Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

17Haz/24Kapalı

Sistem dışı bir ülke: Moğolistan – Alaz SÜMER

sistem-disi-bir-ulke-mogolistan-2

Sistem dışı bir ülke: Moğolistan / Alaz SÜMER

Gezginlerin, zaman zaman çok beğendikleri ülkeleri anlatırken “sıradışı” ifadesini kullandıklarını görüyoruz. Moğolistan için söyleyebileceğimiz ilk şey ise, bu sıra dışılığın, her şeyden önce sistem dışı olmaktan kaynaklandığıdır.

Türkiye’den Moğolistan’a yapılan seyahatlerin ezici bir çoğunluğuna, milliyetçi-muhafazakâr bir motivasyonun eşlik ettiğini görüyoruz. Moğolistan dendiğinde, Türk tarihi için büyük öneme sahip olan Bilge Kağan Yazıtı’nın önünde bozkurt işareti yapan insanlar, Orhun Vadisi’nde at sürerken sahiplenici bir havayla kameraya poz verenler ve daha niceleri hemen aklımıza geliyor. Fakat sol değerlere sahip olan bir insanın, bu ülkeyi ziyaret etme fikri konuşulduğunda, hevesli olduğuna nadiren şahit oluyoruz. Bunda, Moğolistan hakkında bildiklerimizin sınırlı olmasının ya da bu ülkenin daha önce farklı bir bakış açısıyla anlatılmamasının etkisi büyük şüphesiz.

Dünya görüşümüz yalnızca günlük yaşamımızı değil, ziyaret ettiğimiz ülkelerin bizim için neler ifade ettiğini ve bu seyahatlerin bize neler katacağını da belirliyor. 

Dolayısıyla, yaklaşık beş sene önce İstanbul Pangaltı’daki o masaya oturmadan önce Moğolistan’a gitmek benim de aklımın ucundan bile geçmiyordu. Seyahatlerimi şekillendirirken mutlaka fikir aldığım ve çizdiği özgün rotalar ile tanıdığım Tulga Abi, o masada benim dikkatimi neyin çekeceğini gayet iyi biliyordu. Bana dönerek, “Dünyada özel mülkiyetin en son geldiği ülkeyi görmek ister misin? Üstelik ülkenin hâlâ büyük bir bölümünde böyle bir kavram yok,” dedi ama kötü haberi vererek ekledi: “Acele et. Ülke çok hızlı gelişiyor ve değişiyor. On sene sonra gittiğinde o kültürleri yerinde bulamayabilirsin.” Yalnızca bu ilk soru bile beni Moğolistan için yollara düşürebilecekken ülke üzerine saatlerce konuştuk. Böylelikle Moğolistan seyahati, öncelikle kafamda başlamış oldu.

Kafamda başlamış olan seyahatin gerçeğe dönüşmesi içinse biraz daha beklemem gerekti. Tüm dünyayı sarsan ve hayatı uzun süre durma noktasına getiren Covid-19 pandemisi ve pandeminin etkisiyle yükselen uçak bileti fiyatları, bunu bir süre erteledi.

4 Mayıs 2024 günü Frankfurt Havalimanı’ndan kalkan uçakla uzun süredir planladığım bu gezi de başlamış oldu. Moğolistan’daki tek uluslararası havalimanı, başkentteki Cengiz Han Havalimanı. Cengiz Han’ın ismi yalnızca havalimanına değil birçok şeye verilmiş. Ünlü hükümdarın adını taşıyan alışveriş merkezleri, iş hanları, okullar, vodka ve bira markaları gördüm. Erkeklerde de Cengiz ismine zaman zaman rastlamak mümkün ancak bu ismin çocuğa büyük bir sorumluluk ve yük getireceğini düşünen birçok aile, bu ismi koymayı tercih etmiyormuş.

