Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

28Şub/24Kapalı

Raif Kandemir ile hukuk ve Bahçecik üzerine… – Gül ANASAL

425286161_7583208435045353_975705807525436089_n

Raif Kandemir ile hukuk ve Bahçecik üzerine… - Gül ANASAL

Geçen hafta Çarşamba günü Kocaeli Dokümantasyon Merkezi toplantısında Yaşayan Tarih Sohbetleri konuğu Kocaeli’nin sevilen avukatı Raif Kandemir idi…

Açılış konuşmasına “Hoş geldiniz konuklar, bugün 21 Şubat 2024 Kocaeli Dokümantasyon Merkezi’nin Yaşayan Tarih Sohbetlerinin birinde daha hep birlikteyiz. Kocaeli Dokümantasyon Merkezi bugün özellikle öyle birisini buraya davet etti ki, herhalde çocukluğunda ‘bu çocuk mutlaka avukat olur’ diye, hani daha yeni yetmeliğinde insanlara mesleklerini o küçücük haliyle ifade ederler, yüzünden okunur, konuşmasından anlaşılır ya Raif Bey’de onlardan birisi olmuştur diye düşünüyorum. Ne mutlu ki bize onu avukat olarak tanıyoruz ama kendisi aynı zamanda iyi bir yazar, makaleleriyle hatta biraz önce duydum, hazırladığı iki roman dosyasıyla yani yazım dünyasında da eserler veren bir kişi. Ve öyle bir aileye doğmuş ki, bir asker ailesi. Kıbrıs mücahitliğinden de çok önemli anekdotlar sunabilecek bir aileden gelebilen bir kişilik Sayın Raif Kandemir. Dahası Bahçecik doğumlu olarak Bahçecik’in meşhur Kandemir ailesinin bir ferdi olarak bize hem Kandemir ailesini hem de Bahçecik’i anlatabilecek bir kişiyi misafir ediyoruz. Ayrıca da İzmit ve çevresi kasabaları, köyleriyle burası bir göç bölgesi. Tüm Anadolu’yu bağrında toplayan bir İstanbul vardır birde İzmit vardır iyi bildiğimiz. Rize’nin Güneysu’larından buraya kadar gelmiş bir serüvenin de anlatıcısı olarak burada Sayın Raif Kandemir. Hoş geldiniz” diyerek sözü Raif Kandemir e bırakıyor Müzeyyen Ünal.

