Bir tetikçi de bana gönderin! – İsmet ÇİĞİT
Bir tetikçi de bana gönderin! – İsmet ÇİĞİT
Bugün bu sütunlarda aslında çok keyifli bir yazı okuyacaktınız.
Ama bu ülke çok bozuldu, bu kent çok bozuldu be dostlar.. Ne zaman ne olacak, başınıza ne iş gelecek hiç bilemiyorsunuz..
Söz, iptal ettiğim Pazar yazısını haftaya Pazar yayınlayacağım.
Dün saat 15.00 sıralarında evde kendimi Tuzla-Kocaelispor maçını izlemeye hazırlıyordum. Bira bardağımı buzluğa bile koymuştum.
Asistanım Burcu Nazlı aradı, “Abi, Güngör Bey’i vurmuşlar, durumu ağırmış” dedi..
Neredeyse donla fırladım evden.. Taksiye atlayıp, Devlet Hastanesi’nin aciline geldim. Acilin kapısında bu yılın başında ben SES’ten ayrılana kadar Güngör’ün ve benim yanımdan hiç ayrılmayan Tuğrul Kırankaya’yı gördüm..
Ağlıyordu Tuğrul;
“Abi ben yarım saatliğine çarşıya inmiştim. Bir şerefsiz gazeteye (SES’e) gelmiş, Güngör Abi’nin üzerine şarjörü boşaltmış.. Koşarak geldim. Ambulansla buraya getirdik. Ama çok kan kaybetmiş.. İki kez kalp masajı ile geri döndürdüler. Şimdi de kan veriyorlar. Durumu ağır” dedi..
Acilin kapısında çaresiz bekliyoruz.. Tuğrul, ben, Faruk Bostan, Numan Hoca, Mehmet Ali Hoca, ailesi içeriden gelecek haberi bekliyoruz..
Benim bildiğim, filmlerden falan gördüğüm kadarıyla, silahla vurulmuş bir insan, hastaneye canlı getirilmişse orada yaşatılır. Bir çare bulunur.. Ameliyata falan alınır, bazı arazları kalsa bile yaşaması sağlanır. Bütün çabalara rağmen yaşatamadılar Güngör’ü..
Uğraştıklarını gördük. Ama kurtarılamadı sevgili kardeşim..
……………..
Tabii, çok doluyum. Çok üzgünüm.. Bu yazıyı nasıl sürdürüp sonlandıracağımı da bilemiyorum.
Güngör Arslan’la benim aramda farklı bir hukuk vardı. Yıllarca kavga ettik. Birbirimize her türlü hakareti yaptık. Birbirimiz hakkında herşeyi yazdık.
Ama hiç birbirimizden davacı olmadık. Hiç karşılıklı geçip yumruklaşmadık.
Üç yıl kader birlikteliği yaptık. Bazen başbaşa kaldığımızda ilginç sohbetler yapardık.
Adamı dövdüler, yaraladılar, haksız yere hapse attılar. Ama düne kadar susturamadılar.
Sonra bir çocuğun eline silahı verdiler, muhtemelen hapı da içirdiler, gazetede yalnız olduğu bir anda (Tuğrul orada olsa, kimse cesaret edemezdi) hain emellerine ulaştılar.
Güngör’ün katlinde azmettirici olarak bir kişinin ya da bir grubun suçlanmasını yanlış bulurum. Bu kentte yalan yanlış iş yapan, devleti ve milleti sömüren kim varsa Güngör’e düşmandı.
'Hepsi birleştiler, bir araya geldiler, o çocuğun eline silahı verdiler' demiyorum.
Ama dün öğleden sonra Güngör’ün öldüğünü duyunca hepsinin çok sevindiğine inanıyorum.
Bu kentteki yerel basın camiası içinde de çok sevinen olduğu kesindir. Güngör’ün tutuklanış haberini büyük sevinçle verenler, öldürüldüğü haberini de neredeyse zil takıp oynayarak duyurdular..
