KANDIR(MA) BİZİ EY İKTİDAR – Ruhittin SÖNMEZ
KANDIR(MA) BİZİ EY İKTİDAR - Ruhittin SÖNMEZ
Mayıs 2023’te yapılan seçimlerden önce seçim rüşveti olarak verilenlerin seçimden sonra burnumuzdan getirilecek şekilde geri alınacağını her aklı başında olan vatandaşımız biliyordu.
Buna rağmen “bana güzel bir şey söyle, varsın yalan olsun” şarkısının sözleriyle avuttu kendini. İstediği beyaz yalanı söyleyen, üstüne de Karadeniz gazı, Raman petrolü, TOGG, savunma sanayi soslarını da boca eden, iktidarı ödüllendirip tekrar seçti.
Ancak, 9 ayda iktidar halkımızı derin yoksullaşma silindirinin altında öylesine ezdi ki, Hükümetin güvencesi olan balık hafızamız bile yaşanan şokla değişime uğradı sanki. İktidarın başımıza geleceği değil hoşumuza gideceği söylemesinin faydasının olmadığı görüldü gibi.
Şimdi en fazla ezilen emekliler başta olmak üzere bir kesim acı gerçeğin farkına varmış gibi gözüküyor. Mayıs 2023’te de Erdoğan’a, AKP’ye veya MHP’ye oy vermiş olan tanıdığım bazı emekliler “bu defa asla” diyorlar. “Ben bayramda memleketime gidemiyorum, eve gıda alamıyorum” gibi şikayetler sormadan dile getirilir oldu.
Bu defa oylarını AKP/MHP’ye vermeyeceklerini söyleyen bu küskünlerin gideceği yer tek değil. CHP, İYİ Parti, ZP ve YRP’ye vereceklerini söyleyenler içinde ilçe belediye başkanlığında, büyükşehirde ve meclis üyeliklerinde farklı partilere oy vermeyi düşünenler de var.
31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçim öncesi halkı rahatlatacak bir şeyler veremeyen iktidarın halkı ekonomik açıdan daha da zora sokacak tedbirleri ertelediği ve Nisan’dan itibaren bugünleri de mumla arayacağımızın da herkes farkında.
Kapalıçarşı’da altın bulunamaz hale geldi, döviz kurları hükümetin bütün bastırma çabalarına rağmen yükselişte. Çünkü herkes seçimden sonra TL’nin sert bir değer kaybı yaşayacağı beklentisinde. Cebinde üç kuruşu olan bile parasını TL’de tutmak istemiyor.
Ekonomiden sorumlu bakan Mehmet Şimşek, yabancılara yönelik olarak İngilizce yayınladığı mesajında, “Yerel seçimlerin ardından orta vadeli programı sürdürmek için seçimsiz uzun bir dönem olacak” demedi mi? Bizim sevgili halkımızın bu açıklamanın “seçimlerden sonra çok daha acı bir ilacın içirilecek” anlamına geldiğini bilmesi gerekmez mi?
RAMAZAN AYINDA SİYASET – Ruhittin SÖNMEZ
RAMAZAN AYINDA SİYASET - Ruhittin SÖNMEZ
31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçim çalışmalarının Ramazan ayına denk gelmesinden iktidar partisi
AKP’nin çok memnun olduğu kanaatindeyim. 2018 Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir baskın seçim şeklinde erkene alırken de Ramazan’a denk getirmişlerdi. Çünkü Ramazan ayında yapılacak seçim çalışmalarının kendi lehlerine olacağını hesaplamışlardı.
Diyanet teşkilatı içindeki din görevlileri ile tarikat ve cemaatlerin geniş kitlelerle en etkili iletişim kurabildikleri aydır Ramazan. Bu ayda insanlarımız mübarek ayın feyiz ve bereketinden daha fazla nasiplenmek arzusu içinde olurlar. Bu yüzden Ramazan’da dini nasihatlerin içine
serpiştirilmiş siyasi mesajlara daha açık hale gelirler.
“Din görevlisi” veya “hoca” denilen şahısların çoğunluğunun AKP ile gönül veya menfaat birliği
kurmuş olduğu bilinen bir gerçek.
“Siyasal İslamcılar” bu camia içinde çok aktif çaba içindeler. Ama gerçek İslam’ı anlatma derdinde
olan hocalar yeterince etkin değiller.
İktidar partisi bu dev teşkilatı siyasi amaçla bir propaganda gücü olarak kullanmakta. Ayrıca tarikat
ve cemaat liderleriyle kurduğu iyi ilişkiler sonucu şeyhlerin, hoca efendilerin, gavsların, şıhların, melelerin mürit ve bağlılarına telkinleriyle blok oylar kazandığı biliniyor.
Oysaki ibadethanelerimizin, manevi terbiye vermesini beklenen mekanların siyasi görüş, mezhep ve meşrep farklılığına bakmaksızın manevi birlikteliğin sağladığı yerler olması lazım.
Hocaların kendilerini dinleyenlere daha iyi insan, örnek Müslüman olmak için eğitim ve telkinler vermesi gerekir.
Bu resmî veya yasal statüsü belirsiz organizasyonların, iktidarın birer uzantısı gibi hareket etmesi, din adı kullanılarak devleti ele geçirme, siyasi güç ve nüfuz sağlama çabalarına zemin hazırlamakta.
Zaman içinde manevî değerler dünyevî amaçlara ulaşmak için sadece birer araç olarak kullanılmakta ve bu organizasyonlar birer menfaat birlikteliğine dönüşmektedir. Bu durumda bu gruplara ve içinde görev alan kişilere halkın güveni azalmaktadır.
TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRME PROJESİ – Ruhittin SÖNMEZ
TÜRKİYE’Yİ TÜRKSÜZLEŞTİRME PROJESİ - Ruhittin SÖNMEZ
“Bu ülkede nüfus artmıyor çünkü ekonomik durum ve beklentiler çok feci durumda. Millet çocuk yapacak bir ortam göremiyor.
Ülkeden beyin göçü hızla sürerken ülkeye vasıfsız ve savaşçı nitelikte eğitimsiz bir göç alınıyor.
Maalesef ki bunlar bizden de değiller: Yani ne Uygurlar ne Türkmenler ne de Özbekler.
Türkiye Yüzyılı aslında Türkiye’yi Türksüzleştirme projesi.
Yapısal çöküş yaşayan ülkemiz maalesef cehalet içinde sefalet yaşıyor ama aslında büyük felakete doğru koşar adım ilerliyor. Ve birileri de bunu milliyetçilik ve din adına Ülkeyi kurtarmak olarak sanıyor. Tam da BOP içeriğine uygun şekilde.”
Bu cümleleri İbrahim Kahveci’nin köşe yazısından aldım.
KURUMLAR VAR İŞLEVSİZ, KURALLAR VAR GEÇERSİZ – Ruhittin SÖNMEZ
KURUMLAR VAR İŞLEVSİZ, KURALLAR VAR GEÇERSİZ – Ruhittin SÖNMEZ
Prof. Dr. İskender Öksüz devletin trafik kurallarını uygulayamaması, depremde üç gün boyunca
müdahale edememesi, vergi toplayamaması gibi zafiyetlerinin sebebini sorguluyor:
“Devletin bu zafiyetleri kanun yokluğundan, mevzuat yetersizliğinden mi kaynaklanıyor? Katiyen.
Hatta bizde, başka ülkelere kıyasla yukarıda saydığım ve saymadığım konularda bol mevzuat var” diyor.
Öksüz, Francis Fukuyama’nın, “Devlet İnşası” kitabında, “Devlet işlevlerinin kapsamı” yani devletin hangi konulara müdahil olduğu ve “Devlet kurumlarının gücü” yani devletin bu mevzuatı çalıştırıp çalıştıramadığı yönünden devletleri sınıflandırdığını aktarıyor. Fukuyama’ya göre,
ABD az mevzuata sahip, fakat kanun varsa uygulanan devletlerden.
Rusya’da hem mevzuat yetersiz hem de uygulama zayıf.
Türkiye ve Brezilya ise “çok kanun, zayıf uygulama” olan devletlerden.
Prof. Dr. İskender Öksüz çok basitçe anlatıyor:
“Trafik mevzuatımız mı zayıf? Hayır. Gayet yeterli ve ayrıntılı. Uygulanıyor mu? Siz söyleyin.
Vergi mevzuatımız nasıl? Gayet güzel? Beyan ediliyor ve tahsil edilebiliyor mu? Bu becerilseydi, vergi gelirimizin %76’sı dolaylı vergilerden oluşur muydu?
Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanıp uygulanmaması da ‘devlet kurumlarının gücüne girer.”
SİYASETTE KADININ YERİ – Ruhittin SÖNMEZ
SİYASETTE KADININ YERİ - Ruhittin SÖNMEZ
Kadınların seçme ve seçilme hakkına en erken kavuştuğu ülkelerden biri Türkiye’dir. Üstelik bu kadınlarımızın mücadele ederek, bedel ödeyerek kavuştuğu bir hak değildi.
Oysa bugün en medeni ülkeler dediğimiz Avrupa, ABD gibi memleketlerde kadınların siyasi haklarını büyük bedeller ödeyerek adeta söke söke aldığını biliyoruz.
Türk kadını 3 Nisan 1930’da belediye seçimlerine, 1933’te muhtarlık seçimlerine katılma hakkını kazandı. 5 Aralık 1934 tarihinde de milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etti.
1924 Anayasasına göre “18 yaşını dolduran her Türk erkek” seçme ve seçilme hakkına sahipti.
1934’te yapılan değişiklikle SEÇME HAKKI “Milletvekili seçmek, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk’ün hakkıdır” diye; SEÇİLME HAKKI da “Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilir” şeklinde düzenlendi.
Böylece 1934’e kadar sadece erkeklerin sahip olduğu seçme ve seçilme hakkı kadınlara da tanınmıştır.
Bu haklar Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşünün eseri olarak Türk kadınına adeta bir hediye gibi verildi. Atatürk zamanın Meclisinde çok ciddi karşı çıkanlar olmasına rağmen birer devrim niteliğinde olan bu değişiklikleri yaptı.
Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olması birçok Batı ülkesinden önce gerçekleşti. Bu hak kadınlara İtalya’da 1948, Fransa’da 1944, Japonya’da 1950, İsviçre’de 1971 yılında tanınmıştır. Düşünebiliyor musunuz? Medeni kanununu aldığımız İsviçre‘de kadınlar siyasi haklarına Türk kadınından 37 sene sonra kavuşabildiler.
Bu haklar verildikten bir sene sonra yapılan -1935 seçimlerinde- 395 milletvekilinin 18’i kadın milletvekili idi. (Yüzde 4,6) Bu oran 1943’te yüzde 3,7 oldu. Bu oranlara erişilebilmesi kadınlara uygulanan pozitif ayrımcılıkla mümkün olabildi.
