YUNUS EMRE’NİN MİRASI VEYA BİR MİSKİNİN VALİZİ – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
YUNUS EMRE’NİN MİRASI VEYA BİR MİSKİNİN VALİZİ - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ
UNESCO VEFATININ 700. YILI DOLAYISIYLA 2021’İ YUNUS EMRE YILI İLAN ETTİ.
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü ile Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’mızın müştereken düzenlediği 21. YÜZYILDA YUNUS EMRE’Yİ ANLAMAK KONULU ULUSLARARASI SEMPOZYUMA katkı veren, emek sarf eden, zaman, kaynak, kadro ayıran Prof.Dr. Gevher Bahşeliyeva hocamıza, İsa Habipbeyli beyefendiye, önemli bir görevi başarıyla sonuçlandıran genç allememiz Doç.Dr. Seriyye Gündoğdu’ya, katılımcılarla sürekli iletişim kuran Hanım Babayeva’ya çok teşekkür ederim. İsabetli bir kararla böyle bir program gerçekleşiyor. Emeği geçenlere müteşekkirim., minnettarım.
Yunus Emre’ye çok yer sahip çıkıyor. Aynı Karacaoğlan, Nasrettin Hoca, Fuzuli gibi.
Koca Yunus Emre (1238-1328) Sivrihisarlı mı, Bolulu mu? Nereli olursa olsun Sakarya’ya bakan bir Türkmen gün gibi aşikar.
Önce yaşadığı döneme bir bakmak gerek. Yaşadığı devirde neler olmuş?
13. asrın politik ve ekonomik çalkantıları zirveye çıkmış.
Dini düşünce siyasi ayrılıklardan dolayı çözülmeye başlamış.
Yeni fikri doğuşlar şekillenmiş ve filiz vermiş.
Selçuklular zayıflamış, Moğollar bölgeyi kasıp kavurmuş, yakıp yıkmış; Anadolu’da ise sufi ağırlığı oluşmaya başlamış. Zaten zaman ve zemin de müsait. Tarikatlar ise kol geziyor.
Mevcut bilgilere göre Yunus Sarıköy’de yaşayan bir köylü. Günün birinde Karahöyük’te Hacı Bektaş Veli’ye gider kıtlık günlerinde buğday talep eder. Veli sorar “buğday mı, hikmet mi?” Aklı karışır Yunus’un. Kendisi buğday için gelmiştir. “Buğday” der yine “Buğday İstiyorum”. Hacı Bektaş Veli de Taptuk Emre’ye gitmesini söyler. Koca Yunus Taptuk Emre’ye gitmek için yollara düşer ve dergahında 40 yıl kalır. Kızıyla evlenir Tapduk Emre’nin. Dergah’ta müsiki ile de alakadar olur. Meşk yapar. Altı telli bir eski bir saz olan şeşta çalar. Şeşta sonra yerini tambura bırakıyor. Bosna’da bir efsane olan Sarı Saltuk ile aynı dergahta kalır ve aynı üstattan ders alırlar.
Yunus Emre ümmi ama hal haliyle şiir yazar, düşünür, tefekkür eder. Kültürünü, yaşadığı ortamda şifaen almıştır.
Prof.Dr. Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre Yunus Emre Farsça bilir ve Şeyh Sadi’di okur.
Dergah deyince bugünle kıyas etmeyelim. O günkü karşılığı akademidir. Hocaları ve yöneticileri akademisyenlerdir. Yoksa bir ümmiden bir Yunus Emre çıkar mı?
Yaşadığı zaman dilimi önemli. Çünkü söz konusu dönemin ariflerinden, münevverlerinden yani Mevlana’dan, Hacı Bektaş Veli’den, Ahmet Yesevi’den ve Ahi Evran’dan etkilenmemesi mümkün değil.
Mevlana’nın cilt cilt Mesnevilerini görünce “Uzun yazmışsın” der.
“Peki sen olsaydın nasıl yazardın?” sorusuna ise;
“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm” demesi bir tefekkür, bir tasavvuf, bir yarınını görme, istikbali içinde yaşama ifadesidir.
“Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle, birkaç huri,
İsteyene ver onları,
Bana seni gerek seni” derken de beklentisiz önünü çok iyi görüyor.
