ÖNCEDEN SORULABİLSE 128 MİLYAR DOLAR KAYBOLMAZDI – Ruhittin SÖNMEZ
ÖNCEDEN SORULABİLSE 128 MİLYAR DOLAR KAYBOLMAZDI - Ruhittin SÖNMEZ
CHP’nin Merkez Bankası rezervinin eritilmesine dair sorusu bir kampanyaya dönüştü. CHP İl Başkanlıklarının astığı “128 Milyar Dolar Nerede?” afişleri savcılıklarca toplatılıyor. “Afişlerin fonunda Saray’ın silueti var” diye afişleri asanlar hakkında “Cumhurbaşkanına Hakaret” suçlaması ile soruşturmalar açılıyor.
İktidarın talimatı ile mi yoksa “işgüzar” savcıların kendi yetkilerini kötüye kullanmasından mı kaynaklandı bilemiyoruz. Ama afiş toplatma ve afiş asanlara soruşturma açma olayları ters tepti. “128 Milyar dolar Nerede?” sorusunun dalga dalga büyüyerek toplumun her kesiminde tartışılmasına yol açtı.
İktidar açısından çok da istenen bir sonuç değil bu.
RİSK ALMAK BAŞKA RİSK YARATMAK BAŞKA… / Ruhittin SÖNMEZ
RİSK ALMAK BAŞKA RİSK YARATMAK BAŞKA… / Ruhittin SÖNMEZ
AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan risk almayı seven, aldığı risklerle çoğu zaman “krizleri fırsata dönüştürmeyi” başaran bir siyasetçi.
Bu özelliği sayesinde parlamenter sistem içinde önce Cumhurbaşkanının milletvekillerinin oylarıyla değil, milletin oylarıyla seçimle gelmesini sağladı. Daha sonra da “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” denilen ve kendi gücünün sınırlarını acayip genişleten dönüşümü gerçekleştirdi.
AKP'nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde Meclis'teki tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetmesinin ardından koalisyona girmedi. CHP’yi “istikşafi görüşmelerle” oyaladıktan sonra erken seçime gitti. Teröre karşı verilen “hendek” çatışmalarının yarattığı milli duygu ve “siyasi istikrarsızlık endişesini” kullanarak 1 Kasım 2015’de yapılan seçimde, bir önceki seçimde kaybetmiş olduğu oyları geri aldı.
İstanbul Büyükşehir Belediye seçimini AKP kaybettikten sonra seçimin tekrar ettirilmesini sağlayarak yine risk aldı. Ama bu defa hesap tutmadı. Çok daha büyük farkla AKP adayı kaybetti.
Bunlar siyasette olağandır. Alınan risk bazen kazandırır, bazen kaybettirir.
R. Tayyip Erdoğan’ın bir siyasetçi olarak risk almaktan çekinmemesi kendisini ilgilendirir.
Fakat bir devlet başkanının şahsen aldığı riskler, millet veya ülke için risk yaratıyorsa bu hepimizi ilgilendirir.
MELEKLERİN CİNSİYETİNİ TARTIŞMAYI BIRAKIN – Ruhittin SÖNMEZ
MELEKLERİN CİNSİYETİNİ TARTIŞMAYI BIRAKIN – Ruhittin SÖNMEZ
Kuşatma altındaki Bizans’tan farkımız yok. Düşmek üzere olan devletin aydınları, din adamları ve yöneticilerinin tartıştığı konu meleklerin cinsiyeti yani erkek mi, dişi mi olduğu imiş.
Her yönüyle, ekonomik buhran, dış politika, terör, salgın, eğitim vd sorunlarla kuşatılmış, “beka problemi” olan ülkemizin gündemine bakınız.
104 EMEKLİ amiral bildiri yayınlayarak “darbe imasında” bulunmuş da “bunları lanetlemeyenler hain sayılsın mı, sayılmasın mı” diye tartışıyoruz.
Akıl, mantık bir tarafa bırakılmış koca koca insanlar, saraydan atılan işaret fişeği ile aynı şablon cümlelerle, sözde yorumlar yapıyor.
Daha düne kadar “Mavi Vatan” savunmasının mimarı gördüğümüz hatta bu kavramın isim babası olmuş komutanlar “hain”, FETÖ ile mücadelenin sembol isimleri “FETÖ’cü” oluvermiş.
“Askerin emekli olanı da olmayanı da darbeci olabilir” diyene, “ne ile hangi silahla, hangi silahlı birlikle? diye sormak bile mümkün değil.
“Türkiye darbelerden çok çekti, amiral emekli de olsa Millete seslenen bildiri ‘darbe iması’ barındırır” deniyor.
“İyi de Türkiye tarihinde, hatta dünya tarihinde, denizcilerin yaptığı (bırakın emekli olanı muvazzaf denizci komutanların yaptığı) bir tane darbe var mı?” diye düşünmek abes, bu düşünceyi dile getirmek suç sayılıyor.
104 EMEKLİ AMİRALİN BİLDİRİSİ VE MAĞDURİYET DEVŞİRME – Ruhittin SÖNMEZ
104 EMEKLİ AMİRALİN BİLDİRİSİ VE MAĞDURİYET DEVŞİRME – Ruhittin SÖNMEZ
Bu fırsatı kaçırmayacaklarını zaten biliyorduk. Her şeyi denediler yine de oylar düşmeye devam ediyor. Tencerelerde et değil, dert kaynıyor ve devleti yönetenler vatandaşın halini anlamaktan çok uzak. Böyle olunca müjdeler, paketler fayda etmiyor. Kör nefislerine mâni olup, vatandaşa koydukları yasaklara kendileri uymadığı için insanlar öfke içinde.
