Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

4Haz/150

Tarihte 50.yıl: Prof. Dr. Atilla Çetin / 5 Ağustos 2011

262v21i  Kocaeli’nin tarih alanında yetiştirdiği en önemli birkaç isimden biri o. Bir dönem Devlet Arşivleri Genel Müdür Vekilliği’ni de yürüten Prof. Dr. Atilla Çetin, tam 50 yıldır kentine ve ülkesine ilmiyle hizmet ediyor.

Prof. Dr. Atilla Çetin, alanında Türkiye’nin önde gelen isimlerinden biri. Yıllarca çalıştığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde, genel müdür vekilliği görevine kadar yükselen, bu arada akademik çalışmalarını da devam ettirip Profesör unvanını alan çok önemli bir tarihçi. İstanbul’da doğmuş. Ama anne tarafı İzmitli, baba tarafı Adapazarılı. Bu nedenle ana-baba diyarlarını fazlasıyla önemsemiş, araştırmış bir tarihçi. Sakarya Üniversitesi’nde görev yaparken, öğrencilerini İzmit ve Sakarya üzerinde çalışmaya yönelten, en çok çalışma yaptıran, İzmitliliği önemseyen bir öğretim üyesi.Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Şerif Mardin, Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu yakından tanıdığı, muhabbeti, diyaloğu olan isimler. Türkiye onu tanıyor ama Kocaeli ne kadar biliyor, sayıyor ve yararlanıyor? İşte orası bir soru işareti?..Annesinin “Doğru ol, dürüst ol. Allah doğruları, dürüstleri tutar” öğüdüne sıkı sıkıya bağlanan Prof. Çetin, hep “doğru ve dobra” konuşması sebebiyle bazen eleştiri bile alır. Çünkü aklındaki ile ağzından çıkan sözler birdir. Asla ve kimseye iki yüzlülük yapmaz.İşte mesleğine 1961 yılında başlayan, tarih alanında 50 yılı geride bırakan gerçek bir tarihin öyküsü:

– Başarı’nın tarifini, “Başarı = Çalışmak + Gayret + Azim + İmkan + Şans” şeklinde yapmışsınız. Şans o kadar gerekli mi?

Elimizde olan bir şey değildir ki şans. Güzel bir hikaye var konuyla ilgili. Napolyon, bir Albay atayacakmış. Karşısına birini getirmişler. İşte şu savaşı kazandı, şuraları aldı filan demişler. Napolyon ha bire “Başka?”, “Başka?” diye soruyormuş. Albay’ı öneren yetkili, “Efendim, siz nasıl bir nitelik istiyorsunuz?” diye sorunca, Napolyon da “Şansı var mı?” demiş. Doğrudur, şans bazı insanları yağ gibi götürür, ilerletir.

Aslında oraya bir maddeyi daha ilave etmek lazım. +İşini sevmek, severek yapmak. Ben çalıştım, gayret ettim ama hep işimi sevdim, çok sevdim. Benim hayatımdaki birinci düsturum budur.

– Siz şanslı mıydınız?

Dışarıdan bakıldığımda bazı insanlara için şanslı olarak görülebilirim. Ama bazı isteklerim olmadı.

– Mesela hangi konuda?

Mesela yemyeşil doğanın içinde, bahçeli bir evimin olmasını hep hayal ederdim. Ama gerçekleştiremedim. Kandıra’da bir müze kurmak isterdim. Ama olmadı

– 1970’li yıllarda, anneniz Devlet Arşivleri Genel Müdürü’nün makamına çıkıp “Ne olur, oğlumu yurt dışına göndermeyin” diye ricada bulunmuş. Olayı bize de anlatır mısınız?

Devlet Arşivleri’ne yeni girmişim. Daha 3 gün olmuş. Genel müdür Mithat Sertoğlu, haberim yokken beni Fransa’ya staja göndermek istiyor, ismimi listeye yazıyor. Arkadaşları bile tepki gösteriyor bu duruma. Derken annem geliyor karşısına. Benim yurt dışına gitmemi istemiyor. Genel müdür anneme de çıkışıyor: “Hanımefendi biz Başbakanlığı ayağa kaldırdık, siz ne diyorsunuz? Hem bu, oğlunuzun istikbali için çok iyi bir şey.” Sonunda annem istemeyerek de olsa “Peki” diyor.

