Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

7Ara/130

Kültür Sahip Çıkılırsa Kültürdür – Gürkan Yeniçeri

BFZKültür Sahip Çıkılırsa Kültürdür - Gürkan Yeniçeri

Hangi konu ile uğraşmaya başlasam ve yabancı kaynaklardan okuyup araştırsam, konunun ana çıkış noktasında Türklerin veya Anadolunun bir izlerine rastlıyorum. Kafanız karıştıysa bir kaç örnek vereyim.

Türkiye'deki arı türlerinin endemik türler olduğunu, Anadolu arısı, Yığılca gibi arıların genetik olarak farklı olduklarını ve İngiliz Brother Adams tarafından Buckfast arısına (Türkiye'de Papazın Arısı olarak bilinir) gen verdiğini biliyor muydunuz? Gerçi artık bizde endemik türler kalmadı deniyor ama benim umudum hala var.

Kanadalıların kırmızı buğdayı (Red Fife) bir tesadüf eseri Glasgow limanlarında bekleyen bir geminin güvertesine dökülmüş bir avuç buğdayın yetiştirilmesiyle yayılmış ve Kanadanın buğday tarımına girmesine ve pek çok diğer buğday türüne annelik yaptığını biliyor muydunuz? Hatta ilk yetiştirildiğinde bir ineğin neredeyse tamamını yediğini ve kalan üç beş başaktan tekrar yetiştirildiğini ve şu anda dev bir endüstri haline geldiğini biliyor muydunuz?

Bizim Ankara tiftik keçilerinin zamanın Sultanı tarafından bir Amerikalı pamuk profesörü olan Mr Davis'e verildiğini, aralarında birde Tibet keçisi olduğunu (kaşmir keçisi) ve bu keçilerin Texas'da üretildiğini ve tüm Amerikaya yayıldığını ve bu da yetmezmiş gibi Dünya Angora Tiftik yünü üretimi konusunda şu anda bizi geçmiş olduklarını biliyor muydunuz?

Ankara tavşanlarının Fransız soylularına evcil hayvan olarak hediye edildiğini (bir ara Fransızlar tavşan olayına merak salmış) ve oradan dünyaya yayıldığını biliyor muydunuz?

Avustralya'da Lazy House Wife adındaki bir fasulyenin tohum bankasındaki üç beş son kalmış tohumundan tekrar geri kazanıldığını ve evladiyelik olarak şu anda satıldığını ve aslında bu fasulyenin bizim Ayşe Kadın ile aynı olduğunu.

Hollandaya verdiğimiz bir kaç lale soğanının daha sonra Hollandalıların en büyük lale üreticisi konumuna gelmelerini sağladığını zaten herkes biliyor artık. Ekonomilerini de bu yüzden batırmışlar ama artık o kendi salaklıkları.

Japonların bizim doktor balıkları alarak yetiştirmeleri ve şu anda pek çok cilt hastalığının tedavisinde kullandıklarını biliyor muydunuz? Bu balıklar başka yerde yaşamaz demişti bir bakan vaktiyle ama Japonları hesaba katmamış anlaşılan.

En iyi Kangal köpeklerinin Texas'da ve Van kedilerinin Avustralya'da yetiştirildiğini biliyor muydunuz?

Joel Salatin'in tavuk sürülerini tilki ve zararlılardan koruması için Anadolu Akbaş köpeklerini eğittiğini ve hatta bu eğitimler sırasında erkeklerin değil ama dişilerin daha iyi sonuç verdiğini biliyor muydunuz. Erkekler tavukları yiyormuş ama dişiler yemiyormuş.

Bira gibi bir içeceğin Sümerler zamanın da Anadolu ve Mezopotamya'da yapıldığını, diğer fermante yiyecek ve içeceklerin buradan dünyaya yayıldığını biliyor muydunuz.

Pek çok yerel tohumun dışarıya kaçırıldığını/hediye edildiğini ve bunların daha sonra oralarda endüstrileştiğini biliyor muydunuz?

Bir tek Boz Anadolu İneğine ve İzmir Keçilerine dokunmamışlar ama onları da dışarıya taşımak zor geldi herhalde. Kaliteden fazla üretim miktarına odaklandıklarından dolayı gözlerine çarpmamış da olabilir. Boz Anadolu ineğinin verdiği sütle yapılan peynirin tadını ancak tadanların bildiğini duydum. Bir de boza ve salep gibi bir içeceğin bir benzeri dahi yok. Tesadüfen korunmuş bunlar.