Çok partili sisteme geçilince siyasi rekabet pozitif ayrımcılığın kalkmasına yol açtı. 1950 seçiminde 487 milletvekilinin içinde sadece 3 kadın milletvekili seçilebildi. (Yüzde 0,6) 1957’den 1999’a kadar TBMM’de kadın milletvekili oranı yüzde 2’nin altında kaldı.
1999- 2007 arası bu oran yüzde 9 mertebesine, 2011-2015 arası yüzde 14’ün biraz üstüne çıktı.
Son olarak 7 Haziran 2018 seçiminde 600 milletvekilinin 103’ü kadın (yüzde 17), 14 Mayıs 2023 seçiminde ise 600 milletvekilinin 121’i kadın milletvekili (yüzde 20,2) oldu.
Görülüyor ki Türkiye’de seçilen kadın milletvekili sayıları ve oranları belli bir yükseliş trendinde.
Ancak bu genel ortalamayı yükselten esas faktör YSP (HDP veya son adıyla DEM Parti) Bu partinin
61 milletvekilinden 30’u kadın. Böylece kadın temsil oranı %49 ile diğer partilere göre en yüksek seviyede.
AK Parti’nin bir önceki seçimde %17,9 olan kadın milletvekili oranı %18,7’ye çıktı. CHP’nin, geçen
dönem %12,2 olan kadın milletvekili oranı %17’yi buldu.
İYİ Parti’nin, geçen dönem %6,9 olan kadın milletvekili oranı %13,7’ye yükseldi. MHP’nin ise %10
olan kadın milletvekili oranı daha da düşerek %8 oldu.
DÜŞÜK ZEKÂ İLE YÜKSEK MEDENİYET OLMAZ – Ruhittin SÖNMEZ
DÜŞÜK ZEKÂ İLE YÜKSEK MEDENİYET OLMAZ - Ruhittin SÖNMEZ
Bilim adamları toplam 115 ülke vatandaşları arasında 1 milyon 691 bin 740 kişinin zekâ testine dayanarak bir rapor hazırlamışlar. Bu raporda ortaya çıkan sonuç çok üzücü ve düşündürücü:
Türkiye IQ (zekâ seviyesi) sıralamasında 105 ülke arasında 73’üncü oldu.
Bilindiği gibi bir kişinin normal zekâsı 100 zekâ puanı baz alınıyor. 100’ün üzeri ortalama üstü; 100’ün altı ise ortalamanın altı olarak kabul ediliyor. 70 IQ’nun altı zihinsel engelli olarak tanımlanıyor.
Zekâ seviyesi sanıldığı gibi sabit kalmıyormuş. Bazı kişiler veya toplumlarda zekâ seviyesi artış gösterirken, bazılarında düşüş olabiliyormuş.
Uluslararası IQ Araştırması ve Tespiti’ne göre, Türkiye’nin IQ’su son bir yılda 1,5 puan düştü ve 95,63 oldu. Buna karşılık özellikle Avrupa ülkeleri ve Doğu Asya ülkeleri halklarının IQ’larında artış görüldü.
2023 yıl sonu itibarıyla, en zeki ülke vatandaşları 107.54 ortalama ile Güney Koreliler oldu.
Güney Kore’yi 106.99 ile Çinliler, 106.84 ile İranlılar, 106.18’le Japonlar izliyor.
İlk 10’da yer alan diğer ülkelerde zekâ seviyesi (IQ oranı) Singapur’da 106.18; Avusturya, Kanada, Almanya, Slovenya, Moğolistan 102 puan mertebesinde.
İlk 10’da yer alan ülkelerde -Japonya hariç- zekâ ortalamalarında artışlar görüldü. Zekâsı en
çok artanlar Fransızlar, İtalyanlar ve İspanyollar oldu.
Türkiye’nin büyük kısmı ise orta zekalı veya alt sınıra yakın görünüyor. Türkiye adına 42.801 kişi test edildi ve zekâ oranı bir yıl önceye göre 1,5 puan azaldı.
Bangladeş, Romanya, Filipinler, Azerbaycan, Moldavya, Peru gibi ülkeler zekâ ortalaması sıralamasında bizim üzerimizde. Listenin en altında IQ ortalaması 90’ın da altında olan Nikaragua, Guetamala, Kongo, Angola, Gabon gibi ülkeler bulunuyor.
YAPAY ZEKÂ ÇAĞINDA TÜRKİYE – Ruhittin SÖNMEZ
YAPAY ZEKÂ ÇAĞINDA TÜRKİYE - Ruhittin SÖNMEZ
OpenAI isimli yapay zekâ şirketi “Sora” markalı video üretim teknolojisinin tanıtımını yaptı. Bu teknolojiyi anlatan birkaç video izledim. Dünyanın bambaşka bir yere gittiğini, öngörülmesi çok güç hatta imkânsız bir geleceğin çok yakınımızda olduğunu gördüm. Açıkçası bu teknolojik gelişmeden dolayı sevinmemiz mi yoksa korkmamız mı gerektiğini bilemedim.
Bu yapay zekâ modeline verdiğiniz metin komutlarıyla, gerçekçi ve yaratıcı sahneler oluşturabiliyorsunuz. Ortaya çıkan videolar son derece gerçekçi, gördüğünüz olağandışı görüntülere bile inanabilirsiniz.
Üstelik sizin bir komutla yaptırdığınız bu videolar için ne oyuncu ne diğer nesneler ne senarist ve ne de yapımcı gerekiyor.
Aslında eskiden “görmeden inanmam” dediğiniz her şey için artık “görsem de inanmam” dedirtecek müthiş bir teknoloji bu.
