Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

17Haz/120

Aydınlar Ocağı, Opus Dei Tarikatı Vesaire – Altan DELİORMAN (*)

Aydınlar Ocağı, Opus Dei Tarikatı Vesaire

Son zamanlarda Aydınlar Ocağı ile bazı tarikatlar, özellikle yabancı tarikatlar arasında benzerlikler ve ilişkiler kurma gayretindeki yorumlara rastlanmaktadır. Bunlar tamamen sübjektif, geçmiş olayları çekip çevirerek ve özel anlamlar yükleyerek kaleme alınmış yakıştırmalardan ibarettir. Aslı esası yoktur ve yazanların hayalinden çıkmıştır.

Aydınlar Ocağı ve Türk-İslam Sentezi

Sözünü ettiğimiz yakıştırmalardan biri Türk-İslam Sentezi’ni Aydınlar Ocağı’nın ortaya sürdüğü vi 12 Eylül’deki darbeci generallerin bunu benimseyerek siyasî ve fikrî alanda kullandığıdır. Esasen bu bakış açısı yaygındır ve tartışmasız kabul edilmiş gibidir. Bu bakımdan olayların gerçek yüzünü anlamak için bir açıklamanın yerinde olacağını düşünüyoruz.

Bu sentez fikri 12 Eylül döneminin mahsulü değildir. Belirlenmesi çok daha öncedir. Sadece adı konmamıştır. Hatırlayalım: Alparslan Türkeş, yurt dışından dönüp de CKMP genel başkanlığına seçilince partinin ana politikasını milliyetçilik üzerine inşa etmişti. Ancak 1965 seçimlerindeki başarısızlık ve aradan geçen üç dört yıllık zaman, seçimlerde oy toplamak için sadece milliyetçiliğin yeterli olamayacağını göstermişti. O zaman siyasette genel geçerli olan din unsurunu da temel politik görüşe ilâve etmek gerekmişti. Adana kongresinde o güne kadar kullanılan bozkurt motifinin yerine üç hilâlin kabulü bu değişimin göstergesi olmuştu.

Ayrıca çok sık kullanılan “Altay Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız”, “Türklük gurur ve şuuru, İslamın ahlak ve fazileti” gibi sloganlar son derece yaygınlaşmıştı. Aslında bunlar bile bir sentezin işaretleriydi. Daha sonra Necip Fazıl Kısakürek ile yakınlaşma, din motifinin daha da güçlenmesini sağlamıştı. Milliyetçilikten elbette vaz geçilmemişti ama bunun yanına İslamiyetin de eklenmesinin parti için yararlı olduğu 1977 seçimlerinde görülmüştü. MHP bu yolda ilerlerken 12 Eylül darbesi gelmişti. Bu darbeden en büyük zararı da MHP ve onun önde gelen kadrosu olmuştu.

12 Eylül generalleri, bir süre sonra, ısrarla savundukları Atatürkçülüğün kendileri için fikrî bir zemin oluşturmakta yeterli olmadığını görmüşlerdi. Anayasanın kabulü ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı için yapılacak referandumda oy çoğunluğu önem taşıyordu. Bunun için kalabalık cemaatlerin önderleriyle temas kuruldu. Bundan sonra ortalıkta Türk-İslam Sentezi söylemi dolaşmaya başladı. Yüzde 92 gibi yüksek bir kabul oyunun çıkmasında bu sloganın etkili olduğunu düşünebiliriz. Dönem 1980 – 1982 arasıdır. O zamanlar Aydınlar Ocağı çevresinde böyle bir konu hiç ele alınmamıştı.

Burada, konuyu daha iyi anlatmak bakımından bir hatıramı nakletmek istiyorum. Ben o tarihte Aydınlar Ocağı yönetim kurulu üyesi ve genel sekreteriydim. Sıkıyönetim Aydınlar Ocağı’nı kapatmamıştı ama açık faaliyetine de izin vermiyordu. Onun için yönetim kurulu ile ilim ve istişare heyeti toplantılarını Boğaziçi Yayınları’nda yapıyorduk. Bu toplantılarda sohbet tarzında birtakım konular ele alınıp tartışılıyordu. Bir gün toplantı sona ererken gelecek defa hangi konunun tartışılması gerektiği soruldu. Benim aklımı şu Türk-İslam Sentezi meselesi kurcalıyordu. Bunu teklif ettim. Kabul edildi. Ondan sonraki oturumlarda bu konu tartışılmaya başlandı. Tarih 1982 sonları veya 1983 başlarıdır. Yani referandumdan bile sonradır. Bu durumda Türk-İslam Sentezi’nin 12 Eylül’e fikrî zemin yaratmak üzere Aydınlar Ocağı’nın keşfi olduğunu savunmak tamamen yanlıştır.

Bundan sonra ne oldu? İlk genel başkan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü adlı eserinin özeti niteliğinde bir kitap hazırladı ve o sırada vefat etti (Ağustos 1984). “Türk-İslam Sentezi” adını taşıyan bu kitap onun ölümünden bir süre sonra Aydınlar Ocağı yayını olarak gün yüzüne çıktı (Ben, Kafesoğlu’nun kitabına bu ismi koyduğundan kuşkuluyum). Böylece Ocağın sentez fikrini savunduğu belgeleniyordu. Bundan sonra hızlı bir gelişme yaşandı. Ocak (yani yöneticileri) Sentez fikrini ısrarla ileri sürmeye devam ettiler. Daha önce Ocak çevreleriyle yakınlık kurmuş olan Turgut Özal’ın iktidarda oluşu da bu tutumu destekliyordu.

