İttihatçı imparatorluk anlayışı… / Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
İttihatçı imparatorluk anlayışı... / Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Osmanlı'yı Birinci Dünya Savaşı'na sokan (ya da sokmak zorunda kalan) İttihat ve Terakki, bu savaşı aynı zamanda İmparatorluğun makus talihini tersine çevirmek için bir fırsat olarak da kabul etmekteydi. Bir diğer ifadeyle, 20. yüzyılın başlarında uluslararası sistemin yeniden inşası sürecinde Batı'nın kendi içindeki güç mücadelesini ve Rusya'nın yaşadığı iç sıkıntıyı yüzyılda gelen bir fırsat olarak gören İttihatçı Paşalar, bu krizi Osmanlı'nın lehine çevirmek için risk aldılar ve sahaya indiler.
Hiç kuşkusuz bu risk; bir çoklarının bahsettiği türden bir maceracı arzunun tezahürü değil, bilakis konjonktürel gelişmeler ve sistem içindeki köhnemişliğin İstanbul üzerinde yaşattığı baskı, çıkmaz ve dayatmalar karşısında ortaya çıkan "tarafsızlık" dışı arayışların bir sonucuydu. Diğer bir tabirle, dünya çapında etkisini gösteren "paylaşım" ve "hesaplaşma" süreci, Osmanlı gibi zayıf devletlere çok da fazla bir seçenek sunmamaktaydı. Nitekim bu devletler, er ya da geç bu savaşın birer parçası olacaklardı, öyle de oldu...
Bu kapsamda İstanbul'da yapılan hesaplar, Osmanlı'yı yeniden ihya ve İmparatorluğun muhteşem günlerine tekrardan dönüşü için mevcut ittifak sistemlerinden birinde yer alma düşüncesi üzerine inşa edilmişti. Yani hedef, hiç bir zaman için İmparatorluğu dağıtmak değil, tam tersine İmparatorluğu daha da büyütmek, güçlendirmek ve bu bağlamda kaybedilen toprakların bir kısmını tekrar sınırlara dahil etmek şeklindeydi.
Dolayısıyla, evdeki hesap bu şekilde idi. Söz konusu hesap yapılırken, en büyük güvencelerden biri de Almanya idi. "Berlin-İstanbul-Bağdat" hattı, bu düşüncenin somut bir sonucu olarak Osmanlı-Almanya dostluğunu, Ortadoğu-Hindistan Müslümanları ağırlıklı Türk-İslam dünyası üzerine inşa etmişti. Berlin, İstanbul'u stratejik derinliği ve pasifteki potansiyelleri ile birlikte değerlendirmekteydi.
Nitekim Berlin'deki hesap, bölgede harekete geçirilen Osmanlı'nın İngiliz emperyalizminin varlık-çıkar-nüfuz alanları başta olmak üzere, diğer rakip güçlerin manevra kabiliyetlerini azaltmak ve odak noktalarını dağıtmak üzerine kurgulanmıştı. Burada ayrıca, Almanya'nın küresel imparatorluğunun maliyetleri boyutu da dikkate alınmaktaydı. Berlin, İstanbul ile birlikte hem İslam dünyasının sempatisini kazanmak hem de bu operasyonun külfetini Osmanlı üzerinden asgariye indirmek düşüncesindeydi.
Bir diğer ifadeyle Almanya, kendisine mali açıdan büyük yük doğuracak bir takım operasyonları doğrudan kendisi yapmak yerine Osmanlı üzerinden gerçekleştirmek suretiyle, günümüzde Amerika'nın bölgede ve Türkiye üzerinde izlediği siyasetin bir benzerini yaklaşık yüz yıl önce uygulamaya koymuş bulunmaktaydı.
Dolayısıyla, Türkiye-Ortadoğu merkezli Türk-İslam dünyası üzerinde oynanan oyunun mantığında o günden bugüne çok ciddi bir değişikliğin olmadığı hemen dikkatleri çekiyor.
Devam etmek gerekirse...
Burada, özellikle Halife'nin yapacağı "Cihad çağrısı", "geç imparatorluk" Almanya açısından büyük bir stratejik öneme haizdi. Sünni İslam dünyasının lideri konumunda bulunan Osmanlı ve bu bağlamda İstanbul, her şeye rağmen halen önemli psikolojik etkiye sahip bir merkezdi. Nitekim, İttihatçı kadrolar da içinde bulundukları "siyaset-strateji-araçlar" bağlamındaki bu ahenksizliği; Osmanlı'nın sahip olduğu jeopolitik önem ile birlikte, Türk-İslam dünyasındaki güçlü imajıyla telafi etmek istiyordu. Bunun yanında cepheye sürülecek asker sayısı da hiç kuşkusuz önemli bir unsur olarak ön plana çıkmaktaydı.
Bu şekilde pazarlık masasındaki yerini alan İttihatçılar, Almanya ile birlikte bir oldu bitti üzerinden Osmanlı'yı savaşa soktular. O zamanki olayın adı savaş gemileri idi ve Rus limanları topa tutulmuştu. (Tarihin garip cilvesi, Türkler ve Ruslar bir kez daha Ortadoğu ağırlıklı bu yeni oyunda karşı karşıyalar ve Türk jetini bu sefer Rusların vurduğu iddialar arasında.)
Kuşkusuz, buradaki temel yanılgı; İmparatorluğu çöküşe götüren yapısal nedenlerin çözümü ve milli güç unsurlarına dayalı daha rasyonel bir dış politika geliştirmek-izlemek yerine, günümüzdekine benzer bir şekilde dönemsel bir takım gelişmelerden, fırsatlardan istifade ederek ve bir takım çarpık ittifak ilişkilerine girerek İmparatorluğun yeniden ihyası ya da büyük bir güç olma arzusu idi.
Açıkçası bu durum, tarihsel anlamda bazı başarılı örneklere-deneyimlere sahip olmakla birlikte, Türk tarihinde pek bir eşi-benzeri yoktur. Bir diğer ifadeyle, bizler açısından böylesine bahşedilmiş bir imparatorluk örneği söz konusu değildir.
Dolayısıyla, hayat risklerle dolu olmakla birlikte, bu riski biz kendi gücümüz-çıkarlarımız doğrultusunda kendi adımıza üstlenebiliyor, planlama-sevk-idaresini yapabiliyorsak; o zaman bu risk bir takım maliyetlerine rağmen üstlenilebilinir. Çünkü, ona göre sahaya inilecektir. Aksi takdirde, bir takım "güvenceler" üzerine alınacak riskin ters tepme olasılığı yüksektir. Hele hele söz konusu olan Ortadoğu coğrafyası ise, bu riski alırken üzerinde çok daha fazla düşünmek gerekecektir.
http://www.milligazete.com.tr/makale/ittihatci-imparatorluk-anlayisi-243962.htm
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.