Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

12Tem/160

SEÇİLMİŞ KRALLAR, ATANMIŞ GENEL BAŞKANLAR – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmez av  SEÇİLMİŞ KRALLAR, ATANMIŞ GENEL BAŞKANLAR – Av. Ruhittin SÖNMEZ

“Seçilmiş krallar” tabirini siyaset bilimine sokan bilim adamı Fransız Maurice Duverger’dir. Duverger’in kastettiği anlamda Türkiye siyasetini belirleyen üç “seçilmiş kral” var: Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli.

Recep Tayyip Erdoğan’ın hem ülke ve hem de parti yönetiminde kullandığı olağanüstü yetkileri saymaya çalışsak sütunumuz yetmez. Bir önceki seçimde partisinin oyunu artıran ve tek başına iktidar yapan Ahmet Davutoğlu’nu bir işareti ile istifa ettirip, yerine Binali Yıldırım’ı seçtirmesi bile yeterli bir örnektir.

Cumhurbaşkanı’nın halk çoğunluğuyla seçilmesi,  kurucusu (hatta maliki) olduğu AKP’nin yasama organında çoğunluğu ele geçirmesi, Yargı’nın “yürütmeyle uyumlu hale getirilmesi” ve devlet bürokrasisini kendinden olanlara vermesi sayesinde bir "yönetim tekeli" oluştu.

Recep Tayyip Erdoğan kullandığı bu olağanüstü yetkilerin kaynağı anayasa değildi. Seçim sandığından aldığı güçle, fiili durum yaratarak, “seçilmiş kral” unvanını en fazla hak eden siyasetçi oldu.

Bir seçim başarısı yakalayamadığı halde CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılmayan veya uzaklaştırılamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nu diğer ikisinden ayrı bir kategoriye sokmak mümkündür. Çünkü en azından kendisine rakip çıkan adaylar olabilmesi, bu adaylara hoşgörüsü ve saygısı ile daha demokratik bir genel başkan olduğunu kabul etmek gerekir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de partisini yönetiminde kullandığı otoriter tarz, tek adam yönetimi, hesap vermeme ve seçimden kaçma çabaları ile seçilmiş kral unvanını hak etmektedir.

Diyeceksiniz ki Başbakan ve AKP Genel Başkanı Binali Yıldırım ve HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “seçilmiş kral” kategorisine girmez mi?

Onlar zahiren seçilmiş gözükseler de bu seçimlerin birer formalite olduğunu herkes biliyor. AKP Genel Başkanının bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın tercih ve tensipleri ile HDP Genel Başkanının da İmralı ve Kandil’in tercih ve tensipleriyle bu makamlara getirilmiş oldukları malum. Bu sebeple Binali Yıldırım ve Selahattin Demirtaş’a atanmış genel başkanlar diyebiliriz.

Şimdi bu üç seçilmiş kraldan ve varlıklarını bu kişilere bağlı gören siyasetçilerden bizler demokratik bir yönetim bekliyoruz.

Kimimiz “yeni bir Anayasa” ile bunun sağlanacağı gibi bir algı içinde. Yeni Anayasa isteyen seçilmiş kralların neden Siyasi Partiler Kanununu demokratikleştirecek bir değişiklik istemediklerini dahi düşünememekteler.

Güçperest olan kimilerimiz ise en güçlü seçilmiş kralın daha da güçlenmesi ve hesap sorulamaz hale gelmesi için yeni Anayasa istemekte. Bu arada hukuk sistemini eğip bükerek güç gösterisi yapan seçilmiş kralları büyük bir zevkle izlemekte.

*************************************

BÖYLE DÖNER SİYASETİN ÇARKI

Seçilmiş krallar partilerini ve /veya ülkeyi olağanüstü yetkiler kullanarak kral gibi yönetirler.

Krallardan farkları kullandıkları olağanüstü yetkilerin meşruiyetini babadan miras olarak değil, seçim sandıklarından almalarıdır.

Ancak bir kere seçildikten sonrası için, sistem öyle bir kurgulanır ki seçilmiş kralları devirmek hemen hemen imkânsız gibidir.

Siyasi Partiler Kanunu kapsamında bir garip mekanizma işletilir: Lider parti teşkilatlarını ve delegeleriseçtirir, delegeler de parti genel başkanını ve diğer yöneticileri seçer.

Buna rağmen bazı teşkilatlar genel merkezden farklı düşüncede olabilir. Hemen gereken yapılır. Genel başkan istediği il veya ilçe teşkilatını kapatır veya yöneticileri görevden alır.

Bazen bu dahi yetmeyebilir. Öyle önemli siyasi ve toplumsal kırılma anları yaşanır ki, toplumdan gelen dip dalgası liderin kendi seçtirdiği ve daha sonra kendisini seçen delegeler dahi “değişim” isteyebilir. “Başarısız olan parti yönetiminin hesap vermesini”, veremezse genel başkan ve yönetiminin değişimini talep edebilir.

