Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

5Mar/230

Sarsılırız Ama Yıkılmayız – Bihter GÖRDÜ

hatay-depremi

Sarsılırız Ama Yıkılmayız – Bihter GÖRDÜ

Her şey hafif bir sarsıntıyla başladı. Sonra yer içinden gelme top seslerini andıran bir gürültü peyda oldu. Sarsılırız ama yıkılmayız diye düşünüp, yan odadaki anneme seslendim ama, sesimi duyan olmadı. Sonra hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı. Durmak bilmeyen sarsıntı birden hafiflemeye başladı. Tam bitiyor derken birden daha da şiddetlendi. Camın önündeki ranzamla birlikte sokağa savrulacağım korkusuyla bu sefer de babama seslendim.

Yaşamanın ne anlamı var ki

Uzunca bir süre seslenip ailemden de bir ses alamadığıma göre, yaşamanın ne anlamı var ki diye düşünürken gözlerim tavandaki elektrik lambama takıldı. Mahallemizin en gözde apartmanı adeta dans ediyor olmalıydı ki, lamba lamba olalı böyle bir vals yapmamıştı. Varın gerisini siz düşünün. Artık sarsıntımızın bir yönü yoktu, sanki yer yarılacak ve bizim binayı bir lokmada yutacak gibiydi. İşte tüm bu duygu ve düşüncelerle gözlerimi kapattım ve son duamı etmeye koyuldum.

Hiç bitmez sandığım sarsıntılar

Sonra sarsıntı yine yavaşlamaya başladı, bir süre de hafif sarsıntılar devam etti. Hiç bitmez sandığım sarsıntılar durunca sarsılırız ama yıkılmayız misali hızla kendimi ranzamın ikinci katından aşağı attım. Bütün aile fertleri odalarından çıkmış ve oturma odasında buluşmuştuk. Herkes boş gözlerle birbirine bakıyordu. Dayım balkon kapısına yöneldi. Babam durdurdu, 6. kattayız ne yapıyorsun? Onlar ne yapacağımızı düşünürken, o sırada ben de uyuyan kardeşime bakmak için salona yöneldim, vitrinimizin yerde boylu boyunca yattığını görüp, korkuyla tekrar oturma odasına geri döndüm ve kardeşlerime sarıldım.

Ortalık mahşer yeri

O esnada kapımız çalınıyordu yan komşumuz “deprem oldu” hadi hazırlanın birlikte aşağı inelim dedi. Odama gittim çantamı aldım, tekrar evimize dönebileceğimizi düşünüyor olmalıyım ki çantamı aldım, içinde bir miktar para ve evimizin anahtarı vardı. Kapıyı çekip çıktık. Hızla aşağı indik ki ortalık mahşer yeri. Mahallemizdeki dört bir etrafı binalarla çevrili çocuk parkına gittik. O an için en güvenli yer gibi geldi park bize. Sürekli sarsıntı devam ediyordu. Altımızdaki toprağın hareketini gözlerimle görebiliyordum. Sarsıntılar esnasında kimi ağlıyor, kimi dua ediyor, kimileri de kaçışıyordu.

hatay-depreminden-bir-kare

Güneş utancından kıpkırmızı olmuştu

Arabası olan mahalleyi terk ediyordu. Parkta bir avuç insan kalmıştık. Birkaç şiddetli artçıdan sonra mahallemizde bir bina yıkıldı. Evin oğlu ağlayarak parka geldi “lütfen yardım edin” diye ağlıyor, göçük altında 4 kişi var diyordu. Herkes birbirine boş gözlerle bakıyor ama, kimse yerinden kımıldayamıyordu. Sizin anlayacağınız sabahı sabah ettik. 17 Ağustos 1999 sabahı güneş utancından kıpkırmızı olmuştu, adeta doğmak istemiyor gibiydi. Ama ne çare gün ağarmış, sabah serinliğinde ruhumuz bir yaprak gibi titriyor, ne yaşadığımızı anlayamıyorduk. Boş gözlerle etrafa bakıyorduk.