raif-kandemir

1860 yılında dedemin babası Rize’nin Güneysu ilçesinin şimdiki ismi İslahiye Selamet Köyü ama o zamanki ismiyle Kanboz olan köyünde dünyaya gelir. Çok küçük yaşta dokuz ve on beş yaşlarında iki kız kardeşiyle ana ve babadan öksüz kalınca, o zaman Karadeniz’lilerin gurbetlerinin en önemli bölgelerinden bir tanesi de Sovyetler Birliği Rusya’dır. Yaşlı amcalarla birlikte on beş – on altı yaşında Rusya’ya gider. Orada bakkal dükkânı sahibi olur ama o sırada 1917 Bolşevik ihtilali olur. İhtilal olunca Sibirya’nın içinde bir yerlere sürülür, iki buçuk yıl kadar süren bir esaretten sonra bir yolunu bularak on üç gün kadar yürüyerek Artvin sınırlarına ulaşır ve Rize ye gelir. Kız kardeşlerini akrabalarına emanet etmişti döndüğü zaman Karadeniz’in makus talihidir, o zamanlar insanlar arasında bu kavgalar, kan davalarına varan sonuçlar nedeniyle bir huzursuzluk olunca ailenin büyükleri göçü en az olan sensin, sülalemizde baya kalabalık, biraz da sert bir sülale, ‘sülalemize bu kavga ve karmaşa girmesin senin arazin bin beş yüz lira eder al sana iki bin beş yüz lira, git düzenini kur, bu para yetmezse bizden iste.’ diyerek dedemi gönderirler. İstanbul’a giderken daha önce buraya Karatepe’ye gelmiş olan bir amcası var ona uğrar o da çok sert bir adam, ‘hayır bir yere gidemezsin gözümün önünde olacaksın’ der ve tam yüz bir yıl önce 1922 yılında Bahçecik’e ayak basar. O zaman elindeki parasıyla elli dönüme yakın bir arazi alır. O arazinin üzerine Rusya’da gördüğü gibi üç katlı ve üç odasında da ebeveyn banyosu olan bir konak yapar. Ve orada çiftçiliğe başlar ve biz o çiftçi ailenin çocuklarıyız. Tantaoğulları da ana tarafım. Tantaoğulları’nın en büyüğünün kızıyla da babam evlenir. Babamın mesleği dolayısıyla ilkokulu tam beş yerde okudum. Ancak ben hayatımda bana en büyük kazanç olarak telakki ettiğim hadiselerden bir tanesi budur. Çünkü çok çeşitli illerde çok çeşitli halk yapısı, çok çeşitli insan tanıyarak sosyalleştiğimi düşünüyorum. İlkokul 5. Sınıftaki öğretmenim üç yıl önce doksan altı yaşında vefat etti. Vefat ettiği güne kadar her hafta kendisiyle görüştüm. Biz ilkokulu bitirdiğimiz zaman sınavla mezun olurduk. Sınavdan sonra öğretmenimiz hepimizi topladı kim ne olmak istiyor gerekçesiyle söylesin dedi, ben o gün çenemin kuvvetli olması sebebiyle avukat olmak istiyorum dedim. Elli yıl sonra öğretmenime ulaştığımda kendimi tanıttığımda ‘Sen subay çocuğu musun?’ dedi bana. Ve ondan sonra kendisini hep aradım. Zaten hayatımı iki şey üzerine kurmuşumdur. Bir vefa, bir sabır bir de terbiye. Hala görüştüğüm öğretmenlerim seninle iftihar ediyorum dediklerinde benimle iftihar etmeyin kendinizle iftihar edin derim, burada bir eser varsa sizin eseriniz. Ortaokul ve liseyi de üç yerde okudum. Burdur’da ortaokula başladım Çorlu da devam ettim Erzurum lisesinden mezun oldum. Bu zenginliği size anlatamam. Rahmetli babam çok ağırbaşlı, çok beyefendi birisiydi, bana şöyle bir iyilik yaptı. Evladım bak burada orduevleri var, askeri tesisler var bunların hepsine gidebilirsin ancak bu halkı bir daha bulamazsın halkın arasına git diye beni hep halkın arasına itti. Bu sayede de, belki de özel yeteneğimdir ben Türkiye’nin bütün şivelerini eksiksiz konuşurum. Benim diyen yerlisi benim kadar konuşamaz. Babam iyi bir şairdi. Ve bu bize dededen, babadan gelen bir mirastı. Şimdi bendenizde, bir tane yayımlanmış kitabım var, şimdi iki tane de dosyam var onları henüz baskıya vermedim. Bu arada aileden gelen bir şiir merakımız var. Ben her sabah kalktığımda namazdan önce aklıma gelen bir şiir yazar onunla günaydın derim dostlarıma. Şimdi gelirken baktım bin sekiz yüz tane olmuş. Öğrencilik yıllarımda okulumun bütün bayramlardaki bütün şiirleri ben okudum, bütün tiyatrolarını da ben oynadım, bandosunda majörlükten trampet çalmaya kadar bütün işleri ben yaptım. Fakat ben bütün bunları yaparken sekiz dersten belge aldım ve okuldan atıldım.”

Sen yapamazsın” diye kırıcı bir şekilde konuşan arkadaşları için “Allah hepsinden razı olsun.” diyor Raif Bey. Sınava girerek sekiz belgeyi kurtarmış. Ve oradan Erzurum lisesine gitmiş.

Ama orada akıllanmıştım liseyi bitirdim.” diyor.