Anket firmaları onbeş gün içinde bile iktidara destek oranlarında ciddi kayıplar olduğunu ölçüyor.
104 Emekli Amiral Montrö Sözleşmesine dair görüşlerini açıkladılar ya! “Oh!” dediler… Can simidi bulmuş gibi oldular.
“Darbe imasında bulundular, eski Türkiye özleminde olanlar, askeri vesayet isteyenler” gibi sözlerle “haddinizi bilin!”, “göze alabilene hodri meydan!” gibi ifadelerle sözde meydan okudular.
Bu yazı kapsamında bildirinin ve tepkilerin siyaseten kime yarayacağı, zamanlaması, arka planında hangi güçlerin olduğu gibi hususlar değil, olayın hukuki çerçeveden değerlendirmesi yapılacaktır.
Bu amiraller muvazzaf olsa gösterilen tepkiyi haklı bulur ve tepkileri biz de gönülden desteklerdik. Çünkü muvazzaf subayların görüşlerini rapor sunarak bildirme imkanları ve hatta görevleri vardır.
Ama emekli amirallerin ellerinde silah yok yani emir ve komutası altında darbe yapabilecek askeri güçleri yok. Bizim gibi sade vatandaşlar. İsteseler bile darbe yapamazlar.
“TÜRKSÜZ TÜRKİYE PROJESİ” DEVAM EDİYOR – Ruhittin SÖNMEZ
“TÜRKSÜZ TÜRKİYE PROJESİ” DEVAM EDİYOR - Ruhittin SÖNMEZ
Türkiye’de kendisini “Türk hissetmeyen” ve hatta Türk’e karşı “kindar” bir kesimin olduğunu biliyoruz.
Bunlar bazen “Ak Parti sayesinde hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diye ortaya çıkar. Bazen kamu kurumları isimlerinden T.C. ibaresinin kaldırılması kararını alarak kendini gösterir. Bazen de Anayasa’dan “Türk” kelimesini çıkarmak için teklifleriyle rengini belli eder.
Bunlar “Türk” kelimesinden ve hele “Ne mutlu Türk’üm diyene”,“ varlığım Türk varlığına armağan olsun” gibi veciz sözlerden nefret ederler.
Türk milletinden bahsederken “Kürt, Arap, Çerkez, Laz, Ermeni, Roman” gibi etnisiteyi ön plana çıkaran kavramları kullanırlar. Ortak kimliğimizi ifade eden Türk kavramını da bu etnisitelerle eşit bir etnik kavram olarak sıralarlar.
Her türlü etnisiteden olanlar bu alt kimliğini gururla öne çıkarırlarken “ben Türk’üm” diyene “ırkçılık yapma” diye ayar vermeye çalışırlar.
Bu kesim "Tarihimizle yüzleşmek" adı ile yürütülen kampanyalarla, Türklerin bırakın kimliğiyle gurur duymasını, utançtan başını kaldıramaz hale gelmesi için inanılmaz bir gayret sarf ederler.
Bunlar sayıca fazla değildirler. Ama iktidar partisi AKP içinde çok etkin oldukları için fazlasıyla cesur ve Türk Milletinin sinir uçlarıyla oynamaktan çekinmeyecek kadar pervasızdırlar.
Neden cesur olmasınlar ki, kendilerini “Türk Milliyetçiliğini” temsil eden parti olarak ifade eden MHP bütün bu cüretkâr saldırılara karşı adeta kalkan oluyor.
Bu yüzden her seferinde “artık bu kadarını da yapamazlar” dediğimiz şeyleri yapıyorlar.
GÜVEN VE İSTİKRAR SLOGANLA GELMEZ – Ruhittin SÖNMEZ
GÜVEN VE İSTİKRAR SLOGANLA GELMEZ – Ruhittin SÖNMEZ
Ak Parti’nin son kurultay sloganı “Güven ve İstikrar” idi. Sloganı kullananların benim düşündüklerimden farklı bir kastı olabilir. Ama bana göre, doğru bir teşhisle isabetli bir tedavi yöntemini işaret eden bir slogan bu.
Ülkemizin içinde bulunduğu devasa meselelerin en başında devleti yönetenlere ve devletin kurumlarına olan güvenin kaybolması geliyor.
Devlete olan “güven” devleti yönetenlerin ve kurumların her hal ve şartta halka doğruları söylemesi ile mümkün olur.
Bu da yetmez. Devletin kurumlarının doğru bilgiye dayalı stratejik planları kısa, orta ve uzun vadeli olarak istikrarlı bir şekilde uygulayacağına halkın inanması gerekir.
Türkiye’de bunlar olmadığı için devlete “güven” yok!
Kurumların çalıştığına ve kuralların herkese eşit şekilde uygulandığına güven kalmayınca hukuktan, ekonomiye; sağlıktan, eğitime; ahlaktan, din anlayışına kadar her alanda çöküntü kaçınılmaz oldu.
Bu çöküşün kendilerini iktidardan edeceğini gören iktidar panik içinde, her geçen gün “daha otoriter bir yönetim anlayışını” uygulamaya başladı.
İktidarın “İstikrar” kavramından tek anladığı kendi koltuklarını korumak. Bu yüzden kendi sorumluluklarının üstünü örtmek için çabalamakta. Kurumların başına getirdikleri sadık taraftarlarını bile rahatça harcamaktan çekinmez oldu.