Sanki bir korku filminde gibiydik

O esnada bir korna sesiyle irkildik. Amcam bizi almaya gelmişti. Hadi hemen binin gidiyoruz dedi. Biz acıyla önce arabaya sonra da birbirimize baktık. 9 yetişkin 2 çocuk tam 11 kişi minnak fiyat palioya nasıl sığacaktık? Aramızda en serin kanlı olan amcam seslendi, hadi acele edin bir şekilde bu arabaya sığacağız dedi. Nasıl oldu bugün düşünsem anlayamayacağım bir şekilde arabaya bindik ve yola koyulduk. Trafik kilit, ambulans sesleri hiç susmuyor. Binaların kimi yıkılmış, kimi yan yatmış. Başında acıyla bekleyen insanlar. Sanki bir korku filminde gibiydik.

Tüpraş yanıyor

Mühendis olan amcam çalıştığı şantiyeye götürdü bizi, 18 kişi bir alandayız. Sarsıntıların ardı arkası kesilmiyordu, artık toprağın üstünde olduğumuz için bir derece daha sakinleşmiştik ama peki ne yapacaktık? Kente tam bir kaos hakim. Telefonlarımız çalışmıyor. Kimseye ulaşamıyoruz. Bir öğrendik ki merkez üssü Gölcük’te taş taş üstünde kalmamış.  Çocuklar aç, birkaç bisküvi geliyor paylaşıyoruz. Su zaten yok. Yazın yaz günü ayazda kalmışız. Tuvalet ihtiyacı ayrı bir sorun ve yeniden akşam olmaya başladı. Bir de baktık ki Tüpraş yanıyor.

Hemen İzmir’e doğru yola koyulduk

Patladı patlayacak söylentileri derhal yayılmaya başladı ve insanlar dağlara doğru kaçışmaya başladı. Aman Allah’ım depremden sağ çıktık, yanarak mı öleceğiz yoksa diyerek aile büyükleri bir araya geldi ve biz de şehirden kaçmaya karar verdik. Ama önce dayımları Ankara’ya yollamalıydık. Otobüs bulmak ne mümkün. Cebimizde para yok. Hatırlamıyorum nasıl oldu ama bir yol bulundu ve 5 kişiyi yolcu etmeyi başardık. 13 kişiyiz ve biri az hasarlı olsa da elimizde 2 araba var. Hemen İzmir’e doğru yola koyulduk.

Tam üç ay evimize dönemedik

Korku dolu İzmir’e vardık varmasına ama aynı gece orada da deprem oldu. Sokağa kaçtık. Yine bir parka gittik sabahladık. 2 gün kaldıktan sonra Ankara’ya gittik. Aynı gece Ankara’da da deprem oldu. Allah’ım nasıl bir kabus bu, deprem denen şey bizi mi takip ediyordu? Sözün özü bütün akrabalarımız evlerini biz depremzedelere açtılar. Günlerce televizyonlara bakamadık. Psikolojimizi bu gün bile tarif etmek bile o kadar zor ki, varın gerisini siz düşünün. Ki biz şanslı ailelerdendik, can kaybımız yoktu. İmkanlarımız dahilinde tam üç ay evimize dönemedik.

Kapkaranlık, ölü bir şehire benziyordu İzmit

Tarifsiz bir acı yaşıyorduk. Ne kadar korksak da evimize dönmek istiyorduk. Televizyon ekranlarına göre her şey de yoluna girmişti zaten, ne duruyorduk ki, ailece oturup karar aldık ve yarı heyecan yarı korkuyla karışık bir ruh haliyle,  her şeyin normale döndüğünü düşünerek otobüs biletimizi aldık. Yol boyunca neyle karşılaşacağımı düşünüp, durdum. Sabah 4 gibi İzmit’e yaklaşıyorduk. Kapkaranlık, ölü bir şehre benziyordu İzmit. Her yer bembeyaz çadırlarla doluydu. Korka korka evimizin önüne kadar geldik. Ama şehirde hayat belirtisi yok gibiydi. Gün ışıdı ve acı gerçeklerle karşılaştık. Hiçbir şey geçmemişti tam aksi daha her şey yeni başlıyordu.

