İlle de ölmek mi lazım? – Raif KANDEMİR
İlle de ölmek mi lazım? - Raif KANDEMİR
Yıllardır bir türlü içime sindiremediğim, bir türlü kabul edemediğim bir konu var.
Defalarca yazmaya niyetlendiysem de olmadı, dile getiremeden edemeyeceğim.
Kısa veya uzun süre bu şehirde birlikte yaşıyoruz.
Aynı atmosferi kokluyor, aynı havayı soluyoruz.
Birçoğumuz birbirimizin çocukluğunu, gençliğini, iyi kötü, az ya da çok evveliyatımızı, neler yaptığımızı, yapamadığımızı biliyoruz.
Şehrin yaşadığı zorlukları, dertleri birlikte göğüslüyoruz.
İyi günde, kötü günde olabildiğince bir araya geliyoruz.
Şehrimizde yaşanan güzel günlerin birçoğunun coşkusunu birlikte yaşıyoruz.
Birbirinden değerli, yetenekli, bilgili, yararlı, insanlarımızın olduğunu bal gibi biliyoruz.
Ne var ki, görmezden geliyor, sağlığımızda birbirimize layık olduğumuz değeri vermiyoruz.
Birbirimizin kıymetini bilmek için ille de ölmek mi lazım?
Kaçınılmaz son. Erken ya da geç bir değerimizi kaybediyoruz.
Öldükten sonra, hemen herkes sahiplenerek nasıl bir değer olduğunu, nasıl iyi bir insan olduğunu, nasıl yararlı hizmetleri bulunduğunu… sıralamakta yarışıyoruz.
**
Şimdi soruyorum!
Ölenin arkasından sayıp döktüğünüz, arkasından övgüler düzdüğünüz bu özelliklerin hangisine sahip çıktık?
Ne kadar destek olduk, değer verdik? Cevap ,eh işte denilebilecek kadar bile az.
Bütün bu özellikleriyle olması gereken yerde olabilmesi için ne kadar omuz verdik çaba gösterdik? O da yok gibi.
Bütün bilgi, birikim, yetenekleriyle kentimize, kentimiz insanına verebileceği birçok hizmet varken önünü açtık mı, ne kadar açtık? Açmak şöyle dursun, aralamadık bile. Aksine kapattık dense yeridir.
İnkar etmeyelim, layık olan insanlarımızın olması gereken hak ettikleri konuma gelmemesi için önünü kesmek, önüne geçmek gibi birçok çalışanlar oldu mu? Hem de nasıl!
Bir adım öne çıktığı zaman, açıktan olmasa da gizliden gizliye kıskandık mı? Kıskandık.
Yüzüne söyleyemediğimiz bir sürü gerçek ya da uydurulmuş dedikoduları arkasından yaptık mı? Yaptık.
Her konuda, içimizden çıkan kıymetli hemşerimizle, aynı konuyla ilgili dışarıdan gelen birilerinin tercihi söz konusu olduğunda, bin bir bahanenin arkasına saklanıp, kendi değerimizi beğenmeyip; dışarıdan geleni tercih edip baş köşeye oturtuyor muyuz? oturtuyoruz.
Saymakla bitmez !
**
Şimdi gelelim meselenin aslına !
Elbet bir gün ben de öleceğim. Tabutum caminin avlusuna, musalla taşına gelecek.
Tabutun içinde yattığım yerden konuşulanları dinleyeceğim.
Ben daha yakındım, daha iyi tanırdım,
Ben daha çok severdim o nedenle ben daha iyisini bilirim havalarında yarışa girişecekler.
Birileri iyiliklerimi anlatacak.
Öbürleri bilgeliğimi,
Dürüstlüğümü,
Çalışkanlığımı;
Kimileri nüktedanlığımı,
Ne kadar saygılı,
Nasıl alçak gönüllü mütevazi olduğumu ,
Yeteneklerimi,
Yerimin doldurulamayacağını,
Verdiğim hizmetleri… sayıp dökecek.
Belki de bir zaman sonra, bir sokağa, bir parka, bir üste geçide… ne bileyim, göstermelik bir yere ismim de verilecek…
Tabuttan kalkıp bir şeyler söyleyecek imkanım olsa diyeceğim ki; Şimdi ölmüşüm.
Eğer ki cenazemde söylenenler doğru ise, yaşarken layık olduğum hakkımı teslim etmemişsin. Bu durumda benden nasıl helallik isteyeceksin ? Sağlığımda kıymetimi bilmemişsin. Ardımdan övgüler düzsen, adımı dağlara taşlara yazsan ne olur. Yarın idare değişecek. Gelen yeni idare belki onu da silecek.
Arkamdan ne söylesen tıraş. Sayıp döktüğünüz özelliklerimin, bundan sonra kente ve kent insanına hiçbir yararı olmadığı gibi yaşayan değerlerin kıymetini bilmek için de bir yararı olmaz…
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.