3000 şiirinin, 1000’ni Molla Kasım yakıyor. Bir ders var bunda, ibretlik bir öykü içeriyor eylem. Yunus Emre bunun üzerine der ki
“Derviş Yunus, bu sözü eğri büğrü söyleme/
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir!”
Yunus Emre Anadolu Türk şiirinin öncülerindendir.
Tasavvuf ve halk ozanıdır. Toplumun milli tutkalı, yapıştırıcısı, birleştiricisidir.
Bu Türkmen Yunus’un şiirlerinde Alevilik, Sünnilik yani İslam’ı yakalamak ve yaşamak mümkün.
Dizelerinde halk tipi, yani hece vezniyle de ve daha aristokrat bir yaklaşımla aruzla da şiir yazmış.
Yunus’un dili Oğuz Türkçesidir.
Bir divanı var, bir de Risalet-i Nushiye adında çalışması. 600 beyitlik öğütleri günümüze kadar geldi.417 şiirinden 38’i aruzla yazılmıştır. Dizelerindeki yabancı kelimeler Türkçe fonetiğe uydurulmuştur.
Şiirlerinde imza olarak aşık, biçare, koca, miskin, derviş, tapduk gibi isimleri kullanır.
Arif Yunus Emre ümmi değil, çünkü alimler meclisinde şifai ilme bulaşmış.
Günümüz için aykırı gelebilir ama “İlham-ı Rabbani” ile elde edilen ilahi bir aşk vardır, yüce bir ahlak içindedir. Günümüzde en muhtaç olunan özellik; ahlak ve aşk’tır.
Yunus Emre Azerbaycan’a kadar gitmiştir. Kgah bölgesinde makamı mevcut olduğu bilinir. Şiraz, Tebriz, Nahcivan, Bağdat ve Şam’a kadar dolaşıp gezmiştir.
İçindeki özne Nakşibendi, Halveti, Mevlevi ve Kadiri söylemi ve estetiği idi. Bunlar söz konusu zaman dilimindeki üniversitelerin dalları, fakülteleri, enstitüleri gibiydi. Sakın ola ki siyaset ve ekonomiyi hep önde tutan günümüzdekilerle karşılaştırmayın!
Gezdikleri yerlerde “sanat-ı rabbaniyi” gördükçe aşık olup mecnun gibi dolaştığını anlatır.
Yunus Emre’nin oturduğu çerçeve Türklüktür, Müslümanlıktır.
Pandeist, hümanist, mistik falan kesinlikle değildir. Önce insandır. Diğerleri yakıştırmadır. İnsan-ı kamildir, Yunus Emre er kişidir. Aşk adamıdır. Ona göre;
-Aşkı olmayan gönül misal-i taşa benzer.
Sadece bu mu?
Yunus Emre’nin şiirlerinde sosyal olaylardan, halk kahramanlarından alıntılar vardır.
Yunus’ta tefekkür sanatını örtmez, bütünleştirir.
Şiirlerinin çoğu bestelenmiştir. Önemli kısmı ilahi formatındadır. Daha sonrakiler bunu formatı taklit etmişlerdir.
Sanatçı Ahmet Hatipoğlu ve orkestrası olsa de bu lezzeti yeniden tatsak. Hakka yürüyenlere rahmet olsun.
Yunus Emre’nin valizini açtığımızda ve böylece miras olarak bıraktıklarını görünce aşk ve ahlak en üstte duruyor. İnanç, eğitim, alimler meclisi, şiir, sadakat, sanat, kültür, bilgi, dostluk, seyahat; aşk ve ahlakın hemen yanında. Tefekkür ise hepsini sarıp sarmalamış. Bir ademoğlu, bir miskin, bir derviş, bir ozan, bir mutasavvıf 700 yıl sonra uluslararası bir programla anılıyorsa O’nda çok cevher vardır. Her defasın biri ortaya çıkıyor. Çünkü aşk ve ahlak böyle bir şey. Yaşandıkça çoğalıyor, artıyor ve etkiliyor.
