Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

24Nis/24Kapalı

İsmail Sarıca ile geçen bir gün… – Gül ANASAL

9İsmail Sarıca ile geçen bir gün… - Gül ANASAL

Geçtiğimiz Çarşamba günü Kocaeli dokümantasyon merkezi yaşayan tarih sohbetleri konuğu İsmail Sarıca idi. İsmail Sarıca T.C. Başbakanlık DPT Uzmanı E. Genel Müdürü.

Müzeyyen Ünal açılış konuşmasında;

17 Nisan 2024 Kocaeli Dokümantasyon Merkezi'nin yaşayan tarih sohbetlerine hoş geldiniz.

Bugünkü misafirimiz ağır Kandırılanlardan.

Kandıralılar biliyorsunuz Türkiye'nin yönetiminde son derece etkili insanlar. Hem yerel yönetimde hem genel yönetimde son derece arkasında derin izler bırakarak ilerlemiş ama kendi memleketlerini de kendi mahallelerini, köylerini, kasabalarını asla unutmayan insanlar olarak bizim yüreklerimizde yer etmişlerdir.

Evet, Sayın İsmail Sarıca bugün konuğumuz.

Ama öyle bir geldi ki, iki tane tuğla gibi kitaplarla hazırlıklı bir şekilde geldi. Bu bizim işimizi de doküman anlamında kolaylaştırıyor.

Evet, hoş geldiniz değerli İsmail Bey.” diyerek sözü İsmail Sarıca’nın anlatımına bıraktı.

Beni, düşüncelerimi, kendimi anlatmam dolayısıyla çağırdığınız için, teşekkür ederim.

17 Nisan Köy Enstitüleri konusunda, kitapta da yazdıklarım ve geçmişte yazdıklarım da var.

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940'ta kuruluyor ama öncesinde yine Atatürk var.

Çok geri kalmış Türk köylüsünün gelişmeleri için, canlandırılması için ne yapmak lazım?

Bunlar tartışılırken Atatürk diyor ki, ‘Bizim askerdeki çavuşlarımız var. Bunlar çok akıllı insanlar. Bunları bir eğitime tabi tutalım. Köylere gönderelim. Daha sonra okullar açalım. Çocuklar okusunlar, öğretmen olsunlar. Ama o zamana kadar da bir süre kazanmış oluruz.’ diyor. Ve eğitmenlik böylece başlıyor.”

Ben köyümdeyken sanıyorum dört ya da beş yaşlarındaydım. Eskiden Çerçili, Avlanlı, Belenköy, Erikli müşterek bir divan teşkilatı vardı. Biz oraya yürüyerek giderdik. Köyümüzden Ali Karagöz ağabeyimiz, büyüğümüz oradaki eğitmendi. İlk defa okulu orada gördüm. Bunlar üç yıllık okullardı. Köy enstitülerinin başlangıcı da böyle ve ardında yine Atatürk var.

1940'lı yıllarda kanun çıktığı ve Köy Enstitülerinin kurulduğu zaman, o güne kadar da bir takım gelişmeleri oluyor tabii ki.

Benim babam da köyde, Köy Enstitüsü için, Arifiye için seçilmiş kişilerden birisiydi ama ninem, “Orası çok uzak ben çocuğumu yollayamam” demiş. İşte o günkü dünya böyle.

Diyeceğim, Atatürk'ün yine düşünce dünyasında yeri olan bir müessese köyü. Memleketin her yanı düşünülmüş, sadece doğu ya da güney doğu değil, her yanı.

Trakya'da Kepirtepe demiş, Kocaeli'de Arifiye demiş, Kastamonu'da Gölköy, Samsun'da Akpınar, Trabzon'da Beşikdüzü demiş, Kars'ta Cilavuz, Van'da Ercis, Erzurum'da Polur, Sivas'ta Kınar demiş.”

Pazarören Köy Enstitüsü'nü gezdim.

Binalarını, hallerini bundan yaklaşık yirmi beş yıl önce gördüm.

Aydın'da Ortaklar, Antalya'da Aksu, Adana'da Düziçi, Diyarbakır'da Dicle.

Yani memleketin her tarafındaki Köy Enstitülerinde yirmi bir Köy Enstitüsü bulunmaktadır.

Ve bu eğitim müessesesi 1940 - 1946 yılları arasında 17.300 erkek, 1700 kadar kız öğrenci, yani neredeyse on dokuz – yirmi bin insan. Elbette bunlardan başka yetiştirdikleri tarımcılar var, sağlıkçılar var. Bu müesseseler içerisinde sadece eğitim değil, yaparak, görerek eğitim var. Ve bu arada tabii klasikler de okunuyor. Tarih, coğrafya, yurttaşlık, yani bütün eğitim hayatımızda her şey ders öğretmeni tarafından okutuluyor. Ama bir de çocuklar tarafından işler yapılıyor. Bu çocuklar gittikleri yerlerde okulun yapısına da katkıda bulunuyorlar. Tuğla yapmayı da, tuğla örmesini de öğreniyorlar. Bu işlerde Köy Enstitülerine karşı çıkan insanlar vardı.”

