Üçüncü Dünya Savaşı Senaryoları… / Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL (Araştırmacı – Yazar)
Üçüncü Dünya Savaşı senaryoları... /Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL (Araştırmacı – Yazar)
Dünya, Ortadoğu üzerinden üçüncü büyük savaşa doğru koşar adım gidiyor. İnsanoğlu kendi kıyametini hazırlıyor desek daha doğru olur. Bu kapsamda, söz konusu savaşa doğru yapılan hazırlıklar, provokasyonlar, krizler, taraflar arasında yükselen tansiyon açıkçası büyük bir endişe ile takip ediliyor. Özellikle de, tankların namlusunu Suriye'ye doğru çevirdiği bir anda, "Üç saatte Şam'ın işi şipşak" türünden açıklamaların yapıldığı bir ortamda...
Bu endişesini son olarak dile getirenlerden birisi de Abdülbari Atwan. "El Kuds El Arabi" Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Atwan'ın Ankara-Şam hattındaki gerginlik ve Suriye'deki gelişmeleri ele alan açıklaması geçtiğimiz Pazartesi günü gazetemizde "Suriye'ye Girmek Demek, 3. Dünya Savaşı Demek" başlığıyla manşetten verildi.
Söz konusu haberi kısaca hatırlatmak gerekirse; "Türkiye çok dikkatli olmalı ve provokasyonlara aldırış etmemeli. Türkiye Suriye ile bir savaşa girerse, bu 3. Dünya Savaşı'na dönüşebilir" uyarısında bulunan Atwan, "Bence sınırda yaşanan gerginlik Türkiye'yi savaşa çekmek için bir provokasyondur. Suriye'nin kaybedecek bir şeyi yok. Zaten bir iç savaş içerisinde. Türkiye'nin kaybedecek çok şeyi var. Bu yüzden Türkiye, sağduyulu olmalı ve provokasyonlara aldırış etmemeli." ifadelerini de kullanmıştı.
Çok doğru! Her şeyden önce, kaybedecek bir şeyi kalmayan bir lider olarak Esad, eğer; "Benden sonrası tufan" zihniyetiyle meseleye yaklaşırsa, o zaman Suriye üzerinden bölgenin yeni bir kıyamete sürüklenmesi kaçınılmaz olur.
Bu kafa yapısını, sadece Şam ile sınırlı tutmak ise, hiç kuşkusuz çok daha büyük bir hata olacaktır. "Suriye Kalesi"nin düşüşünü bir domino etkisi olarak değerlendireceğini her fırsatta dile getiren iki ülke; Rusya ve İran, bu noktada çizdikleri kırmızı çizgilerin ardında dururlarsa, bu kararlılık gösterisinin ilk adresi çok büyük bir olasılıkla Türkiye olacaktır.
Mevzuyu biraz daha açmak gerekirse... Eğer Türkiye, sınırdaki bir takım provokasyonlar üzerinden Suriye'ye tek başına girmeye kalkışırsa, bu büyük bir olasılıkla İran'ın da savaşa girmesine yol açacaktır. İran'ın Suriye ile olan ittifak anlaşmasının gereğini yerine getirmesi ise, Türkiye ile savaş demektir. Bu da İran ile birlikte Hizbullah üzerinden Lübnan'ın ve Şii gruplar üzerinden Irak'ın savaşa bir şekilde dâhil olması anlamına gelmektedir.
Bir diğer ifadeyle, Türkiye Suriye'ye tek başına girsin ya da girmesin, en azından İran ve stratejik derinliğindeki "enstrümanları" bu anlamsız savaşa çok büyük bir olasılıkla dâhil olacaklardır.
Türkiye'ye yönelik çok boyutlu bir saldırı ise, NATO demektir. NATO'nun böylesi bir durumda önünde iki seçenek söz konusudur; Ya her zamanki gibi kıvıracak ya da savaşa dâhil olacaktır. Savaşa girmesi ise, sadece Suriye ile sınırlı kalmayacaktır. Hatta, asıl hedefi İran'a bu durumu bir fırsat olarak değerlendirip saldırması bile söz konusu olabilir. Tabi Rusya'yı karşısında görme riskini göze alıyorsa. Her şeye rağmen bu ülkeye saldırırsa, Rusya da İran'a yönelik taahhüdünü yerine getirmek için muhtemelen harekete geçecektir. (Ne de olsa Rusya İran'a yönelik bir saldırıyı aylar öncesinden bir "kırmızı çizgi" olarak deklare etmiş bulunuyor.) Böylesi bir durumda ise, "domino etkisi" kaçınılmaz olacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye tanklarını Suriye'ye sürmeye başladığı andan itibaren, kıyamet savaşı için "buton"a basılmış olacaktır.
Bu sonuç, olabilecek "en kötü senaryo"dur ki, mevcut gelişmeler açıkçası böylesi bir olasılığı pek mümkün kılmamaktadır. Sistem, halen rasyonaliteyi kaybetmediği ve böylesi bir savaşın tüm dünya için büyük bir felaket olacağını öngördüğü için, nihai aşamada en azından kontrollü ve sınırlı bir savaşı tercih edecektir.
Bu durumda karşımıza bir başka senaryo çıkmaktadır. Bu da, ABD ve NATO'nun Türkiye'yi ön safa sürüp, arkadan gaz vermesi ve Rusya'nın da benzer bir tutum sergilemesidir. Yani, Suriye üzerinden Türkiye ve İran'ın karşı karşıya geldiği ve İslam dünyasından bazı ülkelerin de dahil olabileceği uzun soluklu bir "yıpratma savaşı" için bu ülkeleri provoke edip, İslam coğrafyasındaki yeni dinamizmi ve ön plana çıkmaya başlayan iki büyük gücü birbirine kırdırmak ve akabinde de yeni bir nüfuz paylaşımına gitmek, bu güçler açsından mümkün olabilir.
Bu senaryo, mevcut şartlar-gelişmeler itibarıyla pek rasyonel gibi gözükmese de, diğer taraftan dünya tarihinde şahit olunan çok sayıda örnek ve yukarıda izah edilen "sınırlı-kontrollü bir savaş"a duyulabilecek ihtiyaç açısından bu olasılığı da açıkçası göz ardı etmemek gerekiyor. Özellikle de, bölge ülkeleri arasındaki çok "farklı" işbirliği-ittifak arayışlarının arka planda adım adım gerçekleştirilmeye başlandığı ve bunun söz konusu "müttefik-dost devletler" tarafından hissedildiği bir ortamda...
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.