…………………
Güngör’le sohbetlerimizde, “Hangimiz erken öleceğiz” diye tartışırdık.
Güngör benden 4 yaş ufaktı.
“Ben önce ölürüm Güngör. Arkamdan iyi yazı yaz” derdim..
Güngör, “Abi bence sen uzun süre hastanelerde sürünürsün. Ben hasta yatağında yatarak ölmem. Bana yakışmaz. Ben kurşunla öleceğim. Senden önce ölürüm. Sen benim hakkımda iyi yaz” derdi.
Bana verdiği bu görevi bu kadar erken yerine getirmek zorunda kalacağımı hiç düşünmemiştim.
Güngör Arslan’ın dün kalleşçe katledilmesiyle, Kocaeli yerel basınında bir devir kapanmıştır.
Ama kimse sevinmesin, kimse zil takıp oynaya kalkmasın…
Bu kentte, bu kentin kötüleri ile savaşmak konusunda tek başıma kalsam da, son nefesimi verene kadar ben de savaşacağım.
Güngör’le tarzlarımız farklıdır. Ben O’nun kadar agresif, ben O’nun kadar her olayın içinde yer alıp kurcalayan bir adam olamam.
Ama benim de dilim sivridir. Yeri geldiğinde kimseden korkmam, gözümü budaktan esirgemem.
…………………
Ne demek işyerini basıp bir gazeteciyi kurşunlamak?
Burası nasıl bir şehir, burası nasıl bir ülke?
Güngör’ün ailesi vardı. Suna’sı, Özgün’ü, Nazlıcan’ı vardı.
Malına el koydular, özgürlüğünü gasp ettiler. Sonunda kahpece canını aldılar.
Ama bu kentte, iyilerle kötülerin savaşı devam edecek.
Güngör birilerinin işine gelmeyen bir haber yazmış olabilir. Yazdığı haberlerde yalan olmazdı. Belki abarttığı, üzerine fazla gittiği haberler de olabilir.
Bu ülkenin yargısı var. Zaten birileri daha şikayet etse, hakkında açılan yeni davalardan hüküm giyse, Güngör belki yeniden cezaevine girecekti. Keşke öyle olsaydı. Hiç değilse cezaevindeyken haftada bir telefonla konuşuyorduk.
Güngör’un bu şekilde kahpece öldürülmesine en çok üzülenlerden biriyim. Bu yılın başında, 1 Ocak günü, birbirimizle konuşup, anlaşarak ayrılmıştık.
O’nunla geçen 3 yıllık dörnem için en küçük pişmanlık duymuyorum.
Polisin, adaletin Güngör Arslan cinayetinin arkasındaki bütün şerefsizleri bulup çıkartmasını, en ağır şekilde cezalandırmasını bekliyorum.
Güngör Arslan belki bir Uğur Mumcu, bir Abdi İpekçi, bir Çetin Ameç değildi. Ama bu şehir için, bu şehrin yerel medyası için önemli bir isimdi. Çok tefecinin, hırsızın, uğursuzun, şerefsizin ipliğini pazara çıkartmıştı.
Adam öldürmek, gazeteciyi mekanında vurmak bu kadar kolay olmamalı.
Göngör öldü diye sevinmeyin, rahat uyumayın ey şerefsizler!!!
Ben, KOCAELİ ZİRVE’DEYİM.. İzmit Leyla Atakan Caddesi’nde ofisim..
Bir tetikçiyi daha haplayıp, bana da gönderin..
Rahat uyu Güngör, rahat uyu sevgili kardeşim..
Kanının yerde kalmaması için ben elimden geleni yapacağım.
xxx Güngör Arslan’a Rabbim rahmet eylesin, ölümüne sebep olanları korkular içinde yaşatsın ve sonunda da çıldırtsın.. Ahsen Okyar
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.