Çadır hayatımız başladı

Evet evimiz sapasağlam yerinde duruyordu çünkü biz sarsılırız ama yıkılmayız diyordu. Lakin biz eski biz değildik. İlk iş komşularımızla kucaklaştık. Birbirimizi çok özlemiştik. 24 haneli binada kalan aile sayısı yok denecek kadar azdı. Evimize çıktık mutfak savaş alanı gibi, ağır bir koku etrafı kaplamış, buzdolabında adeta minik kurtçuklar dolaşıyor. Hemen temizliğe koyulduk ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık. Hava kararmaya başlayınca korkularımız artmaya başladı. Hayır geceyi evimizde geçiremeyecektik. Amcamlar çadırkentte kalıyorlardı, geçici olarak onların yanına gittik. Çadır hayatımız başladı. Su yok, banyo yok, tuvalet ciddi sorun.

Yeni normalimize alışmaya çalışıyorduk

Bu arada babam birkaç komşumuzla anlaşarak Ankara’dan çadır istetmeye karar verdi. Çünkü gündüzleri evimize girebilsek de geceleri evimizde uyuyamıyorduk. Gel zaman git zaman çadırımız geldi. Aylardan Kasım olmuştu bile, havalar çok soğumuştu. Yeni normalimize alışmaya çalışıyorduk. Gündüzleri evimizde, geceleri çadırda geçiriyorduk. Kafayı yememek için, insan üretken varlık, üniversite de bittiğine göre, birşey yapmalı diyerek iş aramaya koyuldum. Çiçeği burnunda bir jeoloji mühendisiydim. İhsaniye-Gölcük-Nimetiye Bölgesinde Depremlerin Yapı Temellerine Etkileri konulu tezi hazırlayan ben miydim? Sahi… Bir gecede hayatımızı değiştirmiş, bütün öğrenim hayatım boyunca öğrendiklerimi adeta unutmuş gibi şuursuzca bir acı yaşatmıştı 1999 depremi bize.

Hayata yeniden tutunmalıydık

Hayata bir yerinden tutunmalıydık. Ve de öyle yaptık. Bunun da en güzel yolu çalışmaktı. Üstelik artık bizim mesleğimiz “jeoloji mühendisliği” bölümü de yerbilim-deprembilim olarak 99 yılında yeni bir acı tecrübeyle hayata gözlerini yeniden açmıştı.

Peki biz neden akıllanmıyorduk?

Peki biz neden akıllanmıyorduk? Yüzde 92’si deprem bölgesi olan, nüfusunun yüzde 95’i deprem tehlikesi altında yaşadığı bilinen Canım Türkiyem, 7 ve üzeri depremleri daha önce de yaşamıştı. Misal 1939’da 7.9 büyüklüğünde Erzincan  Depremi’nden sonra, ülkemizde “Jeolojinin Babası” diye anılan, dünyaca 1948 yılında Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın gerçek yapısını ortaya koymasıyla tanınan rahmetli profesörümüz İhsan Ketin hocamız, bize hiç mi bir şey öğretememiş? Ki acı üstüne acı yaşamaya devam ediyoruz. Hadi diyelim Erzincan Depremi’nden bir şey öğrenemedik ve 1999’da da Gölcük Depremi’ni ve üstüne bir de Düzce Depremi’ni yaşadık.  O da yetmedi. 2011 Van Depremi’nde yaşadığımız acılardan da ders almadık ki geçtiğimiz Şubat ayında yaşadığımız artarda gelen iki deprem ile acılarımız yeniden katmerlendi.

