Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

24Mar/120

Hatırat kitapları ve “Törelere boyun eğmedim” / Namık Açıkgöz

İçerik 

Hatırat kitapları ve “Törelere boyun eğmedim” / Namık Açıkgöz

Sevgili Mehmet Narlı’nın “Otobiyografik roman yoktur” hükmüne rağmen, hatırat kitaplarını ve otobiyografik romanları severim. Otobiyografik romanlarda, fazla sentetize etme, “gerçeklik izlenimi” vermezse de, gene okumaktan zevk aldığım kitaplardır.

Hatırat türünü severim… Keşke, Fuzûlî, Bâkî, Nef’î ve Nedim gibi şairler ve padişahlar veya sıradan bir Osmanlı, hatıratını yazsaydı da, o dönem yaşantısını, ayrıntılarıyla öğrenebilseydik.

Cumhuriyet döneminde, hatırat veya otobiyografik roman yazma geleneğinde, güzel örnekler verilmiştir. Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, bu tür eserler için güzel bir örnektir. Vehbi Koç’un hayatının anlatıldığı ve Can Dündar’ın hazırladığı “Vehbi Koç/Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla” adlı kitap, hatırat olarak zengin bir örnek.

Hatırat kitapları da, otobiyografik kitaplar da, ilk bakışta, bir kişiyle ilgili gibi görünür ama bu kitaplar, o dönemin özelliklerini yansıtması bakımından önemlidirler.

Ben hatırat kitaplarında veya otobiyografik romanlarda, önce samimiyet ararım; samimiyet yoksa, konu edilen kişi, propaganda yapıyor demektir. Valla hiçbir propagandaya da kanacak gözüm yoktur.

Hatıratlarda, zenginlik, renklilik, dönemi yansıtma ve ufuk açıcılık da beklerim. Bu tür kitapları, sadece hoşça vakit geçirmek için okumam.

De profundis clamavi (Uçurumun dibinden haykırdım.)

Sözü, son zamanlarda okuduğum bir hatırat kitabına, “uçurumun dibinden haykıran” Dr. Sabri Demirdöğen’in  “Törelere Boyun Eğmedim” kitabına getirmek istiyorum.

Adını, daha çok sinema sektöründen duyduğum Dr. Sabri Demirdöğen, hatıralarının bir kısmını, bir roman kurgusu içinde yazmış. Bir akşam, “Şöyle bir bakayım.” diye elime aldım; alış o alış… Kitabı elimden bırakamadım. Bir solukta okudum…

Sabri Demirdöğen, 1946 yılında, Şanlıurfa’da doğmuş ve ücra bir Anadolu şehrinden Almanyalara savrulmuş biri. “Savrulmuş” diyorum; çünkü Demirdöğen, iyi planlanmış bir hayat çizgisi sonucu gitmemiş “Alamanyalar”a; birbirini izleyen olaylar sürüklemiş. Sabırsızlanmayın; anlatacağım bir kısmını. Hepsini anlatmayayım. Kitaptan okursunuz.)

Habur çayının karşı yakasına geçme iddiasının yol açtığı evden kaçışla (Hem de ne kaçış!… Evden kaçında, soluğu Suriye’deki akrabalarının yanında alır Demirdöğen.) başlayan macera, Mersin’de Sanat Okulu, İstabul’da işçilik ve Makine Mühendisliği üzerine üniversite tahsili, Arçelik’te çalışma  ve Almanya’ya gidiş… Bu gidiş, ilk bakışta, ekmek parası için gibi görünürse de, bu gidişlerin arka planında “törelere karşı gelme” yatar. Liseyi bitirince eline verilen silahla beşik kertmesini ve kocasını vurması istendiğinde, Demirdöğen gider ve öldüreceği kişilere durumu açıklar. Tabii, onları öldürmez. Bir plan yapıp kapağı İstanbul’a atar. Atış, o atış…

Almanya’da değişik şirketlerde çalışmalar… Bu araya sıkıştırılmış 3 evlilik… Çocuklar…

İlk evliliği trajik… Biraz da töreye karşı çaresiz kalma… Evlenmek için büyütülen yaş ve bu yüzden 17 yaşındayken askere gitme… Hem de 1974 Barış harekatında Kıbrıs çıkarmasına katılma…. Yaralanma… Hastane ve hastanede şehit pilot Cengiz Topel’le son konuşan Türk olma şerefi…

Avrupa’da senatoryumda başlayıp evlilikle sona eren ikinci tecrübe… Bir yanlış anlama ile ama uygarca biten ikinci evlilik…

Bu arada, Almanya’da ayakta kalma çabaları… Ve nihayet Türk-Kan film şirketi… Filmler… Filmler… Filmler… Yasaklı zamanında Bülent Ersoy’la yapılan filmler…

Berzan’ın üstünde Habur’un karşısına atlamaya çalışırken karşılaşılan ölüm’ün peşini bırakmayışı… Kıbrıs’ta, Almanya’ya giderken otobanda, senatoryuma kaldırılmasına sebep olan hastalığında ve nihayet İstanbul’da evinin bahçesine giren gençlerin saldırısı sonucu yaralanması… Hep ölümle burun buruna yaşamak…

Sonra felsefe doktorası… Hayata düşünce açısından bakmak…

Dr. Sabri Demirdöğen, sanki 5 kişilik hayatı tek başına yaşamış gibi. Bireysel hayatındaki hız ve girişimciliği yan yana getirildiğinde, “zamanın ruhunu okuyan insan” demek çok doğru.

Türkiye’nin ilk özel televizyonu, Magic Box onun eseri mesela… Televizyon dünyasına bir girmiş, pir girmiş… Kanal D projesi ilk defa Sabri Demirdöğen’le konuşulmuş mesela… HBB macerasında onun da tuzu var.

Sinema sektörü ve yüzlerce filmin yanı sıra televizyonculuk ve özel radyoculuk, Demirdöğen imzası taşır.  1990’ların ortasındaki “Radyomu istiyorum” kampanyası, Demirdöğen için “Körün istediği bir göz; Allah’ın verdiği iki göz” durumudur mesela. Onun tüm bu gayretleri ve girişimleri, iletişim çağını okuyan biri olduğunun göstergesidir.

Dr. Sabri Demirdöğen’in en önemli özelliklerinden birisi, adamı gözünden tanımasıdır. İş yapacak adamı, hiç tereddüt etmeden ekibine katıp çalıştırmıştır.

Gerek bireysel hayatıyla ve gerekse toplumsal yönüyle, Dr. Sabri Demirdöğen, 1970 ve özellikle 1980 sonrasının sosyal profilini yansıtıyor kitabında. Kitabı okuyan, bir kişinin bile, sosyal değişimin nasıl bir tetikleyicisi olduğunu anlar.

Ben kitabı okurken Demirdöğen’in hızına yetişemedim; o yaşarken ve yazarken ne yaptı bilmiyorum.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.