Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

7Eki/220

Yunanistan İzlenimleri (2) – Erdal GÜZEL

bc9edc8d-820d-4afb-adaa-cefd7e03774c-kopya

Yunanistan İzlenimleri (2) – Erdal GÜZEL

Türkiye’den her sabah Selanik’e kalkan THY’na ait bir uçağın TK 1981 uçuş kodu ile havalandığını öğrenince bayağı gururlandık.

Kafile, uykusuz geçirdiği geceden ve uzun yolculuktan bir hayli yorulmuştu. İlk hedefimiz otele varıp kısa bir dinlenme yapmaktı. Ana cadde üzerindeki otelimize gelip dinlendikten sonra, saat 13.30’da aracımıza binip şehri gezmeye başladık. Binalardaki çatı antenlerini görünce geçmişi hatırlayıp güldük.

Caddeler ve sokaklar bakımsız, binalar çok eskiydi. Yeni yapılaşmanın olmadığı her yerde kendini hissettiriyordu. Yolumuzun üzerinde Osmanlı Dönemi’nde Hükümet Konağı olarak kullanılan bir bina vardı. Burası şimdi Makedonya Bakanlık Binası olarak kullanılıyormuş.

Sol tarafımızda şehrin en büyük kilisesi olan Aya Dimitri’yi gördük. Nihayet, bugünkü Selanik’in Apostolou Pavlu Caddesi, 17 numarada, arşiv kayıtlarına göre ise Selanik’in Müslüman bölgesinde Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahane Caddesi’nde bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evi gördük. Atatürk Evi, Türkiye Cumhuriyeti Selanik Başkonsolosluğu ile aynı yerleşkedeydi.

aataturk-evi..-e1664975965919

Mustafa Kemal’in hatırası                                            

Cumhuriyetimizin kurucusu, Erzurum’un hemşerisi ve Erzurum Milletvekili olan Mustafa Kemal’in hatırasını taşıyan evi görmek hepimizi ziyadesiyle heyecanlandırdı.

1875 yılına ait tapu kaydı olan ev, 1877-78 yıllarında Ali Rıza Efendi tarafından satın alınmış ve aile bu evde 1887 yılına kadar yaşamış. 1937 yılında Selanik Belediyesi tarafından Atatürk’e hediye edilen ev,  Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Enver Ziya Karal ve eşi Fatma Karal’ın çabalarıyla 10 Kasım 1953 tarihinde ziyarete açılmış.

Konsoloslukla evin olduğu yerleşke yüksek demir parmaklıklarla çevrilmiş, parmaklıklar ise yeşil çim örtü ile kamufle edilmişti. Ön kapıdan içeri girdiğimizde bahçenin ortasında Ali Rıza Efendi’nin diktiği nar ağacı gelenleri karşılıyor gibiydi.

Üç katlı ahşap evde Atatürk’ün ve Zübeyde Hanım’ın balmumu heykelleri vardı.

Atatürk’ün giysi ve fotoğraflarının sergilendiği evin alt katında ise yarısı boş raflardan ibaret olan küçük bir kitaplık mevcuttu.  Heyecanla ve merakla girdiğimiz bu evde yeteri kadar hatıra eşyanın ve objenin sergilenmediğini görünce içimiz burkuldu.

01e302cb-e3be-43de-9423-ba1ed5973a65-1536x1152

Erzurum’daki Atatürk Evi ile mukayese ederek, Erzurum’daki Atatürk Evi’nin daha iyi donatılmış olduğu konusunda tarihçi hocalarımızla fikir birliğine vardık ve üzüntümüzü ifade ettik. Yılda 120 000 civarında ziyaretçisi olan ev, 2012 yılında modern bir müze kimliğine kavuşturulmuş.

1939 yılında açılmış olan Başkonsolosluğumuz, Atatürk Evi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenli bekçisi olarak hepimizi gururlandırdı. Başkonsolosumuz Efe Ceylan’ın kafileyi kabul edip güzel ve aydınlatıcı bilgiler vermesi, harika bir ev sahipliği yapması unutulmazdı.

Ehliyet ve liyâkatin tam örtüştüğü izlenimini aldığımız Başkonsolosumuzun bilgi donanımı gerçekten gelecek için bizleri umutlandırdı.

Başkonsolosumuzun ikramından sonra vedalaşıp, Selanik’in cadde ve sokaklarında dolaşmaya başladık. 900 bin nüfuslu şehirde bir tek açık cami yoktu. Önünden geçtiğimiz Hamza Bey Camii tadilat bahanesiyle kaderine terk edilmiş ve etrafı çevrilip yapılıyor havası verilmişti! Merkezdeki Alaca Camii de yine kapalıydı. Görünen o ki orası da yıkılmaya terkedilmişti.

Osmanlı eseri Yedikule denilen kale maziden mesajlar veriyordu. Türk Mahallesi görüntüden ibaretti.

