Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

13Tem/160

AYVALIK ÜZERİNDEN BİR KAÇ SÖZ ! – Av. Özcan PEHLİVANOĞLU

0892b350-ea5f-49ca-8a8d-ec7946f25ceb  AYVALIK ÜZERİNDEN BİR KAÇ SÖZ ! – Av. Özcan PEHLİVANOĞLU

Aslında bu yazı, Ayvalık üzerinden bütün Türkiye’ye söylenmesi gerekenlerin söylendiği bir yazıdır. Yani “kızım sana söylüyorum ama gelinim sen anla!” denildiği gibi!

Ben baba tarafı “Selanik Mübadili” ana tarafı da “Bulgaristan Muhacırı” olan bir ailenin evladıyım...

Babamlar Menemen’e, annemlerde Bergama’ya gelmişler. Menemen’de doğdum. Ancak beni büyüten babaannem Midilli Adası’nın Fila köyünden...

Babaannemin ağbisine, adadan gelip yerleştikleri Bergama’nın Kadıköy’ünde “Adalı Arif” derlerdi.

Doğal olarak babaanne tarafından Ayvalık’ta akrabalarım var. Hem de Giritli yengelerimiz de! Ayvalık’ta çocukluğumdan bu yana içime işlemiş olan deniz ve zeytin(yağı) kokusunu hiç unutamam.

Hem hayatımın en lezzetli deniz çipuralarını da, Ayvalık ve Midilli’de yediğimi rahatlıkla söyleyebilirim!

Senin birden bire bu Ayvalık’la ilgili duyguların, nasıl debreşti de bu yazıyı kaleme aldın diye aklınıza bir soru gelebilir. Çok doğru bir soru!

Ben memleketin; o sorunu, bu sorunu diye kafa yorup yazılar çiziktirirken, doğru düzgün tanımadığım bir arkadaş bana ulaştı ve başladı anlatmaya: Ayvalık’a “Yunanlılar geliyormuş, Rumlar çalışmalar yapıyormuş, Fener Rum Patrikhanesi geziniyormuş, abuk sabuk konularda konferans ve sempozyumlar tertipleniyormuş, Rumlara ait yağhanelerin tespiti yapılıyormuş, Pomakçılık başlamış, Boşnaklar Türk değiliz falan diyorlarmış” diye...

Ne yapalım? Bunlar sadece Ayvalık ve etrafında olan biten şeyler değil ki! Bütün Türkiye’de, bu ve buna benzer şeyler olup bitiyor.

Ege Denizi’nde, Yunanistan’ın Türk Adalarına el koyduğunu ve Ankara’daki hükümetin buna hiç ses çıkarmadığını sağır sultan bile biliyor. Midilli’nin 1912’de elden çıkışında da, başkent İstanbul, Midilli mutasarrıfının telgraflarını böyle cevapsız bırakıyordu...

Bir de buna günümüzde Ege Denizi’ne kıyısı bulunan ilçelerimizde yapılan Yunan goygoculuğunu da ekleyin olsun bitsin...

Dikili, Menemen, Didim, Kuşadası ve İnegöl Oylat’a gidin görün kendi elimizle yaptığımız heykelleri ve süslemeleri! Belki de buna şimdi yenileri de eklenmiştir. Aramızda öyle dostluk var ki; Yunan’da Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli’nin heykellerini Atina, Selanik, Yanya’ya dikmeye başlamış bile! Güldünüz değil mi? Adamlar Ayasofya Camii’nde bir televizyona programına bile posta koyuyor...

Yani sadece bizleri rahatsız edecek şeyler Ayvalık’ta olmuyor. Eş zamanlı olarak, gizli bir el tarafından sanki düğmeye basılmışcasına tüm Türkiye’de benzer şeyler oluyor...

Patrik Bartholomeos kalkıp Trabzon’a Sümela Manastırı’na gidip ayin yapıyor. İzmir’de Evangelistlere kilise tahsisi ediliyor! Ermenilere kiliseler restore edilip veriliyor. Buna karşılık başta Yunanistan’da emanet bıraktığımız Batı Trakya Türk azınlığı ve Balkanlar ile Adalardaki Türk varlığı ve akraba topluluklarının emdikleri süt burunlarından getiriliyor...

Olan bitene karşı da, bizlerin ihanet noktasına varan bir gafleti bulunmaktadır. Bunun ana sebebi; özellikle son üçyüzyılda topraklarımızda ne olup bittiğinden haberimizin olmayışıdır!