Devlet içinde “istikrar”da kayboldu.
“Güven” ve “istikrar” aranan iki kavram haline geldi.
MİLLETİN CANI DA MALI DA FEDA OLSUN – Ruhittin SÖNMEZ
MİLLETİN CANI DA MALI DA FEDA OLSUN – Ruhittin SÖNMEZ
Mademki Allah sizi bize lütfetti, “bu millet” size oy verdi, yönetme yetkisi verdi; milletin canı da malı da size feda olsun.
Yeter ki siz iktidarda kalın. Sizin dışınızdaki “zillet” dediğiniz kesimi temsil eden “terörist”, “yüzsüz”, “terbiyesiz adamcağızlar” sizi seçimlerde yenip makamınızdan etmesinler. Allah muhafaza böyle bir şey olursa sizin bütün “sırlarınızı” ifşa etmek ve hatta “hesap sormak” cüretini bile gösterebilirler.
Siz ki seçkin ve üstün özelliklerinizle bu millete hizmet etmek gibi bir fedakârlık içindesiniz. Milletin de sizin için canını, malını feda etmesinden daha doğal ne olabilir ki?
Sizler mübarek insanlarsınız. Baroların, derneklerin mensubu olan sıradan ve günahkâr insanların katıldığı kongrelerle, sizin kongrelerinizdeki virüsün davranışı bir olabilir mi? Sizler okuma, üfleme, aşılama, test dahil maddi ve manevi bütün tedbirleri almışsınızdır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLME KARARI – Ruhittin SÖNMEZ
İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLME KARARI - Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanlığı Sistemine taraf olanlar “Cumhur İttifakı”, Parlamenter Sistem isteyenler “Millet İttifakı” içerisinde buluşmuşlardı. “Andımızın” okutulmasının yasaklanmasına karşı tepkiler ittifaklardan farklı yeni bir gruplaşma ortaya çıkardı.
“Siyasal İslamcı” ideolojiden türeyen AKP, SP, Deva Partisi ve Gelecek Partisi ile etnik ayrılıkçı HDP Andımızın okutulmasını istemeyenler sınıfında buluştu. Milliyetçi damardan beslenen CHP, İYİ Parti, MHP, BBP ise Andımızın okutulmasını savundular.
Bu olayın akabinde, gece çıkarılan bir “Cumhurbaşkanı Kararı” ile Türkiye “İstanbul Sözleşmesi”nden çekildi.
Aynı gece Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevden alındı.
Acaba bu iki önemli kararda “Andımız” kapsamındaki gruplaşma üzerinden bir hesap olabilir mi?
İstanbul Sözleşmesi ile imzacı devletler kadına yönelik şiddet ile aile içi şiddet, çocuklara karşı şiddet ve çocuk istismarını önlemek üzere gerekli tedbirleri almayı taahhüt etmektedir.
Bunlara ilaveten cinsel yönelimleri sebebiyle şiddete muhatap olan eşcinsellerin korunması da taahhüt edilmekte.
Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacı devletlerinden olup 24 Kasım 2011'de TBMM’de onaylanarak parlamentosundan geçiren ilk devlet olmuştu. Ak Parti bu sözleşmeyi kabul edenlerin öncüsü olmayı hep övünerek anlatıyordu.
Recep Tayyip Erdoğan tarafından TBMM'ye yollanan tasarının gerekçesinde de Sözleşmenin hazırlanması ve sonuçlandırılmasında Türkiye'nin "öncü rol" oynadığına dikkat çekilmişti.
Erdoğan, Sözleşmeye "taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı” iddia etmişti.
2015'te Turuncu adlı dergide Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bir başmakale yazan Erdoğan, Türkiye'nin sözleşmeye "çekincesiz" imza koyduğunu, birçok ülkede çıkmayan uyum yasalarının Türkiye'de 6284 sayılı koruma kanunu ile çıkarıldığını ifade etmişti.
Şimdi ne oldu da bir gece yarısı çıkan CB Kararı ile sözleşmeden çekilme iradesi ortaya konuldu?
4,5 ay önce, döviz kurları artışı durdurulamadığı için, Merkez Bankası Başkanlığına getirilen Naci Ağbal, bu süre içinde faizleri yüzde 8,5 artırdı. Görevden alınma sebebi faiz artışı olarak gösteriliyor.
Andımızın okutulması kararına karşı çıkan SP, Deva Partisi ve Gelecek Partisi tabanının, “İstanbul Sözleşmesine” karşı olduğu için AKP’yi destekleyeceği düşünülmüş olabilir.
Bu partilerin tabanının ideolojik olarak “faiz karşıtı” olduğu da gözetilerek bu iki hamle yapılmış olabilir.
Tek sebep bu değilse bile, önemli etkenlerden birinin bu hesap olduğunu düşünüyorum.
KANUNLAR BİZİ BAĞLAMAZ – Ruhittin SÖNMEZ
KANUNLAR BİZİ BAĞLAMAZ - Ruhittin SÖNMEZ
“İçişleri Bakanı Soylu'nun annesinin cenaze töreninde İçişleri Bakanlığı'nın 'salgın' genelgesine uyulmadı!”
Bu haber bile ülkemizin hukuk devleti niteliğine dair bilgi vermeye yeter.
Devletin koyduğu, sadece sıradan vatandaşların uyduğu, uymadığı zaman cezalandırıldığı kurallar söz konusu.
Balzac, “Kanunlar örümcek ağı gibidir. Küçük sinekler takılır, büyük sinekler deler geçer” demiş.