İsterseniz İstanbul’da evinizde iken, Güney Amerika’da dansçılarla beraber dans ederken veya kutuplarda penguenler arasında çekilmiş videonuzu yaptırıp, sosyal medyada hava atabilirsiniz.
İsterseniz rakip siyasi parti liderini terör örgütü lideri ile Kandil’de şakalaşırken ve bir anlaşmaya imza atarken gösteren, son derece gerçekçi seslendirilmiş videolar üretebilirsiniz. Montaja gerek yok yani… Gerçek bir film gibi dev ekranlarda gösterip, seçim meydanlarını sallayabilirsiniz.
Hatta sadece bugünkü hali üzerinden değil filmin öznesi olan kişi veya kişilerin yıllar öncesi veya yıllar sonrası muhtemel görüntüleriyle de videolar oluşturulabiliyor. İsterseniz Emin Çölaşan’ı Fethullah Gülen’le kucaklaşırken gösteren videolar bile üretebilirsiniz.
Nil nehri kenarında kutup ayısıyla oynarken veya bulutlar üzerinde kitap okurken çekilmiş videolara da şaşırmayacaksınız.
Zaten diğer yapay zekâ uygulamaları ile şimdiden ölmüş sanatçıların kendi sesinden daha önce söylemedikleri; sözlerini, vokalini ve müziğini yapay zekanın yaptığı şarkıları dinleyebiliyoruz.
Bu tür teknolojilerin nereye evirileceğini öngörmek kolay değil. Bu kullanıcıların niyetleri ve bu konuda yapılması muhtemel kısıtlayıcı düzenlemelerin etkinliğine bağlı olacak…
KANUNA DA AHLAKA DA UYGUN OLMALI – Ruhittin SÖNMEZ
KANUNA DA AHLAKA DA UYGUN OLMALI - Ruhittin SÖNMEZ
Geçen hafta, deprem bölgesinde yapılabilen konutlar bir kısım hak sahiplerine dağıtıldı.
Bunlardan iki tanesi tartışma yarattı. Evlerden biri AKP Urfa Milletvekili Cevahir Asuman
Yazmacı, bir diğeri ise yine AKP’den üç dönem milletvekilliği yapmış olan Şamil Tayyar’a
verildiği basına yansıdı.
Depremzedelerin tamamına yakını çadır veya konteynırlarda ve çok zor şartlarda yaşarken bu
evlerin milletvekili veya emeklisi maaşı alan iki tanınmış siyasetçiye verilmesi vicdanlarda kabul görmedi. Her iki milletvekili de ağır eleştirilere uğradı.
Evlerin depremzedeler arasında kura çekilerek verildiği söylense de tepkiler dinmedi. Hiç geliri olmayan, emekli maaşı ile geçinen veya asgari ücrete mahkum depremzedeler dururken en az 110 bin TL maaş (emeklilikle birlikte alanlar 230 bin TL maaş) alanların hak sahibi olarak müracaat etmiş olması bile vicdansızlık olarak görüldü.
Bunun üzerine Şamil Tayyar “Ev benim üzerime kayıtlıydı ve ağır hasar raporu vermişlerdi. Bir süre sonra da yıkıldı. Hak sahibi olarak deprem konutuna başvurduk. Kurada çıkan evi de
kardeşim aldı” dedi. Daha sonra da “hak sahipliğinden feragat ettiği” açıkladı.
AK Parti Milletvekili, iş insanı Cevahir Asuman Yazmacı ise sadece milletvekili maaşı ile geçinen biri değildi. İş insanı olan bu milletvekilinin otelleri ve restoranlarının olduğu biliniyordu.
Olay hakkında ilk açıklamasında “Her vatandaş gibi benim de hakkım, ikinci açıklamasında”
Daireyi bir depremzedenin kullanımına sunacağım” diyen Yazmacı, yaptığı üçüncü açıklamayla “konut hakkından feragat ettiğini” duyurdu.
Bu iki milletvekilini “hakkından feragat etmeye” zorlayan şey kendi vicdanlarının baskısı
değil, kamuoyunun tepkisi ile seçim öncesi oy kaybetme endişesi yaşayan partisinin de
talimatı olabilir.
Açıkça yasaların hatta anayasanın bile çiğnenmesine tepki göstermeyen halkımızın bu tepkisi
şaşırtıcı olsa da ümit verici idi.
Yasalara uygun olarak yapılmış bir eylemin dahi ahlaki olamayacağını gören bu toplumsal
vicdana saygı duydum.
DİLBER’İ VE AYM’Yİ KAPATMAK LÂZIM – Ruhittin SÖNMEZ
DİLBER’İ VE AYM’Yİ KAPATMAK LÂZIM - Ruhittin SÖNMEZ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yine “kendisinden beklenen” sözlerle gündemin ön
sıralarında yer almayı başarıyor.
Bahçeli “Anayasa Mahkemesi artık milli güvenlik sorunudur. Mahkeme başkanı ve mahut
üyeler devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, toplumsal huzur ve güvenliğin muarızı haline gelmişlerdir. Böyle gidemez, böyle bir mahkeme yapısı Türkiye’de yüksek yargı
organları içinde yer alamaz, almamalıdır”; dedi.
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin yetkilerini daraltma hazırlığında olan AKP’ye (iktidara) uygun zemin hazırlama amaçlı bu tür beyanlar boşuna söylenmiyor.
“Erdoğan Anayasa uymuyorsa biz Anayasayı O’na uyduralım” diyerek Türkiye’yi tek adam
yönetimine iten birinden bu aşamada beklenen buydu.