1d9dc455-a7a9-43f8-9636-bc34720b2090-e1664976042691-768x709

Yolumuzun üzerinde Aristotales Üniversitesi vardı. 2. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan şadırvandan dökülen sular hasret gözyaşlarını hatırlatıyordu. Zafer Takı, yüzyıllar ötesinin izlerini taşıyordu. Selanik’te minaresi olan tek yapı, rotundadan camiye çevrilen Sultan Hortaç Camii idi.  Osmanlı Dönemi’nin ilk hamamı olan Bey Hamamı (Cennet) bizden kalan son hatıralardandı.

Panoramik geziden sonra aracımız bizi Selanik’in kalbi olan Venizelos Meydanı yakınına getirdi. Venizelos heykeli meydanın ortasındaydı ve heykelin kaidesi sprey boyalarla yazılmış yazılarla doluydu.

Buradan karşıya geçip Aristoteles Meydanı’na geldik. Aristoteles’in heykelinin olduğu bu meydanda değişik etkinlikler ve konserler yapılıyormuş. Binalar 1950 veya 1960’lı yılların görüntüsünü yansıtıyordu. Etraf, kafe ve lokantalarla doluydu. Oldukça kalabalık olan meydandan yürüyerek sahile indik. Sahil boyunca uzanan yol bize İzmir Kordonboyu’nu hatırlattı.

Verilen serbest zamanı etrafta gezinerek geçirdik ve eski pazarı gördükten sonra modern mağazaların olduğu caddelerden geçip Osmanlı Dönemi’nde yapılmış olan ve gözetleme kulesi ve zindan olarak da kullanılan Beyaz Kule’ye geldik. Kule, Kanuni Dönemi’nde beyaza boyanmış. Zaman içerisinde boyası silinmiş olsa da Beyaz Kule ismi günümüze kadar taşınmış.

Beyaz Kule

Beyaz Kule’nin ilerisinde Büyük İskender’in at üstündeki heykeli muhteşemdi. İleride Selanik’in lüks semtleri vardı. Yakınından geçtiğimiz 2. Abdülhamid’in kaldığı Alâeddin Köşkü bugün Selanik Valiliği olarak kullanılıyormuş.

ISKENDER-1536x1152

Büyük İskender

Evlerin balkonlarındaki panjurların görüntüleri çok ilginçti. Normalde, panjurları tutan demirler estetik olarak dışarıdan görünmesin diye içte olmasına rağmen burada panjurun üstündeydi. Yunanlılar, panjurun altında kalan demirleri görmesinler diye dışarıda olmasını tercih etmişler.

Uzun bir yürüyüşten sonra aracımıza binip otelimize giderken Fuar Merkezi’ni gördük. İzmir Fuarı Rum Mezarlığı üzerine yapıldığı için onlar da bu merkezi Müslüman Mezarlığı’nın üzerine yapmışlar. Üzerinde dönen bir restoranın olduğu Televizyon Kulesi de göze çarpan yapılardandı.

Otelimize varıp, istirahat ettikten sonra yemek için bir tavernaya gittik. İçerisi yerli ve yabancı müşterilerle doluydu. Kadın Solist’in söylediği şarkılar bize hiç yabancı gelmedi. Sahneye çıkan Yunanlıların halay çekmeleri ve Çiftetelli oynamaları ile yemek kültürlerinin de bizden pek farklı olmaması çok ilginçti. Eğlenceli bir gece geçirdikten sonra saat 23.30’da otelimize döndük.

23.09.2022 Cuma günü kahvaltımızı yapıp araçlarımıza bindiğimizde bizi yeni rehberimiz Anna karşıladı. Oldukça sempatik ve hoş sohbet olan yeni rehberimizden ‘Kalimero’ kelimesinin Yunanca ‘Merhaba’ demek olduğunu öğrendik.

600a6d23-3ece-4c6b-866d-c9583c16c03a-1536x1152

Anna’nın esprili hoş sohbeti harikaydı. 3000 civarında Türkçe kelimenin Yunanistan’da kullanıldığının altını çizen Anna, Türkçe kelimenin sonuna ‘İ’ harfi getirilmesiyle kelimenin Yunancaya dönüştüğünü anlatıp pilava pilavi, limona limoni, fıstığa fıstıki, ekmeğe somuni dediklerini söyledi. Anna Yunanca bir atasözü söyleyip bunun Türkçesini sorduğunda hepimiz ‘Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş!’ dedik.

Beşçınar ve Sanayi bölgelerinden geçtik. Anna, Avrupa Birliği’ne girmelerinin işsizliği artırdığını ve sanayi sektörünün azaldığını, bunun yanında turizmin arttığını ifade ederken geçmiş dönemlerde buralara gelen tüccarların bu bölge insanının çok tembel olduklarından şikâyet ettiklerini söyledi. Sebebi de Türklerin Cuma, Yahudilerin Cumartesi, Hristiyanların ise Pazar günü tatil yapmalarıymış!