Ama bizdeki “büyük sinekler” yani kurallara uymayanlar, bizzat kuralları koyanlar.
Süleyman Soylu’nun yönettiği İçişleri Bakanlığının genelgesine göre, salgın sebebiyle 'çok yüksek' ya da 'yüksek risk' kategorisindeki illerde cenaze törenine katılım en fazla 30 kişi olmak zorunda.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı, S. Soylu’nun annesinin cenaze töreninde de bu kurala uyulmadı. Kalabalık bir katılım oldu. Namaz mahalli “lebalep” doldu. Üstelik saflar gayet sıkı tutuldu, “sosyal mesafe kuralı” cami avlusuna giremedi. Tıpkı daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı diğer cenaze törenlerinde olduğu gibi.
Bu arada İçişleri Bakanlığı'nın sitesinde hâlâ “cenaze törenlerine katılımın 30 kişiyle sınırlı olduğu”yazmakta idi.
SALDIRMA HAKKI – Ruhittin SÖNMEZ
SALDIRMA HAKKI - Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterişli bir törenle açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı (İHEP) içinde, “acaba muhalefet liderlerine ve muhalif gazetecilere saldırma hakkı diye yeni bir hak mı getiriliyor?” diye düşündüm.
Öyle ya, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik darp ve linç eylemlerinin failleri, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in evine kadar gelen saldırganlar, İyi Parti il yöneticilerine kalleşçe saldıranlar, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a silahlı sopalı saldırı yapanların hiçbiri ceza almadı.
Muhalif gazetecilerin durumu da en az bunlar kadar vahim.
Sadece 10 Mayıs 2019’dan bu yana Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ, gazeteci Sabahattin Önkibar, Korkusuz Gazetesi yazarı Ahmet Takan, Yeniçağ yazarı ve İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in basın danışmanı Murat İde, Yeniçağ yazarı Orhan Uğuroğlu, KRT programcısı Afşin Hatipoğlu saldırılara uğradılar. Son olarak da böyle namertçe bir saldırının mağduru gazeteci Levent Gültekin oldu.
Bu olayların ortak iki yönü var. Gazeteci mağdurlar tek başına iken, 5-25 kişilik grupların namertçe saldırılarına uğradılar, muhtelif derecelerde yaralar aldılar.
İkinci ortak yön, bu olaylarda saldırganlar tespit edildiler, sorgulandılar. Buna rağmen hiçbirine ceza verilmedi. Saldırganların hepsi darp ettikleri, yaraladıkları gazeteciler kadar bile karakolda tutulmadan serbest bırakıldılar.
Söylemeye dilim varmıyor ama bir üçüncü ortak yön de saldırganların ülkücü veya MHP’li olduğuna dair deliller olması ve bu saldırılara karşı MHP Genel merkezinden kınama yapılmaması idi.
Üstelik saldırıya uğrayan gazeteciler bu saydıklarımdan ibaret değil. Bunlar kamuoyunca daha çok bilinen isimler. Anadolu basınında da şiddet eylemleriyle sindirilmeye çalışılan çok sayıda gazeteci olduğu ifade ediliyor.
Yapılması gereken ilk şey, iktidarın küçük ortağı MHP’nin bu saldırıları şiddetle kınaması, Ülkücü gençlerin içindeki bu ayrık otlarını temizlemesidir. Bunu yaparsa “saldırganların azmettiricisi” olduğuna dair iddiaları da etkisizleştirmiş olur.
Bütün vatandaşların güvenliğini sağlamakla yükümlü bulunan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, devletin bütün imkanlarını kullanarak, adil bir yargılama ile saldırganların cezalandırılmasını sağlaması gereklidir.
HERKES BİLİYOR AMA ÇOK AZI DOĞRUYU SÖYLÜYOR – Ruhittin SÖNMEZ
HERKES BİLİYOR AMA ÇOK AZI DOĞRUYU SÖYLÜYOR - Ruhittin SÖNMEZ
Şair, yazar ve müzisyen Leonard Cohen’in şiirinde söylediği gibiyiz.
“Herkes biliyor, geminin su aldığını / Herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini…
Herkes biliyor, başının belada olduğunu… / Herkes biliyor, neler yaşadığını…”
Aydını, yazarı, gazetecisi, siyasetçisi, işçisi, işvereni, köylüsü, şehirlisi herkes biliyor.
Fakat çok azı bildiği gerçeği konuşabiliyor, yazabiliyor. Çünkü herkes haklıdan ve mazlumdan yana değil, güçlüden ve zalimden yana olmayı seçiyor.
“Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu / Herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu…
Ve maalesef herkes şu öğrenilmiş çaresizliğin içinde: “Herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini…”
BİZE YİNE REFORM SÖYLE VARSIN MASAL OLSUN – Ruhittin SÖNMEZ
BİZE YİNE REFORM SÖYLE VARSIN MASAL OLSUN - Ruhittin SÖNMEZ
“İnsan Hakları Eylem Planı” adıyla, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından sunulan yeni hukuk reformu vaatleri kitapçığını okudum.
Öncelikle hakkını verelim. Kapsamlı bir çalışma olmuş ve adalet sistemindeki eksik ve yanlışların neredeyse tamamına yakınının tespiti doğru yapılmış.
“Adil Yargılamaya” dair sorunların çözümü için belirlenen ilkeler zaten evrensel hukuk metinlerinde, uluslararası sözleşmelerde yüzyıllardır var olan ve bizim Anayasa dahil güncel mevzuatımızda tekrarlanan ilkeler. Gerçekten bu ilkelerden sapmayan düzenlemeler ve uygulamalarla bir hukuk devleti olabiliriz.
