Onlar sanıyorlar ki; – Fahri SAĞLIK
Onlar sanıyorlar ki; - Fahri SAĞLIK
- Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez, 12 Aralık Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütçe görüşmeleri sırasında konuştu. Konuşmasını bitirdikten sonra Genel Kurul’a “Hepinizi saygıyla selamlıyorum” dedikten hemen sonra kalp krizi geçiren Bitmez, 14 Aralık Perşembe günü tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. (Allah rahmet eylesin) Bitmez, fenalaşmadan önce konuşmasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ve hükümetin İsrail ile ilişkilerine tepki gösteriyordu. Kürsüde konuşmasını bitirirken sarfettiği son sözleri Sezai Karakoç’un “Onlar Sanıyor ki” şiirinden alıntılardı:
“Onlar sanıyorlar ki;
Biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki;
Bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Halbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar.
Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın gazabından kurtulamayacaklar!”
Kimileri merhum Bitmez’ in konuşmasını eleştirirken, kimileri de özellikle merhum Karakoç’tan yaptığı alıntı sebebiyle takdir etti, hatta okuduğu mısraların mezar taşına yazılmasını teklif edenler bile oldu. Bu olay merhum Karakoç’u tekrar gündemimize taşıdığı için ben de bu yazımda merhum Sezai Karakoç’un fikir ve gönül dünyamızdaki yeri ve önemine değinmek istiyorum.
Her çağa damgasını vuran şairler, mütefekkirler vardır.
Çağımızın şairlerinden, mütefekkirlerinden birisi de Sezai Karakoç’tur. Karakoç yazılarıyla zihinleri, şiirleriyle ölü yürekleri diriltmiştir. Bilindiği üzere şiirler bizim yalnızca duygu ve gönül yanımızı değil, aynı zamanda fikir ve düşünce dünyamızı da şekillendirir. Peygamberimizin “Şiir hikmettir.” sözü, şiirin, düşünce ve duygu dünyamızdaki yerini işaret eder.
Karakoç bütün şiirlerini topladığı “Gün Doğmadan” kitabına karşılık, nesirleriyle arkasında bir külliyat bırakmış, bir şairden daha çok fikir adamı, mütefekkir yönüyle öne çıkmıştır. Onun mütefekkir yönü birçok şiirlerinde kendini hissettirir. Zira şiirlerini anlayabilmek için Kur’an’ı, İslam tarihini ve Batı düşünce ve edebiyatını çok iyi bilmek gerekir. Özellikle de İslam kültür ve medeniyetini bilmeyenler onun şiirine sirayet edemez, ondan zevk alamazlar.
Ortaokul yıllarında takip ettiği Büyük Doğu dergisi sayesinde İslam davasına yönelmiştir. Dönemin din karşıtı ve baskıcı ortamında Büyük Doğu’nun muhalif duruşu onu büyülemiştir. Kendine yakın bulduğu bu dergiyi takip etmiş, yazı ve şiirler göndermiştir. Büyük Doğu onun hayatında dönüm noktası olmuş, daha sonra üstat Necip Fazıl ile yolunun kesişmesini sağlamıştır. Dindar bir ailede yetişen, güçlü bir İslam inancına sahip olan Karakoç, Büyük Doğu’da kendini bulmuştur. Hatıralarında; “O güne kadar, İslam içimizde sakladığımız bir inanç idi. Kimselere pek açamıyorduk. Yasak, mazlum ve mağdur bir düşünce gibiydi ruhumuzda. Ama işte, görmüştük, İstanbul’da çıkan bir dergide onu çağdaş bir üslupla savunan bir kalem vardı. İslam’ın yükselen, yeni, canlı sesiydi bu. Bu benim için büyük bir mutluluk olmuştu. Çünkü bir umut doğmuştu. Bütün sıkıntıları göğüsleyebilirdim.” (Turan Karataş, Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, sh.46, Kaynak Yay. İst. 2013, Diriliş, s. 30 Şubat 1989.) diye yazar. Maraş onun yerli dünyasının şekillendiği şehirdir. Burada okuduğu yıllarda Maraş’ın Fransız işgali sırasında vermiş olduğu destansı mücadelenin anlatılarıyla büyür. Yıllar sonra Maraş Belediyesi tarafından kendisine verilen fahri hemşehrilik unvanı üzerine: “ Kahramanmaraş sadece ortaokulu okuduğum yer değildir. Benimle beraber yanımda, içimde, hareketlerimde devam etmektedir. Hemşehrilik bunun bir nevi belgesi olmuştur. Biz Maraşlıyız.” demiştir.