Ben Köy Enstitülerinden, yöneticilerden bazılarını tanıdım. Bunlardan Osman Ülkümen İlköğretim Genel Müdürlüğü de yaptı. Diğer tarafta Azmi Gökmen... O’da çok değerli bir insandı.

Ama kendisi Arifiye Köy Enstitüsü konusunda İş Bankası yayınlarından çıkan bir kitap yayımladı.”

Orada çok yergi var. Benim tanıdığım Azmi Gökmen ile orada kitapta yazılanlar birbirini tutmuyor. Ama yazılmıştır. Demek istediğim, bu tür düşüncelere sahip olan insanlar da var.”

Sadece eğitim değil.

Sadece ağaç dikmek, tarım yapmak değil, bunların nasıl yapıldığı, doğrusunu nasıl olduğunu bilimsel olarak öğreniyorlar ve köylerine gittiklerinde bu hayatı yaşasın, kopmasın, yabancılaşmasın, köylü gibi ama eğitilmiş bir insan gibi hem çocukları okusun, hem eğitim yapsın hem de onların köyünde aydınlanma, canlandırılmasında katkı sağlansın.

Bu müesseselerde sanat olayları da çok önemliydi. Bütün klasikler okutulurdu. Çok sesli müzik de öğretilirdi. Aşık Veysel'e öğretmenlik de yaptırılırdı.

Kültür hayatımızda Fakir Baykurt gibi, Mahmut Makal gibi Osman Bolulu gibi çok yazarlarımız var ve o günlerde, Köy Enstitüsünün kapatılmaya çalışıldığı günlerde Türkiye'de önemli bir kanun geçirilmek üzereydi. Atatürk'ün isteğiydi. Çiftçiyi topraklandırma kanunu.

Bu enstitüler konusunda bir de şunu söyleyeyim benim öğretmenim Safalıköy'den Hüseyin Korkusuz. Yine köyümüzden Arifiye ve İvriz'den mezun oldu. Niye İvriz'den mezun oldu?

Köy Enstitülerinin kapatılmasına karşı çıkanlardan birisi... Sürüldüğü için İvriz'den mezun oldu.

Bize, Çerçili Köyü'nde öğretmenlik yaptı. Köylülere de çok şey öğretti. Okulun tuvaleti yoktu, tuvalet yaptık. Okula giderken, çamurdan kurtulacak yol yaptık. Ağaç diktik.

Okulun etrafındaki taşlar atılmış, duvar haline getirilmemişti. Diyeceğim, hayattan kopmuş bir insan değildi, iyi bir eğitimciydi. Ve müzik konusunda çok bilgili insandı.

Keman çalardı. Çok güzel fotoğrafçıydı. Zaten en son İstanbul'da film, radyo, müzik eğitim merkezi var, en son Milli eğitim Bakanlığı’ndan emekli olmuştu.

Diyeceğim, böyle yetişmiş insanlardı Köy Enstitüleri onları rahmet ve saygıyla anıyoruz.

Onların marşları var, şarkıları var, türküleri var.”

Müzeyyen Ünal, İsmail Sarıca’nın ezbere okuduğu marş üzerine “Bir 17 Nisan kutlaması anca böyle olabilirdi. İnanılmaz bir şey. Çok teşekkür ederiz. Şimdi madem Köy Enstitülerinden yetişenlerden siz ilham aldınız. Onların yetiştirdiği bir kuşaktansınız. O günlere bir dönelim bakalım. Şöyle biraz uzatarak bir yaşam öykünüzü sizden dinleyelim.” diyor İsmail Sarıca’ya.

Ben 1941 yılının 8 Eylül günü Kandıra'nın Çerçili köyü'nde doğmuşum.

Köy hayatı, o zaman tabi ki, bugünkü köy hayatıyla karşılaştırılmayacak kadar yokluklar içerisinde, sıkıntılar içerisinde. Bizim Çerçili köyü büyükçe köylerden birisiydi ama yine de sıkıntılı bir hayat vardı. Toprak bizim orada biraz verimsizdi. Yani Kaynarca tarafına benzemez.

Evet babam askerdi ve biz küçükken öldü. Ve annemiz, ninemiz bizi büyüttüler. Annem Şehit kızıydı. Anneme babasından kalan maaşla bir dikiş makinesi alınmış ve annem evlenmeden önce dikiş dikmeyi öğrenmişti.

Biz o günlerde yokluk çektik diyemem. Elli tane koyunumuz da vardı.