Yargımız yavaş çalışıyor, “Makul Sürede Yargılanma Hakkı” açıkça ihlal ediliyor. Görüldü ki, Kanuna “işe iade davaları 2 ay içinde sonuçlandırılır” gibi ibareler yazmak sorunu çözmüyor. (Uygulamada 2 yıl gibi süreler söz konusu olunca, “dava ivedilikle sonuçlandırılır” diye değiştirmek zorunda kalındı.)
Bir kısım değişiklik vaatleri bu soruna yönelik Adalet Bakanlığı bünyesinde devam eden (faydalı ve değerli bulduğum) çalışmaları anlatıyor. Yargının hızlandırılması, alternatif çözüm yollarının geliştirilmesi, yargılamada dijital işlemlerin artırılması gibi hedeflere ulaşmak için yapılan çalışmalar vaat olarak tekrarlanmış.
Peki, Anayasamızda ve temel kanunlarımızda olan temel ilke ve kuralları tekrarlamakla ve güncel işleyişle ilgili bazı sıkıntıları gidermeye çalışmakla reform mu yapmış olacağız?
HDP’YE DEVLET BAKIŞI – Ruhittin SÖNMEZ
HDP’YE DEVLET BAKIŞI – Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan kendisini sıkıntıya sokan bazı kararlarda,“bu bir devlet projesidir” anlamına gelen açıklamalar yapar. Eğer işin sonu başarılı olur ve siyasi rant getireceği anlaşılırsa derhal sorumluluğu üstlenir. “Biz yaptık” vurgusuyla oy kazanmaya çalışır. Bu yüzden soyut bir devlet kavramı ile yapılan açıklamalara ihtiyatlı yaklaşırım.
Ancak Türkiye’de hala bürokratik kademelerde, (kararları belirleyen değilse de) karar alma mercilerini etkileyen bir “devlet aklının” olduğunu düşünüyorum. Son derece kritik dönemlerde alınan stratejik kararlarda kendini hissettiren bir vakıadır bu.
Halen HDP ismiyle devam eden,PKK terör örgütü güdümündeki siyasi partilerin faaliyetlerine bugüne kadar izin verilmesi, müsamaha gösterilmesi (doğru da bulsak yanlış da olsa) böyle bir devlet aklının eseridir.
Bu partiye her yıl milyonlarca lira (2021 bütçesinde 57,5 milyon TL) Hazine yardımı yapılmakta. Halkımızın çoğu Hazine yardımına ve partinin milletvekillerine yapılan ödemelere kızmasına rağmen devlet HDP’nin kapatılması için harekete geçmedi.
Çünkü bu konu çok boyutlu ve çözümü çok karmaşık bir meseledir. PKK/HDP’nin ABD/AB ve Rusya başta olmak üzere ciddi dış destekleri vardır. PKK ve uzantıları ABD’nin bölge tasarımındaki iş ortaklarıdır.
DOĞUM ORANLARINDA KESKİN DÜŞÜŞ – Ruhittin SÖNMEZ
DOĞUM ORANLARINDA KESKİN DÜŞÜŞ - Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en doğru iki politikasını söyle derseniz cevabım: “kamusal alanda sigara içme yasağı” ve “üç çocuk tavsiyesi” olur.
İçme alanları azaltıldı diye sigara tüketimi azaldı mı tam bilemiyorum. Ama rakamlar “üç çocuk tavsiyesinin” etkili olmadığını gösteriyor.
Yıllık nüfus artış hızımız, 2019'da binde 13,9 iken 2020'de binde 5,5'e geriledi.
Bir kadının doğurgan olduğu dönem (15-49 yaş grubu) boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısına "toplam doğurganlık hızı" deniyor.
Bir toplumda Toplam Doğurganlık Hızı (TDH) 2,1 seviyesinde iken nüfus ancak kendini yenileyebilmekte ve durağan hale gelmektedir. Türkiye’de TDH 2001'de 2,38 çocuk iken 2019'da 1,88 çocuk olarak gerçekleşti.
Bu durumda “Türkiye’nin nüfusu hiç bir zaman 100 milyona ulaşamayacaktır.” Daha da kötüsü, doğurganlık, nüfusun yenilenme seviyesi olan, 2,1'in altında kaldığı için nüfusumuz azalacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son açıklanan TÜİK rakamlarından sonra “Nüfus artış hızımızın yarı yarıya düştüğünü gördük. Nüfusumuz azalmaya dahi başlayabilir. Avrupa ülkeleri bu tehditle uzunca bir süredir karşı karşıya. Türkiye'nin aynı akıbete duçar olmasına izin vermeyeceğiz. Bu iş öyle parayla pulla olmaz. Aileye sahip çıkmaktan geçiyor" dedi.
“Aileye sahip çıkmak” ne demek? Açıklanmaya muhtaç bir söz bu. Galiba ailelerin çocuklarına ekonomik destek vermesi kastediliyor.
Zaten sosyal bir patlama yaşamıyorsak ailelerin işsiz veya ekonomik sıkıntı içindeki genç evlatlarına sahip çıkmasından değil mi? Milyonlarca gencimiz ailesine muhtaç ve boynu bükük, özgüveni kaybolmuş bir durumda. Böyle iken varını yoğunu evlatlarıyla paylaşan dar gelirli aileler daha ne yapsın?
Önce teşhisi doğru koymak lazım. Nüfus artış hızı ve doğum oranları neden hızla düşüyor?