Bunun için parti tüzüğü kralın kendisini güvencede hissedebileceği şekilde düzenlenir. “Olağanüstü kongre” toplanmasını isteyebilecek üst kurul delegeleri için belli bir çoğunluk şartı aranır. Gündem belirleme, oy verme usulü vb konularda Genel Başkana öyle yetkiler verilir ki, krallar bu yetkilere imrenir.

Buraya kadar olan bu gariplikleri Türkiye demokrasi tarihinde zaman zaman yaşadık. Ama son dönemde daha uç, daha da garip yollar olduğunu öğreniyoruz.

*******************************

OLAĞAN DIŞI YOLLAR

MHP’nin olağanüstü kurultay süreci sayesinde ilginç şeyler öğrendik.

Seçilmiş kral koltuğunu kaybetme riski devam ediyorsa olağan dışı yollara da başvurabiliyormuş. Seçim korkusu ile siyasi itibarını ve güvenilirliğini çöpe atabiliyormuş.

Genel Kurul isteyen yeterli sayıda üst kurul delegenin talebi olması ihtimaline karşı da “olağanüstü kurultayda Genel Başkan ve organların seçimi yapılamaz” diye bir hüküm koydurabilirmiş.

Kongre / kurultay için gerekli sayıda delege imza toplasa bile seçilmiş kral, “benim için yok hükmündedir”diyerek mahkeme yolunu gösterebilirmiş.

Mahkeme kurultay toplanabileceğine dair karar verse de seçilmiş kral, diğer seçilmiş kralın yardımına sığınarak, başka mahkemelerden karar çıkartmalar, hukuku eğip bükmelerle koltuğa sıkıca yapışabilirmiş.

Yargıtay da kurultayın toplanması yönünde karar verince, ön almak için, “mahkeme kararını kabul etmiyorum. Çağrı heyeti yetkisizdir. Ben karar aldım, 10 Temmuz 2016’ da partimizin kurultayını yapacağız” diye topluma karşı söz verilebilirmiş.

Muhaliflerin yaptığı kurultayı geçersiz kılmak için “mahkemeye başvurmayacağız” açıklaması yapıldığı halde has adamına dava açtırıp, bir mahkemeden “ihtiyati tedbir kararı” aldırılırmış. Bunun üzerine sözünden dönülebilir, “kurultay 2018’de” denilebilirmiş.

Dahası eski dava arkadaşlarını “paralel yapının ajanı” olmakla suçlar, partiden “ayıklanmaları” için düğmeye basılabilirmiş.

Bakalım daha neler göreceğiz?

**************************************

İKİ SEÇİLMİŞ KRAL: ERDOĞAN VE BAHÇELİ

“Seçilmiş kral” unvanını en fazla hak eden Recep Tayyip Erdoğan kullandığı gücün meşruiyet kaynağının seçim sandığı olduğunun bilinci içinde. Şimdiye kadar gücünü korumak ve artırmak için seçime girmekten hiç kaçmadı. Erdoğan seçim kazanabilmek, kemikleşmiş bir oy tabanı yaratmak için toplumu “bizden olanlar ve ötekiler” diye ayrıştırmaktan dahi çekinmedi. Duygusal olarak toplumumuz üçe bölündü. Ama O “ne pahasına olursa olsun” seçim kazanmayı başardı.

MHP’nin seçilmiş kralı ise seçim sandığından korkuyor.

Türkiye’nin demokrasisi elbette istediğimiz seviyede değil. Ama en azından kendi doğumuzdaki ülkelerin çoğundan daha ileri bir demokrasi kültürümüz var.

Türk milletinin mevcut demokrasi kültürü içinde dahi iki şey sürdürülemez:

· Seçimden korkan, kendisini seçen delegelere hesap veremeyen, rakipleriyle seçim sandığında yarışamayan bir genel başkan kalıcı olamaz.

· Türkiye, toplumu bu kadar kutuplaştıran birini daha fazla taşıyamaz.

Türkiye kendisine daha demokratik bir parti ve ülke yönetimi vaat eden, buna halkı ikna eden, toplumun bütününü kucaklayan, milli birliği temin eden, gelişmiş ülkelerin demokrasi seviyesine yükseltecek demokrat yöneticiler seçmeyi başaracaktır.

Toplumun bütününden saygı gören, başarısız olduğunda gitmesini bilen demokrat liderlere ihtiyacımız var.

“Seçilmiş krallar” yerine “demokrat liderler” dönemine geçmemiz öncelikle Milliyetçi Hareket Partisindeki değişimin gerçekleşmesine bağlı.

11.07.2016

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.