Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

ahsen okyar
21Haz/170

DEVLETİN DİNİ ADALET, DİNİN DEVLETİ HÜRRİYET – Süleyman PEKİN

DEVLETİN DİNİ ADALET, DİNİN DEVLETİ HÜRRİYET – Süleyman PEKİN

Aklı öldürürsen, ahlâk da ölür. Akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür” demiş Fâtih Sultan Mehmet. Demiş de kendi ne yapmış? Cami yapımı sırasında haksızlık ettiği gayrimüslim vatandaşın şikâyeti üzre çıkarıldığı ve ayakta yargılandığı mahkemede Kadı tarafından el kesme cezasına çarptırılmış. Karşı tarafın talebiyle de bu ceza para cezasına çevrilmiş.

Sonrasındaki atışma ise herkesin bildiği ama çoğu kimsenin yapamadığı ibretlik bir sahnedir: Önce Fâtih; “Eğer Allah’ın hükmünü uygulamayıp beni mahkûm etmeseydin bu âletle başını paramparça ederdim”, sonra Kadı; “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin ben de bu kamayla seni delik deşik ederdim.”

Demek ki İstanbul’da kadılar varmış yani adalet. Türkiye’de de hâkimler var ama adalet ne kadar var ve nereye kadar var? İlk örnekten yola çıkarsak Müslümanla gayrimüslim, zenginle fakir, partiliyle partisiz, makam - mevki sahibi biriyle sıradan bir vatandaş arasında ayrım söz konusu mu? Cevabınız adaletin varlığı üzerine bir referandumdur aynı zamanda.

15Haz/170

KİM TAKAR KATAR KAYMAKAMINI! – Süleyman PEKİN

KİM TAKAR KATAR KAYMAKAMINI! – Süleyman PEKİN

Platon sanki Ortadoğu için söylemiş: “Sular yükselince balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse gücüne ve üstünlüğüne güvenmesin. Çünkü kimin kimi yiyeceğine ‘Suyun Akışı’ karar verir.” Bu su petrol müdür, doğal gaz mıdır yoksa bizzat Basra Körfezi’nin, Kızıldeniz’in, Umman Körfezi’nin yada Akdeniz’in ticarî tuz oranı yüksek suları mıdır; kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

Suyun Akışını da tayin eden adam Suyun Başındaki Adam’dır. O da Beyaz Saray’da oturur. Fakat su oraya uzanmaz; ‘O Adam’ın Adamları Su’ya uzanır. Adamlar bazen köpek kullanırlar. Siz bunlara ‘Kar Köpekleri’, ‘Kızak Köpekleri’ veya Tuzak Köpekleri de diyebilirsiniz. Topunu tek tasmayla idare edebileceğiniz gibi tek tek de işe koşabilirsiniz. Bunlar da Körfez Ülkeleridir.

Adam olan adam bazen ülkeleri köpekler gibi birilerine saldırtır; Irak, Suriye ve Libya işi böyleydi. Bazen de köpeklerle kendi köpeğini cezalandırır; Katar işi buna benziyor.

25May/170

BOSNA; TEHLİKEDEKİ GÜZELLİK VEYA BEREKETİN DERT DÜŞÜMÜ – Süleyman PEKİN

BOSNA; TEHLİKEDEKİ GÜZELLİK VEYA BEREKETİN DERT DÜŞÜMÜ – Süleyman PEKİN

Kalbim Bosna’da Kaldı” cümlesi bir zamanların oldukça ses getiren cümlesi olsa da ben “Aklım Bosna’da kaldı” diyeceğim. Üç günlük bir geziye sığdırılamayacak olsa da sosyo-ekonomik tahliller ve stratejik analizlerle “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı bilir?” sorusuna ‘okuyarak gezen’ yada ‘gezerek okuyan’ sadedinde bir cevaplama yapmış olayım.