Yüzölçümü Türkiye’nin iki katı olan Moğolistan’da yalnızca üç şehir var. Bunlardan ikisi, Rusların da desteğiyle kurulan ve Trans-Sibirya tren hattının alternatifi olan Trans-Mongolia hattının durakları Erdenet ve Darhan. Diğer şehir ise başkent Ulan Batur. Bu şehirler dışında üç yüz kasaba var ülkede. Geri kalan kısımda bozkır, batıda Altay Dağları, güneyde Gobi Çölü, kuzeyde tayga ormanları ve göller var. Toplam nüfus, 3,5 milyon. At nüfusu, bunun yaklaşık olarak iki katı. Küçükbaş hayvan nüfusuysa neredeyse Türkiye’nin nüfusuna eşit. Alan bu kadar geniş, nüfus bu kadar az olunca ülkenin büyük bir çoğunluğunda arazi mülkiyetinden bahsetmek de söz konusu olmuyor. Eğer bir maden ocağından ya da doğal koruma alanından bahsetmiyorsak çit görmeniz neredeyse imkânsız. Göçebe hayat tarzının getirdiği akış içerisinde devam ediyor hayat. Devasa bir alanda istediğiniz yere çadır kurabilir, istediğiniz yolda gidebilir, vardığınız yere yerleşebilirsiniz. Moğolistan’da seyahat ederken yüzlerce kilometre boyunca tek bir insan görmeme ihtimaliniz var. Bununla birlikte özgürce koşan atlar, tüylerini savurarak gezen yaklar ve meraklı gözlerle etrafı seyreden kuzular size eşlik edecek.

Ulan Batur, ülkeye havayoluyla gelen herkesin zorunlu durağı. Kelime anlamı, “Kızıl Kahraman”. Bu isim, Moğolistan’ın 1921’de Çin’den bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlanan halk devriminin ülkeye bir armağanı. Zaisan Sovyet Anıtı da şehre hâkim bir tepeden Ulan Batur’un hızlı değişimini izliyor. Anıtın yapısı, eski Sovyet ülkelerindeki anıtları andırıyor. Sosyalizm dönemine özlem temalı bir butikte, yıldızlı bir şapkanın üzerindeki bir yazı dikkatimi çekti: “Aklında değil, kalbinde” yazıyormuş. Dükkândaki tişörtlerin üzerinde, Moğol Halk Devriminin önderi olan Sukhbaatar’ın resimleri var. Sovyet kültürünün de etkisi büyük. Sovyetler’de ‘60’lı yıllardan itibaren çok meşhur olan çizgi film karakteri Çeburaşka’nın oyuncaklarını ve şekerlerini birçok yerde görebilirsiniz. Seyahatin ilerleyen günlerinde çizgi filmin şarkısını mırıldanan insanlar da gördüm. Sosyalizmden bahsederken günümüzde Avrupa Birliği’ne yakın olan eski Sovyet ülkeleri gibi yargısız infaz yapmıyorlar. Din hürriyeti ve Budist tapınaklarının durumu ile alakalı eleştirileri var fakat eski sistemin hakkını da veriyorlar: “Ülkede en önemli olan iki şey, İnsan ve hayvan sağlığı, sosyalizm döneminde en iyi seviyeye çıktı.” Sosyalist dönemde veteriner cerrahi ve ilaç sanayi gelişmiş. Budizmin farklı yorumlarında yıkanmanın, iyi şeyleri insandan uzaklaştıracağı düşüncesi hâkim olduğu için duş alma fikri birçok insan için çok uzakmış. Bu da uzun vadede sağlık problemlerine, pandemilere yol açıyormuş. Sosyalizm döneminde her köye ücretsiz duşlar inşa edilmiş ve bu sayede bu hastalıkların da önüne büyük ölçüde geçilmiş. 

