Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

9Şub/150

2014 YILININ EKONOMİK DEĞERLENDİRİLMESİ – Prof. Dr. Ahmet M. GÖKÇEN

OLYMPUS DIGITAL CAMERA         2014 YILININ EKONOMİK DEĞERLENDİRİLMESİ - Prof. Dr. Ahmet M. GÖKÇEN

2014 yılı iktisadi açıdan, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de zorluklar ve problemlerle geçmiş bir yıldır. Temel ekonomik problemler ağırlıklarını devam ettirmiştir.

Dönem başında % 5 olarak hedeflenen ve planlanan ekonomik büyüme birden fazla aşağıya doğru revize edilmesine rağmen yine de hedefler tutturulamamıştır. Son olarak % 3,3 büyüme hedefi kabul edilmesine rağmen bu hedefin de gerçekleşme ihtimali düşük düzeyde bulunmaktadır. Nitekim 2014 yılının ilk 9 aylık büyümesi % 2,8 olmuştur. Birinci çeyrekte % 4,8 büyüyen ekonomi, 2. Çeyrekte % 2,2 ve 3. Çeyrekte % 1,7 büyümüştür. 3. Çeyrekte tarım kesimi % 4,9 küçülmüştür. Sanayi kesiminde ve özellikle imalat sanayisinde büyüme çok düşük düzeyde kalmıştır.

Nitekim bu hükümetin iş başına geldiği 2002 yıldan itibaren Sanayinin Milli Gelir içindeki payı devamlı azalma göstermiş ve % 26’lardan % 16 dolayına düşmüştür. Henüz 4. Çeyrek büyüme gerçekleşmeleri açıklanmadığına rağmen bu çeyrekte de büyüme oranının düşmeye devan edeceğine dair göstergeler mevcuttur. 3. Çeyrekte büyümeye katkısı 2,5 olan ihracatın etkisi, ihracat yaptığımız bir kısım ülkelerde gelişen ekonomik olaylar dolayısıyla azalması beklenmektedir. İhracatımızın % 45’ini yaptığımız AB ülkeleri Avro ’nün hızlı bir şekilde değer kaybetmesi, fiyatların negatif yönde değişme göstermesi ile üretimin düşme temayülüne girmesi, ihracatımızın azalmasına yol açacaktır.

Petrol Fiyatlarının düşmesi ile Rusya, Irak ve diğer petrol üreten ülkelerdeki gelir kaybı bu ülkelerin ithalatlarının düşmesinde etkin olması beklenmektedir. Bütün bu gelişmeler dış talebin büyümeye olan etkisini azaltacaktır. Özel kesim tüketim harcamalarında ve talebinde artış olacağını beklemek için gösterge bulunmamaktadır. Bu gelişmelere bağlı olarak 2014’ün 4. Çeyreğindeki büyüme, 3.çeyrekte gerçekleşen % 1,7 oranının altında kalmasına etki edeceğinin beklenmesine yol açmaktadır. Bizim bu husustaki beklentimiz 4. Çeyrekteki büyümenin % 1,5 dolayında olmasıdır. % 3,3 olarak hedeflenmiş olan yılsonu büyüme rakamı henüz ortaya çıkmamıştır. Ancak bu hedefin gerçekleşmeyeceğine dair karineler bulunmaktadır. 2014 ekonomik büyümesinin, % 3,3 hedefinin altında, % 2,5 civarında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Büyüme mal ve hizmet üretimine dayalı olmalı sanal büyüme olmamalıdır. Kentsel dönüşüm uygulamalarında olduğu gibi, bir binayı yıkıp yerine yeni bir bina yaparak reel büyümenin gerçekleşmeyeceği bilinmelidir.

2014 yılında Enflasyon oranları da hedeften büyük miktarlarda sapma göstermiştir. Yılbaşında Tüketici Fiyat Endeksindeki (TÜFE)artış% 5 olarak hedeflenmiş iken, yıl içinde önce % 6,7 daha sonra da % 7,5olarak revize edilmiştir. Aralık ayı itibariyle 12 aylık TÜFE % 8,80 olarak gerçekleşmiştir. Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ise % 10,10 olmuştur. Hedeflerden bu kadar büyük sapmalar uygulanan iktisat politikalarının etkinliğini azaltmaktadır. Hem TÜFE ve hem de yerli ÜFE toplumu ve üreticileri rahatsız etmekte, rekabet gücünü azaltmaktadır. Enflasyon ayni zamanda TL’nin değer kaybetmesine yol açmakta ve TL’nin yabancı paralar karşısındaki değeri geniş bir bant içinde fazla oynak hale gelmektedir.

Bu dönemde Kamu kesiminin borçları hızlı bir şekilde artış göstermiştir. Ekonominin sadece dış borçları 2002 yılında 129,6 milyar dolar iken, 2014’te 402 milyar dolara çıkmıştır. Bu dönemde özel kesimin borçları da hızlı bir şekilde artmıştır. Nitekim 2014 yılındaki dış borçların 278,2 milyar doları özel sektöre, 123,7 milyar doları da devlete aittir. Devletin iç ve dış borçlarının toplamı 611,9 milyar TL olup bunun 414,4 milyar TL iç borç ve 197,3 milyar TL ise dış borçtur. Hem iç borçlar ve hem dış borçlarda artış devam etmektedir.