Her şey iyi, güzel de Bosna’da savaş buzdolabında dondurulmuş gıda hükmünde ve hatta etrafta fırtına öncesi sessizlik hâkim. Bosna ve Hersek ayrılmış. Bosna 3’e ayrılmış. Saraybosna bile ayrı bir kanton olarak Bosna Müslüman yönetiminden ayrılmış. 3 etnik cumhuriyet ve birçok kantonun üstünde de uluslararası konfederatif yönetim var.

Asgarî ücret Türkiye’dekinden daha düşük olmasına karşın hayat Türkiye’dekinden 2 kat pahalı. Rüşvet çarkı kanıksanmış, kumar ve fuhuş artık sektör olmuş. Aliya’nın mirası akla - hayale gelmeyecek alanlara kaymış. Ama hâlâ delik deşik binalar, hâlâ Tünel, hâlâ Sırp – Hırvat provokasyonu, hâlâ her camiye kontra kilise yapımı ve haç konuşlandırma politikası geleceğin renginin kızıl olacağını imliyor.

Bosna’da 2 milyon Boşnak ancak var. Çoğu Almanya’larda gurbetçi.. Savaşan, şehit olan ve bedel ödeyen aileler dışta; kaçanlar, rantı devşirenler el üstünde. Dilencilik, haksız para kazanma, ahlâki tefessüh hızlı bir yükseliş trendinde. Ekonomi öncelikle Arapların, sonra da Türklerin maddiyatıyla berdevam.

10May/170

TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ ÜZERİNDEN DEVLET FELSEFEMİZE BAKIŞ – Süleyman PEKİN

TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ ÜZERİNDEN DEVLET FELSEFEMİZE BAKIŞ – Süleyman PEKİN

Son iki haftadır Türkiye’de kimlik dezenformasyonu, ideolojik çürümüşlük ve toplumsal yeniden yapılanma üzerine 2020’leri, 2030’ları kurtarma adına çıkış yolu arayan yazılar yazmaktayız. Kısmen Gorbaçov dönemi Sovyetler Birliği’ndeki “glasnost / açıklık” ve “perestroyka / yeniden yapılandırma” hareketlerine benzese de aslında bizim meramımız zihinsel paradigmanın tecdidi ve algıda reform.

Olayların okunması ve kavramların kurcalanmasında tarihsel akışın dinamiklerini hesaba katmak lazım. Örneğin 3 Mayıs Türkçüler Günü olarak bilinen ve bu yıl daha çok Milliyetçiler Günü formunda kutlanan hadise tamamen konjonktürel bir olaydır. Cumhuriyetin kuruluşuna temel olan ve de Atatürk İlkelerinin ikincisi olan fikrin mensupları neden 1944 yılı baharında birdenbire gadre uğradılar?

3May/170

TOPLUMUN YENİDEN YAPILANMASI – II – Süleyman PEKİN

TOPLUMUN YENİDEN YAPILANMASI – II – Süleyman PEKİN

İstiklâl ve Cumhuriyet yolunda Nisan - Mayıs ayları ilk adımlardır. Millî Mucize olarak niteleyebileceğim Kurtuluş Savaşı sonrasında Medenî Mucize olarak betimleyebileceğim tamamlayıcı adımı M. Kemal Atatürk sadece 15 yıllık bir zaman zarfında attı.

1938’deki vefatından günümüze 80 yıla yakın zaman geçmiş. Fakat kurduğu devlet sistemi ve toplumsal düzen bunca vartaya rağmen hâlen işliyor. Ki Atatürk’ün hanedan gibi soyca ardılları olmadığı gibi bir etnik gurup yada silsilevari bir dinî teşekkül de ona mirasçı değildi. Kurdu, kurguladı ve millete bıraktı. Yaptıkları kişisel tercihten ibaret veya diktatöryal dayatma olsaydı hakikaten 10–15 seneye kalmaz, yıkılır giderdi.