Bir zamanlar 400 bin kişilik bir şehir olarak tasarlanmış Ulan Batur. Şehir planı ona göre yapılmış. Ancak 1991’de reel sosyalizmin gidişi ve kapitalist sisteme geçişle birlikte şehre göç, kontrol edilemez bir hal almış. Şu anki nüfusu 1,5 milyondan fazla olan Ulan Batur’da ciddi altyapı problemleri göze çarpıyor. Günün her saatinde bir İstanbul trafiği ile karşılaşmanız ya da tepelere kurulmuş çadırlarla karışık gecekondu mahallelerinin bolluğunu fark etmeniz mümkün. Şehrin her tarafından ahenkten uzak gökdelenler yükseliyor. Size ilk bakışta çok çirkin gelecek olan bu şehir, yapılacak şeylerin bolluğu ve geçirdiğiniz güzel zaman sebebiyle, kendisini sevdiriyor. Fakat çirkinliği baki kalıyor. Burada hayat, üçüncü nesil kahveciler, barlar ve alışveriş merkezleri ile alışkın olduğumuz şehir yaşamına paralel şekilde devam ediyor. Koreli turistlerden, Kore dizilerinden ve k-pop gruplarından dolayı Kore kültürü çok popüler. Kore restaurantlarını ve Kore usulü karaoke barları şehrin her yerinde görüyorsunuz. Şehre dair sizi şaşırtabilecek olan şey, burada yerleşik bir caz kültürünün olması. Ulan Batur orijinli birçok caz grubu ve bunun paralelinde kaliteli caz barlar var. Hemen her gün bir caz konserine denk gelip müzik dinlerken Altın Gobi veya Cengiz marka biraların tadına bakabilirsiniz. Vodka içmeyi tercih ederseniz, seçenekler yine bol. Tayga, Sayan, Agrar veya Altan Turuu vodkaları, çok kaliteliler. Bu caz kültürünü bir kenara bırakırsak Moğolistan’da şarkıların neredeyse yarısı, atlar için yazılmış. At, Moğol kültürü için çok önemli ve çoğu zaman can yoldaşı olarak görülüyorlar. Rengeyiği çobanlarını ararken konuştuğum rehber Mandoo, “aşk için şarkı yazma fikri, bizim için çok yeni,” demişti.

Şehrin, Narantuul adı verilen bir de büyük pazarı var. Görebileceğiniz en ilginç pazarlardan biri, çünkü şaman ayini için gerekli olan eşyalar set olarak satılıyor burada. Ayrıca Sovyet Kozmonot Yuri Gagarin ve Lenin büstlerinin yanında, uluyan bozkurt biblolarını da görebilirsiniz. Şehrin en eski müzesi, ülkenin tarihi hakkında genel bilgi sahibi olabileceğiniz Ulusal Müze. Yeni ve modern bir binaya kurulmuş olan Cengiz Han Müzesi ise ülkenin dört bir tarafından getirilmiş eserlerle seçkin bir müze olarak inşa edilmiş. Ancak çoğu eserin yanında İngilizce açıklama olmadığı için anlatılanları anlamak zor.

Ülkede suç oranı çok düşük. Bunun sebebini, insanlarla tanışınca anlıyorsunuz. Hemen herkes hayvancılıkla geçiniyor. Ülkeye göçebe yaşam hâkim olduğu için mal mülk edinmeye diğer insanlar kadar değer vermiyorlar. Çünkü edinilen her şey, aynı zamanda hareketi kısıtlamaya ve o yaşamdan taviz vermeye daha da yaklaştırıyor onları. 

Moğolistan’ın resmî dili Moğolca. Orta yaşlılar ve yaşlılar, az çok Rusça da biliyor. Şu anda yabancı dil olarak İngilizce öğretiliyor. Şehirde gezerken nadiren de olsa çok iyi İngilizce konuşan insanlara rastlayabiliyorsunuz. Türkçe ile ortak kelimeler de az değil. Erdem, bal, ağız ve altın, bunlardan birkaçı. Ayrıca Türkçe ile aynı dil ailesine mensup olduğu için Moğolcanın tınısı da bize uzak değil.

Ülkenin en popüler sporu güreş. Göçebe aileler bile güneş enerjisiyle ürettikleri elektrikle televizyonlarını çalıştırıyor ve başkentteki güreş turnuvalarını izliyor. Güreş maçları, canlı müzik eşliğinde saatler sürüyor ve hâlâ geleneksel usulle yapılıyor. Basketbol, gelişmekte olan sporlardan. Sizi çok şaşırtacak yerlerde, çoğu zaman yokluğun ortasında basket potaları görmeniz mümkün. Futbolun hiç popüler olmadığını anlamak için bir maça gitmeniz yeterli. Birinci lig maçlarında bile biletler ücretsiz. Buna rağmen maç başına ortalama seyirci sayısı yaklaşık 30.