Etrafta çok miktarda pamuk ve pirinç tarlaları gördük. Bu bölgeden geçen dört nehrin döküldüğü deltada midye yetiştiriliyormuş. Mübadeleden gelenlerin tütünde çalışarak ülke ekonomisine katkı sağladığını rehberimizden öğrendik.

20469d79-7309-4367-9b62-edce02b35eff-1536x1152

Yunanistan’da asgari ücret net 650 avroymuş. Selanik’te 40 m2 bir evin kirası 400-500 avro arasındaymış. Hayat şartlarının bir hayli ağır olmasından dolayı evlilikten çok birlikte yaşamak tercih ediliyormuş! Sigortasız 500-600 avroya çalışanlar çokmuş. Öğretmenler 1000 avro, doktorlar ise 1200 avro maaş alıyorlarmış. Ortodoks olan Yunanlılar çok dindarlarmış ve yılda üç bayramları varmış. Bunlar Paskalya, Noel ve 15 Ağustos (Meryem Ana’nın gökyüzüne çıktığı gün) bayramlarıymış. Paskalya’da 40 gün, 15 Ağustos’ta ise 15 gün oruç tutuyorlarmış. Oruçluyken siyah giyinip, makyaj yapmıyorlar ve hayvansal gıda yemiyorlarmış.

Çocuk 3 veya 4 aylık olunca vaftiz ediliyor ve isim veriliyormuş. Birinci çocukta baba tarafından, ikinci çocukta ana tarafından isimler veriliyormuş.  Genelde azizlerin isimleri tercih ediliyormuş. İsim günleri oldukça önemliymiş. Bu günlerde birbirlerinden özür diliyorlarmış.

Anna’nın anlatımları sürerken Türk bölgelerine (Kayılar-Kayalar Bölgesi) yaklaşmış olduk.

Bu bölgeyi çok iyi bilen Alaattin Bey, mikrofonu alarak bulunduğumuz bölge hakkında oldukça faydalı bilgiler aktardı. Alaattin Bey’in dedeleri bu bölgede yaşıyorlarmış. Mübadelede Tokat’a gitmişler. Bu bölgeye Kayı boyundan Türkler gelip yerleşmişler ve bölgenin ismi bu tarihî serüvenden gelmekteymiş.

bc9edc8d-820d-4afb-adaa-cefd7e03774c-1536x1152

Kayalar

Bu bölgede zamanında Bektaşi, Mevlevi ve Halveti tekkeleri varmış. Halveti tekkelerinin üzerinde ‘Olduk Halveti, kurduk devleti. Elhamdülillah’ yazısı bulunuyormuş.

Osmanlı Dönemi’nde bir arada yaşayanlar Emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla ötekileştirilmişler. Bir Rum kadını bunu İngiliz gâvurunun yaptığını söyleyip, tek çiçekli çiçek bahçesi olmayacağını hatırlatmış.

Kayılar Türkiye’ye geldiklerinde soy isimleri Kayalar olarak yanlış yazılmış. Türkiye’de siyaset, ticaret, diplomasi ve bankacılıkta oldukça aktiflermiş. Devlet geleneğinde Kayı boyunun önemli bir yeri bulunduğundan son 10 Genelkurmay başkanı bu bölgedenmiş.

Bu bölge zengin linyit yataklarına sahipmiş ve bu sektörde 32.000 kişi çalışıyormuş. Elektrik enerjisinin % 60’nın karşılandığı bölgede, lavanta ve mısır da önemli tarım ürünleri arasındaymış.

973f7be7-7cbc-4432-a4f7-1baa3b644586-1536x1152

Saat 10. 00’da Kayalar’a geldik. Araçtan inip kasabanın içine doğru yürüdük. Bir kafenin önünde etrafa bakınca Yunanlı bir kadının Alaattin Bey’i görüp heyecanlanarak ona sarılmasıyla hoş bir şaşkınlık yaşadık. Meğer bu kafenin sahibi Marya Hanım ve ailesi Alaattin Bey’in yakın dostlarıymış.

Marya Hanım’ın sevinci ve heyecanı hepimizi duygulandırdı. Yıllar öncesine dayanan dostlukları olan iki ailenin buluşması kafileyi çok etkiledi. Bu manzara karşısında ön yargıların lüzumsuzluğunu, insan olmanın ortak payda olduğunu; ırkların, dil ve dinlerin önünde insanlık değerlerinin üstün tutulduğunu gördük.

Marya Hanım hepimizi içtenlikle selamladı ve bize ikramlarda bulunup ücret dahi almadı. Marya Hanım’ın kocası Niko, hastalandığında Alaattin Bey oradaymış ve tüm imkânlarını kullanarak Niko’nun tedavisinde yardımcı olmuş, hatta hastayı Edirne’ye getirip hastaneye yatırmış ama Niko tüm tıbbî müdahalelere rağmen kurtarılamamış.

(Devam Edecek)

https://www.gazetepusula.net/2022/10/06/yunanistan-izlenimleri-2/

unnamed

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.