Peki bu başarının ve sürdürülebilirliğin altında yatan neydi? Evet, onun kendini yetiştirmişliği ve milletine adanmışlığı hatta deha sadedindeki eylem & söylem birliği yani zekâ ile aksiyon imtizacı dikkate şâyandır. Fakat bence asıl başarısı Türk Milletinin kullanımına sunduğu kavramların gücünden geliyordu.

26Nis/170

KİMLİK DEZENFORMASYONU VE TOPLUMUN YENİDEN YAPILANMASI – I / Süleyman PEKİN

KİMLİK DEZENFORMASYONU VE TOPLUMUN YENİDEN YAPILANMASI – I / Süleyman PEKİN

Türkiye’de kimlik sosyolojik değil psikosomatik algıdır. En çok da siyasi partiler, spor kulüpleri, şehir ve semt aidiyetleri ile sülâle birlikleri üzerinden gider. Millet, ümmet ve insanlık gibi geniş plakalar ise ancak diş dolgusu kadar iş görürler. Fakat geniş kesimler için kamuflajı en çok da bu alandan tedarik edilir.

Kendini kıymetsiz bilen bir kısım, terapi vaziyetinde toplanarak din gibi mühim bir değer üzerinden kıymetlenme yoluna gittiler. Aynen halı sahalarda formanın üstüne giyilen yeşil yelekler gibiydi, giyen başka bir dünyaya ışınlanıyordu.

Zamanla yelekle tanımlamanın yüksek getirisi alttaki kıyafetten karaktere kadar birçok şeyi unutturdu. Yeşili bir kimlik yapıp hem ticarete hem siyasete soktular; her iki alanda kârlar maksimum düzeyde idi. Ve dinin değeri altı üstü bir renkten ibaret zannedildi.

Başka bir halı sahada başka bir yelek modeli üzerinden başka bir takım oluşmadaydı. Milliyet, sarı olsun. Onu giymekle saygınlık kazandığını düşünen sıradan insanların gurup terapisi o kadar etkiliydi ki yelekten önceki zamanları zihinlerde adeta sıfırlamıştı.

Bir başka yerde, bir başka yelek: pembe. Sosyallik ve toplumsallık kavramları artık bir halı saha takımının maskotuydu, renk ayrımıydı. Klasik bir tribün sloganı ve ‘çak’ yapmaktan öte bir anlamı yoktu. Veya ötekilerin berisinde olmaktan başka bir tanımlaması.

19Nis/170

REFERANDUMU MAÇA ÇEVİRMEK VE SİYASETÇİDEN GOL KRALI ÇIKARMAK – Süleyman PEKİN

REFERANDUMU MAÇA ÇEVİRMEK VE SİYASETÇİDEN GOL KRALI ÇIKARMAK – Süleyman PEKİN

Heyecanı severiz. Orta Asyalardan ta buralara ne maceralarla geldik. Ve Anadolu’da da ne badireler atlattık. Zihnimiz hep iyimser çalıştığı için de geçmişin kötümserliklerini çabucak kafamızdan attık.

Atarlanmayı severiz. Kendi kendimizi gaza getiririz. Okuyarak fehmeden değil yaşayarak öğrenen bir milletin mensuplarıyız.

16 Nisan’da ne oldu? Sarı lacivertlilerle Sarı kırmızıların maçı oynandı, Sağ & Sol / Alevî & Sünnî kavgası oldu. Hangi taraf kazandı yada kazanan oldu mu?

Şimdengerü ne olacak? 1982 ve 1961 Darbe Anayasalarını hatta 1924’teki Kurucu Anayasayı aştık, 1921 Savaş Anayasasına ulaştık. Yalnız bir farkla; onda TBMM Hükümeti sistemi vardı, bunda CB Hükümeti sistemi.

Devleti yönetme makamında - mevkiinde kim var kim yoksa bütün sorumluluklarını gayri tek kişinin sırtına attılar. Onlarca kişi ve kurum yetkisini bir kişiye verirseniz aslında ihaleyi de ona çıkaracaksınız demektir.