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un açıkladığı bir yasa
değişikliği çalışması var. Bu çalışmada “AYM’nin bir yargılamanın sonucunu doğrudan
değiştiren karar vermesi uygulaması ortadan kaldırılmalıdır” deniyor.
Taha Akyol bu hazırlık için son derece isabetli bir değerlendirme yaparak, “AYM’nin bireysel
başvurular üzerine verdiği bir ihlal kararı, evet, herkesi bağlamaz… Ama o ihlali yapmış olan
“tüm erkler bakımından bağlayıcılık” vasfına sahiptir. O yanlış kararı veren mahkemeyi
bağlar, onaylayan Yargıtay’ı bağlar, uygulayan Meclis’i bağlar…
Bunu kısıtlayacak bir kanun, iktidar partisi isterse yasalaşır ama Türkiye’nin hukuk devleti puanını çok daha aşağılara düşürür” diyor.
Yani bu kadar cüretkarlık karşısında “buna gücünüz yetebilir ama yönettiğiniz devletin ve
sizin itibarınız kalmaz” diye uyarıyor.
YEREL VESAYET İTİRAFI – Ruhittin SÖNMEZ
YEREL VESAYET İTİRAFI - Ruhittin SÖNMEZ
Turgut Özal sonrası yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve merkezî yönetimle yerel
yönetimler arasında demokratik bir ilişkinin tesis edilmesi için önemli değişiklikler yapıldı.
Yönetim geleneğini Osmanlı Devleti’nden alan Türkiye’de geleneksel olarak güçlü ve örgütlü bir merkezi yönetim vardı. Yerel yönetimlerin ise idari sisteme entegre olmaya çalıştığı görülmekte idi. Özal bu yapının değişmesini savunuyordu.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, devletin idaresini elinde bulunduranların, yerel yönetimleri de kontrol altına alınması gereken bir parça olarak görmemesi gerekiyordu.
Bir başka ifadeyle, üniter yapının bir gereği olan ve “idarenin bütünlüğü ilkesi” doğrultusunda
benimsenen idarî vesayetin uygulamada “siyasî ve malî” vesayete dönüştürülmemesi
gerektiği söyleniyordu.
1980’lerden öncesi ile alakalı eleştirilen bir başka husus da belediyelerin merkezin taşra
örgütleriymişçesine yönetilmiş olmasıydı. Belediyelerin idari vesayet altındaki bu haline
ilaveten, zaman zaman bazı belediyelerin yönetimini mülkî idare amirleri üstlenebiliyordu.
CADI AVLARINDAN CADILAR BAYRAMINA – Ruhittin SÖNMEZ
CADI AVLARINDAN CADILAR BAYRAMINA - Ruhittin SÖNMEZ
Avrupa’da, Katolik Engizisyon yargılamalarında, dokuz milyon insanın büyücülükle suçlanarak asıldığı veya diri diri yakıldığı biliniyor.
Cadılık ve büyücülük inancı, her toplumda görülse de, 12. Yüzyıldan sonra özellikle 16. ve 17. Yüzyılda bu inançlar Avrupa’da çok yaygın ve tehlikeli bir boyuta taşınmıştı.
Sadece cahil bir halk kesimi değil, herkes cadılığın gerçek olduğuna inanıyordu. Protestan ve Katolik din adamlarının yanında, devlet adamlarından aristokratlara, köylülerden şehirdeki esnaflara kadar hemen herkes.
Avrupa’da cadı avlarının en büyük kaynağı olan eser Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger adlı iki Katolik engizitörü tarafından yazılan “Cadıların Çekici” adlı kitaptı.
Bu eser cadılıkla kadınlar arasında güçlü bir bağ kuruyor, cadıların nasıl tespit edilmesi gerektiğini ve nasıl sorgulanacağını anlatıyordu. Cadılara itiraf etmeleri için işkence edilebileceğini, cadıların ölümle cezalandırılması gerektiğini savunuyordu.
Bu eser yayınlanmasından çok sonra da matbaanın yaygınlaşmasıyla tüm Avrupa’da cadı avcılığının kaynağı olmuştur.
Matbaanın icat edilmesinin böyle olumsuz sonuçlarının da olması talihin ve tarihin garip bir cilvesi olsa gerektir.
RASYONEL VE İNSANCIL YÖNETİM – Ruhittin SÖNMEZ
RASYONEL VE İNSANCIL YÖNETİM - Ruhittin SÖNMEZ
Mayıs 2023’te tekrar Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan ekonomi ve içişleri bakanlarını değiştirdi.
Ekonominin başına getirilen, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek göreve geldikten sonra
yaptığı ilk açıklamalarda, “Türkiye’nin rasyonel (akılcı) bir zemine dönme dışında bir seçeneği
kalmamıştır. Kurala dayalı bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda önemli
olacaktır. Şeffaflık, öngörülebilirlik, uluslararası normlara uygunluk temel hedefimiz olacaktır”
dedi.
Bu açıklama aslında kendinden önce ekonominin rasyonel yani akılcı bir şekilde yönetilmediği
ve kurallara uyulmadığının itirafı idi.
Hele hele “şeffaflık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk” kriterlerinin hedef alınacak olması bu kriterlerin de hiç uygulanmadığının bir ifadesi olarak değerlendirildi.
