Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım…

25Eyl/210

Olduğumuz Yerde Saymak.. – Yüksel ERCAN

Olduğumuz Yerde Saymak.. – Yüksel ERCAN

Dünyada bütün sınırların bir anda değiştiği, dostların bir gecede düşman, düşmanlarında saatler içerisinde dost olabildiği, dünyada varlığını devam ettirebilmek adına dostluktan çok menfaatlerin ön planda olduğu bir olağanüstü zor bir süreçten geçiyoruz, daha doğrusu geçmeye çalışıyoruz.

Yıllar yılı Emperyalist güçler tarafından başlatılan ve asıl amacı bizi yurt yaptığımız bu coğrafyadan sürmek olan dolayısı ile sınırlarımızı da tehdit eden bu ekonomik sarmal sırasında aklımıza hemen batılılar tarafından “Allah’ın Kırbacı” olarak tanımlanan Atilla’nınEğer sınırlarınızda bir sorun varsa bunun tek çözümü sınırlarınızı genişletmektir” sözleri geldi.

Sınırlarımız ile ilgili öteden beri sorun yaşadığımız çok büyük sıkıntılar ile baş başa olduğumuz gerçeği artık iyiden iyiye kapımıza yanaşmış durumda,28 Milyon kilometrekare büyüklüğünde olan ve 3 kıtada at gezdirdiğimiz günlerden 780 bin 576 kilometrekarelik bir alana hapsedildiğimiz daha da kötüsü yurt edinmeye çalıştığımız bu Coğrafyadan bile sökülüp atılmak gibi bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz gerçeği var iken “Sınırlarımız” ve “Sınır Güvenliğimiz” daha bir ön plana çıkıyor.

Bugün yaşadığımız hadiselerin sebebini sürekli dünde aramak gibi bir türlü iyileşmeyen hastalığa sahip olduğumuzdan mıdır nedir, toplum olarak ömrümüzü “Ah ile Vah ile” geçirip duruyoruz, bu gidişle de daha uzun bir süre var olan hastalığımızdan kurtulamayacağız gibi bir his var içimizde.

İstanbul’da bundan çok uzun yıllar önce beraber konuşmacı olarak katıldığımız bir toplantı sırasında yazılarımı severek okuduğumuz Yavuz Bülent Bakiler çantasından” Yalnızlık-Duvak ve Seninle” isimli üç adet kitabı çıkartıp “Yüksel Ercan bunları senin için imzaladım, muhtemelen bu kitaplar sende vardır ama sen şiiri seviyorsun, bu üç kitabı da biraz daha dikkatli oku” dediğinde “Duvak” isimli eserin içerisindeki

Bizim türkümüzde gurbet var artık./

Hasret var, yürek var, toprak var balam /

Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar /

Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları’na dek uzar /

Kim demiş vatanımız Edirne’den Kars’a kadar

diye başlayan Bizim Türkümüz isimli şiiri dakikalar içerisinde kaç kez okuduğumuzu inanın hatırlamıyoruz bile..

Yavuz Bülent Bakiler’in bütün eserlerini çok severiz, Eserlerindeki bütün şiirler muhteşemdir, iki kız babası olan bir Türk evladı olarak kızlarımızın küçüklüğünde uykusuz kalıp ağladıkları zamanlarda onları Yavuz Bülent Bakiler’in şiirleri ile uyuttuğumuzu çok net bir şekilde hatırlıyoruz.

Bütün bunlara rağmen Şairin “Bizim Türkümüz” isimli şiirin bizdeki önemi bir başkadır,

Ne zaman bu şiiri okusak, Adriyatik’ten Çin seddine, oradan Buhara’ya, Kerkük’e bir koşu gider, Çinliler tarafından hazırlanmış darağacında idam edilen Osman Batur Han ile birlikte idam sehpasına çıkar, Üsküp’te Ecdadın sefer sırasında kullanacağı köprüleri inşa eden Mimar Sinan ile birlikte inşaata taş taşıyan Serdengeçtiler  gibi hissederdik kendimizi.

Bizim Türkümüz isimli şiir bizi durduk yerde Uçsuz bucaksız Türk dünyasına gitmek mecburiyetinde bıraktı, Manas Havaalanına iner inmez dinlerken heyecandan heyecana daldığımız Manas destanını, Tanrı dağlarının eteğinde çimenlerin üzerine yattığımızda alabildiğine mavi gökyüzünü seyrederken bir taraftan da “Atsız Tanrıdağında “ şiirini mırıldandığımızı hatırlıyoruz.