SOKAKLARA KEBAPÇININ ADINI VERİYORLAR

– Çalışmalarınızın İzmit ve Sakarya üzerine yoğunlaştığını görüyoruz. Bunun bir anlamı var mı?

Ben anne tarafından Kandıralı, baba tarafından Adapazarılıyım. Dolayısıyla İzmit ve Sakarya benim memleketim. Ama sadece bu iki bölge ile ilgili eser vermedim. İstanbul’la, Bursa ile ilgili eserlerim de var. Mesela Bursa Erkek Lisesi mezunuyum. Bursa’yı da yakından bilirim. Ama annemin vefatından sonra (son 15-16 yıldır) biz de yönümüzü buraya doğru çevirdik, çalışmalarımızı bu bölgeler üzerinde yoğunlaştırdık.Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: İzmit ve Adapazarı aslında kalabalık yerler. Ama nüfusları yoğun göçle oluştuğu için, bölgenin tarihini, kültürünü, geleneğini bilen insanlar, köklü aileler azalmış burada.

– İzmit’te köklü aileler yok mu?

Olmaz olur mu? Ama bilmiyorlar. Köftecinin, kebapçının adlarını sokaklara veriyorlar. Nice yetişmiş adamlar var bu kentte. Mesela İzmitli Vezir Halil Paşa var. 5 nesil İzmitli adam. Vakıfları var. Dilzade Elaç Mustafa. 17. yüzyılın en zengin adamı, burada yaşamış. Evi Hacı Hasan Mahallesi’ndeymiş. Adapazarlı Şehir Hüseyin Paşa, 8 sene burada yaşamış. İnanın bilmiyorlar…

KENAN EVREN’E HAREM FIRÇASI !

  Arşivcilik ne kadar ciddi bir iştir?

İlginç bir hikaye ile anlatayım. 80 İhtilalinden sonra Kenan Evren Paşa arşive gitmiş. Orada orta yaşlı Amerikalı bir kadın araştırmacı, Haremi Hümayun’u çalışıyormuş. Evren Paşa herkese “Ne üzerinde çalışıyorsun?” diye sorarken sıra bu Amerikalı kadına gelmiş. Kadın “Haremi Hümayun” deyince, Evren “Ha ha ha” diye gülmüş, hafifsemiş. Amerikalı kadın, Evren’i bir azarlamış ki, “Hayır. Sizin bildiğiniz gibi değil. Orası bir müessesedir. İnsan yetiştirme yeridir” demiş. Tarihi ciddiye alan, Osmanlıyı bilen bir yabancı araştırmacı, Evren Paşa’nın en güçlü olduğu dönemde ona bu yanıtı veriyor.

– Harem, biliyorsunuz televizyonda dizilere de konu oluyor. Bu sıra Kanuni Sultan Süleyman’ın dönemini ele alan “Muhteşem Yüzyıl” çok gündemde…

Bir defa seyrettiğimde gördüm. Kadının boynunda Haç vardı. Kardeşim, Osmanlı sarayına gelmiş, cariye olmuş bir kadın hiç Haç takabilir mi? Mümkünatı var mı? Onlar Hıristiyan çocuğu da olsalar, orada Müslümanlaşıyor, Türkleşiyorlar. Dikkat et, en büyük vakıfları yapanlar Valide Sultanlardır. Mesela 1. Mahmud’un annesi Mısır Kahire’de sebil (çeşme) yaptırmış. Bir defa Kahire’yi mi görmüş kadın? Hayır. Belki Fransız, İtalyan, Rus kızıdır ama Müslümanlaşmıştır. O sistem içinde Müslümanlaşan cariyeler bir daha geri dönemez. Çünkü Harem bir kurum, bir okul. Orada denetim var. Erkekleri de yetiştiren, devlet adamı yapan bir okul. Amaç, en seçkin, en zeki insanı bulmaktır.

TERSANELER, MUKATAALAR, KETEN KÜLTÜRÜ ARAŞTIRILMALI

– Osmanlı arşivlerinde Kocaeli ile ilgili bilinmeyen, pek araştırılmayan bir bölüm, alan var mı?