Ortaokul üçüncü sınıfta çok değerli öğretmenlerimiz vardı. Dr. Ziya Somar, yurttaşlık bilgisi öğretmenimiz. Hatemi Şeniz Sarp kitap yazarları bunlar. Ders kitapları, felsefe kitapları okunan insanlar.

Bizim Haydarpaşa Lisesi'nde kitabı okunuyor. Sabahattin Arıç, ders kitabı yazarı. Boncuk Ömer, o müzik öğretmenimizdi. Dr. Ziya Somar'ın çok önemli bir yeri vardı hayatımızda

Ortaokul üçüncü sınıfta bize varlık yayınlarını getirdi. 1959 yılından bugüne kadar varlık dergisinin tam seti bende vardır.

Ziya Bey bu arada Atatürk Üniversitesi'ni kuranlardan birisi oldu.

Benim yurttaşlık bilgisi öğretmenim Atatürk Üniversitesi'ni kuranlardan birisi, kurucu heyetten birisi.

Edebiyat öğretmenimiz Nahit Hanım.

Nahit Hanım, İstanbul- Ankara'daki öğretmenlik yıllarında, Nahit Hanım çok geniş bir değere sahiptir.

Hasan Ali Yücel, Tonguç, Sabahattin Eyüboğlu, “bu Türk Hümanistleri diyelim,

Nahit Hanım’ın dostlarıydı. Çok değerli bir insandı. Yıllar sonra Gülten Akın kendisi hakkında şiir yazdı. Orhan Veli meselesi, Nahit Hanım ders anlatırken Orhan Veli'den Orhan diye bahsederdi.

Nahit Hanım'ın yine sohbet arkadaşlarından birisi Necip Fazıl… Nahit Hanım lisede benim koruyucularımdan birisiydi. Sabahattin Eyüboğlu'na telefon etti. Öğrencim İsmail Sarıca gelecek.

Sabahattin Eyüboğlu'yla görüşmeye gittik. Yaşar Kemal'e gittik, Lise yıllarımız böylece geçti.

diye.

Dört sene de fakülteye gittik.

Devlet Planlama Teşkilatı'na başlangıç ​​için askere gitmeden önce başvurmuştum.

Devlet Planlama Teşkilatı'ndan çağrıldım. Fakat askerlikte kararım alınmış Sınava gidemedim.

Dört kişi çağrılmıştı. Üç kişi alınmış o günlerde. Ben katılamamıştım.

Planlamadan olumlu bir cevap gelmişti. Çalışma Bakanlığı'nda o yıllarda sosyologlar iş müfettişi olarak istihdam ediliyordu.

Bana Van'da iş müfettişi yardımcısı olarak göreve başlamak üzere böyle bir teklif gelmişti.

Ama askerlikten sonra Etibank Genel Müdürü bir sınav vardı, sınava girdim Onu kazandım.

Ve 1971 yılı sonunda planlamada göreve başladım. Uzman kişi daha sonra da kadroyu, organizasyon planlamayı artırdı ve dolayısıyla planlamada otuz üç yıl çalıştım.

İktisadi sektörler, sosyal sektörler ve koordine olmak üzere planlama teşkilatı çok iyi kurulmuş bir teşkilattır.”

On beş gün kadar Japonya'da bölgesel kalkınma konusunda incelemelerimiz oldu. Bu Japonya'daki deprem hassasiyetini orada gördüm. İster beş yıldızlı bir otele gidin, ya da bir tesise gidin, televizyonu açtınız, bu binada deprem olduğu zaman ne yapacaksın? Bu mutlaka anlatılıyor.”

Müzeyyen Ünal’ ın sorusu üzerine Vecdi Gönül ile çalışmadığını söylüyor İsmail Sarıca.

“Ama şöyle çalıştım diyebilirim. Görevlerim arasında bazen teşkilatı temsil etmek açısından...

İçişleri Bakanlığındaki çalışmaların teşkilatı adına genellikle ben gönderiliyordum

Kaymakamlık kursları, il planlama müdürleri kursları, uzman yardımcıları kursları, Vali yardımcıları, seminerleri vs. Bu çalışmalar sırasında Vecdi Bey ile birlikte çalıştık.”

Kemal Nehrozoğlu'nun eşi benim İçişleri Bakanlığındaki bu programa katılmam sırasında o da bu işleri yöneten insanlardan birisiydi. Müşerref Hanım, çok değerli bir siyasal mezunu. Valiliği sırasında buralarda da görüştük zaman zaman. Nehrozoğlu da eğitim gören birisiydi. Kandıra'da Jandarma Teğmen olarak görev yaptı. Diyeceğim böyle bir beraberliğimiz yok ama çeşitli toplantılarda, memleketin çeşitli partilerde beraber çalışmalarımız bu manada oldu.”