YAŞAYAN DEĞERLER VE GÜVENİLİR OLMAK – Ruhittin SÖNMEZ
YAŞAYAN DEĞERLER VE GÜVENİLİR OLMAK - Ruhittin SÖNMEZ
Taha Akyol son yazısındaDiyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez’in, bir konferansında “günümüzde dindarlık ahlak üretmiyor”dediğini aktardı.
Akyolbu kapsamda “mesela ihalelerde şeffaflık, sınavlarda, atamalarda adam kayırmama gibi ahlaki ilkelerindindar insanlar tarafından dikkate alınmaz hale geldiğini” tespit ediyor.
Ve“Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycoğlu’nun, 1999’daki araştırmalarında,Türkiye’nin derin bir “anomi” (kural tanımazlık, değerler aşınması) krizi yaşadığını ortaya koyduklarını” hatırlatıyor.
Devleti yönetenlerin açıktan yaptığı ibadetlerle görüntülenmesi ve sözlerinde kullandıkları dini telkin ve tavsiyeler hiç bu boyutta olmamıştı.İmam Hatipler, İlahiyat Fakülteleri, Camiler, Kur’an Kursları, cemaat ve tarikatların eğitim kurumları ve yurtlarında verilenler de dahil edildiğinde, “dini eğitim”veren ve alanların sayısı rekorlar kırmaktadır. Dünyada bu çapta “dini eğitim” verilen başka ülke olduğunu sanmıyorum.
Ama toplumdaki ahlaki çözülme ve değerler sisteminin aşınmasıartarak devam ediyor.
Peki, bütün bu aşınma sürecini19 yıldır dini ve milli değerlerimizi savunduğu iddiasında olan bir siyasi iktidar döneminde daha yoğun yaşamamızın sebebi ne?
İktidara geldiklerinde“3Y yani Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasakları”kaldırmayı vaat edenlerin ülkemizi tek başına yönettiği dönemde yolsuzluk ve yoksulluklar hiç olmadığı kadar arttı. Yasaklar da öyle.
TÜİK verileri esas alınarak hazırlanan “Türkiye’de sosyal bozulma raporu”da (Karabıyık, 2017) toplumun ortak değer sisteminin zayıflamasının acı sonuçlarını ortaya koymuştur.
Rapora göre, Türkiye’de madde bağımlılığı, 2011 yılından beri, 6 yılda 17 kat artarken, antidepresan kullanımı 2003 yılına kıyasla iki kat arttı.
Dünyada son 10 yılda AIDS hastalığının en çok arttığı ülke, %426 ile Türkiye oldu.
Rapora göre, boşanmalar %37, fuhuş %790, adam öldürme %261, çocukların cinsel istismarı %434, uyuşturucubağımlılığı %678, cinsel taciz %449, kadına şiddet %1400 arttı.
Neden böyle oldu?
“Görünür dindarlık” artarken “yaşanan Müslümanlık”neden azalmakta?
GARA TALİHİMİZ – Ruhittin SÖNMEZ
GARA TALİHİMİZ – Ruhittin SÖNMEZ
Gara’da operasyonda verdiğimiz şehitlerin acısı içimizi kararttı. Fakat “Gara (Kara)Talihimiz” başlığını atmama sebep sadece şehitlerimizin kaybı değil. Aynı zamanda ortak yas yerine seviyesiz siyasi polemikler ve parti kongrelerinden yapılan siyasi şovlardır.
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Gara’da yaptığı operasyonda, PKK tarafından 5-6 yıldır rehin tutulan 7’si asker, ikisi polis, dördü sivil memur 13 vatandaşımız infaz edilerek şehit edildi. 2’si yüzbaşı üç kahraman askerimizde çatışma esnasında şehit oldu.
Fakat nedense ilk açıklamalarda “13 sivil vatandaşımız” denildi.
Böylesine ağır bir travma karşısında tavrımız millî kenetlenme ve ortak acının paylaşılması olmalıydı. Fakat heyhat!
Operasyon başarılı olsa ve rehineler kurtarılsa idi müjdeyi CB verecekti. Nereden biliyoruz? Çarşamba günü “müjde” vereceğini söylemişti. Operasyon başarısız olunca, kara haberi verme görevini Malatya Valisine yaptırdı. Geçen sene İdlib’te 33 askerimizin şehit olduğunu da Hatay Valisi açıklamıştı.
YENİ ANAYASA TALEBİNİN ARKASINDAKİ NİYET – Ruhittin SÖNMEZ
YENİ ANAYASA TALEBİNİN ARKASINDAKİ NİYET - Ruhittin SÖNMEZ
“Yeni Anayasa” tartışması gündem değiştirip ekonomik buhranın acı sonuçları olan işsizlik, yoksulluk hatta açlık sıkıntılarının tartışılmasını önlemek maksadıyla çıkarılmış olabilir.
Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar, içinde aş değil, dert kaynayan tencerenin sesini kesemiyorlar. Anketlerde AKP ve destekçisi MHP birer mum gibi eriyorlar.
Ayasofya’nın ibadete açılması, Karadeniz’de doğalgaz bulundu müjdesi, yerli otomobil projesi erimeyi durduramadı. 2 yıl içinde Ay’a yerli roket gönderme projesi ortaya atıldı.Uzay çalışmalarının maliyeti ve süresi hakkında birazcık bilgisi olanlar kadar, yokluk içinde ay sonunu getiremeyen kitleler de müjdeye ilgi göstermedi.