1987’de yapılan IV. Milliyetçiler Büyük Kurultayı’nda okunan tebliğler kitap hâline getirilirken her kitabın başına “Türk-İslam Sentezi’nde” ibaresi konuldu. Hâlbuki tebliğ sahipleri tebliğlerini bu niyetle veya bu amaçla hazırlamamışlardı. Ocağın tutumu bu bakımdan uygunsuzdu. Ayrıca kuruluş felsefesine ve o günlere kadar olan mazisine de yakışmıyordu. İtirazlar ilk önce Türkçülerden geldi. Onlar, Türk-İslam Sentezi’nin bin yıl boyunca zaten oluşmuş bir vakıa olduğunu, bunu gelecekteki bir hedef gibi göstermenin anlamsızlığını ileri sürüyorlardı. Ayrıca Sentez’in Türkçülükle İslamcılığın kaynaştırılması şekline sokulmasını da uygun bulmuyorlardı. Çünkü, en başta Türkçülük yüzde yüz millî bir ülkü iken İslamcılık, tabiatı gereği ümmet görüşüne dayanan milletler arası bir yapıya sahipti.

Bu tutumlar ve tartışmalar Ocağın 1988 genel kurulunda sonuç verdi. Sentezci yöneticiler yeni idare heyetinde azınlıkta kaldılar. Bunun üzerine Ocak’tan yavaş yavaş uzaklaştılar. Ondan sonra da Ocak’ta Sentez fikri artık savunulmadı. Savunulduğu dönem topu topu dört yıldır. Bu durumda Türk-İslam Sentezi fikri Aydınlar Ocağı’na mal etmek doğru mudur? Rastgele yorum kaleme alanların bu gerçekleri bilmesine belki imkân yoktur ama bilinmeyen konularda olmadık yorumlara kalkışmak da yersizdir.

Aydınlar Ocağı ve Tarikat/Cemaatler

Aydınlar Ocağı ile yabancı bir tarikat arasında benzerlik bulmak ancak hayâli geniş kimselere özgüdür. Ben yönetimde bulunduğum ilk 22 yıl içinde böyle bir benzerliğe asla rastlamadım. Ondan sonraki dönemdeki gözlemlerim de aynı mahiyettedir. Zaten böyle bir şey imkân dışıdır.

Ocağın fikrî yapısı, gelenekleri, şimdiki yöneticilerin kişiliği ve üyelerinin görüşleri böyle tuhaf şeylere fırsat vermez. Aynı şey Türkiye’deki tarikatler ve cemaatler için de geçerlidir. Zira Ocak üyeleri tamamen aydınlık fikirli, geniş görüşlü, ufku açık kimselerdir. Kişilerin peşine takılmak yerine fikirlerin ve ülkülerin takipçisi olmayı tercih etmişlerdir. Dindar olup olmamanın bu konuyla bir ilgisi yoktur.

Aydınlar Ocağı ve 12 Eylül

12 Eylül rejimindeki sıkıyönetim birçok derneği kapatırken Aydınlar Ocağı’nın devamına göz yummuştur. Bu doğru. Ama yeni rejimle Ocağın arasında bir bağlantı olduğunu göstermez. Olsa olsa dernekler incelenirken seçkin aydınların ve akademisyenlerin bulunduğu bir kuruluşu engellemenin yersiz olacağı değerlendirilmiştir.

Ocak yönetim kurulu üyesi bulunduğum dönemde (1977-1982) ne generaller böyle bir ilişki kurmak istemişlerdir, ne de Aydınlar Ocağı bu yolda bir girişimde bulunmuştur. Hattâ eski genel başkan Kurucu Meclis üyesi olmak için teşebbüste bulunmuşsa da askerler bunu kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla Türk-İslam Sentezi yoluyla o zamanki darbe iktidarıyla Ocak arasında bir ilişki kurulmamıştır. Zaten ondan sonra 12 Eylül dönemi bitmiş, Özal dönemi başlamıştır.

1983’te yeni partiler kurulurken, Ocağın sözü geçen üyelerinden merhum Aydın Bolak da Turgut Sunalp’ın Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin kuruluş hazırlıklarına katılmıştır. Toplantılarda Aydınlar Ocağı kadrolarına partide yer verilmesini teklif etmiş, fakat bu teklifi kabul görmemiştir. Bunun üzerine Bolak da partiye katılmaktan vaz geçmiştir.

Yani generallerin açıkça desteklediği parti Ocak üyelerini kendi kadroları içinde görmek istememiştir. Sadece bu iki olay bile 12 Eylül rejiminin Ocağa karşı mesafeli durduğunu göstermektedir.

Umarım ki bu açıklamalar yorumcuları aydınlatır ve bundan sonra garip bağlantılar ve benzerlikler kurma merakından vaz geçirir.

*  Aydınlar Ocağı Kurucu Üyesi. Gazeteci , Yazar, Fikir Adamı

Kaynak:  Orkun İnternet Dergisi,Sayı:168,2012 Yılı 9.hafta

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.