Müzeyyen Ünal “Sarıca ailesi ve Sarı ailesinin damadı oldunuz. Önce bu Sarı'dan yola çıkalım. Sonra da bu iki aileyi tanıyalım. Nasıl oldu Süheyla Hanım'la evliliğiniz ona geçelim.”

Sarıcalarla Sarıların hiçbir akrabalığı yok. Ataları 93 muhaciri, Batum muhaciri.

Kandıra'ya yerleşiyorlar. Ailenin bir kolu Yalova'da, bir kolu Ankara'da, bir kolu Kandıra'da...

Süheyla ile ben ortaokulda öğrenciydik. Daha sonra Süheyla Çamlıca Kız Lisesi'nde okumaya başlıyor. Ben de bu arada Haydarpaşa'yı kazanmıştım. 1966 yılında aramızda sözlendik.

Okullarımız ve benim askerliğim bittikten sonra 15 Ağustos 1971'de Kandıra'da evlendik. 1973'te kızımız Özgür doğdu. Eşim Süheyla Turan Sarı'nın ablasıdır.

Turan Sarı da Kandıra'da iyi bir Belediye Başkanlığı yapmıştır.

Ben Belediye Başkanlığı konusunda çocukluğumdan itibaren çok özendirildim. Ama bir türlü bu kısmet olmadı.

Kandıra kimyasal gübre çıkana kadar zor durumdaydı, daha sonraki yıllar fındık yaygınlaştı, ekonomik yapı biraz değişti. Tarımsal yapı ve üretim farklılaştı. Onun getirdikleri de götürdükleri de var.

Son yıllarda işte manda yoğurdu, manda peyniri falan deyip böyle gidiyor ama bu yoğurtla peynirle falan olacak değil, ekonomik kalkınma bir bütün.

Kandıra'daki küçük limanlardan İstanbul'a odun ticareti, hayvan ticareti -ki benim dedem de aynı şeyleri yapmış.

İstanbul'un bir bahçesi gibi esasında İmparatorluk zamanından beri hayvan, yani tavuk, yumurta, koyun, kuzu, peynir, hindi, gibi ürünler İstanbul'a deniz yoluyla gidiyoruz.

İzmit'le bir alakası yok.”

Kocaeli Türkiye’nin en gelişmiş illerinden birisidir.

Fakat tarımsal yapısına bakıldığı zaman tarımda öyle çok iyi bir gelişme yok. Kandıra’da buna dahildir. Son yıllardaki gelişmelerle birlikte belki zaman içerisinde tarımdaki gelişme ekonomik hayatı etkileyecek ve gelişmişlik sıralaması yaparken ortaya çıkan göstergeler Kandıra lehine değişiklikleri olacak ve Kandıra çok gerilerden biraz daha ileriye gidecektir.”

Müzeyyen Ünal “Ben bu konuda şöyle bir şey düşünüyorum. Her yerin topraklarını Anadolu'da mahvettik. Gübreyle, ilaçla, başka şeylerle mahvettik. Belki de bu Kandıra’nın dokunulmamış olması onun şansındandır. Yani ileride belki de siz Kandıralılar bunun ekmeğini yiyeceksiniz Dokunulmamışın. Yani tahrib edilmemişliğin meyvesini yiyeceklerdir. O özelliğiyle ileride ortaya çıkmış olacaktır. Çünkü her tarafı bitirdik, tükettik.

, dokunulmamış bir yer olarak parlayacaktır diye düşünüyorum ben.”

Doğrudur. Biz de kendi aramızda zaten arkadaşlarla konuşuruz. Eski yapılar korunabilseydi, Safranbolu'ydu belki.

Köylerin insansızlaşması, bir yana öğretmen bakımından köylerde öğretmenin olmaması bir yönüyle kötü.

Eğitimde kalite açısından bakıldığında ne olursa olsun, yani belli bir kaliteye tutturalım derken, düşünecek olsak, diyelim ki bizim Azatlıköy'de bir okul vardı. Zaten şimdi okulda öğrenci yok.

Çerçili köyünde diyelim ki bir merkezi yer var. Burada taşımalı eğitim var.

Bir yönüyle böyle bir eğitim düzenini de düşünmek lazım.

Yani orada tek öğretmen yok.

Yani köyün öğretmenli olması, bir öğretmenin köyde bulunması çok iyi olurdu. Ama şimdi öğretmenler köyde de durmuyor şehre geliyor. Yani köylerin her birisine, eskiden okul olan her köye tekrar açma düşüncesinin ben kişisel olarak doğru olduğunu düşünmüyorum. İhtiyaç yoksa burada zorlamanın da bir faydası yok.

https://www.kocaeligazetesi.com.tr/makale/19950374/gul-anasal/ismail-sarica-ile-gecen-bir-gun

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Üzgünüz, yorum formu şu anda kapalı.

Geri izleme yok.