DOLAR NEREYE GİDER, EKONOMİDE KRİZ OLUR MU? – Av. Ruhittin SÖNMEZ
DOLAR NEREYE GİDER, EKONOMİDE KRİZ OLUR MU? – Av. Ruhittin SÖNMEZ
AKP iktidarları ekonomi açısından halk tarafından genelde başarılı bulunmakta. Zaten 12 senedir yapılan seçimlerde iktidarını devam ettirebilmesi bu algıya bağlıdır.
Algı her zaman gerçeği yansıtmaz. Bu “başarı hikâyesi” acaba ne kadar gerçek?
Bu durumu Kalkınma Ekonomisti Bartu Soral’ın son kitabı “Tünelin Sonu Kriz” ve Prof. Dr. Ahmet Gökçen’in makalelerinden faydalandığım bilgiler ışığında yorumlamaya çalışalım:
Dolar kurunu belirleyen ana unsur Türkiye’deki enflasyon ile ABD’deki enflasyon arasındaki farktır. Reel olarak mesela Türkiye’de yüzde 10, ABD’de yüzde 1 enflasyon olduysa Türk Lirasının ABD Doları karşısında o yıl yüzde 9 değer kaybetmesi gerekir. Bu olmazsa bir süre sonra ihracatımız zorlaşır, ithalatımız artar. Böylece dış ticaret açığımız büyür.
İçeride ihracat yapamayan ve ucuzlamış ithal ürünlerle rekabet edemeyen yerli üreticiler batmamak için üretim yerine ithalatçılığa döner. Büyüme azalır, işsizlik artar.
Buna karşılık olması gereken kurdan daha değerli olan TL sebebiyle dışarıdan gelen sermaye yüksek kazançlar sağlar. Buna dövize yüksek faiz ve sıcak paranın kazandığı borsa vb kazançlara vergi muafiyeti de sağlarsanız kârları daha da büyüdüğü için bu döviz akışı devam eder.
AKP hükümetlerinin 12 senedir yaptığı budur.
AKP iktidarının uyguladığı dalgalı kur rejimi ile yüklü miktarda döviz girişi sağlandıkça piyasada gerçekleşen kur (nominal kur) artışı olması gereken kurdan (reel kur) sapmaya başladı. Böylece TL olması gerekenden daha değerli halde tutuldu.
Vatandaş ülkenin dış borcu artmış, dış ticaret açığı büyümüş pek ilgilenmez. Dolar kuru düşük kaldıkça kaliteli ithal malları ucuza alır. Refahın yükseldiğini hisseder. İçerideki fabrikaların kapanmasını işsiz kalanlar haricindekiler pek fark etmez.
Bu durum ise iktidarın durumunu sağlamlaştırıyor. Oylarını artırıyor, en olumsuz siyasi şartlarda bile en azından oyunu muhafaza edebiliyor.
AKP döneminde büyüme ortalaması yüzde 5’in altında kalmasına rağmen, alınan borçların ve düşük kurun sağladığı bir sanal refah hissi yaratıldı.
***
ÜRETİMDEN KAYNAKLANMAYAN SANAL REFAH SÜRDÜRÜLEMEZ
AKP döneminde yaratılan sanal refah üretimden kaynaklanmadığı için bu zenginlik sürdürülebilir değil.
AKP döneminde ekonomimiz ortalama büyüme yüzde 4,8 büyüdü. 2014 büyüme oranının yüzde 2,5 mertebesinde çıkacağı bekleniyor. Bu ise Türkiye’nin yerinde sayması, dünya sıralamasında geriye düşmesi demek. (1946-2002, tam 57 yılın ortalama büyüme hızının yüzde 5.1 olduğunu hatırlayınız.)
Üstelik AKP döneminde büyümenin kaynağı da üretime değil tüketime, hizmetler ve inşaat sektörüne dayalı. İmalat Sanayiinin payı AKP döneminde yüzde 23’den, yüzde 15’e düştü.
Borcu verimli kullanmak, aldığımız her bir dolar borç karşılığı, bir dolardan daha fazla milli gelir yaratmamız lazım. Oysaki AKP döneminde biz sadece 1 dolar borç için 0,45 dolarlık büyüme yaratabilmişiz. Elin parasını har vurup harman savurmuşuz.
Bu borcu borçla ödemeye çalıştığımızı göstermekte. Yani çıkmaz sokaktayız demek.
En son ABD ve AB ülkelerinde finansal piyasalarda yaratılan sanal büyümenin patlamasıyla yaşanan krizleri hatırlayınız. AB içinde, üretimden zenginleşen Almanya’nın dimdik ayakta kaldığı bu fırtınada, üretime dayanmayan sanal zenginlik içindeki İspanya ve Yunanistan ağır krizler yaşamakta.
“ABD Merkez Bankası (FED), IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların raporlarına göre, yeni küresel krizde en riskli ülke Türkiye olarak gösteriliyor. Çünkü mevcut durumumuz Yunanistan ve İspanya’nın krizden önceki ekonomik durumuna benziyor.”