Hani “omuzlar çok olunca yük hafifler”di? Hani “bir elin nesi var, iki elin sesi var”dı?

12Nis/170

“HER ŞEY BİR RED İLE BAŞLIYOR GÜLÜM” – Süleyman PEKİN

“HER ŞEY BİR RED İLE BAŞLIYOR GÜLÜM” – Süleyman PEKİN

25 yıldır kamuda, 15 yıl sendikalarda görev yaptım. Son 20 yılda en az 10 adet STK’nın kuruluşunda inisiyatif kullandım. 30 yıldır hem tarihçilik hem de ülkücülük yolunda kendimi geliştirmeye çalıştım. 34 yıldır da kesintisiz Müslüm dinlerim.

Son 10 yılda köşe yazarı olarak 500’e yakın yazı yazmışım. Tarih, dış politika ve edebiyat alanında yarım düzine yayınlanmış, onun yarısı kadar da yayınlanmaya hazır kitabım var. Sosyal medya sayfamda “Yazdıklarım yaşadıklarımın bordrosudur” ifadesi bulunmakta. Yazmak bende geleceğin izdüşümüdür. Kıbrıs, Davos, Ergenekon, Çözüm, Habur, Akdamar, Dersim, K.Irak, Mısır, Libya, Suriye vs. konularda yazdıklarımız yerli yerinde duruyor ve neden sonra haklılığı tescilleniyor.

Ergenekon Kumpasında yandaş sendika “Kılavuzu Necip Fazıl Olanın..” ve “Sevgiler Sevgi Hanım” yazımı ikna odalarındaki üye devşirme seanslarında kullanıyordu. Duydum ki Necip Fazıllı olanı gene kullanmaya başlamışlar ama Sevgi Erenerollu yazıyı es geçiyorlarmış.

Zaten Özsar’daki Âkiller Toplantısı’nda “Türkiye’de Türk Yoktur” tezini işleyenler 7 Haziran Seçimleri sonrasında birden profillerine Türk Bayrağı, ağızlarına da “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez!” sloganlarını doldurmuşlardı. Aslında Referandum’un yersizliği ve yanlışlığı üzerinde fikirlerimi paylaşmıştım. Fakat son düzlükte iş tamamen takım taraftarlığına döndüğü için kimse satır aralarına bakmıyor veyahut okuduğunu anlamıyor.

31Mar/170

ŞEYH SAİD’İN ŞIHLIĞI VE ANARŞİSTLİĞİ – Süleyman PEKİN

ŞEYH SAİD’İN ŞIHLIĞI VE ANARŞİSTLİĞİ – Süleyman PEKİN

Türkiye’de ihanetin tarihi yazılamaz. Yazılsa;

1.Beş–on ciltlik ansiklopedi olur,

2.İllâ biri birilerinin hısım-akraba-tanış olma keyfiyetindedir.

Kurtuluş Savaşı bunun turnusol kâğıdıdır. Ve büyük güçlüklerle halkın ancak 3’te 1’inin desteği alınarak gerçekleştirilmiştir. Tabii ki en büyük güçlük de Türk Milletini İstiklâl Savaşı’na ikna güçlüğü.

Atomu parçaladılar ve iki yerde bunun acımasızca ıspatına giriştiler. Bizse yüzyıldır iki algı veya alışkanlığı kıramadık. Bir; dinî jargon ve ünvanların geçiş üstünlüğü ve iki; etnik kökene dayalı suçlama yada sahiplenme.

Bir dersimde bir öğrencim “Şeyh Said’le beraber asılanlardan biri arkadaşımın dedesiydi” demişti. Ben de “Sülâlemden Kurtuluş Savaşı’nda eşkiyalık yapan veya 15 Temmuz’da Darbecilere katılan olsa onu savunmak zorunda mıyım yoksa kendi içimdeki çürük elmalara ilk tepkiyi benim mi göstermem gerekir?”

diye sormuştum.