Aynı şey bugün Ayvalık’ta yaşayan veya kendini Ayvalıklı addeden vatandaşlarımız içinde geçerlidir.

Bugün Türkiye’nin nüfusu; yaşanan savaş, katliam, soykırım ve asimilasyonlar sonucu Balkanlardan, Adalardan, Kafkaslardan, Orta Doğu’dan ülkemize yapılan göçlerle oluşmuştur. Ne yazık ki; bunlar bizler tarafından unutulmuştur!

Her halde artık kimsenin aklına; dedelerimiz ve ninelerimiz binlerce kilometre ötelerden, aç ve susuz yürüyerek niçin Ayvalık’a gelip sığındılar diye sormak gelmemektedir.

Günümüzde Suriye ve Irak’tan sayısı milyonlarla ifade edilen insan nasıl Türkiye’ye sığınmış ise özellikle 1850 ile 1923 arası benzer oranlarla ifade edilebilecek sayıda insan çeşitli yerlerden Türk topraklarına gelmiştir.

Türkiye’nin asli sahibi olan Türkler; hiç bir şart öne sürmeksizin; dini, tarihi, kültürel ve ırki yakınlıkları olan bu kardeşlerimizi Anadolumuz da bağırlarına basmışlar; ekmek ve topraklarını paylaşmışlardır.

Lakin Türklere ve Müslümanlara yapılan saldırılar durmamış, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra güzel yurdumuz işgale uğramıştır.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti, bir “İstiklal Mücadelesi” vermiş ve bugün adına Türkiye dediğimiz topraklar, yaşayan nesillerimize vatan olarak sunulmuştur.

Türkiye’nin millileşmesi ve İslamlaşması da, İstiklal Harbi ve nihayetinde Cumhuriyet’le birlikte olmuştur.

Biz Kafkaslarda ve Balkanlarda vatan topraklarımızı terk ederken, buradan da adına “Mübadele”ya “Tehcir” denilen insanlık adına üzücü ama zorunluluk içeren hadiselerle Rum ve Ermeniler yeni vatanlarına gitmiştir.

Bugün Türkiye’de yaşayan ve Türklerle kader birliği etmiş olan Giritli, Mübadil, Pomak, Boşnak veya Çingene dediğimiz kardeşlerimizin hepsi anayasal eşitlik içinde “Büyük Türk Milleti” ailesinin ayrılmaz birer parçasıdır.

Günümüzde kimsenin kendini ayrı ve farklı görmeye; nedeni de, hakkı da yoktur. Aksini düşünmek ve davranmak milli birlik ve beraberliğimizi bozar ve bizi canla, malla, ırzla imtihan edildiğimiz 1923 öncesine götürür! İstermisiniz böyle bir şeyi?

Ne bunları insanlarımıza yaşatmaya ne de gelecek nesillerin istikbalini tehlikeye atmaya hakkımız vardır. Bunun böyle bilinmesi ve anlaşılması gerekir.

O zaman insan ister istemez sorar; 1923 öncesi Türkiye’de ve Ayvalık’ta neler olup bitiyordu diye?

Şimdi gelin ilk önce Ayvalıklı Papaz İkonoma’ya bakalım! Bu papaz 1773’te İstanbul’a gider ve özerk bir Ayvalık belgesi ile döner. Bu belgeye göre Ayvalık’ta oturan Türk aileleri, yakın köylere göç ettirilecek, hiç bir Türk ailesi Ayvalık’ta oturamayacaktır. Yani belgede yazan diğer hususlara da bakınca, Osmanlı Devleti’nin korumasında Rumların kontrolünde bir “Ayvalık Devletçiği” oluşmuştur. Tıpkı bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılmak istenen gibi!

Osmanlı vatandaşı oldukları halde, aldıkları imtiyazlarla semiren Rumlar; 1803 yılında eski Yunanca, fizik, matematik, filoloji eğitimi verdikleri 600 öğrencili bir akademiye bile sahiptir.

Bunlar yetmemiş olacak ki; 1821’de Mora’da başlayan Helen isyanı ile şımaran Rumlar, Ayvalık’ta Türklere zulüm etmeye başladılar.

Özellikle Ayvalık’ta başpapaz Oeconomos’un kurduğu okul ve kuruluşlara, adaların ve Yunanistan’ın gençleri gelir ve toplantılar yapıp, ileri de yapacaklarını planlardı...

