Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

9Eki/220

"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." – Mehmet Şükrü BAŞ

-2-   "Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." - Mehmet Şükrü BAŞ

2005 yılı şubat ayı.
Her ne kadar soğuğun ana vatanı Erzurum, ikamet yeri Sivas olsada Konya’nın ayazını o şiddetli kış günlerini unutmamak gerekir.

İşte Şubat ayının böylesine soğuk ve yağışlı bir günüydü.

Kızım Konya Milli Eğitim Müdürlüğünde öğretmenlik kur’asını çekti. Çektiği yer Doğanhisar ilçesine bağlı DEŞTİĞİN beldesi idi.
O güne kadar hiç duymamıştık bu ismi. İşte bu yer kızımın öğretmenlik mesleğine başlayacağı ilk yerdi.

Sonradan öğrendik ki belde iken mahalleye dönüştürülen Deştiğin 1495 rakımlı, tahmini 1500 nüfuslu, 19 Mayıs bayramında şiddetli bir kar yağışı nedeniyle törenlerin iptal edildiği bir yerdi.

Ertesi gün Doğanhisar’a giden bir otobüse bindik, mesainin bitimine az kala Doğanhisar’a vardık.

Doğanhisar Kaymakamlığı ve Milli Eğitim Müdürlüğündeki işlemlerimizi tamamladığımızda bir kar yağışı ile birlikte akşamın karanlığı da çökmüştü üzerimize.

Deştiğin’e giden bir taksi bulduk. Misafirperver birisiydi taksi sürücüsü, bizi Deştiğin’e kadar götürdü.

Deştiğin'e vardığımızda kış bütün şiddetiyle kendisini gösteriyor, kar yağışı giderek şiddetini artırıyordu.

Soğuk ve karanlık bir geceydi.

Ben kızımın elinden tutmuş kalacak bir yer arayışındaydım.
Böyle bir manzara karşısında bütün umutlarımızı tüketmiştik.
Burada ne bir misafirhane ne de kalacak bir yerimiz vardı.
Belediyeye gittik kapalıydı.
Esasen her kapı bize kapalıydı.
Ne bir tanıdığımız, ne de gidecek bir yerimiz vardı.
Kızım ağlamaya başladı.

Kızıma,
“Ağlama kızım, yarın gerisin geri memleketimize döneriz” dedim.
Çünkü umut diye bir şey yoktu içimizde.

Gökyüzü gibi içimiz de kararmıştı.
Bir vatandaşa rastladık, bizimle ilgilendi, geliş sebebimizi sordu ve
“Siz Hüseyin Hoca’ya gidin, Hüseyin Hoca gereğini yapar” dedi ve Hüseyin Hoca’nın evini bize gösterdi.

Vakit epeyce ilerlemişti.
Kar yağışı devam ediyor, aşırı bir soğuk iliklerimize kadar işliyordu.

Hüseyin Hoca’nın kapısını çaldık.
Nurani yüzlü bir hanım (Hüseyin Hocanın eşi) kapıyı açtı “Buyurun” der demez kendisine “Hüseyin Hoca’yı görmek istiyoruz” dedik.
“Hele bir içeri gelin görürsünüz Hüseyin Hoca’yı” dedi.

Evin hanımı önde biz arkada bir odaya girdik.

Odada gözümüze çarpan ilk şey boruları kıp kırmızı kesen bir soba oldu. İçimden o sobayı kucaklamak geçiyordu. Çünkü baba ocağımızdan sonra gördüğümüz en sıcak yer burasıydı.

Hoşbeşten sonra meramımızı anlattık, karnımızı doyurduk, buharı tüten çaylarımızı yudumladık, kanımız ısındı, yüzümüze renk geldi.

Hüseyin Hoca emekli bir okul müdürüydü.

Her ne kadar soy ismi “Yokuş” idiyse de kendisi cetvel gibi dümdüz, aydın ve münevver bir insandı.
Oldukça da misafirperverdi.
Zaten bu belde iklimen soğuk olsa da insanları sıcakkanlı insanlardı.

Eşi ve “Babaanne” dediğimiz kayınvalidesiyle birlikte yaşıyorlardı.

Üçü birden bizi sahiplendiler “Bizim kızımız yoktu, şimdi bir kızımız oldu, artık o bize emanet” diyerek yarınlarımızı güvence altına aldılar.

Yataklarımız serildi, hayatımda o günkü kadar derin ve tatlı bir uykuyu tatmamıştım.

Kızımın okulu evin hemen karşısındaydı, sabahı görevine başladı.

O sene kızımla birlikte Hüseyin Hoca’nın üst kattaki odasında kaldık.

Her akşam pişirilen yemeklerden bir tepsi yemek yukarıya çıkartılıyor, misafirperverliğin en halisane olanını orada görüyorduk.

O gece yaşadığımız bu olaylar bana Prof. Saffet Solak’ın “Işığı Yanan Evler” hikâyesini hatırlattı.

Lüzumuna binaen buyurun okuyalım:

“Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.

Ev sahibi yaşlı bir kadındı.

Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.

Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.

Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti, yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak:
“Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim.

Hacı anne:
“Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz” dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:
“Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?”

Hacı anne:
“Hayır, evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda ışığı yanan bir ev bulamazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ‘Işığı yanan bir ev’ bulsun diye bekliyoruz.”

Konya Ovasında, ya da bir başka yerinde Türkiye’nin, trenden inen yabancılar için Işığı yanan evler yerinde hâlâ duruyor mudur?

Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı?

Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden o güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.

Şair öyle diyordu:
“Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.”

Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız çekip gittiler?

Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?

Bu kültürümüze ne oldu? Misafirperverlik, yardımlaşma duygularımızı kimler gasp etti? Ve hangi ortam bizleri “Kendin pişir kendin ye” ortamına itti.

Ne yaptık ki Türkün bu güzelim özelliği kaybolup gitti.

Kısacası bize ne oldu? Biz ne idüğü belli olmayan hangi kültüre hizmet etmekteyiz?

Bu kaybımızı ne zaman ve nasıl telafi edebileceğiz?

Bu yazıyı neden yazdım biliyor musunuz?

Öğretmenliğin ne kadar kutsal ve ne kadar da meşakkatli ve zor bir görev olduğunu anlatabilmek için.

Selam olsun bütün öğretmenlerime…Selam olsun o güzel insanlara...

Mehmet Şükrü Baş -Elazığ HARPUT Gazetesi, 10 Aralık 2021
#5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü

https://mehmetsukrubas.blogspot.com/2010/05/

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.