İslam’ı Yeniden Düşünmek – Prof. Dr. Hasan ONAT
İslam'ı Yeniden Düşünmek – Prof. Dr. Hasan ONAT
İslam dini, ondört asırdır, insanların inanç, düşünce ve davranışları üzerinde etkin olmaktadır. Küreselleşme, insanlığın geleceği açısından, Müslümanların da, Müslüman olmayanların da İslam dini hakkındaki bilgilerini yeniden gözden geçirmelerini, bir anlamda zorunlu hale getirmiştir. İslâm, öncelikle, bir buçuk milyara yaklaşan insanın din anlayışını şekillendiren bir din olarak, bir bütün halinde yeniden düşünülmeyi beklemektedir. İslâm’ı yeniden düşünmek, onu, Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı zamanki tazeliği, sadeliği ve sıcaklığı ile anlamaya ve yaşamaya çalışmak demektir. Bir başka ifadeyle, İslam’ın evrenselliğinin gereklerini yerine getirmek demektir.
İslam, bizden önceki insanlar tarafından, birikimleri ve yetenekleri elverdiğince anlaşılmıştır. Daha önceki anlaşılma biçimleri, İslâm’ı daha iyi anlama konusunda bize yardımcı olacaktır. İslâm, dinamik bir dindir; her zaman ve mekanda yeniden anlaşılabilir ve yorumlanabilir. Hz. Muhammed, sağlığında bir “model” ortaya koymuştur. Bize düşen, Hz. Muhammed’i örnek alarak, İslam’ın çağımıza uygun anlaşılma biçimini ortaya koymaktır.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, Müslümanlar, “Sanayi Toplumu”na uygun bir din anlayışı üretmekte başarılı olamamışlardır. İnsanlık, bugün “Bilgi Toplumu”nun ötesine doğru yol almaktadır.
Müslümanların geleceği, Kur’an’ın kurucu ilkelerine ve içinde yaşanılan zaman diliminin gereklerine uygun bir din anlayışı üretmeye bağlıdır. Mevcut din anlayışının ihtiyaca cevap vermediğinin en açık kanıtı, Müslümanların mevcut durumudur. Kur’an, insanların başına gelen her türlü olumsuzluğun, insanların kendi tercihlerinin, yapıp ettiklerinin bir sonucu olduğunu belirtir (30/41). Öyleyse, yaşanılanların kader olarak algılanması doğru değildir. Kur’an, “bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah’ın o toplumu değiştirmeyeceğine” (13/11) dikkat çeker.
Müslümanların, demokrasi, din-hukuk, din-siyaset, insan hakları gibi alanlardaki mevcut sorunları, daha çok din anlayışının “fukaha”ya endeksli olmasından ve geleneğin kutsallaştırılarak din gibi algılanmasından kaynaklanmaktadır. Bizden önceki Müslümanların din anlayışlarını, ağırlıklı olarak “Fıkıhçılar” belirlemişlerdir. Bu durum, bir yandan Müslümanların üretmiş oldukları “hukuk”un “insan ürünü” olduğu gerçeğinin göz ardı edilerek dinle özdeş hale getirilmesine yol açtığı gibi, diğer yandan da “hukuk”un değişmez kurallar bütünü halinde algılanmasına sebep olmuş ve hukuk işlevsiz hale gelmiştir.
Müslümanlar tarafından tarih içinde üretilmiş olan “fıkh”ın din olmadığının anlaşılması, dinsel sorunlarımızın önemli bir kısmının gerçek anlamda sorun olmadığının farkına varmamızı sağlayacaktır. Çünkü, dini savunur görünerek ya da dine küfrederek din ticareti yapanların malzemeleri ellerinden alınmış olacaktır.