Devletin borç yükünün oldukça yüksek değerlere ulaşması yatırımlar ve büyüme açılarından yeni sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Devletin iç piyasadan ve yüksek sayılabilecek faiz oranları ile borçlanması sanayicinin yeni yatırımlar yapmasına menfi yönde etkisi bulunmaktadır. Nitekim 2013’te devlet ortalama %7,6 ile borçlanırken. 2014 ‘te ortalama % 10,8 ile borçlanmıştır. Devletin yüksek borçlanmasına etki eden faktörlerin başında cari açık ve enflasyon gelmektedir. Son olarak Merkez Bankası politika faizini % 7,75’e düşürmesine rağmen mevduat ve borç verme faizleri bu orandan daha yüksektir.

Uygulanan faizler yüksek gibi görünmekle birlikte genel olarak reel faiz çoğu zaman negatif olmaktadır. Diğer bir deyimle enflasyon artışı mevduat faiz oranlarından daha yüksek gerçekleşmektedir. Bu durum tasarruf oranlarını düşürmekte, bu ise yatırımların azalmasına ve büyümenin düşük kalmasına yol açmaktadır. Ayni zamanda yabancı ve sıcak paraya talebi arttırmaktadır. Yabancı ülkelerde faiz oranları çok düşük olduğu için yabancı fonların girişi artıyor. Dövize olan talebin artması ayni zamanda TL değerinin yabancı para karşısındaki değerini düşürmektedir.

Finansal piyasalarda devletin talebi arttığı oranda özel kesimin talebinin karşılanması o oranda azalmakta ve borçlanma maliyetleri artmaktadır. Nitekim bankalar öncelikle devleti, sonrada tüketiciyi finanse etmeyi tercih etmektedir. Sanayiciyi ve diğer iş âlemini finanse etmekte bankaların çekimser davranmakta oldukları gözlenmektedir. Bankaların tüketicilere kredi kartı dağıtmakta ne kadar istekli oldukları yapılan reklamlardan da anlaşılmaktadır. Tüketiciye gösterilen teveccühün temel nedeni ise bunlara uygulanan faizin diğerlerine göre daha yüksek olmasıdır.

Türk ekonomisinde 4 önemli açık bulunmaktadır. Bunlar; cari açık, dış ticaret açığı, döviz pozisyonu açığı ve bütçe açığıdır. Cari açık ekonominin birçok açılardan dengesini bozmakta, yabancı para karşısında ekonominin kırılganlığını arttırmaktadır. Nitekim Türkiye, ekonomideki kırılgan durum açısından dünyadaki en çok kırılgan 5 ülke arasında bulunmaktadır. Bu ülkeler; Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’dir. Bunların arasında da Türkiye cari açık, dış yatırım ve sıcak paraya duyarlılık açılarından kırılganlıkta en başta yer almaktadır.

2002’den itibaren 2013 yılına kadar cari açık devamlı bir artış göstermiştir ve 2013 yılsonunda 65 milyar dolara ulaşmıştır. 1923-2002 arasında toplam cari açık 42 milyar dolar iken 2002-2013 arasındaki toplam cari açık 408 milyar dolar olmuştur. 2014 yılında cari açık yaklaşık 47 milyar dolardır. 2014 yılındaki bu azalmada, ekonomik büyümenin düşmesi dolayısıyla ithalatın nispi olarak azalması, ihracatın artmasının etkisi bulunmaktadır.

Ayni şekilde Türkiye’nin ticaret açığı da bu hükümet döneminde hızlı bir artış seyri göstermiştir. Bunun temel nedeni içeride yapılan üretimin ve ihracatın büyük oranda ithal girdilere dayanmasıdır. Bu dönemde özellikle aramalı ithal girdi oranı önemli ölçülerde artış göstermiş, adeta montaj sanayi dönemine dönülmüştür. Bu durum dâhilde yapılan üretimin Katma Değer yaratma gücünü de azaltmaktadır. Nitekim yaptığımız ihracatın içinde ithal girdi oranı % 70’lerin üstüne çıkmıştır. Oysaki normal bir ekonomi için yerli girdi oranı % 70, ithal girdi oranı %30 olması beklenir. Türkiye’nin büyümesinde ithalatın etkinliği yüksektir. Büyüme daha çok ithalata bağlı hale gelmiştir. İthalatın çok yüksek olması cari açık ile büyüme arasında ilişkiyi kuvvetlendiriyor. Ekonomi büyüyorsa cari açık da büyümektedir.

Döviz pozisyonu açığı bütün finans sektörünün, özellikle de özel sektörün dış borç ödemelerinde sorun yaratmaktadır. Hükümetin popülist yaklaşımları ile bu açık muhtemelen daha yükseklere çıkacaktır. Bir yıl içinde, dışarıya ödenmesi gereken döviz miktarı 210-220 milyar dolar civarındadır. Bu ödemelerin yapılabilmesi için devletin ve özel sektörün döviz borçlanmaları artmak zorundadır.