“Yeni Anayasa” için bütün partilerin mutabakatı ve milletin büyük çoğunluğunun desteği lazım. Bunun için Cumhur İttifakının ne halk desteği ve ne de Meclis’teki milletvekili yeterli değil.
İktidarın, her gün “vatan haini” ilan ettiği, “terörist” olmakla suçladığı muhalefet partileriyle oturup bir Anayasa yapmaya çalışması hem anlamsız ve hem de imkânsız.
Millet gayet farkında. Yeni Anayasa talebi ya tutarsa kabilinden ortaya atılmış bir gündem değiştirme konusu.
Bu anayasayı üç defa değiştiren AKP zaten ne istediyse o maddeleri koydu ve halka onaylattı. Erdoğan’ı Osmanlı padişahlarından daha yetkili hale getirdiler.
Şu anda Cumhurbaşkanının yetkisinin az geldiği, yapmak isteyip de yapamadığı bir şey yok!
Hak ve özgürlükleri artırmak isteseler mâni olan bir anayasa kuralı var mı? Yok!
Ülkenin gelişmesi için yapmak istedikleri eğitimde, sanayide, tarımda, bilimde, sanatta gelişme sağlayacak bir projeleri var da anayasa mı engel oluyor? Hayır!
Zaten işine gelmeyen anayasa kurallarını uygulamıyor, var olan kuralları bazen istedikleri şekilde yorumluyorlar. Kuralların arkasından dolanıyorlar.
O halde ülkenin gelişmesi ve selameti için “Yeni Anayasa” istendiğine inanmamız mümkün değil.
Erdoğan’ın parlamenter sisteme dönmek istemesi söz konusu olamaz.
ABD sistemindeki gibi bir Başkanlık da Erdoğan’ı çok sıkar. Çünkü o sistemde kuvvetler ayrılığı çok sert uygulanır, Başkanın yaptıklarını denetleyen ve gücünü dengeleyen sistemler vardır.
Yeni Anayasa talebinin altındaki ilk sebep gündem değiştirmektir. Ama inanıyorum ki, ikinci temel sebep iktidarının devamı için anayasal engeli aşma arzusudur.
YİNE, YENİDEN, YENİ ANAYASA – Ruhittin SÖNMEZ
YİNE, YENİDEN, YENİ ANAYASA - Ruhittin SÖNMEZ
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yine, yeniden, “Yeni Anayasa” tartışmalarını başlattı. Oysaki referanduma götürmek suretiyle Türkiye’nin yönetim sistemini ve anayasal kurumlarının yapısını değiştirerek Cumhurbaşkanını sınırsız, sorumsuz bir güç ve yetkiye kavuşturalı çok olmadı.
En son 2017 referandumu ile Anayasa’da köklü değişiklikler yapılmış ve “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” veya “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” kabul edilerek yürürlüğe girmişti.
Bu defa istenen “Anayasa değişikliği “değil, “Yeni Anayasa.”
Yeni Anayasalar genellikle bir devletin kuruluşu sırasında veya tarihi olaylardan sonra ülkede birliği sağlamak için bir kurucu meclisin çalışmalarıyla gerçekleştirilir.
Türkiye’yi otokratik bir tek adam yönetimine götüren sistem değişikliği için bile 18 maddelik kısmi bir Anayasa değişikliği yetti. Acaba bundan daha kapsamlı bir değişiklik talebi mi var ki Yeni Anayasa talep ediliyor?
Yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. defa ve belki de ömür boyu Cumhurbaşkanı olmasının yolu mu açılmak isteniyor?
BOĞAZİÇİ OLDU NAHOŞ – Ruhittin SÖNMEZ
BOĞAZİÇİ OLDU NAHOŞ - Ruhittin SÖNMEZ
Boğaziçi hep güzel duygular uyandıran bir kelime olmuştur. Boğaziçi’ni hep “şen gönüller yatağı” olarak tasavvur eder, “yamaçlarını sanki cennetin bağına” benzetiriz. Oranın “mehtabı hoş, güneşi hoş, günü hoş”tur. Bu yüzdendir ki, şairin “Boğaziçi herkesi eder sarhoş” demesi tam da duygularımızın yansımasıdır.
Boğaziçi Üniversitesi de güzel duygular uyandıran bir isim olmuştur. Türkiye’nin en zeki gençlerinin okumak için yarıştığı en seçkin üniversitemiz olarak bize hep güzel duygular yaşatmıştır.
“Sanat ve beşerî bilimlerde Türkiye’de ilk sırada yer alan Boğaziçi ayrıca bilgisayar bilimleri- bilgi sistemleri; sosyal bilimler- yönetim; ekonomi ile eğitim alanlarında Türkiye’den en iyi ikinci dereceyi elde etmektedir.”
Ancak son yıllarda üniversitelerimizin genelinde görülen seviye kaybı devam ediyor. Liyakate değil partiye sadakate göre yapılan atamaların sonucu hiç de iyi değil. 2020 yılında sadece bir üniversitemiz dünyada ilk 500’e girebildi.
Boğaziçi dünya üniversiteleri arasında ilk 500’e girebilen nadir üniversitelerimizden biri idi. 2020 yılında dünyanın 20 bin üniversitesinin değerlendirildiği sıralamada ilk 1000 üniversite arasına ise sadece 9 üniversitemiz girebildi. Boğaziçi de ilk 700 arasında yerini aldı.
Buna rağmen Boğaziçi Üniversitesi, sanat ve beşerî bilimlerde dünyada 385’inci, Mühendislik- teknoloji listesinde 308; bilgisayar bilimleri-bilgi sistemleri; ekonomi ve eğitimde 251-300; makine, havacılık-imalat mühendisliği ile kimya mühendisliğindeyse 301-350 sıra bandında yer aldı.