Sezai Karakoç sade yaşantısı, idealistliğiyle Türk edebiyatında en çok Mehmet Akif’e benzer. Bu iki şairin kişilikleri birçok yönden örtüşür. Karakoç, Âkif gibi doğrucu, tavizsiz ve kalabalıklar içinde yalnızdır. Her ikisi de birer karakter abidesidir. Mehmet Âkif gibi doğrucu, kolay dostluklar kuramayan, paraya pula kıymet vermeyen, hayatını davasına adayan, idealist ve örnek bir şahsiyettir.
Geçen yüzyılın kahramanı/şairi Mehmet Âkif ve Necip Fazıl Kısakürek, bu yüzyılın ise Sezai Karakoç’tur. Bu şairler kılıçla değil kalemleriyle kahramandırlar. Onlar kalemleriyle halkın gönlünde yer bulmuş, silinmez izler bırakmışlardır. Karakoç’u yaşadığı dönemde önemli ve özel kılan yalnızca yazmış olduğu eserleri değil, örnek şahsiyetidir. Hayatı boyunca paradan, makamdan, mevkiden ve şöhretten uzak durmuş, münzevi yaşamıyla içinin derinliğini zenginleştirmiştir. Mehmet Âkif gibi bir karakter abidesi olarak yaşarken de ölürken de gönüllere girmiştir. Karakoç, “Ben her taşı beş yüz yıl önce konmuş bir camiye tutunarak buluyordum kendimi. Bir yağmadan böyle kurtarıyordum kendimi.” diyerek inanç ve gelenekle olan bağını dile getirip dirilişi İslam ve Kur’an’da aramıştır. Akif ise Süleymaniye Kürsüsünden, Fatih Kürsüsünden daha doğrusu caminin içinden seslenerek insanları aydınlatmıştır. Her ikisi de Kur’an ve İslam’dan ilham alarak şiirlerini yazmışlardır. Her ikisinin şiirinin açılımı Kur’an’dır. Sezai Karakoç, Mehmet Akif’in idealize ettiği “Âsım” neslini “Diriliş” nesli ile bütünleştirmiş, eserleriyle bu neslin amentüsünü yazmıştır. Her iki şair de şahsiyetleriyle birer abide olduklarını örnek yaşamlarıyla göstermişlerdir.
Müslümanların uyanışına eserleriyle emek verdi
Dünya savaşlarından yenik çıkan İslam dünyasının yeniden dirilişini amaç edinen ve yazı hayatı boyunca "diriliş" kavramı çevresinde zinde bir bilinç oluşturmaya çalışan mütefekkir Karakoç, eserleriyle dünya Müslümanlarının uyanışını sağlamayı amaçladı.
Diriliş dergisiyle bir neslin fikir dünyasını yoğurdu
Kuşkusuz pek çoğumuz için sadece ruh ve gönül dünyamızı aydınlatan şiirleriyle değil, bugün sahip olduğumuz dünya görüşümüzde de emeği bulunan ve “Yedi Güzel Adam” dan biri olan Sezai Karakoç bizim medeniyetimizin umudu ve ufkudur. O, insanımızın şuur kazanması ve öz benliğine dönmesi için “Diriliş” adını verdiği bir sistem geliştirmiştir. Karakoç’a göre “Diriliş” kendini inşa etmenin yoludur.
Ben de merhum Karakoç’tan bazı alıntılarla sözlerimi bitirmek istiyorum.
“Kur’an, mutlak hakikatin ebedîleşmiş abidesi olarak, ideal bir mümini ve ideal İslâm cemiyetini, milletini, yani değişmeyen üstün insanlık düzenini, mutlak hümanizmayı getiren mutlak kitaptır.”
“Komünizmin rengi kızıldır. Yani ihtiras ve kan rengi. Kapitalizmin rengi siyahtır. Yani taassup ve ifrat rengi. İslam’ın rengi ise beyaz, mavi ve yeşildir. Yani aklık, umut, sulh ve selâmet rengi.”, “Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için muhakkak bir Nuh’un Gemisi vardır.”
Merhum Bitmez’ in alıntısının son cümlesini tekrar ederek noktayı koyalım.
“Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın gazabından kurtulamayacaklar!”
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.