Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

18Ara/120

ŞARKILARIN HİKÂYELERİ DE ÖNEMLİDİR – Av. Ruhittin Sönmez

DSC_0668ŞARKILARIN HİKÂYELERİ DE ÖNEMLİDİR - Ruhittin Sönmez

Yahya Kemal Beyatlı şiirlerinin bestelenmesinden pek hoşnut olmazmış. Çünkü şiirlerinin güzelliği ve ahengindeki yüksek seviyenin farkındadır. Muhtemelen hissettiği duyguyu yansıtmayan bir melodi giydirilmesiyle şiirinin bir artı değer kazanmayacağını düşünmektedir.

Mesela “dahi” bir bestekâr ve önemli bir hanende olan Münir Nurettin Selçuk, Yahya Kemal’in bazı şiirlerini bestelemiştir. Yahya Kemal kendisinin sevdiği bir kişi olmasına rağmen bu bestelere karşı “şiirlerimi ne hale soktu?” diye tepki verirmiş. Musiki meclislerinde hangi eseri dinlemek istediği sorulduğunda “yeter ki benim şiirlerimden bestelenmiş olmasın” dermiş.

*****

1953 tarihinde Çanakkale Nara burnunda İsveç bandıralı bir gemiyle çarpışan ve 81 denizcimize mezar olan Dumlupınar denizaltısında yaşanan facianın ve şehitlerin “vatan sağolsun” sözlerinin haberini radyodan dinleyen (dede) Süleyman Erguner çok etkilenir.

O gece Yahya Kemal’in “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler” mısrasıyla başlayıp, “Evvel giden ahbaba selam olsun erenler” diye biten şiirini Uşşak makamında besteler.

Yahya Kemal’e “sizin şiirinizi Süleyman Erguner besteledi” haberini verenlere ünlü şairin tepkisi şu olmuş: “Eyvah, bunu bana Süleyman da mı yaptı?

Fakat daha sonra bu besteyi dinleyen Yahya Kemal eseri çok beğenmiş “işte böyle olur” diyerek Süleyman Erguner’i kucaklayarak tebrik etmiş.

Yahya Kemal şiirlerinden yapılmış bestelerden sadece ikisini takdir edermiş. Diğer eser de Selahattin Pınar’ın bestesi olan Bayâtî makamındaki “Kalbim yine üzgün seni andım da derinden” şarkısı imiş.

*****

Şarkıların ve sözlerinin hikâyesini bilerek dinlemek veya söylemek onlardan çok farklı lezzetler algılanmasına sebep oluyor. Hele de bu hikâyeleri birinci elden dinleme imkânı bulmuş iseniz. Yukarıda anlattıklarımı ney virtüözü (torun) Süleyman Erguner’in eşliğinde, büyük bestekâr, hanende Amir Ateş ile ikili olarak şarkı ve ilahi söylemek bahtiyarlığına kavuştuğumuz bir dost meclisinde, bu iki değerli sanatçımızdan dinlediklerimden naklediyorum.

(Çok seçkin misafirleriyle bizi buluşturan ve mükemmel ev sahipliği ile emsalsiz bir akşam yaşamamıza vesile olan Şair Aynur Saydam Hanımefendi’ye de şükranlarımı sunuyorum.)

O Amir Ateş ki Türkiye’nin yaşayan en büyük bestekârlarından. "Seni ben unutmak istemedim ki", "Bir kızıl goncaya benzer dudağın", "Ben seni unutmak için sevmedim" ve daha birçok (800’ e yakın) güzel şarkıları ve ilahileriyle musikimizde önemli yeri olan bir sanatçı. Aynı zamanda hanende, mevlithan ve Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde hoca ve Yönetim Kurulu Başkanı.

Dost meclisine bir de Ney virtüözü Süleyman Erguner de dâhil olunca sözün sanata ve sanatçıya devri kaçınılmazdı.

Amir Hoca öncelikle neyzen Süleyman Erguner’i anlatan ve O’nu öven bir tanıtım konuşması yaptı. Neyzen, bestekâr Süleyman Erguner’in torunu, neyzen Ulvi Erguner’in oğlu ney virtüözü Süleyman Erguner’in sadece sanatçı olarak değil TRT Müzik Dairesi Başkanı, koro şefi, araştırmacı yazar olarak verdiği önemli hizmetlerden bahsetti.

Amir Hoca, Süleyman Erguner’le birlikte olunca dede Süleyman Erguner’in “Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm; Derd ü gamınla doldu bu gönlüm” ilahisiyle icrayı başlattı. Ve “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler” şarkısı ve başka eserlerle devam ettik.

Her eser arasında iki sanatçının hatıraları, musikimiz hakkındaki görüşleriyle süslenen sohbetli bir mini konser. (Bünyamin Aksungur’un ifadesiyle “konserans”.) Bu anlatılanlardan aklımda kalanlardan bazılarını aktarmaya çalışacağım.