Moğolistan’ın yemekleri çok lezzetli ve ülkenin ana geçim kaynağının hayvancılık olmasının doğal sonucu olarak hemen tüm yemeklerde hayvansal ürün var. Çoğunlukla da et. Yalnızca fotoğraflarına baktığınızda bile kolesterolünüzü fırlatabilecek olan buuz (Moğol mantısı), mantı çorbası, etli şehriye, huşhur (bir çeşit çibörek) gibi yemekleri var. Ancak Moğollar, sadece kışları yoğun şekilde et yiyorlar. Yazın o kadar enerjiye ihtiyaç duymadıklarından sütten mayaladıkları biralarla ve yine sütten yaptıkları krakerlerle geçiriyorlar günlerini. Moğol bir aileye konuk olduğunuzda size mutlaka getirecekleri şey ise süt çayı. Çaya kesinlikle benzemeyen bu tuzlu içecek, hemen her gün mutlaka önünüze geliyor. Çok lezzetli olmasa da Moğolistan’da hava sıcaklığının bazı bölgelerde bile -10’lara kadar düşebildiği bahar dönemlerinin vazgeçilmezi haline gelmiş. Süt çayı, süpermarketlerde 3’ü 1 arada tarzında, paketlenmiş şekilde de satılıyor.

Ülkenin çoğunluğu Budist. Yüzde 40’ı ise ateist. Üçüncü en yaygın din ise İslam. Ancak halkın yalnızca yüzde 3’ü müslüman. Budizmi de kendi kültürlerine ve ülkenin bulunduğu şartlara göre yorumlamış Moğollar. Din görevlilerinin giydikleri kıyafet ve seçtikleri renk farklı. Ülkenin nüfusu düşük olduğu için, Budizmin diğer ülkelerdeki yorumlarında mümkün olmamasına rağmen evleniyor ve çocuk sahibi oluyor rahipler. Hemen her dinde şamanizmin ve göçebe yaşamın etkileri var. Konuk olduğum ve ritüeline katıldığım şaman da birçok şamanın aynı zamanda farklı dinlerinin olduğunu anlattı. Turizmin yükselişiyle birlikte birçok sahte şaman ortaya çıkmış ve insanlardan yüksek bedeller talep ediyorlarmış. Öyle ki, başkentte tarifeyle çalışan bir “şaman merkezi” var. Gerçek olanları nadiren bulunuyormuş, bulunsalar da bazen ortaya çıkmak istemiyorlarmış. Şamanlar, daha sonradan diğer insanlar gibi aile hayatına, başka mesleklere sahip olsalar da çocukluktan itibaren bazı özellikleriyle yaşıtlarından ayrılıyorlar. Uzun süren uyku dönemleri, geçirilen öfke nöbetleri ve ruhlarla iletişime geçebildiğini fark etme gibi süreçlerden geçiyorlar. Ritüelde de ruhlarla bağlantıya geçtiklerini, bu ruhların bizim geçmişimize, şu anda vakit geçirdiğimiz şehirlere hatta evimize kadar gittiklerini ve hakkımızda bilgi topladıklarını söylüyorlar. Ritüelin sonunda geçmiş ya da gelecekle alakalı soru sormanıza da izin veriyorlar.

Moğolistan’da, başkent Ulan Batur dışındaki yerlerde bağımsız seyahat etmek çok zor. Gezilecek yerlere toplu taşıma yok, bazen günde on saatten fazla yol gitmek gerekiyor ve bu yolları takip edebileceğiniz bir mobil uygulama da yok. Atlar dışında hiçbir şey görmeden yüzlerce kilometre yol gidebiliyorsunuz. Kalacak yer bulmak da hiç kolay olmuyor bu sebeple. Çoğu zaman nehirleri, tepeleri ve arabayı zorlayabilecek yerleri geçmek zorunda olduğunuz için bölgeyi bilen bir şoföre ve rehbere ihtiyacınız var. Rengeyiği çobanlığı yaparak hayatlarını sürdüren Dukha halkına doğru yolculuk da böylece, şoför Çagar ve rehber Mandoo ile başlamış oldu. Dukhalar, Rusya’daki Tuvalar ile aynı halk. Türki halklar olsalar da en azından Moğolistan’da yaşayanlar, dillerini unutmuşlar. Herkes Moğolcanın anlaması güç olan bir lehçesini konuşuyor. Teepee adı verilen çadırlarda kalıyorlar. Tıpkı diğer göçebe çadırlarında, yani gerlerde olduğu gibi merkezde soba var. Gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı çok yüksek. Sabahları 30 dereceleri, akşamları da -40 dereceleri görebiliyorsunuz. Dukhalar buna alışmışlar ve çoğu zaman uyurken ateş bile yakmıyorlar. Güneş enerjisi kullanıyorlar. Her ailenin bir uydu telefonu var ve telefonun çektiği yerde, diğer insanlarla iletişim kurabiliyorlar. Biz de bu sayede onlarla iletişim kurduk ve nerede olduklarını öğrendik. “Aksi takdirde onları bulmak için iki üç gün boyunca at sürmemiz gerekebilirdi,” dedi rehberimiz. Taygaların derinliklerinde yaşadıkları için köylerine araba ile ulaşmak mümkün değil. Yalnızca at ve güzel havalarda motosiklet ile gidilebiliyor buralara. Biz de kar yağışı altında saatlerce at sürerek ulaştık onlara. Yol zorluydu ama ulaşılan şey de bir o kadar değerliydi.

