettiren fıskiyeli havuzlar yok. Kelle paça-kokoreç-tandır-cağ kebabı-kadayıf dolması-tavuklu nohutlu pilav yok.

Bir parka oturup çeşit çeşit giyinmiş, bir çok özellik ve rengi çevreye sunan insanları seyretme imkanı yok. Hayvanlarımızın bakımını bırakıp, bir gün dahi şehirde kalma imkanımız yok.
Köylerde veya yaylalarda mangal keyfi gerçekten çok güzel ama, onların malzemeleri bile, mangala hazır hale şehirlerde getiriliyor.

Ekonomik gücü yüksek olan bazı şehirliler, köy ve yaylalarda yazlıklar ediniyorlar. Hatta otoparklı villalar bile yapıyorlar. Hafta sonlarında veya yazın çok sıcaklarında kısa sürelerle çok keyifli vakitler geçirebiliyorlar. (Bu zevki tatmak için yanlarına çok yakın dost, arkadaş ve akrabalarını da almak zorundalar.)

Nedense bu yazlıkların ve villaların kilitli gün sayısı, aktif olarak kullanılma gün sayısından daha fazladır. Çünkü insanların birlikte yaşama özlemleri, yalnız yaşamaktan çok daha fazla baskın gelmektedir.

Ekonomik gücü yüksek olanların istedikleri ve iyi yönetebildikleri takdirde, hem şehir, hem de köy - yayla hayatını başarı ile yaşama imkanları vardır. Fakat gücü zayıf olanlar, nerede kendilerini buldularsa, orada çakılı kalma ihtimalleri çok yüksektir. Bir fabrikada asgari ücretle iş bulan köylünün, ancak bayramlarda köyüne ve yaylasına sınırlı gün gitme şansı vardır. Köyde çobanlık ve üreticilik yapan bir kimsenin ise, şehire ürünlerini satmak haricinde, zevk-i sefa yapmak için zaman harcayabilmesi hemen hemen imkansızdır. (Zaman ve kaynak kısıtı açısından).

İstanbul’da yaşayıp da bunalan bazı tanınmış kişilerin, balıkçı kasabalarında veya yaylalarda yaşamak için İstanbul’u terk ettiklerine basın-yayından şahit olmuşuzdur. Ancak bunların bir çoğu bir müddet sonra, her hangi bir ödül töreni veya katılmak zorunda hissettiği şehir proğramına dahil olabilmek için geri dönmüşlerdir.

Şehir ve köy hayatının yaşamını hayal etmekle, gerçeğini yaşamak arasında çok büyük farklar vardır. Büyük önder ATATÜRK, boşuna; “Köylü Milletin Efendisidir” dememiştir. Köyde yaşamak, şerefli olduğu kadar da, oldukça zor ve meşakkatlidir. Toprakla uğraşmak, her gün en az iki defa hayvanların ellerinden öpmek (beslemek-sulamak), sebze ve meyveyi kazasız belasız hasat edip, pazara sürebilmek, her yiğidin harcı değildir.

Üstelik 25 yıl memurluk yapmış bir şehirlinin, başarıyla hayvan beslemesi, ürün üretebilmesi, köylülerle tam ve etkili iletişim kurabilmesi oldukça zordur.

Şehirde, çoğumuzun evlerinde dahi olmayan lüks koltuklarda ve janjanlı mekanlarda üç liraya çay keyfi yapılabilirken, köylerde elli kuruşa bile çay bulmak çoğu zaman mümkün olmayabilir. Çünkü köyün tek kahvecisi bile, kahvesini kapatıp çoğu zaman tarlaya çalışmaya gitmektedir.

O halde nerede yaşayacağız?

Herkes kendi imkanı, durumu istek ve beklentilerine göre, nerede canı istiyorsa orada yaşasın. Hatta yılı ikiye, üçe bölsün biraz şehirde biraz köyde veya yaylada yaşasın. Ama bir yerde yaşarken, diğerini asla hor görmesin. Zira şehirli köye, köylü de şehire her zaman muhtaç…

Selam, sevgi ve dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.

16 Kasım 2016. Saat: 20.00 Antalya

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.