Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

12Şub/150

DAHA FAZLA SORUMLULUK ALMAK – Süleyman PEKİN

süleyman pekinDAHA FAZLA SORUMLULUK ALMAK – Süleyman PEKİN

Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir süvariyi, bir süvari bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır” dedik 11 yıl önce. 1200’lerdeydik 4100’leri aştık. Dağınıktık birleştik, yaralıydık iyileştik. Yetkili de olduk, etkili de olduk. Kurumsal kültürüyle; sosyal sendikacılıktaki öncü kimliğiyle; kendi hizmet binasıyla ve hizmet aracıyla; özel indirimli işyerleriyle ve özel hatıra ormanıyla; kurslardan turnuvalara, panellerden eylemlere, sazdan söze organizasyon yeteneğiyle bir markadır TÜRK EĞİTİM SEN.

Dahası sendikacılığı sendikacılık gibi yapan ve başkalarının sorunlarında kendini unutan, hak aramaya / mücadeleye endeksli kadrolarıyla sürekli büyüyen bir okuldur Türk Eğitim Sen. Ve bu noktada herkesin emeği var, bir ortak çalışma ve dayanışmadır Türk Eğitim Sen; hem zihinsel hem ruhsal. Kiminin gelecek inşası, kiminin Allah rızası, kiminin ekmek kavgası, kiminin insan onurunun direnmesi olarak kendini kodladığı bu ortak mücadele ruh birlikteliğimiz artarak sürecek inşallah.

Ne ki sendikal varlığımız idealler üzerine kuruluydu. Kurumsal başarıları ve kazanımları bir kenara koyuyor ve ideallerimizin hayata yansıması noktasında bir murakabe yapmak durumundayız: “Türk Milleti’nin beka davası olarak gördüğümüz eğitim” bu 11 yılda nereden nereye gelmiş? İnandığı gibi yaşayanların mı yüzdesi artmış yoksa yaşadığı gibi inananların mı? TV dizileriyle ve bazı siyasîlerle canlandırmaya çalıştığımız Yeni Osmanlı havası 1300’lerden 1600’lere kadarki kolektif yükseliş ruhunu mu yoksa Bizans’tan devraldığımız ve 1600’lerden 1900’lere kadar süregelen entrika ve yozlaşma kültürünü mü esas almış?

Özdemir Âsaf ‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu’ demiş; birinciliği Türk Milletine mi verdiler? Oysa milletler arasında tuz hükmündeydi Türk Milleti. Hani bir zamanlar Merhamet Medeniyeti’miz vardı bizim. Yanı başımızda ortak medeniyetimizin insanları her Allah’ın günü öldürülüyor, parçalanıyor, sürülüyor, köle pazarlarında satılıyor ve biz hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ettiğimizi sanıyoruz.

Düşünürlerin akıl tutulması dedikleri hâl gittikçe vicdan ve ruh tutulmasına dönüşüyor. Algı kanallarımız kapalı. Yabancı frekanslarla korsan yayın yapar bir vaziyetteyiz. Modern bir ilkelliğe doğru son hızla gidiyoruz. Ruhsal açlığımız küresel bir oburluğa ket vuruyor.

Kitle iletişim araçları solungaçlarımız olmuş. Yaşam sınırımız mitoslarla belirleniyor. Telefonlarla konuşturula konuşturula susturuluyoruz. Damarlarımıza karışan bu enformatik necaset, bu GDO’lu küresel kapitalizm, bu put & tapıngaç düzeni medeniyetimizin küllerinden yeniden doğuşuna da engel teşkil ediyor.

Netice-yi kelâm; alternatif ahlak ve açılımlar üretmeliyiz, işler iyiye değil kötüye gidiyorsa daha fazla inisiyatif kullanmalıyız, ülkemde bir sosyolojik kırılma yaşanacak gibiyse siyasî sorumluluk da almalıyız. Fakat her şeye iyilerin yaydığı umudun kötülüğü yeneceğine iman etmişiz. ‘Ay gecenin en karanlık anında doğar’ diye bellemişiz. Bir kelebeğin kanat çırpması bile dünyanın akış öyküsünü değiştirebilir.

Her şey sende düğümleniyor
Çözülmüş bir sırrın çilingirisin sen
Bahar rüzgârının anahtarı sende
Sen bir çığlık olup yürümelisin
Gökler sana ritim olsun diye gürlemeli
Terlemeli vicdanlarımız ince ince
Boz atlı Hızırlar bulvarlarda görünmeli
Cümle güleceğiz güller betonda büyüyünce
Ama sen yürüyünce

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.