Dukhalar’ın belirli bir planları yok. Tüm köy bir aile, dört çadır ve 300 rengeyiğinden oluşuyor. Geyik dışında sahip oldukları tek hayvan köpek. Onlar da rengeyiklerini korumak için. Geyikler binek olarak da kullanılıyor. Dağlarda, atlardan daha hızlılarmış. Ayrıca geyik sütü ve geyik eti de tüketiliyor. Geyikler, bahar aylarına gelindiğinde boynuzlarını dökmüş oluyorlar. Dukhalar, o boynuzları da topluyor ve onlardan hediyelik eşya da dahil olmak üzere birçok araç-gereç yapıp satıyorlar. Hemen her hafta bulundukları yerden taşınıyorlar. Bu yüzden takipleri zor. Ne zaman isterlerse uyuyorlar, ne zaman isterlerse uyanıyorlar. Tüm köyü, taşınma hazırlıkları için toparlamaları bir günden az sürüyor ve o gün başka yere gitmeye karar verirlerse gidiyorlar. Çocuklar, hayvanlarla iç içe. Bu durum, onların özgüvenlerini ve sorumluluk bilinçlerini de artırmış. Üç dört yaşındaki bir çocuğu, rengeyiği otlatırken görebilirsiniz. Küçük yaşlardan itibaren yetişkinlerin sahip oldukları sorumlulukların altına giriyorlar ama hâlâ çocuklar. Kıpkırmızı, elmayı andıran yanaklarıyla köyün en küçük üyeleri sık sık yanınıza geliyorlar, sizinle konuşmaya, oyun oynamaya çalışıyorlar. Akşam olduğunda, çevrede de hiçbir şekilde ışık olmadığından, yüzlerce yıldızı aynı anda görebiliyorsunuz. Yıldızların bu kadar çok ve parlak olduğu başka bir yer hatırlamıyorum. Dukhalar, plansızlığın getirdiği “dertten” midir bilinmez, çok sigara içiyorlar. Bir sigaranın bitişini, yakılan bir diğer sigara takip ediyor. Vodka da popüler bu köylerde. Köyün en büyüğü, heyecanla çadırımıza geldi ve rehberimize, vodka getirip getirmediğini sordu. Vodkayı gizli gizli içti bizimle. Eşi kızıyormuş, bu yüzden konukların gelmesini iple çekiyormuş. Onların çadırlarına gidip kırk yılda bir bir bardak vodka içebilirse mutlu oluyormuş. Dukhalarda, kadın figürü çok güçlü durumda. Köydeki kritik kararları kadınlar veriyor. Kadınların hayatın her yerinde olduklarını yalnızca Dukha köylerinde değil Moğolistan’ın her yerinde anlayabilirsiniz. Futbol hakeminden otobüs şoförüne, kasaptan manava her meslek grubuna mensup birçok kadınla karşılaştım.

Dukha köylerinde hayat hızlı akıyor. Modern yaşama dair birçok şey burada yok belki ama geyikleri otlattık, yürüyüşe çıktık, çocuklarla oynadık derken gün bitiyor. İnsanlar da hallerinden memnun olduklarını ve böyle yaşamaya devam edeceklerini söylüyorlar. Okul zamanı geldiğinde çocuklar okula gidebilsinler, diye kasabaya yakın bir yere yerleşiyorlar, seçimler yaklaştığındaysa çadırlarını sandığa yakın bir yere kuruyorlar. Modern hayata da ara sıra katılıyorlar ancak geleneksel yaşamlarını da sürdürebiliyorlar.