Anadolunun bir gen bankası olduğunu bilen yabancılar taşıyabilecekleri ne varsa taşımışlar ve geliştirip kullanmışlar. Hatta bununla yetinmeyip kendi standartlarını patentlemişler. Hatta daha da ileri gidip dünyada bir numaralı üretici olmaya kadar varmışlar. Biz bu arada ne yapmışız? Daha peynirlerimizi patentlemek şöyle dursun, doğru dürüst stadartlarda üretemiyoruz bile. Kars Gravyeri üreticisi deliklerin neden olduğunu bilmiyor. Arıcılar karniyol ve italyan diye iki gruba bölünmüş, kavgalı. Keçi sütü ve ürünleri yapan neredeyse yok olsa bile keçi hastalıklarından anlayan veteriner hiç yok yada ulaşması imkansız. Koyun sütü ve peynirine hiç girmiyorum ama Bulgarlar zebil gibi yapıyor bu arada. Angora tavşanı gibi alerji yapmayan bir yünün pazar potansiyelinden kimsenin haberi yok. Amerikanın genetik olarak hayli kırılmış ve ilaçlarla yaşayan halkının alerji yapmayan bir giyeceğe nasıl ihtiyacı var biliyor musunuz? Rusya kırmızı et ihtiyacını ve arap ülkeleri kurbanlık koyun ihtiyacını Avustralyadan karşılıyor. Japonyaya keçi eti bile satıyorlar. Yeni Zelandanın koyunları artık onların milli bir amblemi. Tabii bu ülkeler ellerinde olan kısıtlı cevherleri daha iyi nasıl yaparız diye araştırmışlar, bilim adamlarını bu yönde teşvik etmişler. Bizim üniversitelerde öğretim görevlisi olan, arılar üzerine doktora ve araştırma yapanlar da ise erkek arı ile tarlacı arıyı ayıracak bilgi ve deneyim yok.

Bizde cevher çok diye biraz boş mu vermişiz acaba. Rahatlığımız bundan mı kaynaklanıyor. Yoksa kıçımızı kaldırıp bir şeyler yapmak çok mu külfet geliyor o rahat popolarımıza. Ama tabii sürekli geçim derdinde, ailesine ekmek bulmaya çalışan halkımın, sistemin çarkları arasında kahve gibi öğütülen vatandaşımın problemleri çok daha başka.

Artizan Şarküteri kitabımı İngilizce'ye çevirmem için istekler geliyor ama çevirmiyorum. Dediğim gibi ingilizce kaynak zaten çok var. Benimde amacım zaten para kazanmak değil, sadece bu işlerin Türkiye'de yayılmasına ve bilinçli ve modern tekniklerle yapılmasına ön ayak olmak. Birisi de çıksın daha teknik ve bilimsel bir peynir yapım kitabı yazsın, olayın ilmini anlatsın, Türkiye peynir piyasası büyüsün.

Biz hala sağcı solcu, dinci laik diye ayrılalım, abuk subuk platformlarda boş vakit geçirelim, siyaset ve din konusunda atıp tutalım, futbol yaşama sebebimiz, diziler serumumuz olsun; keyfe keder bir şeyler olursa ne ala, olmazsa zaten haberimiz de olmadığından bizi pek etkilemeyecek. Bilgiler, eski uygarlıkların yok olup gitmesi gibi yok olacaklar. Asırlık öğretiler silinecek hafızalarımızdan. Kimse yazmadığı ve yayınlamadığı için yeni nesil kendinden, kültüründen bi haber yaşayacak. Zaten dış mihrakların da Türkler için istediği bu değil mi!

Gürkan Yeniçeri kimdir?

74 doğumlu, İstanbul'un Şile beldesine bağlı Bıçkıdere köyünden bir zattır.

Yaz tatillerinde bahçede babannesine yardım ederek sebze yetiştirme olayına el atmış, biraz da gürbüz ve iştahı yerinde bir çocuk olması sebebi ile yemek yapma olayıyla çok ilgilenmiştir.

İlkokul'da öğleden sonra evde yanlız kalan Gürkan ve kardeşi Barbaros, annesinin yemek tarifleri kitaplarından ve bakkalın veresiye defterinden de yararlanarak çeşitli yemek yapma girişimlerinde bulunmuşlar, ortalığı batırıp rezil etmişler, bir kaç kez " şu bizim çocuklara göz kulak oluverin" misyonuyla yüklü komşular tarafından yakalanmışlarsa da ana babasının eve geliş saatine kadar delilleri yok etmeyi becermişlerdir.

Elektronik ve bilgisayara olan merakı yüzünden yazılım mühendisi çıkmış ve üniversiteden sonra gene İstanbulda bir yazılım firmasında çalışmaya başlamıştır.

Bu arada üniversitede tanıştığı Testament tişörtü giyen kızla evlenmiş ve yurt dışına çıkmıştır.

Çocukların ortaya çıkması ile beraber "yav ben evde yapacak bir hobi bulayım bare" derken peynir yapımına merak salmıştır. Zaten bahçesinde sebze meyve üreten, çocuklarına sağlıklı şeyler yedirmeyi kafaya koymuş, bilinçli bir şekilde satın aldığı ürünü sorgulayan bir mentalitesi vardır. Permakültür konuları her zaman ilgisini çekmiş ve mümkün olduğu kadar da uygulamaya çalışıyor.

Zaman zaman hobilerine çok kafa yorup, ailesini unuttuğu da olmuştur.

Halen Avustralya'da ikamet eden Gürkan, Artizan Şarküteri isminde bir kitap yazmış ve yayımlamış ve bu kitabın ikinci sürümünü yazmaya devam etmektedir.

Bu arada arıcılık olayına da merak salmış ve doğal arıcılık üzerine de Artizan Arıcılık isminde bir kitap yazmaktadır.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.