15Mar/170

İKİ SEÇİM – İKİ ÜLKE VE İKİ ENDİŞE – Süleyman PEKİN

İKİ SEÇİM – İKİ ÜLKE VE İKİ ENDİŞE - Süleyman PEKİN

16 Nisan Halk Oylaması sürecinde Evet & Hayır üzerinden eskinin Sağ & Sol’u gibi bir ikilem hortlatılırken 18 maddelik değişiklik üzerinden yaşadığımız gerilim ülkemiz sınırlarını çoktan aştı ve neredeyse Avrupa’nın sorunu olmaya başladı. Dün Hollanda’da olanlar yarın başka yerlerde de yaşanacak gibi.

Osmanlıcadaki tabirle Felemenk ülkesi zaten 1,5 asır boyunca sömürdüğü ve giderayak 70 yıl önce yaptığı katliamlarda öldürdüğü onbinlerce Endonezyalıdan sabıkalı. Hele hele Hollandalı askerlerin 22 yıl önce Bosna - Hersek’in Srebrenitsa Kentinde 8.372 Müslüman’ı Sırplara öldürtmesi halen kanayan yaramızdır.

Bunun üzerine son yaşanan Rotterdam hadiseleri de yüklendi. Atlı – itli, TOMA’lı – coplu şiddet ve Türk Hükümet temsilcilerine gösterilen şirret muameleyi de eklemek lazım. 9 kusurlu hareketin 8’ini yapmış durumdalar fakat pozisyon bence penaltıdan öte. Dutlar Vadisi’nden komplo teorisi dikizleyerek replik çalan halkımız için işi kolaylaştıralım.

9Mar/170

TÜRK’ÜN DEMOKRASİYLE İMTİHANI – Süleyman PEKİN

TÜRK’ÜN DEMOKRASİYLE İMTİHANI – Süleyman PEKİN

Mazisi 4–5 bin yıllık bir milletiz. Yüzlerce devlet ve farklı coğrafyalarda medeniyet kurmuşuz. Yalnızca Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda bile 16 büyük imparatorluk var ve 17’ncisi Türkiye Cumhuriyeti..

Bu 40–50 asırlık tarih şeridinde son 1 asır hariç hep kağanlık, hanlık, sultanlık ve padişahlıkla yönetilmişiz. 13.yy ortalarındaki Ahiler ve 20.yy başındaki kısa süreli Azerbaycan Cumhuriyet denemelerini saymazsak “Türk’ün Demokrasiyle İmtihanı”nın başlangıcı 1923’tür.

Cumhuriyetin ikinci yılında kurulan siyasî partinin (TCF) üçüncü yılda çıkan bir isyanla (Şeyh Said) kapatılmasını anlayabiliriz. Zira Saltanat kaldırılalı 2-3 yıl olmuş, Halifeliğin kaldırılışının yılı bile dolmamış. Yani 40 yada 50 asırlık millet ömrünün 39 veyahut 49 asrını tek adam liderliğinde geçiren bir toplumun Cumhuriyeti hemencecik benimsemesi sosyolojiye aykırı olurdu.

1Şub/170

EŞ’ARÎLİĞİN YANİ AKILDAN NAKİLE GEÇİŞİMİZİN 500.YILI – Süleyman PEKİN

EŞ’ARÎLİĞİN YANİ AKILDAN NAKİLE GEÇİŞİMİZİN 500.YILI – Süleyman PEKİN

Yavuz Sultan Selim 22 Ocak 1517’de Ridâniye’de Memlûklu Türk Devleti’nin ordusunu yendi ve 4 Şubat’ta Kahire’ye girdi. Böylece Kutsal Emanetler’le birlikte Halifelik de Osmanlılara geçti. Bu arada bazı kaynaklarda bin, bazı kaynaklarda 2 bin Eş’arî âliminin (Ezherli) de İstanbul’a getirilmesiyle önce Türklerin İslam algısı ve sonra yazgısı değişecektir.