Çok var. Her konuda var. Mesela burada iki tane tersane vardı. İzmit ve Kefken Tersanesi. Ben onlarla ilgili hiç yayınlanmayan bir iki belge yayınladım. Biri İzmit Tersanesi hakkında, 1814 yılına ait. Tesadüfen bulduğum, rastladığım bir belge. Ama derin araştırırsanız, defter serilerine girerseniz çıkar onlar…Mesela Kocaeli’de gelir getiren kaynak kalemleri yani Mukataalar. Hiç araştırılmamış…Sonra bu bölgede yetişmiş ünlü insanlar. Bu da araştırılması gereken bir konu…Kocaeli’nin folklor kültürü, kültürel zenginliği bilinmiyor…Mesela keten kültürü de bugüne kadar hiç araştırılmamış. Şimdi keteni dokuyanı da bulamazsın. Zordur, kaynak azlığı vardır. Bu yüzden yerel çalışmak lazım…

– Kocaeli tarihsel açıdan nasıl bir yer?

Evvela mekan olarak küçük bir yer. Eskiden Adapazarı da buraya bağlıydı. Sonra ayırdılar, daha da küçülttüler. Coğrafi olarak küçüktür ama önemi büyüktür. Anadolu’ndan Bağdat’a giden yol güzergahı üzerindedir. Sonra Marmara ve Karadeniz’e komşudur. Sonra İstanbul ve Bursa’ya yakındır. Sonra iklimi güzel olduğu için bol ürün yetişir. Ve en önemlisi de orman zenginliğidir. İzmit ve İstanbul tersanelerinin kereste ihtiyacı yüzyıllarca daha az zahmetli olduğu için bu bölgeden karşılandı. Yani Osmanlı hangi deniz zaferini kazanmışsa, bilin ki o zaferde o gemilere malzeme gönderen Kocaeli ormanlarının ve insanının bir payı vardır.

“BİZİ YOBAZ SANMA!”

– Neden Kocaeli Üniversitesi Tarih bölümüne gelmediniz de, Sakarya Üniversitesi’ni tercih ettiniz?

İstedik. Hatta Rahmi Seymen’le bile gidelim diye konuştuk. Hatta gittik. Ama olmadı. O zamanlar bizi iyi tanıtan birisi çıkmadı. İyi referanslar bulamadık. Hatta ben Sakarya Üniversitesi’nde görevli olduğum için Baki’ye “Bizi yobaz sanma” dedim. O da “Biz araştırırız” dedi.

– Neden evlenmediniz?

Onu geçenlerde Devlet Bahçeli’ye de sordular. “İyi olurdu, kader” dedi.Valla saymışız, annem 102 tane kız gösterdi. O zamanlar zor beğenen, fazla detaycı bir adamdım. Kız kardeşim İstanbul’da çalışırken, aynı kurumda Ali İhsan Bey adında bir zat vardı. Ona benim için demiş ki, “Kardeşin tabi evlenmez. Sen bakıyorsun, annen bakıyor. Bizim gibi yalnız olsa, bak gör…”

– Emekli oldunuz mu?

Yaştan emekli oldum. Ama ilim adamının emekliliği olmaz…

– İzmit’ten memnun musunuz?

Memnun değilim. Kültürel açıdan arzu ettiğim atmosferi bulamadım burada. Adapazarı’nda da bulamadım. Ama Bursa ve İstanbul’da bu var. Hatta zaman zaman arkadaşlarıma, “En son nerede oturayım?” diye soruyorum. Diyorlar ki: “Senin yerin İstanbul. Kalk, gel.” Onun için kültürel bazda burada insanlarla benim alıp verebileceğim fazla bir şey yok.

– Burada ne yok? Olmayan şey ne?

Efendim, mesela tarihçi diyorsunuz. Ama çürük, zayıf insanlar var. Adamın Osmanlıcası yok, yabancı dili yok, kültürel alt yapısı eksik. Diploması, doktorası olanlar var. Ama yeterli değil. Tarih alanındaki çalışma ve organizasyonlar, hiç yeterli değil.

– Halen üzerinde çalıştığınız bir eser var mı?