Şimdi Boğaziçi hoş yönleriyle değil nahoş olaylarla gündemimizde.
Olayların nahoş yönü, öğretim üyelerinin de desteklediği, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “İstenmeyen Rektör Eylemleri” veya “Kayyum Rektör İstemiyoruz” protestoları değil.
Bu gibi idari kararlara karşı toplum içinden demokratik tepkiler olması sağlıklı bir toplum yapısının göstergesidir. İdarenin yanlış bulunan kararlarına karşı tepkisiz kalan bir toplum asla sağlıklı değildir.
Toplumlar bazen yanlış uygulamalardan ancak bu tepkiler sayesinde kurtulabilir. Bir zamanlar başörtüsü yasağı getiren idari kararlara karşı demokratik tepkiler olmasaydı, muhtemeldir ki bugün hala başörtüsü yasak olacaktı. Aynı Boğaziçi Üniversitesi’nin erkek öğrencileri de başörtüsü takarak yasağın kalkması için eylem yapmıştı.
“Bu tür demokratik tepkilere herkesin, en başta da devletin saygı duyması gerekir.”
TÜRKÇEMİZİ KATLEDENLER – Ruhittin SÖNMEZ
TÜRKÇEMİZİ KATLEDENLER - Ruhittin SÖNMEZ
Uzunca bir zamandır TV’lerde haber sunanlar, yorum yapanlar ve bu mecralarda konuşan birçok ünlünün konuşmasında bir ahenksizlik ve insanı rahatsız eden bir tuhaflık hissediyoruz.
Türkçemizde konuşma ve okuma esnasında bir şiiriyet, bir iç musiki ve ahenk katan uzatma, inceltmeve düzeltme işâreti olan (^), şapka Türk Dil Kurumu tavsiyesiyle yazı dilinde kullanılmıyor. Bu biraz da önce daktilo, sonra da ilk bilgisayarlarda bu işaretleri koymanın zorluğu sebebiyle mecburen uygulanıyordu.
Fakat bu işaretler olmasa da konuşurken mesela “işaret” yazılsa da “şa” hecesi; “musiki” yazılsa da “mu” ve “ki”heceleri; dünya yazılsa da “ya” hecesi uzatılarak telaffuz ediliyordu.
Bu yapılmadığında dilin ahengi bozulmakla kalmıyor, bazı kelimelerin anlamları da tamamen değişiyordu.
“Adet – âdet, ala – âlâ, alem – âlem, Ali – âli (yüksek), ama (fakat) – âmâ (kör), dâhi – dahi, haya – hayâ, kar – kâr, nar – nâr, vakıf – vâkıf, yar – yâr… kelimelerinde olduğu gibi…”
Oğuz Çetinoğlu Üstadımızın verdiği bu örneklerden sonra şu açıklaması konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:
“Bâzı yazarlar ‘^’ işâretinin yalnızca yazılışı aynı olmakla birlikte mânâları farklı kelimeleri birbirinden ayırt etmek için kullanılabileceğini, başka bir grup da buna gerek olmadığını, cümlenin gelişinden anlaşılabileceğini iddia ediyordu.
Fakat onlar, ‘Fatma hala gelmedi’ cümlesinden, ‘Fatma isimli, bilinen kişinin henüz gelmediğini mi, yoksa babamızın kardeşi olan Fatma’nın gelmediğini mi anlamalıyız’ sorusunu cevaplandıramamışlardı.”
Böyle durumlar hariç, en azından cümlenin gelişinden anlaşılarak,“şapka işareti” olmasa da uzatma, inceltme ve düzeltme için kullanılması gereken şapka işareti varmış gibi telaffuz etmek gerekiyordu. (Ben genellikle bu yöntemi kullanıyorum.)
Bu “suretle” (“u” şapkasız yazılsa bile şapkalı imiş gibi uzatılmalı) evlât, gâvur, hilâl, ilâç, kâfir, kâğıt, Kâmil, kâr, mahkûm, mekân, rüzgâr, tezgâh gibi kelimelerin ahengi korunabiliyor, “Kar” ile “kâr”, “hala” ile “hâlâ” ayırt edilebiliyordu.
Böylece kelimelerin ahengi, cümlelerin iç musikisi muhafaza edilerek estetik ve zarif bir dili konuşmanın ve dinlemenin lezzetini hissediyorduk.
Ancak resmi bir talimat mı geldi bilmiyorum, son yıllarda Türkçemizi en iyi konuşan sunucular/ spikerler dahil olmak üzere, Türkçe konusunda hassas olması gerekenlerin çoğu,Türkçemizi katleden bir yanlışlık içindeler. ‘^’ işâretinin uzatma, inceltme ve düzeltme etkilerini tamamen ortadan kaldıran telâffuz yaygın bir uygulama oldu.
TV’lerde dinlediğimiz Türkçe takır tukur, yanlış anlamalara yol açan, kaba bir kabile dili haline geldi.
Hadi sıradan insanlarda kabul edelim ama mesela ben Sağlık Bakanını, kelimeleri yanlış ve kötü telaffuzu yüzünden, dinleyemiyorum.
Bu Türkçe ile yetişen gençlerimizin “kendi dilinde okuduğunu anlamak ve meramını ana dilinde ifade etmek” konusunda dünyadaki yaşıtlarına göre en sonlarda yer alması tesadüf değil.