Eğitim enstitüsü Türkçe bölümüne girdim. O sene de Kıbrıs harekâtı oldu. Evimiz Polatlı da, ben burada bir yandan da futbol oynuyorum, İstanbul da okul, o arada devamsızlıktan sınıfta kalıyorum. Askeri doktordan rapor aldım, gittim Müdür Muavini Bey ‘Neyin var?’ dedi bana ben de bu sebeplerden dolayı bu raporu aldım deyince iş berbat oldu oradan çıkış o çıkış. Ertesi sene Hukuk Fakültesi’ni kazandım ve orada sadece bir dersten bir defa ikinci imtihana girdim diğerlerini hepsini verdim. Hanımla fakültede tanıştık sınıf arkadaşımdı. Bundan sonra da gelip 1979 yılında İzmit’te avukatlığa başladım. Kırk beş yıldır devam ediyorum. Müzeyyen Ünal’ın nerede staj yaptınız sorusu üzerine Allah rahmet eylesin Cezmi Dölen diye çok beyefendi bir avukat ağabeyimin yanında yaptım. Hukuk bilgisi çok yüksek bir kişiydi. Birde şansım Kazım Üçtüoğlu, Ümit Akdoğan, Metin Kandemir. Cezmi Dölen’den feyz aldım ama dört avukattan da farklı farklı konularda staj yapma şansım oldu.

Avukatlık dışında noterlik, savcılık gibi başka branşlara geçmeyi düşündünüz mü sorusuna hiç düşünmedim diyor asker çocuğu olmanın bende yarattığı tepkiler var. Devamlı ev eşyası taşımaktan bıktım, sabit adres verememekten bıktım, birde benim babam subaydı, dedeme nineme hiçbir faydası olmadı. Ben de annemin babamın yanında olmak, iyi günde kötü günde onlarla birlikte olmak için daha fakülteye başlarken avukat olmaya karar vermiştim.”

Ailede eşim avukat, büyük oğlum makine mühendisi, küçük oğlum bizimle beraber avukat. Benim bir prensibim var evlatları yetiştirirken onlara merhametle bakmak yok, acımak yok, uykusunda severim ama mesleğe yetiştirirken çamaşır sıkar gibi sıktım. Oğlum stajını da benim yanımda yaptı.” diyor

Mustafa Küpçü’nün “Adliyelerin, hakimlerin iş yükü çok dediniz, sebep ne? Birde neden bu kadar çok dava var? Üniversiteler yüksek ortaokul oldu dediniz, bu yüzden stajyer almıyorsunuz. Bu iki konu çok önemli...”

Bana bir gün Türkiye’nin idarecisi sensin, bir tane seçim hakkın var deseler ilköğretimin ilk dört ve beş yılında sadece Türkçe ve matematiği öğretir onun dışında ahlak, adap ve adab –ı muaşere kurallarını öğretirim. Böyle bir eğitim sistemiyle ancak yaşımız itibariyle geçliğimizde yaşadığımız o saygılı ortama dönmek gibi bir şansımız olabilir. Ama şu andaki eğitim sistemiyle o şansı yakalamak imkânını göremiyorum. Onun içinde çok üzgünüm. Hepiniz yaşıyorsunuzdur, şurada tramvaya biniyorsunuz, gencecik çocuklar oturuyor yaşını başını almış büyükler ayakta gidiyor. Ulu orta konuşmalar oluyor, saygı sevgi ortamı olmuyor, çok rahatsızım. Adliyelerdeki yük niye arttı? Az önce söylediğim ahlak, adap ve adab –ı muaşere kuralları ihmal edildiği için insanlar şöyle bir duruma geldi, herkes büyük adam. Hiç kimse kusurunu kabul edebilecek, erdemi gösterebilecek kültüre sahip değil. Hak hukuk kavramı zedelendi.”

