Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

5May/150

DEVLET BENİM – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmez avDEVLET BENİM – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Tarihçi Erhan Afyoncu çok yaygın bir yanlışı düzeltiyor. Fransa Kralı XIV. Louis (14. Lui)’nin kendisine atfedilen meşhur “devlet benim” sözünü söylemediğini ifade ediyor.

Evet, XIV. Louis kendisinin Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna ve krala karşı yapılan itaatsizliğin büyük günah olduğuna inanıyordu.

Efsaneye göre XIV. Louis, 1655'te Paris Parlement'ine (Yüksek Mahkeme/Adalet Sarayı) girerek hâkimin sözünü "devlet benim" diye kesmişti.

Ancak XIV. Louis hiçbir zaman "devlet benim" dememiş. Bu Voltaire tarafından yaratılan bir efsane imiş.

*****

Ak parti “devlet benim” havasında

Ak Parti’nin tek başına iktidar olduğu dönem 13 seneyi buldu. Eskiden devlet kurumlarına ve bu kurumlarda yöneticilik yapanlara karşı en ağır eleştirilerde bulunan Ak Parti artık “devlet benim” havasında.

Frankfurter Allgemeine (FAZ) gazetesinde Rainer Hermann’ın bir yorumunda Erdoğan’ın kendini, sadece dışardan değil içerden de etrafı düşmanlarca çevrili olarak algıladığı vurgulanıyor. Erdoğan’ın demokrasi adına attığı birkaç adımı da ortadan kaldırdığı ileri sürülüyor.

Elmas Topçu’nun özetlediği yazıda, “Erdoğan 12 yılda Kemalist elit kesimin gücünü yok etti, öncelikle orduda ve yargıda. Sonra da devlet yapısı üzerindeki kontrolü ele aldı. Şimdi de cumhurbaşkanı olarak kendini devletin vücut bulduğu kişi olarak görüyor” denilmekte.

Erdoğan’ın yönetim biçimiyle Türkiye’de hükümet dilinin de değiştiğini söyleyen Hermann, 2002’de demokrasi ve özgürlük sözü veren Erdoğan’ın, bugün muhaliflerine devamlı “Haddini bil” diye meydan okuduğunu kaydediyor. Bu tarzla Erdoğan’ın, muhaliflerine ‘ayakların ve başların’ nerede olduğu mesajını verdiğini söylüyor.

Yani “demokrasi için kesinlikle şart olan siyasi eşitlik ilkesi yok” diyor.

Erdoğan’ın gücü tek elde toplamasına, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını örnek gösteren Hermann, çok sayıda savcının ve emniyet mensubunun görev yerinin değiştiğini, yargı sisteminin kontrol altına alındığını, son olarak da bunun üzerine giden medyaya yönelik operasyonlar düzenlendiğini söylüyor ve “Erdoğan’la birlikte ne yargının bağımsızlığı ne de kuvvetler ayrılığı ilkesi kaldı” diyor.

***

İşte bu “devlet benim” diyen dili sadece Erdoğan’da değil hükümetin ve partinin her kademesindeki temsilcilerinde görmek mümkün.

Devlet “hizmetkâr” olacak derken, ‘birey’in karşısında ‘devlet’in güçlendirildiği “milli güvenlik yasası” çıkarıldı.

“Devlet büyüklerine saygısızlık yapanlar” için “gereği yapılmakta.”

Basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye dünyada 154. Sırada.

Bazı sanıkların yargılamadan kaçırılması, bazı tutuklulara tahliye kararı verilen hâkimlerin tutuklanması, İstanbul’da 1 Mayıs’ta fiili sıkıyönetim uygulaması gibi örnekler vakayı âdiyeden sayılmakta.

Devletin her vatandaşına adil olarak götürmesi gereken hizmetleri bir lütuf olarak sunulmakta.

Devlet imkân ve hizmetlerinden yararlanma “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar” ölçütü ile değerlendirilmekte.

*****

CUMHURBAŞBAKAN

Önceki seçimlerde olmayan bir şey oluyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir taraftan, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu bir taraftan mitingler, toplantılar, TV programları yapıp AK Parti’ye oy istiyor.

AKP zaten siyasi partilere kanun gereği verilen yardımdan en fazla yararlanan parti. Ayrıca devlet imkânlarından, Belediyelerin kaynaklarından ve ihalelere giren iş adamlarından aldıkları destekle diğer partilerle kıyas kabul edilemeyecek kadar maddi imkânlar içinde. Valiler, Belediye Başkanları, Emniyet Müdürleri ve devlet kaynaklarından beslenen yandaş medya AKP’nin organları gibi. Bu demokrasiye aykırı güç kullanımı ile milli iradenin tam tecelli etmesi imkansız.

Ancak yine de durum kritik. Binali Yıldırım bile “AKP’nin azınlık hükümeti kurabileceğinden” bahsediyor.

Cumhurbaşbakan anladığımız kadarıyla seçim işlerinde AKP’nin resmi genel başkanı Davutoğlu’na pek güvenemiyor. Davutoğlu kaç tane miting ve toplantı yapıyorsa, bir o kadar da Erdoğan yapmaya ve propaganda makinesi ile kitlelere ulaşmaya çalışıyor.

Bu husus tabii ki öncelikle Cumhurbaşkanının Anayasada belirlenmiş konumuna, ettiği yemine ve parlamenter sisteme aykırı. Ayrıca partiler arasındaki maddi dengesizliği daha da artıracak şekilde, AKP’ye kanun dışı kaynak aktarımı demek.

Yani Cumhurbaşkanı kendisine verilen bütçe ile parti propagandası yapıyor.

Çünkü Cumhurbaşkanının “gönlümde olan parti” dediği partinin hangisi olduğunu bilmemek ve “her partiye eşit mesafedeyim” sözüne inanmak için zekâmızın hangi seviyede olması gerektiğini söylememe gerek yok.

Cumhurbaşkanının seçimle gelmesi ve “farklı bir Cumhurbaşkanı olacağını” söyleyerek seçilmiş olması da bu hukuksuzluğa mazeret olamaz. Anayasa yerinde duruyor. Hukuk ve devlet sistemi değişmedikçe yapılanlar hukuka aykırıdır.

Buna Yüksek Seçim Kurulu (görevi olduğu halde) müdahale etmiyor, edemiyor.

Ama toplumda vicdan ve adalet duygusu bu defa bütün bu aşırı güç kullanımına, “devlet benim” anlayışına ve hukuksuzluğa isyan ediyor.

Erdoğan ve Davutoğlu mitinglerinin siyasi etkisi bir artı bir iki şeklinde değil, birbirinin tesirini yok edecek şekilde tecelli ediyor.

*****

TEK SİLAHIMIZ OYUMUZ

Fransa’da 72 yıl otoriter bir krallık yapan XIV. Louis bile “devlet benim” dememiş. Tam tersine ölüm yatağında "şimdi ben gidiyorum fakat devlet her zaman ayakta kalacak" demiş.

Elbette Atatürk’ün dediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Bunun için devletin kişilerden bağımsız olarak bütün kurum ve kurallarıyla ayakta kalmasını ve hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız.

Bütün bunları sağlamak için elimizde tek bir silahımız var: Oyumuz.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.