Çok var. En önce aile kitabımız var. Adı “Ferhunde Çetin Annemize Armağan” olacak. Bursa’da “İsmail Hakkı Musevi Tekkesi” var… Tabi her şey sağlığımıza, sıhhatimize bağlı.

– Kaç kitabınız, kaç makaleniz var?

15’e yakın kitap, 300’e yakında makale.

“BEN BÜYÜĞÜM” DEMEKLE BÜYÜK OLUNMAZ

– Sizi tarihi anlamda kızdıran yaklaşımlar, üsluplar nelerdir? Neyi sevmezsiniz bu alanda?

Biz geçmiş olayları yorumluyoruz. Ama bu yorumlama, tarihçinin bilgisine, dünya görüşüne, ideolojisine ve kültürüne göre değişir. Aynı olayda aynı şahısları kimisi göklere çıkarır kimi yerin dibine batırır. Mesela sömürge ülkelerinin tarihçileri, mesela Fransızlar Tunus’a Cezayir’e gelmiş, bir önceki Osmanlı dönemini kötülemiş. Üstelik bu kötülemeyi belgelere dayanarak yapmışlar. Bu, olabilir, normaldir.

Ama belgelere dayanmayan, neredeyse ayaküstü hazırlanmış, toplama, kopyalama, biraz da magazinsel eserler, doğru eserler değildir. Ben böyle eserleri de, yapanları da sevmem.

– Siz reklamı işinin önüne geçen insanları sevmiyorsunuz, anlaşılan.

Sevmem. Çünkü “ben büyüğüm” demekle büyük olunmaz. Önce işi öğreneceksiniz. Sonra çokça çalışacaksınız. Ben üniversite öğrencisiyken de derdim, “Bir iz bırakmak lazım” diye. Zengin bir kişi olsaydımKandıra’ya fabrika yapardım, okul açardım… Ben ne dedim, “Okuyalım, kalem erbabı olalım, kalemimizle hizmet edelim.” Bir tarihçinin sınırlı imkanlarla yapabileceği en güzel şey bölgesinin, kentinin tarihini araştırmak, geçmiş insanlarını ve olaylarını gün ışığına çıkarmak ve onları hayırla yâd etmektir. Ben bu çevçevede sanıyorum iyi çalışmalar yürüttüm… Bakın, çıkardığımız 3 ciltlik Temettuat defterleri, Kocaeli’nin kuzey bölgesinde yani Kandıra civarında 160 yıl öncesinde yaşayan bütün insanların ataları, lakapları, meslekleri, mal varlıkları, hayvan varlıkları, ödedikleri verdiler v.s. hakkında detaylı bilgiler veriyor bize.

OSMANLI ARŞİVİ BİR DERYADIR

– Hocam, Osmanlı arşivleri ne kadar geniş, ne kadar büyüktür?

Engin, uçsuz bucaksız bir deryadır. Belge sayısı “150 milyar” diyenler var…

– Arşiv denilince ne anlamamız gerekiyor?

Osmanlı resmi yazışmalarını anlamamız gerekiyor. İster okul, ister belediye, ister bakanlık, isterse kilise olsun, resmi kurumların bütün yazışmalarını anlamamız gerekiyor.

Osmanlı’nın başında bir padişah var. Padişahın atadığı Sadrazam, sadrazamın etrafında bugünkü Bakanlar Kurulu gibi Divanı Hümayun var. Şeyhülislam var. Serasker var. Adliye işine bakan var. Defterdar gibi vergi toplayan var. Her birisinin etrafında da adamları var. Dolayısıyla bunlar fonksiyonlarını yerine getirirken kağıt kullanıyorlar. Osmanlı bu kağıtların hiçbirini atmamış. Zamanla belge sayıları milyonları aşmış.

– Birkaç örnek verebilir misiniz?