Babamın çocukluğunda Bahçecik’e on sekiz - on dokuz yaşlarında Zeynep ultav adında bir tatar kızı gelir. O zamanlar kadınlar çarşı içinden geçemiyor, arka yollardan geçiyorlar. Bu tatar kızı zorla evlerden gidip kızları alıp okula başlattı. Ve köyde okuttuğu öğrencilerden zeki bulduklarını Arifiye Öğretmen Okulu’na gönderdi. Bir kısmını da buraya ortaokula gönderdi ki bir tanesi de benim babam.”

Kadem Duran kendisinin de öğretmeni olan Zeynep Ultav’ın hayatını araştırmış. “Balkan harbinde tahminen üç yaşındayken bir öküz arabasının üzerinde bulunmuş. Ordu çekilirken, çekilen ordunun başındaki Albay, Zeynep Ultav’ı evlatlık alıyor ve bir yaşındaki kardeşini de başkasına veriyor. Zeynep Ultav’ı yetim olduğu için Edirne Öğretmen Okulu’na yerleştirdiler. 1930 yılında Atatürk Edirne’yi ziyeret ederken okulu da ziyaret etmiş ve Zeynep hoca kendisine çay ikram ettiğini anlatırmış.”

Babam İzmit Ortaokulu’nda iken Okul Müdür Muavini Sabire Hanım, babam bizi elini öpmeye götürürdü. Babam ile birlikte kırk kişiyi askeri ortaokul imtihanına sokuyor ve altı kişi kazanıyor ve bu altı kişiden birisi babam.” diyor Raif Kandemir. “Kazanıyor ama okul Konya’da ve dedem Konya’ya çocuk gönderir mi ablası babama altın veriyor, sen git biz babamı ikna ederiz diyor babam da kuyumcuya bozdurmak için gidiyor ve babam öylece Konya’ya gidebiliyor. Ve o iki kadın babamın hayatına dokunuyor bizler bugün buralardaysak o iki kadının bizde büyük emeği var. “

Bahçecikte en ağır gelir kaynağı ipek böcekçiliği, 1960’lı yıllarda bitmiş. Bir gelir kaynağı da el sanatları.”

1969 yılında üç yerde sinema var, Bahçecik, Ulaşlı ve Maşukiye’de. Ömer ağabey, şair ömer ile birlikte bu işi yapıyoruz. Ulaşlı’da sinemamız var, giriş bir lira. Gündüz plaj, çay bahçesi, akşam sinema... İçerde seyirci yüz kişi, parayı sayıyorum seksen lira, kaçak var. Yan tarafta dere var ve kaçakların oradan girdiğini gördüm. Bilet sorduğumda ne bileti burası bizim memleket diyorlar. Alırdın almazdım diye kavga başlardı. Sandalye ile vurduğumu köprüden aşağı attım. Birazdan beni idareye çağırdılar gittim. Yusuf Kenan ağabey Tek Müdürlüğü’nden emekli, o gelmiş. Bizim çocuklarla kavga eden bu mu diye beni sordu, bana doğru gelince önce bana sarıldı ve çadırda kaldığımı öğrenince rahat bırakmazlar diye başka bir yer bulmalarını söyledi. sinema saat 22.00 da bitiyor, o saatte araba geçmiyor. Araba denk gelirse Seymen’e gidiyorum, oradan yürüyerek köye gidiyorum. Korkudan gecenin birinde türkü söyleyerek köye kadar yürüyerek çıkıyorum. Ama köpekler takılırsa koşuyordum diye gülerek anlatıyor. Bütün bunları yaparken ben futbolcuydum. Benim ilk takım kaptanım Sadık Deda. Burdur Doğanspor’da futbola başladım. orada futbol oynarken Allah bana futbolcu olmayacaksın demiş üçüncü lig forması giyerken bir maçta köprücük kemiğim kırıldı, iki defa ameliyat oldum, oradan Çorluspor’da başladım orada bir rahatsızlık daha geçirdim. Oradan Erzurumspor a gittim. İlk hazırlık maçında ayağımı kırdım. Pek çok takımda oynamaya devam ettim ve üniversiteyi kazanınca hepsini bıraktım. Çok genç yaşta halk türküleri hocası olmuş bir adamım. Korolar çalıştırdım, solo söyledim, bağlama ekipleri kurdum ve konserlerde, düğünlerde para kazandım. Birde bende tiyatroculuk var. Birçok tiyatro eserini hem yönettim hem oynadım. Hatta İstanbul da öğrencilik döneminde de tiyatro camiasında da geniş bir çevrem var ama İstanbul’da tiyatroya noktayı koydum.”