Müslümanlar, on dört asırdan beri İslam’ı anlamaya çalışmışlardır. İslam, kendisine gönül veren insanların bütün dünyalarını çepeçevre kuşatmıştır. Öyle ki, din, sanata, edebiyata, bilime, felsefeye damgasını vurmuş; İslam’ın merkezde olduğu bir uygarlık yaratılmıştır. Bu uygarlığın farklı versiyonları, Endülüs’te, Mısır’da, Horasan-Maveraünnehir bölgesinde, İran’da, Anadolu’da vücut bulmuştur. Bu uygarlık, Modernleşmenin kökeninde yer alan Rönesans ve Reform’un oluşum sürecini bile ciddi olarak etkilemiştir. Ancak, birleşik kaplar misali, Batı, bilim ve teknoloji alanında rüzgarı yakalayıp yükselmeye başlayınca, Müslümanlar, değişimin anlam ve önemini kavramakta gecikmişler; Batı’nın “uygarlaştırma” projelerine “obje” olmuşlar; sağlıklı din anlayışı üretememişlerdir. Bugün gelinen noktada, İslam’ın yeniden düşünülmesi, hem Müslümanlar hem de insanlığın geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Öyle zannediyoruz ki, eleştirel bir yaklaşımla, bir din olarak İslâm’ın ve Müslümanların üretmiş oldukları kültürün yeniden gözden geçirilmesi, bize, din alanında sağlıklı yapılanmaların kapılarını açacaktır.
Müslümanların, küreselleşmenin bunaltıcı anaforunda, kendi kimliklerini koruyarak varlıklarını sürdürebilmeleri, değişirken değiştirmeyi başarmalarına bağlıdır. Bilimin ve doğru bilginin gücü olmaksızın değişimin frekansına girmek bile pek mümkün değildir. Tek çıkış yolu, bilimin gücünü damarlarımızda hissederek yaratıcı yeteneklerimizi etkin kılmak; öğrenmeye açık olmak; eleştirel yaklaşımla geçmişi doğru anlamak ve kendi geleceğimizi inşa etme iradesini göstermektir. Bu ise, ciddi bir zihniyet değişikliğini gerektirmektedir. Din anlayışında köklü, sağlıklı ve tutarlı bir değişim olmadan, zihniyet değişikliği gerçekleştirilemez. Bu sebepten, Müslümanların İslam’ı bir bütün olarak yeniden düşünmeleri, hem sorunlarını çözebilmelerinin, hem de insanlığın muhtaç olduğu yeni bir uygarlık yarışında var olabilmelerinin olmazsa olmaz koşulu gibi görünmektedir. Bu doğrultuda öncelik, hiç kuşkusuz aklı yeniden keşfetmek ve eleştirel düşünceyi geliştirmek olarak belirlenecektir.
Ancak, Müslümanların bir an önce dini sorun olmaktan çıkartmaları önümüzde ciddi bir zorunluluk olarak durmaktadır. Bunun yolu da, din-siyaset ilişkisinde sağlıklı bir algı biçimi geliştirerek, dini siyasal ideolojiye indirgemenin ve onun siyasilerin elinde oyuncak haline getirilmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Eğer, İslam’ın egemenlik iddiasının olmadığı, Hz. Muhammed’in siyasi liderlik rolünün o zamanki koşulların ona yüklediği beşeri bir sorumluluk olduğu ve İslam’ın siyasi meseleleri insanın sorumluluğuna bıraktığı gerçeğini iyi anlayabilir ve anlatabilirsek, İslam, din olarak insanı özgürleştiren ve insan hayatına anlam kazandıran boyutu ile yeniden önplana çıkar ve Müslümanlar da, din adına birbirlerini öldürmekten kurtulmuş olurlar. Daha da ötesi, İslam bir medeniyet dinidir; Müslüman insan enerjisini iyilik, güzellik, doğruluk yolunda, yeni bir medeniyet inşaı için harcar. Aslında salih amel, esas itibariyle özgürlük, adalet, iyilik, güzellik ve doğruluk yolunda yarışmak anlamına gelir.
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.