Bendeniz kıymetli katılımcıları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden selamlıyorum. Derviş Yunus’un, miskin Yunus’un selamıyla herkese “Hu”. Kırım’da Dilde, fikirde ve iş’de birlik diye Gaspıralı tarafından başlatılan aksiyon bugün böyle bir toplantıları netice verdi. Ortak dilimiz lehçe ve şive özelliğine bakmadan Türkçe oldu. İlk defa gururla izlediğim Özbekistan’dan Nulkoray Baltabeyava, Yunus Emre ve Mehmet Akif’te Mağfiret tebliğini sunarken, sanki Doç.Dr. Seriyye Gündoğdu’nun sosyal meseleye bakış açısından Yunus Emre ve Akif’teki duyarlılıkla örtüştürdüm. Çok şık ve tamamlayıcı olmuştu.Toplantıda Balkanlar Sancak’tan Almira Suljeviç 4 yıldan beri Türkçe konuşmadığını belirterek sunumundaki eksikliklerin kusuruna bakılmamasını istedi. Aksine hiç de öyle olmadı. Demek ki bu tür birliktelikleri ve etkinlikleri artırmalı, sık sık yapmalıyız. Güzel Türkçe ortak dilimiz ve bayrağımız. Akademisyenlerimiz, aydınlarımız, fikir emekçilerimiz birbirinin ülkesine, şehrine gidip gelmeli, hatta tatillerini orada geçirmeli, eserlerinin söz konusu ülkenin dillerine tercüme etmelilerdir.
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü ile Türkiye’den Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği uluslararası Yunus Emre programında yaşıyorum ki Avrupa’da Fransa’dan, Balkanlardan, Asya’da Özbekistan’a, orta doğuya kadar onlarca ülkeden katılımcı tebliğ sundu. Hep biz anlamaya algılamaya çalıştık. Bunları esasında Z Nesline de anlatmalıyız. Onlardan biri aramızda olmalıydı. Peki 20, 40 veya 50 sene sonra acaba yeni Yunuslar çıkacak, böyle değerlendirme etkinlikleri yapılacak mı? Henüz belli değil. Oturup böyle bir hususu da analiz etmeliyiz. Sovyetler 70 sene bütün dünyayı kasıp kavururken propagandasını çevre, uzay, spor, ilim, sanat, kültür ve edebiyat ile yaptı. Bugün altın yıllarını yaşayan Türk dünyası her nedense kültür, sanat, edebiyat, bilim ve medeniyet hareketini hep ıska geçiyor. Keşke Hocalı katliamının romanlarını, öykülerini, destanlarını okuyabilsek, sinema ve televizyon filmlerini izleyebilseydik. Ama maalesef olmadı. Oysa insana yatırım yapılınca Türk insanı süper şeyler ortaya çıkarıyor. Almanya’da Koronavirüs aşısı bulan iki Türk insanı Profesörler Uğur Şahin ve Özlem Türeci gibi. Şartlar ne olursa olsun insana yatırım yapılınca netice böyle oluyor ve altın adamlarımızın sayısı artıyor.
Yunus Emre sempozyumunda ahlak ve aşk öne çıktı. Bunun için hamaset ve tekrardan uzak aydınlarımızın uzmanlık dallarında ayrıca iddialı ve ufuk açıcı olmaları, yeni görüşlerle gelmeleri gerekiyor. Bu iddia musikide, sinemada, edebiyatta, ilimde, sporda, modada, teknolojide, adalette, hukukta, eleştirel düşüncede olmalı ve paylaşa bilinmeli.
Dolayısıyla İbni Haldun, Ali Şeriati, Muhammet İkbal ve Aliya İzzetbegovic’in de takipçisi olmalıyız.
Toplam nüfusu 300 milyona yaklaşan Türk Dünyasında Türkçemiz Yunus gibi, destanlarımız Dede Korkut ve Manas gibi, hasret kaldığımız mizahımız Hoca Nasrettin gibi, sazımız sözümüz Karacaoğlan ve Köroğlu gibi, sevgimiz Fuzuli’deki Leyla ve Mecnun aşkı gibi, ahlakımız ve dindarlığımız Akif gibi, milliyetçiliğimiz Ahmet Cevat, Ahmet Baytursunoğlu, Bahtiyar Vahapzade, Mehmet Emin Yurdakul, Süleyman Çolpan gibi, edebiyatımız da Gabudlla Tukay ve Cengiz Aytmatov gibi olmalı, hatta onları geçmelidir. Ne dersiniz?
Leave a comment
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.