***
DOLAR DAHA ÇOK YÜKSELEBİLİR
2002 yılını temel alırsak 2014 yılı ilk yarı sonuna kadar Türkiye ve ABD enflasyonları arasındaki farka göre olması gereken reel kur ile piyasada oluşan nominal kur arasındaki fark yüzde 78 olmuş. Yani kur olması gerekenden yüzde 78 daha düşük kalmış.
Eğer 2015’te de döviz girişi aynı bollukta olabilseydi bu saadet zinciri devam edebilirdi. Ancak küresel şartlar bu sene para girişinin daha az ve giren dövizin daha yüksek maliyetli olacağını göstermekte.
Yatırımlar için dış sermayeye bağımlıyız. Çünkü iç tasarruf oranımız çok düşük (Yüzde 12). Buna karşılık ülkenin “yatırım yapılabilir” ülke konumuna ait olan güven azalmakta.
Hukuk düzeninin iyi çalışmaması, cari açığın yüksek ve ekonominin aşırı derecede kırılgan olması, özellikle komşularla olan ilişkilerdeki gelişmeler ve Cumhurbaşkanının Merkez Bankası gibi özerk olması gereken kurumlara müdahaleleri yatırım isteklerini azaltan diğer faktörler.
Bütün bu anlatılanlardan dolayı TL aleyhine, doların değerinin hızlı bir şekilde yükselme göstereceğine dair beklentiler devam ediyor.
Temmuz 2014 başında 2.12 olan dolar kuru 2.60’ı geçti. Yüzde 23 devalüasyon demek bu. Yüzde 78 lik sapmanın sadece yüzde 23’ü düzeltilmiş oldu.
Döviz girişi sağlanamadıkça aradaki yüzde 55 sapmanın da düzeleceği yani bu oranda daha devalüasyon olacağını söylemek mümkün. Yapı kırılgan, dengeler hassas. Çok iyi bir ekonomi yönetimi lazım.
“Ekonominin iyi yönetilmediği ve politik risklerin çok yükseldiği veya böyle bir algı oluştuğunda yabancı sermaye girişi durabilir ve hatta çıkmaya başlayabilir. Böylece kriz patlar.”
Bu kritik dönemeçte kur düzeltmesini zamana yaymak için büyük gayret gösteren Merkez Bankası’na Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağır baskısı doların hızla önce 3 TL ve daha sonra 4 TL’ye doğru hızla çıkabilmesine yol açabilir.
***
HIZLI DEVALÜASYON AKP’Yİ İKTİDARDAN DÜŞÜRÜR
Çok hızlı devalüasyon enflasyonun artmasına, dövizi olmayan halkın alım gücünün düşmesine, döviz borçlarını ödeyemeyen çok sayıda şirketin batmasına, Türkiye’nin yürütmek istediği büyük projelerin maliyetlerini yükselmesine, yatırımların yavaşlamasına bazılarının iptaline ve işsizliğin artmasına yol açabilir.
PKK meselesinin iç çatışmaya dönüşme riski taşıdığı ve IŞİD, Irak, Suriye politikalarının yarattığı risklerin yoğunlaştığı bir zaman diliminde böyle bir kriz bizim için felaket olur.
Böyle bir krizde AKP hükümeti de ayakta kalamaz.
Onun için ilk olarak CB Erdoğan ile bazı yandaşların yetişmiş ekonomistlerin uzmanlıklarına güvenmeleri ve müdahale etmekten vazgeçmeleri gerekir. İkincisi yetkililerin hukuk sistemini bozmaktan vazgeçerek yatırım yapılabilir ülke görüntüsü vermeleri icap eder.
Bu durum o kadar açık ki, “acaba bütün bunları bilen CB Erdoğan, akıbetin kaçınılmaz olduğunu görüp, sorumluluğu Merkez Bankası’na atarak badireden kurtulmak mı istiyor?” sorularının yayılmasına sebep oluyor.
*****
FAKİRDEN ZENGİNE, YERLİDEN YABANCIYA SERVET AKTARILDI
Türkiye’de 2000 yılında en zengin yüzde 10’a giren kesimin toplam gelirden aldığı pay % 66,7 iken, 2014 yılında ise % 77,7’ye ulaştı.
Yani zenginler daha zengin olmuş. Alt kesimlerden yüzde 11 gelir daha en zenginlere aktarılmış.
Buna karşılık vatandaşların çok büyük bir kısmı borç içinde yaşamakta. Vatandaşların kredi ve kredi kartı borçları son 12 yılda 56 kat arttı.
Yoksulluk ve açlık sınırında olan 20 milyon civarında kişi devletten aldığı sosyal yardımlara bağımlı halde. Halkımızın her 4 kişisinden biri kendisini açlığa mahkûm eden politikaları yürütenlerin verdiği devlet yardımları sebebiyle onlara minnettar ve sadık birer seçmen durumunda.
Ya bu insanlar kendilerini sadakaya muhtaç edenleri bir fark ederse….
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.