Şimşek bakan olduğunda, TÜİK rakamlarına olan güvensizlik tavan yapmıştı. Elbette ki yeni
bakan yanlış rakamlarla doğru karar verilmesinin mümkün olmadığını iyi biliyordu. Bahsettiği
kriterlere uyulması ve gerçek verilerin şeffaf şekilde açıklanması taahhüdünü içeren sözleri hem vatandaşlar ve hem de finans çevrelerinin güveni için önemliydi.
BATI’NIN YUNANİSTAN SEVDASI – Ruhittin SÖNMEZ
BATI’NIN YUNANİSTAN SEVDASI - Ruhittin SÖNMEZ
ABD bölgemizde geleceği şekillendirecek çok önemli projeleri adım adım uygulamakta.
Bir plan içinde, Türkiye’yi bölgede etkisizleştirilmek ve Yunanistan’ı NATO’nun en değerli
ülkesi ve etkili bir bölgesel güç haline getirmek istiyor.
Bu planın en önemli unsuru Avrupa’yı besleyen Rusya doğalgazı yerine İsrail, Katar ve ABD
gazının ikame edilmesi.
Doğu Akdeniz’den çıkarılacak gazın Avrupa’ya nakli için Dedeağaç limanının 18 km açığında
devasa yüzer depolar kuruyor. Yıllık 6 Milyar metreküp kapasiteli bu depolara Katar’dan ve
ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz da getirilecek. Sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) bu tesiste
yeniden gaz haline getirilip Avrupa pazarına gönderilecek.
Dedeağaç’taki ABD’nin yeni büyük askeri üssü bu sistemleri korumak için yapıldı. Ayrıca
ABD Girit adasındaki askeri üssünü büyütmeye başladı ve Larissa havalimanında
modernizasyon yaptı.
Bütün bu gelişmeleri iyi okumak ve geleceğe hazırlanmak gerekiyor.
Bunun için tarihten ders çıkarmak, aynı emperyalist sistemin İngiltere liderliğinde 105 sene
önce uygulamak istediği planı bilmek gerekir.
YOLSUZLUKLARIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ALGILAYAMIYORUZ – Ruhittin SÖNMEZ
YOLSUZLUKLARIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ALGILAYAMIYORUZ - Ruhittin SÖNMEZ
Son zamanlarda yolsuzluklar ve çetelerin üzerine gidildiği, yapılan operasyonlarla çok sayıda
suç çetesinin çökertildiği haberlerini okuyoruz. Fakat bu çökertilen çetelerin yasadışı yollardan
kazandığı paranın toplamı hakkında bir bilgimiz yok.
Usta Gazeteci Orhan Uğuroğlu 20 Ocak 2024’te yazdığı köşe yazısında “İzmir’in Çeşme
ilçesinde, yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama suçlarına yönelik düzenlenen
operasyonda “4’ü gümrük memuru 6 kişi tutuklandı” haberini değerlendirmiş.
Şüphelilerin adreslerinde yapılan aramalarda dolar, Euro ve Danimarka Kronu olarak bulunan
nakit döviz tutarının TL karşılığı 35 milyar 121 milyon 700 bin lira imiş. Bir de değeri gizlenen
çok sayıda ziynet eşyası ele geçirilmiş.
Halkımızın çoğu, kafasında TL’den 6 sıfır atılmadan önceki milyar TL gibi bir değer tasavvuru
olduğundan, haber konusu rakamın dehşetini algılayamıyor.
“BAY ÖZGÜR” DEĞİL, “ÖZGÜR EFENDİ”- Ruhittin SÖNMEZ
“BAY ÖZGÜR” DEĞİL, “ÖZGÜR EFENDİ”- Ruhittin SÖNMEZ
R. Tayyip Erdoğan’ın konuşma ve davranışlarında, Cumhurbaşkanı sıfatı yerine, AKP Genel
Başkanı özelliği ağır basıyor.
Cumhurbaşkanı olarak (siyasi rakipleri de dahil) bütün Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının onurunu / şerefini / haysiyetini / gururunu koruması gerekir. Bu hem insani
ve hem de görevinin gereği olan bir yükümlülük.
Ama Erdoğan siyasi rakiplerini küçümsemekten çekinmeyen bir liderdir.
Siyasi liderliğini dindarlık üzerine inşa etmiş biri için dikkat çekici bir durum bu. Çünkü Hazreti
Peygamber için müşriklerin bile “güvenilir Muhammed” (Muhammed ül emîn) dedikleri bilinir.
Yani rakipleriniz ve düşmanlarınız üzerinde bile saygı uyandıran bir devlet adamı olmak
çok önemlidir. Bunun yolu da rakiplerinizin ve düşmanlarınızın da kişiliklerine, inançlarına,
kutsallarına saygılı olmaktan geçer.
Mustafa Kemal Atatürk’ün galip geldiği savaşlardan sonra bile düşman tarafın komutanlarına,
bayrağına, askerine saygılı tavrına dair örnekleri hatırlayınız. Bu yüzden yaşarken de
sonsuzluğa uğurlandıktan sonra da düşmanlarımızdan ve çok uzakta olan dostlarımızdan da
saygı gördü.
KAMBUR KAMBURU GÖRDÜĞÜNDE RAHATLAR – Ruhittin SÖNMEZ
KAMBUR KAMBURU GÖRDÜĞÜNDE RAHATLAR - Ruhittin SÖNMEZ
Hukuk Fakültesinde iken bir hocamızın söylediği sözü hiç unutmadım: “Dünya tarihinde yokluk ve yoksulluktan dolayı isyanlar olmamıştır, isyanları başlatan adaletsizliktir.”
Bu söz “her adaletsizlik olan yerde isyan olacaktır” anlamına gelmiyordu.