Türkiye’nin en önemli beyinlerinden Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi (Kâbus) kitabında “Tek bir mıh yitirdikti, naldan olduk; tek bir nal yitirdikti, attan olduk; tek bir at yitirdikti, atlıdan olduk; tek bir atlı yitirdikti, zaferden olduk; tek bir zafer yitirdikti ülkeden olduk” ve “Aklı yitirdik, ahlâktan olduk; ahlâkı yitirdik, adaletten olduk; adaleti yitirdik âdaptan olduk; yitirdikçe nizam-ı âlemden olduk” tekerlemesindeki gibi bir mıh bize dünya düzenini belirleme hakkını da kaybettirdi.

O mıh akıldı. “Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!” (Yunus 100). Coğrafyamızın çeperlerinde rezillik dizboyu. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’nın ortasında, Ortaasya’nın güneyinde Müslümanlar gâvurlarla kıyaslanmayacak derecede ‘akıl–ahlâk–adalet–âdap’tan kopmuş durumda. Belki bir 10-15 yıl da böyle gidecek gibi.

25Oca/170

NİHAT ABİ İLE HAYATA FARKLI PENCERELERDEN BAKMAK – Süleyman PEKİN

NİHAT ABİ İLE HAYATA FARKLI PENCERELERDEN BAKMAK – Süleyman PEKİN

Nihat Gürer Ağabey’i kaybettik. Türkiye darboğazlı yollara ve yıllara sürüklenirken onun öngörülerinden ve farklı parametreler üzerine oturan analizlerinden mahrum kalacağız demektir. Kendisine teşkilatlanma becerilerini, kültürel birikimlerini, iletişim tecrübelerini ve analitik ilkelerini kitaplaştırması lüzumunu çok kere iletmiş biri olarak gayri bunların olay, olgu – zaman, mekân bağlamında çeşitli usullerle işlenmesi tarafımıza miras kalmış gibi gözükmektedir.

Doğa belgesellerinde de işlendiği gibi canlıların yemek, üremek ve yaşam alanı belirlemek gibi temel ihtiyaçlarını esas alan Nihat Abi milletlerin / devletlerin de bu paralelde ekonomi, nüfus ve ülke toprakları üzerinde vaziyet aldıklarını örneklerdi. Tabiatta canlılar arasındaki çatışmaların aynısının insan kümeleri arasında da doğal menfaat çatışmaları olarak var olduğunu söylerdi.

Bizim gibi ocak eksenli yazı ve seminerler yetişen ve idealizmi bu ezberlerin aktarımı ile bu çizgide sabitlenmek olarak algılayanlar yeryüzündeki tüm olayları ülkü / ideoloji, dava / inanç üzerinden açıklamaya çalıştılar. Yani önce kendinizi idealize ediyor, örneğin ilâ-yı kelimetullah düşüncesiyle doluyor ve sonra Osmanlı Devletinizi kuruyordunuz. Oysa Osmanoğulları doğal şartlardan istifadeyle neşv ü nema buluyor, imparatorluk haline geldikten sonra kendisine dinî ideoloji üretiyordu.

19Oca/170

“ORTADOĞULULAŞMA” veya CAHİLİYYEDE DOLAŞMA – Süleyman PEKİN

“ORTADOĞULULAŞMA” veya CAHİLİYYEDE DOLAŞMA – Süleyman PEKİN

2017 Türk Milleti için hızlı başladı ve hızlı sürecek gibi.. 2010’da Arap Baharı’yla başlayan karmaşa zamanla Ortadoğu için bir Şer Fırtınasına döndü. Ve biz de dolaylı - dolaysız etkilenmedeyiz.

İslam Coğrafyası üzerinde zar atan Küresel Efendiler aslında Müslümanların duran ve donan zihni üzerinden strateji geliştiriyorlar. Buna Kur’an öncesinde Cahiliye, günümüzde de Ortadoğululaşma deniyor.