Ülkenin kuzeyinde, Rusya’daki Baykal Gölü’nün de kardeşi olarak kabul edilen Khuvusgöl Gölü var. Gitmeden önce suyunun berrak olduğunu ve kıyısında boydan boya turizm tesislerinin uzandığını okuyunca heyecanlanmış ve bir ihtimal yüzerim diye yanıma şortumu da almıştım. Bizi, donmuş bir göl karşıladı. Aylardan mayıs olduğu için yavaş yavaş çözülen buzların çıkardığı sesler ninni gibiydi. Her zamanki gibi atlar ve yaklar da bölgedeki iktidarda söz sahibiydiler. Donmuş suyun keyfini yine onlar çıkardılar ve o suyla susuzluklarını giderdiler.

Moğolistan’ın en popüler iki yeri, Gobi Çölü ve Orhun Vadisi. Orhun Vadisi, başkente daha yakın olduğu için yollar nispeten daha iyi. Kuzeyde dere tepe aşmaya alışıldığından, vasat olan bu yollar, benim diyen bir otobandan daha tatlı geliyor size. Orhun Vadisi, mayıs ayında yemyeşil. Vadiye de adını veren Orhun Irmağı, mendereslerle yoluna devam ediyor. Nehrin kenarında, otlayan atlar dışında hiçbir şey yok. Kilometrelerce sonra da yine yeşil tepeler karşılıyor sizi. Başka bir ülkede göremeyeceğiniz hoş bir boşluk hali var ve bu hal sizi hayran hayran seyretmeye yöneltiyor. Vadiden çıkıp eski başkent Karakurum’a giderken Bilge Han Müzesi’ni göreceksiniz. Burada Bilge Han ve Kültigin Yazıtlarının orijinallerini görmek mümkün. Müze her zaman açık değil ama telefonla aradığınız zaman sizin için açıyorlar. 

Bir dönem dünyanın yarısından fazlasının yönetildiği eski başkent Karakurum, artık küçük bir kasabayı andırıyor. Bölgeden bulunan tarihsel eserlerin sergilendiği şehir müzesi, şehre dışardan bakan kaplumbağa kayaları ve ülkedeki ilk Budist manastırı olan, güzel mimarisiyle dikkat çeken Erdene Zuu Manastırı dışında gezilecek pek de bir yer yok. 

Seyahatin sonlarına yaklaşırken gözümün, ülkenin büyük bir kısmına hâkim olan o dinlendirici hoş boşluğa alıştığını fark ettim. Bu hissin beni bir daha bırakmayacağını ve beni Moğolistan’a bir daha getireceğini hissettim.

Gezginlerin, zaman zaman çok beğendikleri ülkeleri anlatırken “sıradışı” ifadesini kullandıklarını görüyoruz. Moğolistan için söyleyebileceğimiz ilk şey ise, bu sıradışılığın, her şeyden önce sistem dışı olmaktan kaynaklandığıdır.

Son gün konuk olduğum göçebe ailenin çadırında, Fransa’dan gelen gezginler de kalıyordu. Rehberimize, öğrendiğim Moğolca kelimeleri teyit ettirirken, biri yanıma yaklaştı ve “şunu biliyor musun?” diyerek telefonunun ekranını bana gösterdi. Özdemir Erdoğan, yeşil fonda, elinde gitarıyla gülümsüyordu. Yorumcu albümüydü bu. Gurbet şarkısını soruyordu. Şaşırdım. Ben gülümseyince şarkıyı açtı, tayga vodkasından birer yudum alıp hep birlikte tempo tuttuk. O akşam herkes, Moğolistan’a tekrar döneceğinden, ülkeyi tekrar tekrar ziyaret edeceğinden emindi. Özgünlüğü, sistem dışı olmasından gelen bu ülke, başka coğrafyaların sunamayacağı birçok şey sunuyor size. Ancak bu, sonsuza kadar sürmeyecek. Başkentte yükselen gökdelenler, değişimin sinyallerini veriyor ve bizi uyarıyor: “Her şeyi eskisi gibi bulabilmek için acele edin.” 

https://www.birgun.net/makale/sistem-disi-bir-ulke-mogolistan-2-538136

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Üzgünüz, yorum formu şu anda kapalı.

Geri izleme yok.