Dr. Zülfikar Özkan ise “Beynin Mutluluğa Ayarlanması” isimli kitabında şu tespitleri naklediyor:
“İnsanı mutsuz eden, fazla şeye sahip olmaması değil, başkalarından azına sahip olmasıdır. Bir kambur, başka bir kamburu gördüğü zaman rahatlar.”
“İnsan istemeyi aklından geçirmediği malların yokluğunu kesinlikle hissetmez. Bununla birlikte yüz kat fazlasına sahip bir başkası, istediği şey onda olmadığı için kendini mutsuz hisseder.”
“Zenginlerin büyük serveti yoksulları huzursuz etmez. Buna karşılık zenginler bir niyetini gerçekleştiremediğinde sahip olduklarıyla avunmazlar. Zenginlik deniz suyuna benzer. Ne kadar içilirse o kadar susatır. Aynı şey şöhret için de geçerlidir. İsteklerimiz gerçekleştikten sonra onlara alışırız. Sahip olduklarımıza zamanla kayıtsız kalırız.”
“İnsan başkalarıyla iletişim kurarak rahatlamak istiyor. Bir insan kendisi gibi benzer acıyı çeken kişilerle bağlantısı olduğunda daha fazla acıya dayanabiliyor. Diğerlerinden soyutlandığı zaman acısına daha zor dayanabiliyor.”
Gerçekten 1999 Kocaeli depreminde diğer şehirlerden gelen hekimler depremzedelere terapi yapmaya çalışıyorlardı. Bir uzman doktor “çok ilginç, bizim insanımız bu toplu terapiyi her gün kendileri yapıyor. Bize ihtiyaçları yok. Çünkü hep deprem hakkında görüşerek terapiden beklediğimiz yararı sağlıyorlar” demişti.
NAZIM HİKMET ŞİİRİ OKUYAN BAŞBUĞ TÜRKEŞ’TEN DAHA MI MİLLİYETÇİSİNİZ? – Ruhittin SÖNMEZ
NAZIM HİKMET ŞİİRİ OKUYAN BAŞBUĞ TÜRKEŞ’TEN DAHA MI MİLLİYETÇİSİNİZ? - Ruhittin SÖNMEZ
Gençlik dönemimde, Nazım Hikmet Ran sağ (milliyetçi- muhafazakâr) kesimin içinde “vatan haini” olarak değerlendirilen biriydi.
Fakat yıllar sonra, Azerbaycan’da irtibatta olduğumuz ve Türk milliyetçisi olduğundan kuşku duymadığım dostlarımızın müthiş Nazım Hikmet hayranı olduğunu gördüm.
Azerbaycan’da şiir sanatı bizden çok daha iyi bilinir, yaşanır ve hemen herkesin ezberinde onlarca şiir vardır. Hatta sadece Azerbaycanlı sanatçıları değil, Türkiye’de yetişen divan ve halk edebiyatının şair ve yazarlarını da bizden çok daha iyi tanırlar.
Ama Azerbaycanlı dostlarımın Nazım’a olan hayranlıkları sadece şiir sanatına ve sanatçının yazdığı şiirlerine değildi. Onlar, Sovyetler Birliği’nin Türk Milliyetçilerine karşı en ağır zulümleri yaptığı bir dönemde, Nazım’ın kendisini hep TÜRK olarak tanıtmasını çok taktir ediyorlardı.
ORTA ÇAĞ AVRUPASI GİBİ – Ruhittin SÖNMEZ
ORTA ÇAĞ AVRUPASI GİBİ – Ruhittin SÖNMEZ
Tarihi olayları o dönemin şartları içinde yorumlamak gerekir. Ancak “tarih tekerrür ediyorsa” o dönemlerde yaşanan bazı olayların sebep ve sonuçlarından ders çıkarmak mümkün olmalıdır.
Çünkü insanoğlunun zekâsı, davranışları öyle düşündüğümüz gibi çok da değişmemiştir.
Daron Acemoğlu ve Simon Johnson’un yazdığı “İktidar ve Teknoloji” kitabında ortaçağ
Avrupa’sındaki teknolojik gelişmelerin ve verimliliği artıran uygulamaların toplumun
genelinde bir refah artışına yol açmadığı anlatılıyor.
Günümüzdeki teknolojik gelişmelerle kıyaslanması mümkün olmasa da mesela su ve yel
değirmenlerinin devreye girmesiyle işçi başına verimlilik elle çalışan değirmenlerin 20 katına
kadar çıktı.
1000-1300 yılları arasında tarım teknolojilerinde yaşanan diğer gelişmelerle birlikte özellikle
İngiltere’de tekstil sektörü gelişti. Bu sektör ileride yaşanacak sanayi devriminde kilit rol
oynadı.
Fakat verimlilikteki bu artış, işçilerin maaşları ve yaşam şartlarını iyileştirmediği gibi
çoğunluğun yoksulluğunu daha da arttırdı.
Çünkü çiftçiler daha fazla çalışmalarına rağmen, dolaylı ve dolaysız vergilerle mahsulün çok
büyük bir kısmını efendilerine vermek zorunda idi. Çok çalışan ve yeterli beslenemeyen
köylülerin ortalama yaşama süresi 25 yıla kadar düşmüştü.
Çünkü Ortaçağ Avrupa’sında bir işgücü piyasası yoktu. Değirmenler arasında bir rekabette söz konusu değildi. Çalışan köylülerin lordlara ve din adamlarına karşı itiraz etmeleri mümkün değildi.