Torunlarımın ve ailemin geçmişimizi kayıt altına alan bir şey ama onu bir hatırat belgesi değil de bir romana dönüştürerek yazdım. Dedem 1917 yılında on beş - on altı yaşındayken Rusya’ya gidiyor. Orada ki yaşamından kesitler var. Kitabın sonunda da o yaşanan hatıralardan çıkardığım dersler var. Bir kitap dosyam böyle diğeri ise ayrılık hikâyesi...”

Müzeyyen Ünal’ın “Siz baro başkanlığı yaptınız mı?” sorusuna, “Hayır” cevabını veriyor Raif Kandemir ve devam ediyor. “1984 yılında 1986 yılında iki dönem baro yönetim kurulu üyeliği yaptım. 1999 yılında baro başkanlığına yeniden aday oldum. Rakibim de fakülteden sınıf arkadaşım Mustafa Bora Uluç’tu. Ben otuz altı tane ilke hazırladım. Avukatlık mesleğinin onuruna yakışacak şekli nasıl temin edeceğimizi, disiplin altına alacak otuz altı madde. Özel hayatta kimsenin kılık kıyafetine, saç sakalına karışmam ama avukatlık mesleğini yaparken dikkat etmeleri gerektiği ile ilgili madde sadece bir tanesiydi. Ben babamın bir lafı yüzünden öğretmenliğe çok kutsal baktım. Beni ilkokula götürdüğü zaman öğretmenime eti senin kemiği benim dedi. Demek ki bu öğretmen beni öldürse babam bana sahip çıkmayacak dedim ve ben o gün öğretmenime teslim oldum. Şimdi ise Avukatlık mesleğinde çocuğuma öğretmen fiske vurdu diye dava açan dünya kadar insan gördüm. Hatta birçoğunda da öğretmenleri savundum. Ben yine söylüyorum bir gün yetkim olsa ilk işim Türkçe matematik, sonrasında sadece terbiye. Belki o zaman düzelir her şey.”

Raif Kandemir “Dün bir arkadaşım ve eşiyle karşılaştık, eşini daha önce görmemiştim. Bir adım geri attım ‘ne oldu’ dedi geçen gün de eşim diye bir başkasını tanıştırdın bu hahım kim dedim. Arkadaşımın tepkisi üzerine, karı koca kavga etmeyecek de biz nerden dava alacağız.” diye bizleri güldürerek bitirdi konuşmasını.

21 Şubat 2024 Kocaeli Dokümantasyon Merkezi’nin Yaşayan Tarih Sohbetleri’nde bugün Hukukçu Raif Kandemir’i ağırladık. Raif Kandemir’den Rize’den buralara kadar gelen bir ailenin öyküsünü dinledik. Ve Bahçecik ilçesinin bugüne kadar bir özetini dinledik. Raif Kandemir in çok çeşitli olan kimliklerini, şairiyle, yazarıyla, hukukçusuyla, sporcusuyla, taklitleriyle tiyatro sahnesinden diğer sahnelere kadar pek çok cephesiyle belki de birçoğunu tanımadığınız Raif Kandemir’den dinledik. Kendisine çok teşekkür ediyoruz.” diyerek Müzeyyen Ünal kapanış konuşmasını yaparak toplantıyı bitirdi.

IMG-20240221-WA0110

Eski Dostlar Gurubu; Yetkin Saner, Orhan Balcı, Birol Öztürk, Ahsen Okyar, Oturanlar: Av. Raif Kandemir ve Müzeyyen Ünal

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Üzgünüz, yorum formu şu anda kapalı.

Geri izleme yok.