1990’lı yıllara kadar Sovyetlerin egemenliği altındaki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanacağını ve Türkiye’nin de bağımsızlığını kazanan bu kardeş devletlere ağabeylik yaparak 250 milyonluk kocaman bir Türkistan İmparatorluğunun önderi olacağına o kadar inanıyorduk ki “Kim demiş vatanımız Edirne’den,Kars’a kadar “ mısralarını keyifle ifade ederken ”Türk Birliğinin” gerçek olacağı günleri de büyük bir özlemle bekliyorduk.

1991 yılında Sovyetler birliğinin dağılması ve İmparatorluk bünyesinden beş Türk Cumhuriyetinin de bağımsız devletler olarak tarih sahnesindeki yerlerini almaları ile “Hazar Kabarıyor o halde Türklük dünyaya yeniden hükümran oluyor” tezinin de yavaş yavaş gerçekleşeceği günlerin arafesinde olduğunu düşünüyorduk.

Türkiye’de Alparslan Türkeş,

Azerbaycan’da Ebulfez Elçibey,

Kırım’da Mustafa Kırımoğlu,

Doğu Türkistan’da İsa Yusuf Alptekin,

Çeçenistan’da Cevher Dudayev

Balkanlarda Sadık Ahmet

gibi hürriyet ateşini sürekli diri tutan önderlerinde sık sık bir araya gelmeleri Türk Birliğinin gerçekleşeceği düşüncesini daha da güçlendiriyordu.

Önce Azerbaycan’da Cumhurbaşkanı seçilen ve “Türkiye ile Azerbaycan’ı birleştireceğim” diyen Ebulfez Elçibey uzaklaştırıldı, arkasından Cevher Dudayev bir suikast sonucu öldürüldü, sonra Alparslan Türkeş ve İsa Yusuf Alptekin vefat etti, geriye kalan Mustafa Kırımoğlu’nun da etrafı sarılıp eli kolu bağlanınca yıllar yılı yeşeren umutlarımızda yavaş yavaş kırılmaya başlamıştı.

Bu kadar olumsuzluk içerisinde sıkıştığımız her an “Bizim Türkümüz” şiirini tekrar tekrar okusak ta Emperyalist güçler Bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetlerinde bulunan yeraltı ve yerüstü madenler dolayısı ile Şairin

Uzar gider bir sessizlik içinde/

Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları/

Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına/

Çöreklenir yedi başlı bir kızıl yılan/

Baş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han/

Bebekler bile vurulur beşiklerinde/ Kana boyanır Türkistan”

dediği noktada “Kızıl bir yılan” gibi Türkistan topraklarına bir daha hiç çıkmamak üzere çöreklenmişlerdi.

Bugün 1991 yılında Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri sessiz sedasız bir şekilde başta ABD olmak üzere diğer batılı emperyalist ülkelerin uydusu olmuş durumdalar,

Bağımsızlık için yıllar yılı can veren kan veren milyonlarca Türk evladının canları pahasına kazandıkları bağımsızlık çok değil belki on yıl içerisinde kavgasız/gürültüsüz başka ülkelere terk edilmişti.

Yirmili yaşlardaki çocuklarımız Türk dünyası ile ilgili en ufak bir bilgiye sahip değiller,

Zaten o taraflara ilgileri de yok işleri de yok,

Batının markalarının esiri olmuş ve onlardan başka hiçbir yeri umursamayan nesil sayesinde Türk dünyası hayallerinin yerinde yeller esmeye başladı.

Bizim artık büyük bir umutsuzluk içerisinde ifade etmeye çalıştığımız süreç galiba en iyi

“Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defa

Çiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklar

Susmuş minarelerinde mübarek ezan

Prangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresiz

Boynu bükük türkülerde güzelim Azerbaycan”

şeklinde mısralarda hayat buluyor ve yıllar yılı hayalini kurduğumuz Büyük Türk İmparatorluğu ideali de artık hayal bile olmaktan çıkıyor.

Bir ömür mücadelesini verdiğiniz bir davanın boş çıkması kadar insanı kahreden, sürüm sürüm süründüren, acı veren hayal kırıklığı başka nasıl anlatılabilir ki.?

Allah Türk milletine yardım etsin.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.