Devletin bütçe açığı ise kronikleşmiş bir hal almıştır. Bütçe 2013 te18,4 Milyar TL açık verirken. 2014 bütçesi 22,7 Milyar TL açıkla kapatılmıştır. 2015 bütçesi de açık ile bağlanmıştır.

Türkiye’deki işsizlik rakamları aylar ve yıllar itibariyle, son yıllarda devamlı artış göstermektedir. Nitekim Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) Eylül ayı itibariyle son yaptığı hesaplamalara göre, gerçekleşen 10,5 oranındaki işsizlik, Ekim 2010’dan bu yana görülen en yüksek işsizlik oranıdır. 2014 yılında da işsizlik azalmamış, aksine artarak Eylülde 3 milyon 64 bin kişi ve % 10,5’ e çıkmıştır. Ayrıca iş bulama ümidine kaybetmiş olanlar (593 bin ve % 2,1), iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar (2 485 bin ve % 8,9) ve diğerlerini (1892 bin ve % 6,8) de hesaba kattığımızda gerçek işsizlik oranı. % 28.3 olmaktadır. 

Özellikle gençlerdeki işsizlik oranı çok daha yüksek değerlere ulaşmaktadır. TÜİK’ e göre % 10,5 olan işsizlik 15-24 yaş grubundaki gençlerde % 19,1 olarak görülmektedir. Çalışmaya hazır olanları da göz önüne alırsa bu oran % 35’lere çıkmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) içinde genç issizler açısından Türkiye birinci sırada bulunmaktadır. İLO kapsamında bu oran % 18’dir. Üstelik Türkiye gençleri 15-24 yaş grubu olarak alırken İLO 15-29 yaş olarak almaktadır. Bu işsizlik rakamları İşgücüne Katılma Oranının (İKO) % 51,1 olmasına göre ortaya hesaplanmaktadır, oysa gelişmiş ülkelere baktığımız zaman İKO % 60’ların üstünde bulunmaktadır.

İşsizlik ve yoksulluk en önemli sorunları başında gelmektedir. Açlık ve yoksulluk sınırı içinde yaşayan yaklaşık 18- 20 milyon kişi, yoksulluğundan ve muhtaçlığından ötürü devletten, sosyal yardım kurumları ve vakıflardan yardım almaktadır. Yapılan araştırmalar Türkiye’de her 4 seçmenden birisinin devletten yardım aldığını göstermektedir.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik giderek büyümektedir. TÜİK’ 2013 yılı ile ilgili yaptığı hane halkı gelir dağılımı sonuçlarına göre nüfusun en düşük gelir elde eden % 20 sinin Milli Gelirden aldığı pay  % 6,1 iken, en yüksek gelir elde eden nüfusun % 20 sinin payı % 46,6 olmuştur. Diğer bir deyimle en düşük gelir elde eden % 20 nüfusun geliri ile en yüksek gelir elde eden % 20 nüfusun payı arasında 7,6 kat fark bulunmaktadır. Nüfusun % 10’luk bölümleri itibariyle baktığımızda en düşük gelir ile en yüksek gelir arasındaki fark yaklaşık 12 kata çıkmaktadır.

İsviçre bankası olan Credit Suisse’in yayınladığı Küresel Zenginlik Raporu’na göre, Türkiye’de 2000 yılında en üst düzeyde gelir elde eden nüfusun % 10’nun toplam gelirden aldığı pay % 66,7 iken, bu oran 2007’de % 70,2’ye, 2014 yılında ise % 77,7’ye ulaşmıştır.

Bu gelişmeler bir yandan ekonomideki tasarruf oranını düşürürken diğer yandan da büyük kesimlerin refah düzeyini azaltmakta, yoksulluk ve açlık sınırı içinde yaşayan ailelerin miktarını arttırmaktadır. Vatandaşların çok büyük bir kısmı borç içinde yaşamaktadır. Vatandaşların kredi ve kredi kartı borçlarının toplamı 350 milyar TL’yi geçmiştir. Son 12 yılda vatandaşın borcu yaklaşık 55 kat artarak 6,3 milyar TL’den 350 milyar TL’ye çıkmıştır. Sadece son 5 yılda 130 milyar TL’den bu rakama ulaşmıştır.

Yoksulluk dolayısıyla borçlarını ödeyemeyenlerin sayısında patlama olmuştur. Bireysel kredi ve bireysel kredi kartı borçlarını ödeyemeyip yasal takipte bulunanların sayısı 3 milyonu geçmiştir. Türkiye Bankalar Birliği’nin rakamlarına göre sadece 2014 yılının 10 ayında bireysel kredi dolayısıyla yasal takibe uğrayanların sayısı 714 bin, bireysel kredi kartı dolayısıyla yasal takibe uğrayanların sayısı ise 1,1 milyon kişi olmuştur. Söz konusu 10 ayda bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe girip hala yasal takibi devam eden kişi sayısı 1,8 milyon, bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibi devam eden kişi sayısı ise 1,9 milyondur. Yasal takibi devam eden ödenmeyen borç miktarı yaklaşık 20 milyar TL düzeyindedir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.