15 Mayıs 1919’da, Yunan askerlerinin İzmir’e ayak basışında; başta Ayvalık olmak üzere Ege’de yaşayan Rumların, kendi ülkelerine ihanet ederek işgal güçlerine davette bulunmalarının büyük payı vardır.

Bilinmelidir ki; 1773’ten sonra Atina’da Osmanlı Devleti hakim bir güç iken, Ayvalık’ta idari hakimiyet bu özerklik belgesi nedeni ile Rumların elinde idi! Onun için Ayvalıklıların bugünün kıymetini çok iyi anlamaları ve bilmeleri gerekir.

Türk İstiklal Harbi’nin büyük komutanlarından Ali Çetinkaya, işbirlikçilerin varlığına rağmen emrindeki 14 subay ve 150 askeri toplayarak Ayvalık’ta yaptığı hitap, bütün Ayvalıklılar tarafından bugün çok iyi anlaşılmalıdır; “Arkadaşlar, büyük savaşın yorgunluğunun henüz üzerinizden gitmediğini biliyorum. Fakat bunu ben değil, memleket sizden istiyor. Benimle kalmak isteyenler, sağ tarafa ayrılsınlar. Hayır yapamayacağız, yorgunuz, çoluk çocuğumuzdan fazla ayrılmayacağız diyenler silahlarını bırakıp gitsinler”.

Bu hitaba askerlerin topluca verdiği tek ses çok tarihidir; “Ölünceye kadar hep beraberiz.”

İşte bu yüksek şuur ile başta Ayvalık olmak üzere yurdumuz işgalden kurtulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.

Bugün kendini Giritli, Selanikli, Boşnak, Pomak, Çingene diye adlandıran kardeşlerim; sizler karşımızdakiler tarafından daima “Türk” olarak görüldünüz. Onun için topraklarınızdan sürülerek Anadolu’ya geldiniz.

Günümüzde oyun değişti. Türk Milletinin bütünlüğünü bozmak için sizin aklınızı çelmeye çalışıyorlar. Sizi Türklüğe karşı kullanıp, Türklüğü zayıflattıktan sonra size yine Türk muamelesi yapacaklar. Çünkü siz Türksünüz! Biliniz ki; 1992-1995 yılları arasında Müslüman Boşnakların uğradığı soykırımın ana nedeni “Türk” olarak görülüp, kabul edilmeleriydi!

ABD, İngiltere, Fransa başta olmak üzere tüm Avrupa’nın desteği ve Türk toprakları alınmak sureti ile kurulan Yunanistan; kurulduğu günden bu yana Fener Rum Patrikhanesi’nin stratejileri ile Türk topraklarını alarak üç misli topraklarını büyüyüp genişletmiştir. Günümüzde Ege Denizi’ndeki Türk adalarının işgali ile bu genişlemenin devam ettiği görülmektedir.

Sakın ola yapacağınız hatalarla, bu genişlemenin kapsama alanına Ayvalığınızı da, dahil ettirmeyin!

Kilise restorasyonları, eski eserlerin ihyası, yağhanelerin eski sahiplerine iadesi; Yunanistan’ın ve Fener’deki patrikhanenin emellerini gerçekleştirmek için kullandıkları ara basamaklardır.

Unutmayın ki; Atatürk bu patrikhaneyi bir “melanet yuvası” olarak nitelermiş ve çok uğraşmalarına rağmen, yurt dışına çıkarmayı Lozan’da başaramadıklarını ifade etmiştir ve bu çok doğru bir tespittir.

Onun için demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi içi boş kavramlara aldanmayın ve düşeceğiniz bir gaflet ile topraklarınızdan olmayın. Ve gelene gidene de, siz de bizim Girit, Midilli, Limni, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna’daki  mallarımızı ve haklarımızı iade edecekmisiniz diye sorun...

Bu soruyu sormaya başladığınız gün oyun bozulacak, karşınızdakilerin ve onların işbirlikçilerinin maskesi düşecek ve gerçek yüzleri görülecektir.

Aziz Ayvalıklılar; “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” anlayışından başka sığınacak yerimiz yoktur.

Buna sığınmak istemeyen kim varsa, o da bilmelidir ki; Türk Milletinin çok Ali Çetinkayaları ve onların emrine girecek neferleri vardır.

O sebeple dost, düşman herkes aklını başına almalıdır!

</DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV></DIV>

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.