Baskı ve zorla çalıştırılıyorlardı.
1300’lerin ilk yarısında yoksulluk, beslenmeme ve temizlik sorunları yüzünden salgın hastalıklar patlak verdi. Mesela İngiltere’de ortaya çıkan kara veba sonrası İngiliz nüfusun üçte biri ile yarısı kadar bir kısmı öldü.
“Peki, değirmenlerin, nalların, dokuma tezgahlarının, el arabalarının ve maden işletmeciliğindeki ilerlemenin getirdiği ekstra üretim nereye gitti?”
Bir kısmı şehirlerde artan nüfusu beslemek için kullanıldı. Ama üretim fazlasının çoğu büyüyen dini hiyerarşik yapıya gidiyordu. Onlar da katedraller, manastırlar, kiliseler inşa ettiriyordu.
Tahminlere göre 1300’lere gelindiğinde başrahipler, piskoposlar ve diğer yüksek ruhban
sınıfı, tüm tarım arazilerinin üçte birini elinde tutuyordu.
Sevgili okuyucularım bu tarihlerin Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılları olduğunu düşünmenizi
istiyorum.
ADALET CAN ÇEKİŞİYOR – Ruhittin SÖNMEZ
ADALET CAN ÇEKİŞİYOR - Ruhittin SÖNMEZ
Hatay Milletvekili Can Atalay’ın başvurusu ile Anayasa Mahkemesi (AYM) 2. defa hak ihlali kararı verdi. Yine 2. defa bu ihlali kaldırması için kararın gönderildiği görevli İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi topu Yargıtay 3. Ceza Dairesine attı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi yine “ihlal kararının hukuki bir değeri ile geçerliliği yoktur. Bu nedenle bu karar yok hükmündedir, ihlal kararına uymayacağız” anlamına gelen yeni bir karar verdi.
Artık tuzun koktuğu bir aşamaya gelindiği görülüyor. “Tüm anayasal hakları ve anayasal düzeni yerle bir eden” bir karardır bu.
AYM ile Yargıtay arasında bir astlık üstlük ilişkisi yoktur. Her biri kendi görev alanına giren alanlarda karar verir. AYM bir temyiz mahkemesi gibi inceleme yapmaz ve Yargıtay kararını iptal edemez.
Ancak İnsan Hakları ihlallerinde bireysel başvuru hakkı kapsamında yapılan başvurularda AYM tek yetkilidir. Verdiği karar herkesi bu arada diğer yargı organlarını da bağlar.
AYM kararları da tartışılabilir, hatalı veya yanlış bulunabilir ancak tanımıyorum veya uygulamıyorum denilemez.
Tıpkı Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) seçimlere dair kararları gibi, AYM’nin kararları da yanlış dahi olsa uygulanmak zorundadır.
Mesela YSK’nın “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan birleşik oy pusulaları geçerli değildir” yasa kuralına rağmen, mühürsüz oyları geçerli sayan hukuksuz kararı uygulandı.
Yine 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Seçiminin yenilenmesi kararı asla hukuki değildi, tamamen siyasi bir karardı. YSK’nın bu kararı Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Fakat bu YSK kararı da uygulanmıştır.
AŞIRI ÖZGÜVEN VE KİBRİN SONU – Ruhittin SÖNMEZ
AŞIRI ÖZGÜVEN VE KİBRİN SONU - Ruhittin SÖNMEZ
Daron Acemoğlu ve Simon Johnson’un yazdığı “İktidar ve Teknoloji” kitabında Süveyş Kanalı’nın hikayesi de anlatılıyor. Sonra bu olayı anlatan birkaç bilimsel makale daha okudum. Gördüm ki; bu olaydan ve o çok zor projeyi hayata geçiren Fransız Ferdinand Lesseps'in Panama Kanalı’ndaki başarısızlığından da çok önemli dersler çıkarılabiliriz.
“Kızıldeniz ile Akdeniz arasında kanal açarak Hint Okyanusu’na açılmak” fikri ta firavunlar döneminden beri vardı. Osmanlı döneminde ise Süveyş Kanalı’nın açılması fikri Sultan 2. Selim'le başlar ve Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa döneminde de tartışılır.
Fransız diplomat Ferdinand Lesseps Mısır’da görev yaparken Mısır’ı yönetenlerle tanışır ve 1854 yılında projeyi kabul ettirmeyi başarır. Hidiv Said Paşa Lesseps’in kurduğu şirkete projeyi yapması ve Mısır’a yıllık yüzde 15’lik gelir payı vermesi karşılığında, 99 yıllığına işletme imtiyazı verir.
Lesseps ikna gücü çok yüksek bir diplomat olsa da mesele birçok devleti ilgilendirmekte idi. Ayrıca finans temini ve teknolojik zorlukları vardı. Projeye zamanın süper gücü İngiltere karşıydı. Osmanlı Devleti kendi valisinin verdiği bu imtiyaza rağmen çekimser kaldı.
“Bu aşamada Osmanlı Devleti, Rusya ile 1853-1856 Kırım Harbine devam etmekte olup, İngiltere ve Fransa ile müttefik konumdadır. Bu nedenle kanal projesinde ciddi ve kesin bir adım atmamıştır. Osmanlı Devleti çekimser kalarak, müttefiklerinden herhangi birini küstürmek istememiştir.”
Osmanlı Devleti projeye onay vermemesine rağmen 1861’de kanal kazılmaya başlandı. “Kanalın uluslararası geçişlere açık olacağı ve hiçbir ülkeye imtiyaz tanınmayacağı” ilan edildi.