Geçmiş olsun Türkiyem

En son yaşanan Kahramanmaraş Pazarcık ilçemizde 7.7 ve Elbistan ilçemizde 7.6 büyüklüğünde şiddetine değinmek bile istemediğim ülkemizde ilk defa dedikleri, oysaki dünyada örnekleri bulunan üstüste iki deprem daha yaşadık. Yıkıcı depremlerden Kahramanmaraş, Osmaniye, Şanlıurfa, Kilis, Adana, Diyarbakır, Adıyaman, Hatay, Malatya ve Gaziantep ve daha birçok il ve ilçemiz etkilendi. Bu günkü bilançomuz 46 binlere yaklaştı. Sarsılırız ama yıkılmayız mesajı veren acılı milletimize başsağlığı dilerken, yaralılarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.

Deprem bir afet değildir

Diyeceğim o ki cennet ülkemizde depremler yaşamaya devam edeceğiz. Çünkü, Deprem bir afet değildir, bir doğa olayıdır. Depremi afete dönüştüren biziz biz. Ve biz sarsılırız ama yıkılmayız. Artık bu konuda devletin ya da siyasilerin bizi korumasını bekleyemeyeceğimizi öğrenmemizin zamanı geldi de geçiyor. Kitlesel ölümler bile bize bunu öğretemediyse ne öğretecek, sorarım size. Sorarım.

Hakimiyet Milletindir Milletin

Bütün dünyada devletler de, hükümetler de, siyasilerde terbiyeye muhtaçtır. Ülkemizde ise haddinden fazla geçerlidir bu durum. Devleti de siyaseti de terbiye edecek olan toplumdur, millettir, millet. Atatürkümüz bize ne demişti hatırlıyor musunuz? “Hakimiyet Milletindir”. Mil-le-tin. Biz sarsılırız ama yıkılmayız. Millet olmayı hiç unutmayan bir toplum olarak inisiyatifi ele almamızın zamanı geldi de geçiyor artık. Kaybedecek bir dakikamız bile yok.

İş fazlasıyla başa düştü anlayacağınız

Önceliğimiz yaralarımızı birlikte sarmak olacakken, bir yandan da alınması gereken tedbirlerin takipçisi olmak zorundayız. İş fazlasıyla başa düştü anlayacağınız. Uzun lafın kısası, Depremi yaşamış bir aile olarak, bunun kolay olmayacağını biliyoruz. Elimizi taşın altına koyduk ve zaman her şeyin ilacı, “biz birlikte güçlüyüz” diyerek yola koyulduk.

hatayli-hatice

2024 yılına kadar elde edeceğimiz gelirlerin yüzde 25’ini depremzede çocuklarımızın ihtiyaçlarını karşılamak için harcamaya karar verdik. Yoksa Hataylı Hatice bizi affetmeyecek bilginiz olsun. Hatice’yi görmek isteyenler https://www.instagram.com/bitterlediyardiyar/  linkine tıklayıp hikayeme bakabilirsiniz. İnstagramda dolaşırken gördüm Hatice’yi. Kendisini tanımayı, onunla ablası olmayı çok isterim.

Herkes taşın altına elini koydu

Herkes taşın altına elini koydu ve çorbada bizim de tuzumuz bulunsun diyen dostlarımızın bize verdikleri ilanları yayınlamaya başladık bile, öyleyse siz ne duruyorsunuz?

Eğer siz de “ben de varım” diyorsanız, haydi aramıza katılın. Çünkü birlikte daha güçlüyüz.

Detayları öğrenmek için bize 0 536 265 35 37 nolu numaradan da ulaşabilirsiniz.

Fotoğraflar: Kendisi de depremi Kayseri’de yaşadıktan sonra Atamızın yadigarı, gözbebeğimiz Hatay’a koşan meslektaşımız, fotoğraf sanatçısı arkadaşımız hiçbir karşılık beklemeden kendisi için çektiği özel arşivinden paylaşan değerli Hayrettin Doğan‘a teşekkürü bir borç biliriz.

https://www.anadolugezirehberi.com/sarsiliriz-ama-yikilmayiz/

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.