Coğrafî mekân üzerinde halkların olumsuzlanması ağır bir ifade fakat hak edip hak etmediğimize bakarsak durum değişiyor. Bölgenin tek farklı ve asrî ülkesi olarak maalesef biz de bu sarmala eklemlendik.

4Oca/170

“KAHIR – SABIR DENGESİNDE BİR İMTİHAN” – Süleyman PEKİN

KAHIR – SABIR DENGESİNDE BİR İMTİHAN” – Süleyman PEKİN

Hep kahır, hep kahır, hep kahır… Bıktım be!” diyordu Cem Karaca. Ve ekliyordu;     “Dur, bırak kalsın; açma televizyonu! & Bana İstanbul’u anlat, nasıldı?”

Sonrasını ise değiştirerek veriyoruz: ‘İnsanlar ölüyordu / Stadyumda (Beşiktaş), otobüste (Ankara, Kızılay), düğünde (Gaziantep), eylemde (Suruç), eğlencede (Yılbaşı)..’

Seçilen hedefler metrik ve bir sonraki hamleyle simetrik. Türkiye içerisinde var olan veya var gibi olan tüm ayrım / ayrılık noktaları gıdıklanıyor, kaşınıyor. Herkesin kendinden olmayan gurupların sessiz onayı bekleniyor.

Gard almayı bilmeyen boksör gibiyiz. Ne açıklar vereceğimiz ağzımızdan belli oluyor. Rus Elçiliği’ni protestodan sonra Rusya Büyükelçisi’ne suikast yapıldı ve Yılbaşı kutlamalarına karşı kampanyanın ardısıra sosyete diskosundaki Noel eğlencesi kana bulandı.

Yumruk yada eskive bile gerek yok, çenemizi tutalım yeter. Mahallelerimizdeki klasik alışkanlıkların şekil üzerinden mal beyanının (inanç, ideoloji, teşekkül) acilen terk edilmesi gerekiyor.

Üst düzey bir akıl, bizim kolektif akılsızlığımızın üzerine göstere göstere geliyor. İnsanların emperyalizme karşı olduklarını söylemeleri yeterli değil yüreklerinin de işgal altında olmaması lazım.

29Ara/160

2016’NIN SAĞANAK GEÇİŞLERİ BİR FIRTINA HABERCİSİ – Süleyman PEKİN

sleyman-pekin-2_thumb42016’NIN SAĞANAK GEÇİŞLERİ BİR FIRTINA HABERCİSİ – Süleyman PEKİN

Ve 2017 fırtınalı yılların başlangıcı gibi duruyor ama inşallah yanılırız.

2016’yı Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 yılına benzetirsek 2017 de Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı 1991 rolüne aday.

Yılın ikinci yarısı hem bizim hem de bölgemiz için heyecan üstüne heyecanla geçti. Yeni yılda da adrenaline adrenalin demeyeceğiz galiba; Allah muhafaza!

Meteoroloji Müdürlüğü gibiydi ABD ve hempaları; Irak’a yağmur gibi bomba yağacak diyorlar ve yağdırıyorlardı, Libya’da Kaddafi sert bir rüzgar darbesiyle devrilecek diyorlar ve devirtebiliyorlardı, Suriye’de lokal kurşun sağanakları başlayacak diyorlar ve başlattırıyorlardı.

Ve daha neler neler... Darbe indi-bindileri: Mübarek gitsin - Mursî gelsin, Mursî gitsin - Sisî gelsin.. Aç-kapa artemalar: Tunus aç-kapa, Tahrir aç-kapa, Yemen aç-kapama..