Mesela Bursa’da İnegöllü Derviş Paşazade Numan Bey var. Numan Bey’i Gemlik’e tersane emini olarak atamışlar. Devlet ona para veriyor, o da devletin istediği ölçülerde gemiler yapıyor. Bir müteahhit firması gibi düşünün. Gemi yapımında çalışan ustaların parası, malzemenin parası, çivinin parası… tek tek hesaplanıyor. Hepsinin masraf defterleri var.Mesela devlete gelir getiren kaynaklara Mukataa denir. Ve her bir gelir kaynağının da ayrı ayrı defterleri vardır. Onları bir görsen, ağzın açık kalır. “Bu ne kadar muntazam bir muhasebe!” dersin. Mesela eskiden devletin mihmandarları varmış. Devlet diyor ki, Türkistan Hanlıklarından 20 kişi geldi, 1 ay kalacak. Mihmandar, misafirlere ikram etmek için aldığı bir tavuğu, 3 kilo sütü bile kayıt altına alır, yazarmış. Görsen, şaşar kalırsın.Mesela Yeni Cuma Camii tamir olacak. Hepsi arkadaş, bütün detaylar defterlere yazılır. Mesela gittiniz, Selanik’i fethettiniz. Osmanlı hemen ertesi gün Selanik’e adamlarını gönderiyor ve oradaki her şeyi, bütün malları kayıt altına alıyor. Hemen kadı tayin ediyor, güvenlik için subaşı, 300 tane asker bırakıyor. Hızlı bir şekilde kendi sistemini kuruyor. Yani Osmanlı’nın yaptığı imar faaliyetleri olsun, vakıf faaliyetleri olsun, savaşlar olsun, devletin verdiği maaşlar olsun hepsi kayıt altına alınmıştır. Osmanlı arşivi engin bir deryadır. Mesela Mühimme Defterleri… Osmanlı Divanı Hümayun (Bakanlar Kurulu) kararlarını içeren defterlerdir. Bu konuda 263 tane defter var. Kanuni zamanından Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar. Yıl yıl… Orada alınan kararlar bütün Osmanlıları, imparatorluğu ilgilendirir. Mesela Kıbrıs’ın Fethi diyelim, vardır. Eğri Seferi vardır. Bir yerde isyan çıkmış. Mesela Kocaeli bölgesinde çok olmuş. Vardır hepsi. Kültürel, sosyal, ekonomik bütün olayları burada bulabilirsin. Aklınıza gelebilecek her konuda…

OSMANLI FUHUŞ TARİHİ !

Mesela Osmanlı Fuhuş Tarihi, yazılmamış. Ama binlerce resmi belge var. Mesela “2 tane fahişeyi Gelibolu’ya sürün” veya “Şurada şunu yapmış, şu cezayı verin, men edin” gibi kararlar verilmiş. Kararlar genel ahlakı korumak için alınmış ama hep kayda alınmış…

MÜZE YAPMAK İSTERİM AMA…

– Kişisel arşiviniz ne kadar büyük?

Sanırım, 5 bin civarında seçilmiş kitabım var. Ama biraz dağınık. Birazı burada, birazı İstanbul’da biraz da Bursa’da.

Bir de şu var, ben arşivlerde çalıştığım için, “Dedikoduya vesile olmasın” diye, hiç Osmanlı arşiv belgesi satın almadım. Çünkü orası sizin dürüstlüğünüze emanet edilmiş. Rakipleriniz oluyor ve biliyorsunuz ki Türkiye’de çamur atmak çok kolay. Gönlüm çok isterdi ki bir koleksiyonum olsun. Ama olmadı. Buna rağmen ihtiyacım olan kitap ve belgelere de her zaman ulaşmışımdır.

– Arşivinizi sizden sonraki nesle nasıl bırakmayı düşünüyorsunuz?

Aslında Kocaeli’ye gelişimin esprilerinden biri buydu. Şöyle eski konak veya büyük bir ev alalım. Onu tefriş edeyim. Elimdeki kitapları, belgeleri koyayım, müze haline getireyim. Ben yaşarken orada olayım. Benden sonra Kültür Bakanlığı’na veya belediyeye bağışlarız diye düşünmüştüm… Ve bu konakta sohbetler olsun. Haftada bir gün yemek olsun. Tarihçiler, musiki erbabı, şairler, edebiyatçılar gelsin. Bir model olsun istedim. Gönlümde vardı, olmadı. Henüz vazgeçmiş de değilim…

5 Ağustos 2011 – İslam Anahtarı

4 Haziran 2015 Perşembe gününün ilk saatlerinde kaybettiğimiz Prof. Dr. Atilla Çetin hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Kardeşi Dr. Aylin hanıma da başsağlığı ve sabır…

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.