*****

(Torun) Süleyman Erguner, Giriftzen Asım Bey adlı büyük bestekârdan sonra kimsenin ilgilenmediği bir Türk enstrümanı olan “girift”i tekrar kültürümüze kazandırmış. “Görünüş olarak ney’e benzemekle beraber neyden oldukça farklı bir yapısı ve boğuk tatlı bir sesi olan” bu saz üzerine çok ciddi bir çalışma yapmış. Amasya müzesinden Asım Bey'in giriftini alıp inceleyen Erguner bu sazın yapımını ve icrasını öğrenmiş. Yeni giriftler üretmiş. Giriftin hakkını yaklaşık 80 sene sonra yeniden teslim etmek için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ a gitmiş. Dünyada sadece İstanbul’da icra edilen bu özel enstrümanın İstanbul için önemini anlatmış. Bugüne kadar hiçbir ses kaydı bulunmayan “girift”le, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan "Girift" adlı albümünü çıkarmış.

Bu albümü ve açıklayıcı bilgileri “en tepedeki iki devlet yöneticimize” göndermiş. Ama bir kuru teşekkür yazısı dahi gelmemiş.

Dost meclisindeki önemli şahsiyetlerden biri Özcan Pehlivanoğlu, Azerbaycan’da sanata ve sanatçıya verilen değere hayran olmuş. “Fahri Hıyaban” ismi verilen özel mezarlıkta Azerbaycan’a hizmet etmiş büyük devlet adamları ile ünlü sanatçılarının yattığını, hepsinin heykellerinin dikilmiş olduğunu, toplumun bu sanatçılara büyük sevgi, minnet ve saygı duyduğunu anlatmıştı.

Benim düşünceme göre Süleyman Erguner Azerbaycan’lı bir sanatçı olsaydı ve böyle unutulmuş bir sazı Türk kültürüne yeniden Azerbaycan’da kazandırmış olsaydı, orada heykelini dikerlerdi. Tabii ki 800 beste yapmış Amir Ateş gibi bestekârlarına da aynı saygıyı gösterirlerdi.

Neyzen Süleyman Erguner, “marifet iltifata tabidir” sözünü hatırlatarak geçmişten iki örnek verdi. Biri “öz musikimizin piri” Itri’yi Padişah Edirne’ye götürmüş, bu seyahatte kendisine eşlik etmiş olmasından duyduğu memnuniyetin karşılığı olarak Itri’ye hediye ettiği konak ve altınlar bir servet değerinde imiş.

Diğer örnek ise Turgut Özal Başbakan olduğu dönemde (1985) Süleyman Erguner’i aldırarak özel uçağı ile Suudi Arabistan’a götürmüş. Kralın sarayında bizim dost meclisimize benzer samimi bir atmosferde Kral Fahd, Turgut Özal ve üst düzey yetkililere bir konser icra etmiş. Süleyman Erguner “maalesef bu dönemde biz sanatçılara böyle iltifat ve alaka yok” dedi.

Her iki üstad sanatçının ifadesine göre, “herşeye rağmen Türk Musikisi çok canlı bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Sadece İstanbul’da 800 Musiki Derneği ve korosu var. Konservatuarlar çok iyi çalışıyor. Anadolu’nun her yerinde musiki dernekleri ve korolarda müziğimiz icra ediliyor.”

*****

Amir Ateş Hoca’dan meşhur Yunus adlı ilahisinin bestelenme hikâyesi:

Bir dernek Yunus Emre üzerine yazılmış şiirlerden yeni bestelenmiş ilahi yarışması hazırlamış. Hoca kendisine gelen mektubu masasında unutmuş. Dernekten bir görevli “Hocam eserinizi gönderdiniz mi, yarın son gün” diye uyarınca hiçbir hazırlığı olmadığı için yetişmeyeceğini düşünmüş. Çünkü Hoca diyor ki, “benim bazen iki sene boyunca sadece bir beste yaptığım oldu. Ama bazen de bir günde iki beste yapabildim.”

Hoca elinin altında bulunan Bekir Sıtkı Erdoğan’ın şiir kitabına göz atınca “İçimde bir dertli bülbül, Öter Yunus Yunus diye” başlayan şiiri seçer. O gece hicaz makamında besteyi yapar. Yarışma kuralı gereğince isim yazmadan bir rümuzla notaya alır. Sabah Dernek binasının önünde arabayla dururlar. Doç. Dr. Emin Işık notayı alarak dernek binasına çıkar. Kimse olmadığı için kapı altından kâğıdı içeri atar.

Bir süre sonra bu olayı neredeyse unuttukları bir zamanda bazı arkadaşları Amir Hoca’ya “Ahmet Özhan ‘Yunus’ diye bir ilahi albümü çıkardı, sizin eserinize benziyor” derler. Amir Hoca hemen telefona sarılarak “Ahmetçiğim çok güzel bir ilahi okumuşsun, tebrik ederim” deyince Ahmet Özhan, “70-80 senelik olduğunu tahmin ettiğin çok güzel bir eser elime geçti. Ağabey darılma sen de bestekârsın ama her kimse adam çok harika bir beste yapmış” cevabını vermiş. Bunun üzerine Amir Hoca’nın “Bekir Sıtkı Erdoğan’ın yaşı 60 civarında. Şaire haksızlık yapma” şeklindeki cevabını takiben bestenin de Hoca’ya ait olduğunu öğrenen Ahmet Özhan çok çok özür dilemiş.

*****

Sohbet esnasında Amir Ateş Hocadan duyduğum bir Arapça atasözü şöyle: “El mana fî batnış şair” yani “Şiirin manası şairin gönlünde gizlidir.”

Sanatçının gönlündekine kısmen de olsa nüfuz edebilmek için, eserlerin hikâyesini bilmek faydalı olabilir.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.