23Ara/160

İNGİLİZ GÖZÜYLE “MİLLÎ MÜCADELE”MİZ – 8 / Süleyman PEKİN

  İNGİLİZ GÖZÜYLE “MİLLΠ MÜCADELE”MİZ – 8 / Süleyman PEKİN

Londra Konferansı sonrası Rumbold, 13 Nisan 1920 tarihinde Curzon’a gönderdiği yazıda İstanbul Hükümeti’nin ekonomik sıkıntılarının bitmediğini ve Sefa Bey gibi Hükümet yetkililerinin gönüllü olarak Ankara Hükümeti’nin sözcülüğünü yaptığını dile getirmektedir. Ankara’nın İngiltere’ye karşı düşmanca tutumunun Bekir Sami Bey’in Londra dönüşünden sonra da değişmediğinin altını çizen Rumbold, Fransızların Kilikya’dan (Çukurova) çekilmeleri dolayısıyla onlara karşı daha ılımlı bir dil benimsendiği beyan etmektedir. Eline geçen bir broşürü de İngiliz düşmanlığına delil olarak okumaktadır: “Dinlerini bir şiline satanlar! Şunu iyi bilin ki Allah en büyüktür. Damat Ferit ve Ortaklarına…

15Ara/160

İNGİLİZ GÖZÜYLE ‘MİLLÎ MÜCADELE’MİZ – 7 / Süleyman PEKİN

İNGİLİZ  GÖZÜYLE  ‘MİLLΠ MÜCADELE’MİZ – 7 / Süleyman PEKİN

Aralık ayı sonundaki raporlara göreyse İstanbul’daki ekonomik durum perişan vaziyettedir ve memurlar 2,5 aydır maaş alamamaktadırlar. Tevfik Paşa, Geçici Finans Komisyonu’ndan 1 milyon 200 bin lira talep etmiş, Sir Adam Block’un ifadelerinde olduğu üzere geçici bir rahatlama sağlanmış ve bu paranın itâsından 10 gün sonra tekrar eski duruma dönülmüştür. 

H. Rumbold’un Curzon’a gönderdiği 7 Şubat 1921 tarihli rapordaysa İstanbul halkının çoğunluğunun yoksulluk ve felâket içinde bulunduğu, şehirdeki birçok Türk’ün de açlıktan öldüğü kaydedilmektedir. Hatta bu tirajik tabloyu Rombold şöyle tarif etmektedir: “Fakat Türkler şikâyet etmezler. Yıkık dökük evlerinde en kötü durumlara kadar dayanarak ölürler.”   

7Ara/160

İNGİLİZ GÖZÜYLE ‘MİLLÎ MÜCADELE’MİZ – 6 / Süleyman PEKİN

  İNGİLİZ  GÖZÜYLE  ‘MİLLΠ MÜCADELE’MİZ – 6 / Süleyman PEKİN

Mr. Ryan; Ağustos ayında imzalan Sevr Barış Antlaşması’nın bütün Türkler tarafından çok sert ve çok adaletsiz bulunduğunu, buna mukabil halkın yorgun ve bıkkın olduğunu, Millî Hareket’e karşı ayaklanmaların etkili olabilmesi için İngilizlerce cesaretlendirme yapılması gerektiğini söylemektedir. Ancak İngilizlerin de Yunanlıları daha fazla yayılıp yayılmamaya (İstanbul, Karadeniz) teşvik konusunda kararsız oldukları zira bunun hem ters tepebileceği hem de o yörelerdeki Hıristiyanların hayatlarını tehlikeye sokabileceği düşünülmektedir.

30Kas/160

İNGİLİZ GÖZÜYLE ‘MİLLÎ MÜCADELE’MİZ –5 / Süleyman PEKİN

  İNGİLİZ  GÖZÜYLE  ‘MİLLΠ MÜCADELE’MİZ –5 / Süleyman PEKİN

İngilizlerin baskısıyla Mart ayı başında Millîci kabul edilen Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa etmiş ve yerine Salih Paşa Kabinesi kurulmuş, İngiliz-Fransız-İtalyan Yüksek Komiserlerinin onayıyla 16 Mart 1920’de İstanbul resmî olarak işgal edilmişti. Türk komutanlar işgale sert tepki göstermiş, Edirne’deki Cafer Tayyar Paşa ise Edirne’nin kontrolünü üzerine aldığını ve iletişimi keserek artık İstanbul’dan emir almayacağını ilân etmiştir.